Günler, birbirinin omzuna yaslanmış yorgun yolcular gibi ardı ardına geçerken, kadim şehre yine o derin, içe işleyen sessizlik çöktü. Sanki bütün dünya, ağır, karanlık bir tülün altına gizlenmişti; geriye yalnızca benim nefesimin ince, beyaz buğusu kalmıştı.
Bu sabah, içimdeki tekdüzeliğe karşı küçük bir başkaldırı ilan ettim: Kahvenin o alışıldık, keskin kokusu yerine mutfakta mis gibi sahlep kaynattım. Madem günler aynı acı akışla tekrar edip duruyordu, bari ruhuma değen o ilk yudum farklı olsun istedim. Küçücük bir farktı bu, ama insan en büyük fırtınalarda bile, o küçücük sığınaklara tutunuyor, değil mi?
Onsuz geçen zamanın hesabını tutmayı çoktan bıraktım. Sanki yaşımın en güzel çağlarında, iki çocukla birlikte bir kapıdan içeri süzülen, görünmez bir kuvvet gibi duruyorum hayatın ortasında. Bu bekleyiş hem çok zor, hem de içten içe bir gurur damlatıyor ruhuma. Çünkü onun geleceğini, sağ olduğunu bildiğim her an, içimde bastırılamaz bir umut kıpırdıyor. Yine de bazen, şehit düşen yiğitlerimizin aileleri geliyor aklıma; onların o tükenmez boşluğu, o yutkunulmaz acısı... O zaman halime şükretmeyi bir borç biliyorum.
Gündüzler, çocuklar, koşturmaca... Evin bitmeyen telaşı, kalabalığın gürültüsü insanın yalnızlığını örtüyor. Ama işte... Şu karanlık var ya... Akşamın usulca çöküp, duvarların rengini alarak sinmeye başladığı o an. O an ne dost kalıyor, ne düşman. Bir bakıyorsun, karanlık seni şefkatle sarıp sarmalıyor; bir bakıyorsun, içindeki bütün boşlukları, bütün gedikleri yakıcı bir acıyla dolduruyor.
Yine de bekliyorsun. Çünkü insan, en çok beklerken büyüyor.
Karanlık derinleştikçe, pencerenin camında kendi yansımamı görür oldum. Yorgun ama dimdik duran bir kadın silueti... Sanki her gece aynı sessiz mesainin başrol oyuncusuyum; çocuklar uyuduktan sonra başlayan, sadece kalbin duyduğu bir oyun. Dışarıdaki rüzgâr, sokak köşelerini dönerken uğulduyor ama içimdeki fırtına daha amansız. Bir yanım "dayan, az kaldı," diyor, diğer yanım "biraz daha güçlü ol, daha da kök sal."
Sahlep bitti. Fincanın kenarında kalan son sıcaklık, avuçlarıma sızan bir teselli gibiydi. Onu düşününce içimde hem bir sızı hem de boyun eğmez bir gurur yan yana oturuyor. İnsan sevdiğini beklerken yorulmuyor aslında; sadece kalbi büyüyor, genişliyor, bazen o kadar çok doluyor ki, taşacak gibi olup gözlerine sığınıyor.
Her akşam aynı döngü: önce eksikliğini hissedersin, sonra varlığını hatırlarsın. Ve işte o an... en karanlık yerden bir ışık sızar. Çünkü biliyorum, onun yolu bana, benim sabrım ona çıkacak sonunda.
Belki de bütün bu şehir, bütün bu sessizlik, bütün bu yalnızlık... Hepsi sadece daha büyük bir kavuşmanın provasıdır.
Gece ilerledikçe evin duvarları daha sessiz, daha ağır bir hale bürünüyor. Koridordan salona yürüyen adımlarım bile çekingen; sanki kimseyi uyandırmak istemem ama aslında uyandırmak istediğim tek bir şey var: huzur. O da benden kaçıp gecenin gölgelerine saklanmış gibi...
Pencerenin perdesini aralayıp sokağa baktım. Sokak lambasının altında titreşen birkaç yaprak dışında her yer öyle durgun, öyle cansızdı ki... İnsan böyle anlarda, kendi kalbinin sesini daha net duyuyor. Çarpıntısını, derin özlemini, içindeki o deli kıpırtıyı... Ve en çok da, omuzlarında taşıdığı ağır yükü.
İki çocuk odalarında, derin bir huzurun içinde uyuyor. Onların düzenli nefes alışları, bana dünyanın hala güzel bir yer olduğunu fısıldayan tek ezgi. Hayat her gün omzumdaki yükü biraz daha ağırlaştırsa da, onlar o yükü hafifletebilen tek mucize.
Sonra yine o soru geliyor: "Şimdi ne yapıyor? Üşüyor mudur? Yorgun mudur? Bir anlığına olsun beni düşünüyor mudur?"
Bu soruların cevabı yok; ama insan, bazen cevapsız şeylerle yaşamaya da mahkûm olduğunu öğreniyor.
Perdeyi kapatıp ışığı kıstım. Loş bir sessizlik evin içine yayıldı. İçimdeki bütün karmaşa, tek bir cümlenin berraklığında toparlandı:
"Sabretmek, güçlü insanların sessiz dualarıdır."
O an anladım ki... Beklemek sadece zamanın geçmesi değil; bir yürek imtihanı, bir kadınlık mirası, bir anne sabrıdır. Ve ben, her geçen gün biraz daha buna dönüşüyorum.
Ama biliyorum.
Bir gün o kapı çalacak.
Ve bütün bu geceler, bütün bu iç çekişler, bütün bu sessiz cümleler...
Tek bir sarılışta anlamını bulacak.