Boşluğun Sesi

516 Words
Işık Kapandı, Sessizlik Başladı ​Balıkesir'deki bu yabancı eve attığımız ilk adımda, kapının arkamızdan kapanışı bir ses değil, bir hüküm gibiydi. O kapı, geride bıraktığımız hayatın tüm sıcaklığını içeride kilitledi ve bizi, kalın, ağır, buzdan bir sessizliğin içine itti. Evin duvarları nefesimizi tutmuş, yeni sahiplerini değil, içine sinen boşluğu dinliyordu. ​Çocukların gözlerindeki yorgunluk, kilometrelerce süren yolculuğun eseri değildi; o, bir babanın gölgesinin aniden ve acımasızca çekilip alınmasının yüzlerine düşürdüğü titrek bir ışıktı. ​O apar topar hazırlanmış akşam yemeği... Tabağın kenarından yükselen buhar, ne mutfağın ne de kalbimizin soğukluğunu giderebildi. Üç yaşındaki oğlumun eline uzattığım kaşık, benim ince bir ip üzerinde tutmaya çalıştığım sabrımdan daha titrek duruyordu. Onlara, sanki vedanın ağırlığıyla ezilmesinler diye, babalarının en sevdiği pijamaları giydirdim. Bu, bir alışkanlık değil, kokuya, dokunuşa duyulan son çare bir bağlılıktı. ​Rutin, benim bu yeni düzendeki kılıcımdı. Eğer aksarsa, kalbimin kalesi yıkılacaktı. Bu yüzden her eylem, bir asker intizamıyla gerçekleşti: Banyo, Masal, İyi Geceler Öpücüğü... Her adım yerli yerindeydi ama ruhumuzun senfonisi bir notası eksik çalınıyordu. ​Üç yaşındaki oğlum, kucağımda uykuya teslim olmadan önce, omuzumda bir fısıltı bıraktı. Gözlerini zar zor aralayıp odanın en derin gölgesine, babasının yastığına baktı. Küçük parmaklarıyla yastığın üzerindeki o boşluğa dokundu, sanki bir haritacı gibi yokluğun sınırlarını çiziyordu. ​"Anniş..." diye fısıldadı, sesi bir ninni kadar incelmiş, ama ağırlığı bir dağ kadardı. "Babamm?" ​O an, boğazımdan geçen hava, bir cevaptan çok içe çekilen bir acı gibiydi. Oğlumu yatağına bıraktım. Battaniyesini değil, sanki kendi annelik korkumu örtüyordum. Büyük kızımın alnını öptüm. O sessizlikte fısıltım, bir yemin gücündeydi: ​“Sana söz veriyorum herşey yoluna gırecek tekrar aile olacagız. " ​Pencere Kenarındaki Boş Koltuk ​Çocuk odasından sızan sarı lamba ışığı, beni selamladıktan sonra geri çekildi. Salon, yani yabancı bir oda. Tuzla’daki veda anının soğukluğunu hala eşyaların üzerinde bir sis tabakası gibi taşıyordu. ​Kahve makinesini çalıştırdım. Suyun kaynama sesi, o gece Balıkesir’de kalbimin duyduğu tek gerçek sesti. Bu, bir kahve değil, bir saatlik mühlet hazırlığıydı. ​Fincanı alıp, onun her zaman oturduğu pencere kenarındaki koltuğa çöktüm. Koltuk, yabancıydı ama üzerindeki boşluk, sanki kendi kokusunu taşıyordu. ​Pencereden baktım: Balıkesir’in gecesi; loş, sessiz... ve ruhumu ürperten bir dinginlikteydi. Gurbet, bir şehir değişikliği değildi; gurbet, o koltuğun, o yastığın, o masanın sana ait birinin yokluğuyla örülmüş sessiz şiiriydi. ​Fincanı iki elimle kavradım. Sıcaklık, avuçlarımdan kalbimin buzlu yüzeyine doğru ilerliyordu. ​Elim telefona gitti. Ekran açıldı. Yine o anı... Yemin töreni. Yağmurun altında bile ciddiyetini koruyan üniforması. Gözlerindeki yakıcı gurur. ​Parmaklarım fotoğrafın yüzeyine dokundu. Bu, mantığın terk ettiği, kalbin ise kendi hafızasına uzandığı bir andı. ​Gözlerim doldu, ama nehir taşmadı. Ağlamak, bu nöbetin şartlarına aykırıydı. Gözyaşı, benim bu evin duvarlarına bulaştıracağım en büyük zayıflık olurdu. ​Dizlerime koyduğum fincana bakıp, sesi geceyi delecek bir fısıltıyla kendi kendime konuştum: ​"Görevin ağır, bunu biliyorum. Ama ben bu evin Annesi ve Babasıyım. Bu evin neşesini de, disiplinini de, soğukluğunu da tek başıma taşıyacağım. Yeter ki canın sağolsun.." ​O kahvenin bitimiyle, ilk gece, gözyaşı değil; demirden bir iradenin doğuşuna sahne oldu. Pencereden sızan loş ışığa, şimdi güçlü bir tebessümle karşılık veriyordum. Yalnızlık beni yutmayacaktı. Onu eğitecek, onu sessiz bir dosta dönüştürecektim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD