Yeni bir güne yeni planların doğduğu sabaha erkenden kalktım. Diğerleri hala uyuyordu. Gümüş ile Tayfun gecenin bir yarısı yorgun argın kendilerini yatağa atmış horluyorlardı. Karı sikerek yorulan tek cenabetler olabilirlerdi. Bilal koğuştaki kaloriferin götüne girmiş karısına sarılır gibi kızgın demire sarılarak uyuyordu. Bu kadar üşümesi bizi başlarda şaşırtmıştı ama bunun zamanla psikolojik olduğunu anladık fakat Bilal üşümekle ilgili hiçbir hatırası olmadığını defalarca belirtmişti. O farkında değildi ama her ne yaşamışsa beyni reset atmıştı yaşadıklarının üzerine. Anadolu’nun küçük bir köyünde tam bir eski toprak gibi görünmesine rağmen bebek gibi üşümesini başka türlü ifade edemiyorduk çünkü. Ha bir de içine cin kaçmıştı. Adamın sezgilerine göre bu tim bu kadar çok göreve çıkıyor başarı elde ediyordu. Bunun sayesinde karanlıkta düşmanın iki kaşının arasında vurduğumu söylemiş miydim?
Üniformamı giyip daha güneş doğmamış bahçeye kısık gözlerle baktım. Alkolik bir asker olmam yüzümden Bilal’e rağmen göz hapsine alınmıştık. Kışlada bilmediğimiz askerler tarafından gözlemlenecek ve sonrasında sorguya çekilecektik. Ne yazık ki ilk kez başımıza gelmiyordu bu durum. Tam üç kez benim yüzümden aynı sınava tabii tutulmuştuk. Ülkenin kaderini değiştirecek görevlere sağlam askerlerini göndermek isteyen üste bir şey diyemezdim ama görev başında hiçbir şekilde içmemiş teşebbüs etmemiştim. Fakat kışlada tam bir göt gibi alkol komasında ölecek kadar içiyordum.
“Senin sıran mı?” diye Gurur’un sesi gelince arkamı döndüm ve yatağında oturan adama başımı salladım. “Benim sıram. Siz yatın.”
“Sayende kıçımız yumuşak bir yatak gördü. Sağ ol.” dedi hem bezmiş hem de sinirlenmiş bir sesle.
Gurur devamlı başımda dozu kaçırmadan iç diye böğürmüştü ama ben yine bizleri bu sefil hale sürüklemekten geri kalmamıştım. Koğuşta yatmak yerine uyku tulumlarını bile açmadan karın üzerinde uyumayı daha çok seven beş dallamaydık. Bju rahatlık bize batıyordu. Kendimizi eksik ve işe yaramaz hissediyorduk. Ama bunu bu kez değiştirecektim.
“Dün sadece iki matara içtim. “ dedim ellerimi kaldırıp. “Bu bir rekor bunu sen de biliyorsun.”
Gurur Uzi ile beni taramak istercesine bakarken sabahları nasıl meret bir adam olduğunu tekrar anlayarak usulca kapıya doğru yürüdüm. “Sen de arada bu amcık suratlılara katıl rahatla sabahları karısı bir hafta vermemiş gergin suratsız adamlara dönüyorsun.”
“Soylu sikerim!” diye öfkeyle patlayan Gurur’u geride bırakıp bize ayrılan koğuştan gülerek kaçtım ve yemekhaneye ıslık çalarak yol aldım.
Özel Birlik Merkezine kısaca ÖBM yerleşecek seçkin kız öğrencilerinin başına bizi dikmişlerdi ceza olarak. Her gün birimiz başlarında durup asker olmak için ne kadar hevesli olduklarını canlarını çıkartarak gösterecektik. Geçen iki sefer sıraya uymamış beş bin liraya Gümüş’ü yerime tayin etmiştim. Fakat bu sefer sıraya uymaya karar vermiştim. Eğlencenin dozu bu sene çok farklıydı çünkü.
Yemekhane ana baba günü gibi asker kaynıyordu. ÖBM kızlarının bölümü farklı olduğu için onlar bir grup halinde cam kenarında farklı üniformalarıyla yerlerini almıştı. Gözüm küçük yılanı hemen seçmişti. En köşede duvar dibinde tek başına kabak gibi belli olan yalnızlığıyla oturuyordu. Dişlerimi birbirine sürterek beni fark etmesini bekledim. Benim burada ona baktığımı aslında biliyordu. Bakışlarını masadan almayışından ve gergin bedeninden anlamıştım. Uzun uzadıya bakıp yemekhanenin sessizliğe gömülmesine bile neden oldum. Sessizlik bütün yemekhaneye yayıldığında ağır ağır başını kaldırdı ve uzaktan gözlerimi hedef aldı. Soğuk ve mesafeli olmaya devam ederken asla nefret etmiyordu. Çünkü kendisi bile neyi hak ettiğini çok iyi biliyordu.
Küçük yılan bana düz bir şekilde bakarken başımla kahvaltılıkların verildiği noktayı gösterdim. Kahvaltımı kendisi getirecekti. Gözleriyle hareketlerimi takip edince ne istediğimi anladı ama yerinden kalkmadı. Kaşlarımı sertçe çattığımda yerinden kalktı ve arkamdaki servis bölümüne yürümeye başladı. Burnumu çekerek komutanların olduğu masaya doğru yürüdüm ve beni raporlayacak adamlara şirin yüzümü göstererek gülümsedim. Yerime geçip önüme koyulmasını beklediğim kahvaltı ile gözlerimi kıstım Küçük yılan sırada götünü saran üniformasıyla önüne geleni tabağa doldururken dün gece çıplak bir halde hendekten nasıl çıktığını bir kez daha gözlerimin önüne getirdim. Çıplak göğüsleri külotunun kapatamadığı kıçı ve uzun bacakları bir artıydı ona katlanmam için. Bu kızla sevişmeyecektim elbette dudaklarım tenine asla değmeyecekti sadece sikim onu ortadan ikiye ayıracaktı. Kasıklarımdaki sıcaklıkla bakışlarımı yanımda yeni bir sınır dışı operasyonundan gelen komutana verdim. Şanslı piç. Biz de burada gün sayarken patlattığı mağaradaki leşlerin sayısını bildiriyordu.
Onları dinlerken yüzümü hedef alan sıcaklığa döndüm ve bana doğru yürüyen küçük yılana acımasızca gülümsedim. Bütün gözleri üzerimize toplamıştık farkındaydım ama kimse bana yapamazsın diyemezdi. Kimse!
Küçük yılan tepeleme dolu tabağı önüme bırakıp bir adım geri çekilerek selam verdi.
“Afiyet olsun komutanım.” diye tam bir asker gibi yerinde çakılı kaldı.
“Geç şurada dur lazım olursun.” diye başımla duvar gibini gösterdim. Düne göre iyi görünüyordu parmaklarının bazılarını sarmıştı sadece. Ama o parkurdan sonra it gibi aç olduğunu biliyordum. Emrime uymakta geç kalmayarak duvar dibine geçerek hazır olda beklemeye başladı. Çömezlerden biri çıkıp dua etmeye başladığında gözüm üzerinden bir an olsun ayrılmadı. Dua bitip yemeye başladığımızda bile keyif içinde küçük yılana bakıp durdum. Normalde çay içmezdim ama gıcıklığına beş altı bardak çay içip sabrına çeltikler attım. Kahvaltı bitip atölyelere geçme zamanları gelene kadar orada bıraktım. Masadan kalktığımda başımla çıkışa gitmesini işaret ettim. Ne suratı asıldı ne de gözlerini kırptı. Hala soğuk ve mesafeli durması beni daha çok kızıştırdı.
Önüme katıp diğer kızların da yetişmesiyle onları tulumları giymesi için koğuşa yıllarken kendim atölyeye geçtim. İlk ders robotik kodlama üzerine bir dizi programdı. Bunları askeri üniversitede görmüş iyi bir dereceyle mezun olmuşlardı. Ben de bunların a operasyonda onlara ne gibi bir faydası olacağını gösterecektim. Kızlar beş dakika içinde sırasıyla sınıfa girdiğinde en son küçük yılan sınıfa girdi. Üzerindeki açık toprak rengindeki tuluma bakıp önümdeki bilgi komutasını yönettiğim bilgisayara döndüm.
“Herkes bilgisayarının başına geçip yönlendirdiğim dosyayı açsın.” diye bağırdım ve de ekledim. “Zamanında güvenlik duvarlarını aşamadığınız taktirde sizi bekleyen daha zor bir duvarla karşılaşacaksınız. O duvarı da verilen sürede aşamadığınız takdirde daha zoru gelecek. Bu böyle bütün eğitim programınız boyunca devam eder ve daha diğer programlara geçmeden hayallerinize veda edersiniz. Aşmaktan başka çaresiniz yok! Ya aşacaksınız ya aşacaksınız! Başka türlüsü sizin sonunuz olur!”
Sınıftaki derin sessizlikle böyle bir şey beklemedikleri belli oluyordu. Bir bordo berelinin elinden geçip mezun olan çok az kişi vardı. Şanslı bir kaç kişi vardır diye umut edip gözlerimi küçük yılana diktim.
“Sen!” diye bağırdım.
Ona seslendiğimi anlamış gibi oturduğu sandalyeden kalktı. Hazır olda karşıya bakarak bana döndü. Şimdi beni umursamasın da görelim.
“Sen bu derste kaldın duvar gibine geç.”