Gurur’dan aldığım son onayla gözlerimi kısarak kızın büfedeki bekleyişine kilitlendim. Önce kabuslarında daha sonra ise rüyalarında olmayı hedefliyordum. Ben hem acı verecek hem de onu hayata tutacak tek güç olacaktım. Sonunda ise o değersiz canına son verecekti. Bunu ben değil kendisi yapacaktı çünkü aşık olduğu adam ondan ölesiye nefret edip tiksinirken tek çaresi boş yere ziyan ettiği hayata göz yummaktı. Beyazlayan tenini mor dudaklarını hayal ederken kendimi başında hayal edebiliyordum.
“Aklından ne geçiyor senin? Çok pis bakıyorsun kıza.” dedi Tayfun merak edip ayağıyla beni dürterek.
“Siktir git! sana ne planladığımı söyleyecek bir tip var mı bende?”
“Söylemesen bile anlarız biz. Ama heveslenme o Gurur’un s****i istiyor.” dedi piç. Beni iddiadan uzaklaştırmak istiyordu ama tam tersi beni bunun için kızıştırıyordu.
“Lan beni de sikimi de işinize katmayın! İddianızı az ötede sürdürün başımı ağrıtmayın!” Gurur sinirle kumandayı masaya koyup öğretmen edasıyla bizi paylarken gözümü Tayfun’dan alıp kıza çevirdim. Hala olduğu şekilde bekliyordu.
“Bilal’i duydun hayranlık duyuyor.” dedim tek kaşımı kaldırıp. Ne diye bekliyordu bu? “Bana ise aşık olacak.”
“Eh oldu diyelim benim kazancım ne olacak? Yemekte kaynadı amına koyayım.”
Doğru ya bu adama ben kaybedersem ne verecektim?
“Hiç kaybetmediğim için aklıma gelmedi.” dedim açık açık. Büfedeki kekeme eleman defteri karıştırıp dururken kız beklemeye devam ediyordu. Borcu mu vardı bunun?
“İlk olacağım için biraz afilli bir şey isteyeceğim, dur.” dedi Tayfun şımarık bir velet gibi gerinirken.
“Benim için vazgeçilmez yoktur. Ne istiyorsan söyle ama boşuna heves etme ben kazanacağım..” diyerek ayağa kalktım. “Hatta kazandım bile.”
Tayfun eşek gibi anırarak güldü. Az ötemizdeki kızlar ona hayranlıkla bakarken puşt abarttı da abarttı. “Hadi lan! Kız seni gördüğü gibi yatağına koşacak. Altını ıslatmasa iyi.” Hayatlarında erkek görmemiş kızları çapkınca süzüp bana bir iki kere kırdığım burnunu kaldırdı. Hepsi de görev icabı kırdığım burunlardı. Budapeşte’de bir bar kavgası için bu şarttı öncelikle. Sahici oynamalıydık. Tayfun’un benim zulayı patlatıp en değerli viskimi araklamasıyla hiç alakası yoktu. İkincisin de ise Silopi’de teröristlere özel kurduğum elektrikli oturağı Gurur’a şikayet etmesiyle hiçbir şekilde bu konuyla alakası olmayan önemsiz şeylerdi.
“Kabusu olsam yeter.” diye tiksinircesine dudaklarımı gererek son kez masadakilere bakıp büfeye doğru ağır adımlarla yürüdüm. Bana bakmadan beni hisseden beni yine gözlerimin önünde gerildi ellerini eşofmanına sürüp beklemeye devam etti. Yaklaştığım sırada kekeme ona başıyla onay verdiğinde önündeki çikolatalara elini uzattı ama ben o almadan aldım. Elimdekilere sanki açlıktan geberiyormuş gibi baktı. Ama bu bir saniye sürdü. İkinci saniyede rahat olda benim olmadığım bir boşluğa gözlerini dikti. Neden bu şekilde bakacağını bilecek kadar bir şeyleri biliyorduk. Regldi. Ve canı çikolata çekiyordu ha?
“Kekeme bu kızın borcumu var?” diye gözlüklü kırk yaşındaki uçan sinekten korkan büfeciye sordum. Kalçamı büfeye vererek çikolataları avucuma vurmaya başladım.
“Yo-yo-yo-yok.” dedi kekeme benden daha çok korkup kekelerken.
Başımı çevirip büfeciye tek kaşımı kaldırarak baktım. “Niye iki saat defteri çevirdin o halde?”
“Ko-ko-kont-rol.” Adam karşımda terlemeye başldığında gözlerimi üzerinden aldım ve beni hala yok saymak için can çekişen Ergani’ye yüzümü buruşturarak baktım. “Ver şu defteri bakalım.” Elimi uzattım ve kısa bir sürede kekeme bana veresiye defterini uzattı. Öylesine karıştırmaya başladım. “En çok kimin ne kadar borcu var?”
“De-de-deniz Tek.” dedi hemen.
“Zekisin kekeme ama bunun borcunu bilmeyecek kadar zeki değilsin. Neden?” diye sordum ve o arada defterde Deniz Tek ismini bulmaya başladım.
Büfecinin ve küçük yılanın ağız birliği yapmış sessizliğinden işkillendim ama elimi yine arkaya uzatıp “Kalem.” dedim. Büfeci kalemi gecikmeden verdi ancak hala soruma cevap vermemişti. Bu ikiliden iyice işkillenip uyarı niyetine küçük yılana sert bir bakış attım. Hala soğuk ve ilgisiz görünmeye çalışıyordu. Alnında parlamaya başlamayan noktalar ise yeterince bana cevap verdi. Deftere yeniden dönüp Deniz Tek’in on bin (anasının nalı) borçlandığı defterdeki adını karaladım ve başka bir isim yazdım. “Bundan sonra Deniz Tek’in borcu yok. Bu küçük yılanın buraya nur topu gibi on bin lira borcu var.” diyerek Ergani yazdığım defteri bakmadan büfeciye fırlattım. Küçük yılanın yüzündeki endişe ve üzüntüyle dudağımın bir kenarı keyifle yukarı kaydı. “Ve borcunu ödemeden ona sakız bile vermeyeceksin. Eğer verdiğini duyar görürsem seni Suriye’ye sürerim!”
“Ta-ta-tabii ko-ko-ko-mutanım!” diye bağırdı kulağımın dibinde.
Küçük yılan karşımda eski sakinliğini korumakta güçlük çekerek sonunda bana bakmaya cesaret etti. Çikolatasını elinden aldığım için ağlayacak mıydı? Gözlerinin dolu oluşuna ayrı bir sevinirken aldığı çikolatayı açıp gözlerinin önünde yemeye başladım. Her ısırığımda kendini sıktı gözleri daha çok doldu. Neden yaptığımı neden ona bunu yaşattıklarımı çok iyi biliyordu!
“Bir sorun mu var?” diye sordum elinden aldığım çikolatayı ağır ağır çiğnerken.