20. 01.2023
Türkiye
Genç adam gece kulübünün en kuytu köşesinde, varlığını gölgelerin ardına gizlemişti. Başının üstünde düşük, belirsiz bir lamba titrerken kumral saçlarından sarkan birkaç tel alnına düşmüştü. Mavi gözleri barın karmaşasından uzak, soğuk bir sakinlikle önündeki viski bardağını süzüyordu.
Kemikli parmakları bardağın kenarında gezinirken, her hareketi kontrol altında ve ölçülüydü. Yüzündeki sert çizgiler geçmişteki sert hayat hikâyelerini fısıldarcasına oracıkta dururdu. Gözleri zaman zaman kalabalığa kayarken, her bakışı tüm salonu tarar, sonra tekrar kendi dünyasına çekilirdi.
Bardağını dudaklarına götürdüğü an gözleri tehlikeli bir şekilde kısıldı. Barın gürültülü köşesinde, sarışın bir kadın hem gözyaşlarına boğuluyor hem de barmenle hararetli bir şekilde tartışıyordu. Dilini bardağın soğuk kenarına değdirip sarı sıvıyı dudakları arasından süzülürken, bakışlarını tamamen bu hırçın, hüzünlü kadına çevirdi. Gözleri tanıdık bir sızıyla daha da daraldı; kadını daha iyi görebilmek için, dirseklerini dizlerine dayayıp hafifçe ileri doğru eğildi. Evet, onu tanıyordu. Kadınla göz göze gelen barmene keskin bir işaret vererek onun dikkatini çekti ve kadına ne istediğini vermesini dikte etti. Barmen genç kadına isteğini ulaştırırken Vladimir Dmitriyev, onu gözlerinden bir an olsun ayırmadan izlemeye devam etti.
Genç kadın önüne konulan içkisini yudumladıkça gözyaşlarını silip, telefonda sinirli bir şekilde konuşuyordu. Etraftaki birkaç kişi onun bu tuhaf hareketlerini merakla izlerken, esmer bir adamın kadına doğru yaklaşması Vladimir’in dikkatini çekti. Sert bir bakış fırlattı ve bu anında korumasının tepkisini tetikledi. Koruma kalabalığın arasından hızla geçerek adama müdahale etti ve onu genç kadından uzaklaştırdı. Bu olay Vladimir'in alakasını yeniden sarışın kadına çevirdi.
Uzun sarı saçlarını sürekli olarak omuzlarından sırtına atıyor, rahatsız olduğu her halinden belliydi. Pembe dudakları kendi kendine mırıldanırken bükülüyor, arada sırada derin bir of çekiyordu. Vladimir bu görüntüyü izlerken dudaklarının kenarları istemsiz bir şekilde kıvrılıyordu. Yanına bir başka adam yaklaşmak üzereyken kaşları çatıldı. Genç kadının çevresi avını yakalamak isteyen çakallarla doluydu ve bu durum onun kan akışını hızlandırıyordu.
Parmağını havaya kaldırarak bir işaret verdi ve yardımcısı hemen yanına geldi.
“Sarışın kadın hariç, mekânı boşaltın.”
"Bir problem mi var, Bay Dmitriyev?"
Gözlerini yardımcısının üzerine çakı gibi dikti. Bakışlarında öyle bir buz gibi keskinlik vardı ki, adamın yutkunması bile o bakışların altında bir sessiz çığlık gibi yankılandı. "Hemen boşalt," diye emrettiği zaman sesi çarpan bir kırbaç kadar net ve otoriter çıktı. Yardımcısı bu kesin ve beklenmedik komut karşısında derhal harekete geçti hiç tereddüt etmeden. Vladimir, gözlerini yardımcısından ayırıp yeniden kadına çevirirken onun kararlılığı ve duruşu, etrafındaki havayı bile keskinleştirmiş gibiydi. Kadının her bir hareketi, Vladimir'in gözlem altında tuttuğu bir sahneye dönüşmüştü; her bakışıyla kontrolü elinde tutuyor, etrafındaki her şeyi sessiz bir otorite ile yönlendiriyordu.
Mekan yavaş yavaş boşalırken, geceye hâkim olan müziğin sesi alçaldı, her notanın yankısı daha bir hissedilir oldu. Salonun soluk ışıkları altında, genç kadının dökülen gözyaşları ve sessiz sızlanmaları mekânın sessizliğine karışıyordu. Korumalar ve çalışanlar kadının etrafından usulca çekilirken, Vladimir merdivenlerden kontrollü bir şekilde iniyordu.
Yavaşça kadının yanına yaklaşıp karşısına oturduğunda, kadının üzgün ve yorgun bakışları onun dikkatini çekti. Barmenin önüne bıraktığı viskiyi alarak dudaklarına götürdüğünde genç kadının gözlerinde beliren çaresizlik canını sıktı.
Genç kadın telefonunu masaya bıraktı ve hıçkırıklarını zorla bastırırken, “Hiç kimse beni anlamıyor,” diye fısıldadı.
Vladimir sessizce dinledi, viskisini yudumladı. "Zor günler mi?" diye sordu. Sözleri genç kadına doğrudan bakmadan, onun yüzüne değil, masanın üzerine dökülen gözyaşlarına odaklanarak sarf edilmişti.
Başını salladı, “Babam... umurunda değilim gibi hissettiriyor,” dedi sesi yavaş yavaş yükselirken. Vladimir bu itirafta bir ağırlık hissetti; kaşları çatıldı, parmaklarının arasındaki bardağı sıktı.
“Beni hiç sevmiyor, ablamı seviyor.”
Gömleğinin yakasını çözmeye çalışırken elleri titriyordu. Vladimir her bir hareketini sessizce izledi, sonra yavaşça elini uzatarak çözemediği düğmeye dokundu. "İzin ver," dedi düşük bir sesle. Düğmeyi çözerken kadının gözleri şaşkınlıkla ona çevrildi.
Vladimir'in mavi gözleriyle onunkiler çakıştığında, anın ağırlığı etraflarını sarstı. Onun gözlerindeki hüzünlü derinlik, Vladimir'in içinde eski bir yara gibi hissedildi. Kadın ise, bu bakışta beklenmedik bir anlayış buldu; iki yorgun ruh kısa bir anda sessiz bir teselliye kavuştu.
Genç kadın umutsuzca başını iki yana sallayarak ağır ağır yerinden kalktı. Gözleri nemli, adımları ise sanki bir rüyada gibiydi. Barın kalabalığında, zihni sisli bir denizde yüzercesine ilerledi. Duygusal yükün ağırlığı altında, her bir adımını belirsiz bir çaba sararken, başı dönüp masalara çarptı. Her bir çarpma, onu daha da derin bir dalgınlığa sürükledi.
Sandalye ayaklarına takıldığında, dünya onun etrafında dönmeye başladı ve neredeyse yere kapaklanacakken genç adam onu kollarıyla sararak, düşmekten son anda kurtardı. Güçlü elleri, kadının ince belini sarmışken, ona doğru eğildi ve fısıldadı. “Dikkatli olmalısın.”
Genç kadın onu tutan adamın kollarında beklenmedik bir sığınak buldu. Bu an çevresindeki kaostan bir o kadar uzak, bir o kadar da gerçekti. Alkolün verdiği hisle gözlerini yavaşça kapatarak Vladimir'in göğsüne yaslandı.
Başının dönmesiyle, dünya etrafında yavaşça dönüyormuş gibi hissetti. Gözlerini açmaya çalıştığında, her şey bulanık bir sis perdesi arkasında kalmış gibiydi. Ancak onu saran kolların güven veren sıcaklığı, huzursuzluğunun yerini merakın tatlı serinliğine bıraktı. Bu adam ona öyle bir naziklikle dokunuyordu ki, ayakları yerden kesilmiş, bulutların üstünde süzülüyor gibi bir hafiflik hissediyordu. “Siz kimsiniz?" diye sordu sesi düşüncelerinin puslu derinliklerinden zar zor yükselirken. "Sizi bir yerden tanıyor olmalıyım." Gözlerini güç bela odaklayabildiği genç adam, bakışlarını ondan ayırmıyordu. Adamın gözleri, gecenin kendisi kadar derin ve esrarengizdi; üst dudağı, kendine has bir gizemle hafifçe kıvrıldı. “Vladimir," dedi, sesi derin ve kendinden emin, odanın sessizliğini yarıp geçer gibiydi.
“Sanki sizi daha önce bir yerde gördüm.”
"Beni bir kere gören bir daha unutmaz. Zihninizin bir köşesine yerleştiğime göre, beni hatırlıyorsunuz hanımefendi."
Gözleri kısıldı genç kadının. “Benim adımı biliyor musunuz?” dediğinde biraz daha yakınlaştı ona.
“Adınız?” dedi gözleri dudaklarına yakın olan pembe dudaklara kayarken. Gülümsedi ve başını iki yana salladı.
“Benim adım Sevilay.”
Tekrar kahvenin hüzünlü tonuna sahip olan gözlere çevirdi bakışlarını.
“Biliyorum.”
Kaşları şaşkınlıkla yükseldi genç kadının. “Ama ben sizi tam hatırlayamadım.”
Parmakları adamın boynundan göğsüne doğru kaydığında Vladimir’in gözleri göğsünün üstünde ince uzun parmaklara değdi.
“Evinize bırakayım sizi. Bu saatte tek başınıza gitmeniz tehlikeli.”
Gözleri yarı kapalı, “Olmaz,” dedi. “Babamla kavga ettik, eve gidersem daha çok kavga ederiz.”
“O zaman ablana bırakayım.”
“O da olmaz, ablama bırakırsan babam yine görür.”
“Arkadaşın yok mu?”
“Elisa var ama onu bugün vurdular o yüzden hastanede yatıyor.”
Başını salladı maalesef der gibi. “O zaman tek bir yer kaldı o da benim evim,” dedi ve genç kadını kucağına aldı. Kollarını boynuna dolayan genç kadının yüzüne bakıp ağzından söylenerek başını olumsuz anlamda salladı.
“Ya bana denk gelmeseydin ne olacaktı? Belki sapığın biri seni şu an götürüyor, nasıl rahat olabiliyorsun?”
Omzunda uyuya kalan Sevilay’ı arabasının ön koltuğuna oturtup kemerini taktı. Koltuğu geriye yatırıp kendi tarafına geçtiğinde korumaları eşliğinde yola çıktı. İstanbul’un trafiğinde arabayı kullanırken gözleri ara ara yanında söylenen kadını buldu.
Eteği açılmış, gömleğinin düğmesi açık olduğu için göğsü gözüküyordu. Arka koltuktan siyah kabanını alıp genç kadının üzerine örttü. Bu gece çok sıcaktı, yoksa yanındaki kadın dengelerini mi bozmuştu?
Arabasını evinin önünde bıraktıktan sonra tekrar genç kadını kucağına alıp evin içine girdi. Merdivenleri ses yapmadan çıkıp yatak odasına girdiğinde onu tıpkı ruhu gibi karanlık çarşafların arasına yatırdı.
“Çok üzgünüm ben.”
Geriye çekilecekken Sevilay’ın fısıldamasıyla durdu.
“Üzülme, kimse için değmiyor.”
Parmağının tersini gözünden damlayan yaşın üzerinde gezdirdi. Gözleri kapalıyken bile ağlayan bu kadın bu gece bütün dengesiyle oynamıştı.
Dudaklarını kulağına yaklaştırdı. “Huzurla uyu güzel kadın ve beni sakın unutma.”
22. 03. 2023
Rusya
Gece, şehrin üstünde hüküm süren bir gölge gibi yayılırken, yıldızların ışığı modern mimarinin cesur çizgileriyle buluşuyordu. Kule gibi yükselen karanlık bir yapı, çevresindeki sessizliğe meydan okurcasına öne çıkıyordu. Her bir kat büyük cam panellerle çerçevelenmiş, içerideki yaşamın sıcak ışıklarını dış dünyaya sızdırıyordu. Yapının kalbinde alevlerle dans eden bir şömine, geceye karşı ısınan bir sığınağın vaadini sunuyordu. Geniş teraslar gökyüzüne açılan modern bir sarayın balkonları gibi etrafa hakimdi. Yapının alt kısmında ise bir sıra lüks araç, titizlikle yerleştirilmiş, kendi başlarına birer mühendislik harikası olarak duruyordu.
Evin içine adım atan genç adam, karanlığın soğuk koridorlarında dolaştırdığı gözleriyle etrafı süzdü. Varlığı odanın havasını anında değiştirdi; adımlarının yankısı gücün ve kararlılığın sesiydi. Omuzlarındaki kaslar koyu renkli ceketinin altında bile belli olacak kadar güçlüydü; her hareketi kontrol ve otoritenin bir göstergesiydi. Keskin çene hattı ve derin bakışları sertliğini ve yaşadığı zorlukları anlatıyordu. Vladimir, odanın içinde ilerlerken, sanki her adımıyla kendine ait bir krallığı idare ediyordu.
Ev içindeki karanlık koridorlar boyunca ilerlerken adımlarının soğuk duvarlarda yankılanmasıyla, mekâna sessiz bir hakimiyet kazandırıyordu. Yürüyüşü, doğal bir otorite ve kendine has bir ağırlıkla doluydu. Omuzları geniş ve sağlam, dünyanın tüm ağırlığını taşıyabilecek bir yapıya sahip gibiydi. Her adımı ailenin mirasını ve sorumluluklarını omuzlarında taşıyor gibiydi, bu da onun hareketlerine dikkat çekici bir ağırlık katıyordu.
Toplantı odasının kapısına varınca derin bir nefes aldı. Kapıyı ittiğinde odanın atmosferi değişti; yoğun bir sessizlik ve bekleyiş onun odak noktası haline geldi. Oda geniş ve ihtişamlıydı, her detay güç ve zenginliği simgeliyordu. Vladimir içeri girdiğinde ağır ahşap masalar ve derin kırmızı kadife sandalyelerle donatılmış odaya hâkim bir duruş sergiledi. Yürüyüşündeki her adım, odanın içindeki havayı bile değiştirecek güçteydi.
Odanın içine adım attığında gözleri doğrudan aile üyelerinin üzerinde dolaştı. Her bir bakışın altında yılların getirdiği anlaşmazlıklar, rekabetler ve çekişmeler yatıyordu. Ancak Vladimir'in ifadesi okunamaz bir sakinlik taşıyordu; bu, onun güçlü karakterinin ve olaylar karşısında gösterdiği soğukkanlılığın bir göstergesiydi. Ailesinin her bir üyesiyle göz göze geldiğinde, onların yüzlerindeki tepkileri tek tek okudu; bazılarında saygı, bazılarında kıskançlık, bazılarında ise açık bir düşmanlık vardı. Ancak Vladimir, bu bakışlardan etkilenmeksizin odanın başına doğru ilerledi, her adımıyla kendine olan güveni ve liderlik etme kapasitesini sergiledi.
Toplantı odasının başına vardığında, derin bir sessizlik içinde babasının sandalyesine gözlerini dikti. Bakışlarında sadece meydan okuma değil, aynı zamanda ailesinin geleceği için derin bir kaygı ve sorumluluk da vardı.
Toplantı odasının başındaki yerine sessizce oturdu. Odanın ağır havası, koyu ahşap panellerin ve yoğun tütün kokusunun arasında asılı kalmıştı. Her bir aile üyesinin yüzünde geceye özgü bir ciddiyet ve beklenti okunuyordu. Babası Mikhail, odayı sessiz bir otoriteyle süzerek dudaklarını araladı. "Hoş geldin Vladimir," dedi oğluna keskin bir bakış atarak, "Lafı dolandırmadan direkt konuya gireceğim. Türkiye'deki varlığımızı güçlendirmemiz gerekiyor. Senin oradaki ilişkilerini kullanmanın zamanı geldi."
Vladimir, babasına doğrudan bakmadan parmaklarının ucunu masaya vurmaya devam etti. Sesini çıkarmadan, Mikhail'in talebini sessizce dinledi.
Amcası Alexei, daha rahat bir duruşla, "Bu sadece ailemizi güçlendirecek. Senin Savcı, SAT komandosu ve Avukat arkadaşlarınla iş birliği yapabilirsek, herkes için büyük kazanç demek." Alexei'nin ses tonu kışkırtıcı ve ikna ediciydi, gözleri ise Vladimir'in tepkisini ölçmeye çalışıyordu.
Ağabeyi Dmitry ona dönerek, "Bu operasyonlar bizim adımızı daha da yüceltecek kardeşim. Senin de bildiğin gibi, güçlü dostluklar güçlü ittifaklar yaratır,” dedi. Onun sesi ise hırslı ve azimliydi, bakışları ise Vladimir'in karşısında duran bir meydan okuma gibi parlıyordu.
Küçük kardeşi Ivan, daha genç ve hevesli bir tonla, "Bu senin için de bir fırsat. Ailemizin yanında yer alarak gerçek gücün ne olduğunu gösterebilirsin." dedi. Ivan'ın gözleri biraz endişe ve hayranlık karışımı bir ifade taşıyordu, Vladimir'e bakarken kardeşlik duygusunu ön plana çıkarıyordu.
Vladimir derin bir nefes aldı ve odadaki herkese sırayla baktı. Her bir aile üyesinin sözlerini tek tek değerlendirirken, soğuk ve sakin ifadesi altında bir fırtına gizliyordu. Onun duruşu sarsılmaz bir kayanın kararlılığını andırıyordu; bu, ailenin baskısına boyun eğmeyecek bir adamın duruşuydu.
“Burada olmamın sebebini çok iyi biliyorsunuz,” diyerek konuşmaya başladı. Sesindeki her kelime, dondurucu bir keskinlikle odanın dört bir yanına yayıldı. Gözleri önce babası Mikhail’in üzerinde dolaştı, sonra tek tek her aile üyesine çevrildi. “Türkiye'deki dostlarım sizin sandığınız gibi satılık değiller.”
“Paranın satın alamayacağı kimse yok,” diyen amcası Alexei'ye donuk bakışlarını çevirdi. Omuzlarını dikleştirip tehlikeli bir ifadeyle gülümsedi. Bu gülümseme, amcasını gerdiğinin açık bir işaretiydi. Onun gözlerinin içine bakmaya devam etti, bakışlarındaki soğuklukla meydan okurcasına.
“Eliniz kolunuz Rusya’nın her şehrine, Suriye’ye, Afganistan’a, Ukrayna’ya rahatlıkla uzanıyor. Ancak bir tek Türkiye'ye uzanamadınız ve bunun hırsıyla yanıp tutuşuyorsunuz.” Ağabeyi Dmitry'nin kaşlarını çatmasına aldırmadan, sandalyesine rahat bir şekilde yayıldı.
“Benim tanıdığım Türkler satılık değil. Ülkeye girdiğinizde sizi misafir ederler ama orada rahatlıkla çalışmanıza izin vermezler.” Sözlerini bitirirken, odadaki havanın daha da gerildiğini hissetti.
“Adamlarımız var, sen tamam dediğinde harekete geçecekler,” dedi babası Mikhail, umutsuzca bir çıkış yolu arar gibi.
“O adamlarınıza fazla güvenmeyin. Kimsesiz topraklara girmiyorsunuz. Elini sıkmak istedikleriniz kolunuzu kırdığında her şeyinizi kaybedersiniz.”
“Bizim tarafımızda değilsin,” dedi babası nefretle.
“Hiçbir zaman olmadım,” diyerek aynı nefretle karşılık verdi. Bakışları sadece babasına yönelikti, çünkü muhatap olduğu kişi oydu.
“Bütün çocuklarım ben nasıl istediysem öyle yaşadılar. Hepsini rahatlıkla kontrol edebildim, seni edemedim. Kız kardeşin Anastasia’yı Türkiye’ye göndermeyi düşünüyorum. Sen yapmazsan, senin yapamadığını o yapacak,” dediğinde Vladimir'in masanın üzerinde duran parmakları sıkıca yumruk haline geldi.
“Anastasia on dokuz yaşında, uysal ve dış dünyadan uzak biri. Onu bu pisliğin içine çekmenize asla izin vermem.”
“Olacak Vladimir. Kız kardeşini düşünüyorsan onun yapacağını sen yapacaksın. Bir tek sen akıllı değilsin, arkandaki adamlarının sadık olduğunu düşünme. Girdiğin deliği, konuştuğun insanların aile geçmişine kadar biliyorum. Zarar görmemeleri adına ailemize katılmalısın.”
“Beni sakın tehdit etme!” Keskin bir şekilde karşılık verdi, mavi gözlerindeki ateş sadece onu değil masadaki herkesi yakıyordu. Herkes odada artan gerilimi hissedebiliyordu bu gerilim kesilmiş bir kablo gibi tüm odanın havasını titreşime sokmuştu.
Mikhail, oğlunun kararlılığını gördükçe yüzünde bir hüzün belirdi ama hemen ardından yerini daha da sert bir ifadeye bıraktı. “Ailenin ihtiyacı olanı yapmanın vakti geldi. Senin de buna dahil olman gerek. Ne zamana kadar bizden uzak duracaksın?”
“Hiçbir zaman size yakın olmayacağım.”
“Aptal gibi davranma! Senin bu aileden bir parça olman gerekiyor. Senin liderlik yapman gerekiyor artık bu aileye,” dedi her zamankinden daha emir verir bir tonla.
“Liderlik bu mu? Kendi kız kardeşimi feda etmek mi?” Sesi babasının sesinden daha çok yükseldi, öfkesi kontrolünü zorlayacak kadar güçlüydü. “Bu liderlik değil, bu bir zulüm.”
Mikhail, oğlunun sözlerine sinirlenerek masaya bir yumruk vurdu, “Senin gibi lüks içinde yaşamayı seçen biri için kolay sözler. Gerçek dünya bu, Vladimir. Ve gerçek dünya acımasız!”
Vladimir masadan doğruldu göğsünü gere gere. “Ve ben o gerçek dünyada, insanlık dışı işlere bulaşmadan ayakta kalmayı başardım. Siz ise... siz her zaman kolay yolu seçtiniz, Mikhail.”
“Kolay yolu mu?” Mikhail’in sesi alaycı bir ton aldı. “Sen ne biliyorsun kolaydan? Sen hiçbir zaman ailemizin yükünü taşımak zorunda kalmadın. Her zaman özgür bir kuş gibi yaşadın.”
“Özgür mü?” Vladimir babasının alayına karşılık verdi. “Her adımımı izlediniz, her kararımı sorguladınız. Beni kendi oyununuzun bir piyonu olarak gördünüz, hiçbir zaman kendi kararlarımı alamadım.”
“Çünkü sen doğru kararları alacak kapasitede değilsin.” Yumruklarını sıktı babasının yüzüne vurmamak için. “Senin yüzünden ailemizin hayatı riske atılabilir. Türkiye'deki planlarımız çok büyük. Ve ben senin duygusal kararların yüzünden her şeyi kaybetmeye niyetim yok!”
Vladimir'in yüzündeki ifade katılaştı, soğukkanlılığını korumaya çalışsa da gözlerindeki öfke alevleniyordu. “Ve ben de Anastasia’nın hayatını tehlikeye atmanıza izin vermeyeceğim. O, sizin savaşınızda bir kurban olmayacak.”
Mikhail, oğluna doğru eğildi, yüz yüze, nefesleri birbirine karışırken. “O zaman senin de kaybedecek çok şeyin var, Vladimir. Unutma, aile içinde ihanet affedilmez.”
Vladimir babasının tehdit dolu sözlerine karşı dik durdu, “Belki de bazı şeyleri kaybetmek, bazı şeyleri korumak için gereklidir.”
Sandalyesini geriye iterek toplantı odasını öfkeyle terk etti; her adımı, içinde biriken öfkenin ve hayal kırıklığının ağırlığını taşıyordu. Koridorun soğuk mermer zeminleri adımlarının yankısını taşıyarak, onun içindeki fırtınayı dış dünyaya duyuruyordu. Arkasından hızlı adımlarla gelen yakın koruması, "Efendim, önemli bir şey söylemem gerek," dediğinde, "Sonra," diyerek keskin bir tonla karşılık verdi ve adımlarını hızlandırdı.
Kız kardeşi Anastasia'nın odasına doğru ilerlerken, kalbinde bir kardeş olarak hissettiği koruma içgüdüsü her şeyin üzerine çıktı. Kapıya vurmadan içeri daldı ve kardeşini pencerenin önünde, dışarıya bakarken buldu. Anastasia'nın yüzünde bir huzursuzluk, bir endişe belirtisi vardı. Vladimir, onun yanına sessizce yaklaştı ve onu sıkıca sarıldı.
Anastasia, abisinin kolları arasında, "Babamla konuşmuşsun ve olacaklardan haberin var," dedi sesinde bir kırıklık hissiyle.
Kardeşine derin bir bakış attı. "Asla buna izin vermeyeceğim, yapmayacaksın.”
Ancak Anastasia, "Mecbur yapacağım," dedi gözlerinde kaçınılmaz bir kabullenme ile.
Bu itiraf, aralarında bir tartışma başlattı. "Korkuyorum, Vladimir. Babamızın sözünden çıkamam. Bizi neye sürükleyeceğini bilmiyorum," dedi sesi titreyerek.
Vladimir, kardeşinin yüzüne nazikçe dokunarak, "Korkmana gerek yok. Seni koruyacağım, ne pahasına olursa olsun. Ailemizin bu karanlık yollarına sürüklenmene izin vermeyeceğim," dedi sesinde bir yemin eder gibi bir tonla.
“Ama nasıl? Babamızın kararlarından nasıl kaçabiliriz? Sen bile..." dedi, cümlesini tamamlayamadan sesi kısılıp kaldı.
"Yolumuzu kendimiz çizeceğiz, Anastasia. Ne gerekiyorsa yapacağım. Seni bu karanlık dünyanın içine çekmelerine izin vermeyeceğim. Bir yolunu bulacağız, birlikte."
“Uyumak istiyorum.”
Kardeşinin alnını öpüp geriye çekildi.
“Sabah görüşürüz.”
“Görüşürüz güzelim.”
Arkasını dönüp odadan çıktığında koridorun başında onu bekleyen yakın koruması yarı Türk yarı Rus olan Ecevit’e doğru ilerledi. Hiçbir şey demeden evden çıkıp siyah jeepe bindiklerinde malikaneden uzaklaştılar.
“Konuş.”
“Volkan Bey’in kız arkadaşı beyin kanaması geçirmiş.”
Başını hızlı bir şekilde arabayı kullanan Ecevit’e çevirdi.
“Durumu nasılmış?”
“Yoğun bakımda, durumu da oldukça ciddi.”
Cebinden telefonu çıkardı. “Neden hemen söylemiyorsun?” diyerek öfkelendiğinde, Ecevit, “Sanki söylememe izin verdiniz,” diyerek mırıldandı.
“Kes sesini, Ecevit.”
Önce Batuhan’ı sonra diğer arkadaşlarını aradı ama yanıt alamadı. Bu sırada bakışları sakin bir şekilde arabayı kullanan Ecevit’in üzerindeydi.
“Konuşsana Ecevit!”
“Kes sesini dediniz, efendim.”
“Efendini sikeyim senin. O nasıl, konuş.”
Burnundan nefesini bıraktı Ecevit. “Kötü. Peşinde olan adamlarımızın dediğine göre kendini parçalamış.”
“Fotoğraflar?”
Cebinden ikisine ait olan telefonu çıkardı Ecevit. Gergin ve öfkeli olan adama telefonu uzattığında şifreyi girip ekranı açtı Vladimir.
Ağlamaktan yüzü kıpkırmızı olmuş, sarı saçları dağılmış olan genç kadının perişan halini incelerken kasları gerildi.
“Genelde fotoğraflarının hepsinde gülüyor, bu fotoğrafını da çıkarıp diğerlerinin yanına koyacak mıyız?”
“Kes sesini, Ecevit.”
“Konuşanı siksinler.”
Tek tek fotoğrafları incelerken bu fotoğraflar ön planda olacaktı. Ağlamak ona yakışmıyordu, bir damla gözyaşını görmemek adına ağlamasına izin vermeyecekti.
“Türkiye’ye dönüyoruz, uçağı hazırlayın.”
Sigarasını yakıp dumanı derinlerine çektiğinde, bakışları Moskova'nın sessiz sokaklarını dolaştı. Gece, ruhunun derinliklerindeki karanlık gibi, bütün şehri sarmıştı. Bu karanlık denizde, tek bir ışık parıldıyordu; o da sarışın Türk kadınıydı. Sigarasından çıkan duman arasından gözlerini kapattığında, dudaklarından zoraki bir mırıldanma döküldü: "Ах, турецкая женщина..." (Ah, Türk kadını...)
Bu kadın onun içini yangın yerine çeviren, uzaktan izlerken bile ruhunu esir alan bir tutku kaynağıydı. Son zamanlarda aklından çıkmayan bu varlık, düşüncelerini işgal etmiş, tutkunun doruklarında gezindiği rüyalarına sızıyordu. Tanımadığı, sadece birkaç kez karşılaştığı genç kadının varlığıyla zihnini allak bullak etmesine hem öfkeleniyor hem de derinden bir arzuyla ona kapılıyordu.
Onu yaktığı gibi yakmak, sönmek bilmeyen ateşini onunla harlamak istiyordu. Bu düşünce içinde bir çelişki yaratıyordu; bu arzunun gücüne direnmek mümkün müydü?
Sigarasının son nefesini içine çekerken, Moskova'nın geceye gömülen sokakları bu tutkulu düşüncelerle daha da karanlık bir renge büründü. Vladimir, bu kadının gizemli çekimine kapıldıkça, onunla birlikte alevlenen tutku ateşi, soğuk Rus gecesine meydan okuyor, arzularının derinliklerini aydınlatıyordu.
Bir daha gitmeyeceği Türkiye’ye onun için gidiyordu…