"Sevilay canımızı yakma. Zaten başımızda yeteri kadar bela var, bir de sen başımızı ağrıtma."
Mutfağın kapısını gürültüyle kapattım Asya duymasın diye. "Bunu sürekli söyleyip duruyorsun, pardon da ben senin başına ne gibi belaya sokabilirim teyze? Ben çocuk değilim, yirmi iki yaşındayım ve kendi kararlarımı kendim verebilirim. Seninle bu muhabbeti daha önce de yapmıştık hatırlıyorsun değil mi? Bana karışma rica ediyorum. Benimle konuşurken sesini yükseltme."
"Ben senin teyzenim, gerekirse hata yapmaman için seninle yüksek sesle konuşurum, kalbini de kırarım. Biz ağlayacağımıza sen ağla."
Dayanamadım kahkaha attım. "Neden ağlayayım söylesene bana, neden üzüleceksiniz veya da kırılacaksınız?"
"Sevilay, sen bu adamdan mı etkileniyorsun?" diye pat diye sordu annem. Teyzemle olan bakışlarım anneme döndü. Ona daha sakin ve ılımlı bir şekilde baktım. "Anne, şu an üzerime geldiğinizin farkında mısınız?"
“Teyzenin söylediğine göre o adamın sana ilgisi varmış. Şuraya bak, dünyanın alışverişini yapmış. Neden yapmış ki? Volkan bir bahane bence."
"Bence ikiniz kafanızda kuruyorsunuz, sandığınız gibi bir şey yok. Ayrıca, lütfen kardeşine söyle benim hayatıma karışıp durmasın."
"Teyzen o senin Sevilay. Bu yüzden biraz saygılı olabilir misin?"
Hayal kırıklığı içinde gülümsedim. "Olur annecim," dedim. "Saygılı olurum, merak etme. Teyzem bana istediği gibi bağırsın, çağırsın, kalbimi kırsın, ben sessiz olup otururum bir köşede. Nasıl olsa benim fikirlerimin bir önemi yok, değil mi? Her zaman hep sizin dediklerinizi yapan Sevilay'ım ben."
"Ben onu mu demek istedim," dediğinde, “Tamam,” dedim "Bugün yeteri kadar yoruldum, o yüzden mutfaktaki yiyecekleri ben yerleştiremem. Siz yerleştirin, yatacağım."
Mutfaktan çıktığımda kapının eşiğinde bizi izleyen yeğenime elimi uzattım. Anında elimi tutarak benimle birlikte odaya geldi. Üzüldüğümü göstermek istemesem de az çok bu duruma alışıktı. Babamın baskılarından dolayı o da korktuğu için benim ne kadar ürktüğümü ne kadar sessiz bir şekilde gözyaşlarımı döktüğümü birebir şahitti. Birlikte yatağın üstüne çıktık ve birbirimize sarıldık. Beni teselli ederek yanaklarımı, saçlarımı okşuyordu. Bir süre sonra gözleri kapandığında onu ürkütmeden alnını öptüm. "Sen çok şanslısın güzel bebeğim. Annen ve baban senin her konuda arkanda duruyorlar ve seni çok seviyorlar."
Yastığın altından saati aldığımda burnuma doğru yaklaştırdım. Kokusu buram buram saatinin üzerindeydi. Ben bu adama ne zaman bu kadar bağlanmıştım? Bu hissettiklerim beni ciddi anlamda korkutuyordu. Çok değil yarım saat önce buradaydı ve ben onu sürekli görmek istiyordum. Bu normal değildi. Elisa’yla bir an önce konuşmam gerekiyordu, beni sakinleştirmesi lazımdı.
Biliyorum şu an böyle düşünmemin sebebi tamamen yalnızlıktandı ama hepsi bu sebepten dolayı mıydı? Duygularımla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. Saati koklayarak gözlerimi kapattım. Ne kadar süre uyuduğumu bilmiyorum ama o da zifiri karanlıkken gözlerimi açtım ve gözlerimi açmamı sağlayan şey telefonumun sesiydi. Panikle ve telaşla telefonumu aradım. Büyük bir ihtimal pijamamın cebinden yere ya da yatağa düşmüştü. Yatağın ucunda telefonumu buldum ve hızlı bir şekilde aldım. Vladimir arıyordu, üstelik saat gecenin üçüydü. Asya'yı ürkütmeden yataktan kalkıp pencerenin önüne gittim.
"Efendim," diyerek açtığımda sesimdeki tedirginlik belli oluyordu. "Uyandırdım mı?"
Ses tonu boğuktu, sanki hafif bir alkol içeriyordu. "Evet, uyuyordum. Bir sorun mu oldu?"
"Benim acil bir şekilde saatimi almam gerekiyor.”
“Bu saatte mi?"
"Evet, bu saatte. Onu acil bir şekilde görmem gerekiyor."
Gözlerim komodinin üzerinde duran saate kaydı. "Yarın sabah getirsem olur mu?"
"Hayır," dedi boğuk sesiyle. "Benim şu an acil bir şekilde saati görmem gerekiyor. Sitenin önündeyim. Dışarı çıkma imkânın var mı, yoksa yanına geliyorum."
Annem ve teyzem evdeydi. İkinci bir tartışmayı şu an kaldıracak hiç değilim. “Ben gelirim yanına, sakın gelme.”
"Bekliyorum.”
Telefonu kapatıp ne yapacağımı bilemedim. Evden nasıl çıkacaktım? Annem uyuyordur ama teyzem genellikle bu saatte otururdu.
Üzerimi değiştirecek vaktim yoktu, bu yüzden dolaptan ceketimi alıp pijamalarımın üstüne geçirdim. Saati alarak ceketimin cebine yerleştirdim ve parmak uçlarımla odadan çıktım. Kapalı olan salonun kapısına derin bir nefes alarak baktım. Televizyonun ışığı yanıp sönüyordu, büyük bir ihtimalle teyzem oradadır. Umarım televizyonun karşısında uyuya kalmıştır. Oraya gitmeden duvar kenarından yine parmak uçlarımla kapıya doğru ilerledim, ses çıkarmadan kapıyı açtım. Ayakkabılarımı alarak dışarı çıktım, oldukça tedirgin hissediyor ve gergindim.
Asansörü bu katta çağırmadım, ayakkabıları ayağıma geçirmeden merdivenleri hızlı bir şekilde inip alt katta ayakkabıları ayağıma geçirdim ve asansörün düğmesine bastım. Asansör üç kat sonra geldikten sonra binip hızlı bir şekilde zemin kata bastım. Bu saatte saatini alacak kadar ne olmuş olabilirdi ki? Yarın sabah verirdim, neyin acelesi bu böyle?
Sitenin önüne çıktığımda soğuk bir hava yüzüme vurdu. Her ne kadar ilkbahar ayına girmiş olsak da akşamları soğuk oluyordu. Nefes nefese ilerledim, arabasını gördüğümde kapısı açıldı ve dışarıya çıktı. Gözleri hafif baygın bakıyordu, tam da tahmin ettiğim gibi alkol almıştı. Yanına doğru ilerleyip cebimden çıkardığım saati ona uzattım.
"Gecenin bir vakti saatini deli gibi görmek isteyen ilk adam sensin."
Gözleri kısıldı. Uzattığım saati hala almamıştı. "Alsana," dedim. "Üşüdüm, eve dönmem gerekiyor."
"Ecevit!" sesinin gürlüğüyle irkildim. Ecevit arabadan inip ceketini getirdiğinde elinden aldı. Geldiği gibi kaybolan Ecevit’in arkasından şaşkınlıkla bakarken omuzlarıma ceketi sererek ona dönmeme mi sağladı.
"Saati sende bırakıyorum, seni bir daha görmek istediğimde bahanem olsun," dediğinde, soğuktan titreyen bedenim ansızın donup kaldı. O an, kelimeleri yanlış duyduğumu düşündüm. "Efendim?" Ceketinin uçlarından tutup beni yanına çekti.
"Sürekli seni görmek istiyorum, yanına gelmek için bir bahanem olsun diyorum.”
"Vladimir?" diye fısıldadım gözlerimdeki şaşkınlıkla.
"Akıllı bir kadınsın, neler düşündüğümü ve hissettiğimi anlıyorsun. Rahatsız olsan engel olurdun ama değilsin," dediğinde, cümlelerinin altındaki anlamı kavramaya çalışırken zihnimde bir dalgalanma hissettim.
Kapalı dudaklarım, bu anın büyüsünü bozacak kelimelerden kaçınarak aralanmaya çalışıyordu ama kendimi zor durdurdum. Şaşkınlığımın içinde beliren kıvılcımlar kelimeleri engelliyordu. Kemikli eli belime dolanırken, beni kendine daha da yaklaştırdı. Başımı sert göğsüne yasladığımda, nefesini saçlarımda hissettim; yüzünü saçlarımın arasına sakladı ve her nefes alışında sanki beni içine çekiyordu.
O an şaşkınlık ve kararsızlık arasında asılı kaldım. Kalbim sanki başka bir ritimde çarpmaya başlamıştı. Onun sert göğsüne yaslanırken, kalbimin hızlanan atışlarını hissedebiliyordum.
"Ansızın yanına gelmek istediğim çok zaman oldu ama kendimi durdurdum. Artık bu içgüdüyü bastırmak niyetinde değilim," dedi, sesi düşük ama sertti. "Seni görmek istediğimde, hiçbir bahaneyi kabul etmeyeceğim. Ve biliyorum ki bunu benim kadar sen de istiyorsun."
Kulaklarım uğulduyordu her bir kelimesinde.
"Aramızda bir çekim var ve bunu inkâr etmenin anlamı yok. Kendine bile söylemekten çekindiğin o his, artık gün yüzüne çıkmalı."
İliklerime kadar titriyordum.
“Bu hissi görmezden gelmek, suyun altındaki bir ateşi söndürmeye çalışmak kadar beyhude bir çaba. Ne kadar derine gömersen göm, gerçekler eninde sonunda gün yüzüne çıkacak.”
Bir adım daha atarak aramızda kısacık mesafeyi kapattı, nefesi tenime değiyordu. “Beni yanlış anlama,” dedi, sesi buz gibi ve netti. “Sana bir şey dayatmıyorum. Ama ne hissettiğimi saklamamayı tercih ediyorum. Bu aramızdaki bağı daha da güçlendirecek.”
“Vladimir?”
“Bu dünyada her şey hızlıca değişiyor ama bazı şeyler inatla kalıcı. Sen ve ben bu kalıcı olanlardan biriyiz. Gerçek şu ki, seni görmek istediğimde, seni her ne pahasına olursa olsun bulacağım. Ve senin de bana karşı koymayacağını biliyorum.”
Kalbim göğsümden fırlayacak gibiydi. Titreyen bedenimi koluyla kendine yaslayarak dizlerimin üzerine düşmemi engelliyordu. Kulaklarımda uğultu yükseliyordu. Heyecandan midemde dolaşan kelebekler, kramplara yol açarak kasılmama neden oluyordu. Bir yanım "Arkanı dön ve eve git," derken, diğer yanım "Yanında kal, ona sımsıkı sarıl," diyordu.
Derin derin nefes aldım, sakinleşmeye çalıştım.
“Hadi git evine, yarın seni alacağım.”
Kollarının arasından zorlukla çıktım. Sersemlemiş bir halde eve doğru ilerlerken ne adım atacak halim ne de arkama bakacak gücüm vardı. Az önce neler olmuştu? Gerçekten benden hoşlandığını mı itiraf etmişti? Şu an öyle farklı hissediyordum ki, nasıl tepki vereceğimi bilemiyordum. Ellerim değil, tüm vücudum zangır zangır titriyordu.
Binaya girip asansöre nasıl bindiğimi ve yukarı çıktığımı fark etmedim, zihnim tamamen o ana odaklanmıştı. Durup o anı tekrar tekrar düşünmek istedim. Ayaklarım geriye gitmek, onun yanında kalmak için sabırsızlanıyordu, kalbim bangır bangır “Geri dön!” diyordu. Mantığım ise, "Aklını kullan, doğru kararlar ver," diye fısıldayarak beni uyarıyordu. Mantık ve kalp arasında bocalayıp duruyordum, gerçekten nasıl bir yol izleyeceğimi bilmiyordum.
Bu, aşılması zor bir ikilemdi.
Kapıyı açıp içeriye girdiğimde ses çıkarmadan kapıyı aynı şekilde kapattım, parmak uçlarımla odama doğru ilerlerken göz ucuyla salona baktım. Televizyon ışığı yanıyordu, çok şükür ki uyanmamıştı. Kapıyı açıp odama gireceğim sırada teyzemin sesiyle irkildim. "Sevilay!" diye seslendi. Bir an ne yapacağımı bilemedim. Az önce heyecandan hızlı atan kalbimi korku sarmıştı. Onunla bu şekilde karşılaşmaktan deli gibi korkuyordum, hayatıma bu kadar karışmaya hakkı yoktu.
Evet, gecenin bir vakti dışarı çıkmam belki de normal değil ama ben aklı başında bir insan, ne yapması gerektiğini bilen biriydim. Bu yüzden onun hayatıma bu kadar karışmasından rahatsız oluyordum.
Az önce açtığım odanın kapısını tekrar kapattım. Biliyorum ki sessiz ve sakin bir konuşma olmayacaktı. Bu yüzden Asya'nın uyanıp korkmasını istemiyordum. Mutfağa gittim, annemle karşılıklı oturuyordu. Bu evde asla sigara içilmezdi. Buna ne Volkan izin veriyordu ne de ablam. Ama teyzem sigarasını yakmış, kokusu her yere yayılmıştı.
"Çocuk var bu evde teyze. Sigara mı içiyorsun mutfağın içinde? Üstelik yarın ablamı eve getirecek Volkan, bu yaptığın doğru mu?"
"Sabaha kadar pencere açık kaldığında mutfağın kokusu değişir, Sevilay. Ben yaptığım yanlışı bu şekilde kapatabilirim. Peki sen, yaptığın yanlışı nasıl kapatacaksın? Nereye gittin az önce? Kiminle buluştun gecenin bu vaktinde, dışarıda ne işin vardı senin?"
"İnan bana şu an seninle tartışacak durumda değilim teyze, bu yüzden üzerime gelme."
"Merak etme benim de seninle tartışma gibi bir derdim yok.”
“Otur, Sevilay," diyen annemin sesiyle mutfak kapısını kapattım ve yanına ilerledim. Şu an burada durup onlarla tartışmak istemiyordum. Yatağıma uzanıp Vladimir'in sözlerini ve bakışlarını düşünmek istiyordum ama şu an durmuş burada onlarla tartışılacaktım.
Sandalyeye oturdum. "Eğer sesinizi yükseltirseniz, bu sefer alttan almam.”
"Bizi mi tehdit ediyorsun Sevilay? Sana ne oluyor, huyun suyun değişiyor farkında mısın kızım?" Derin bir nefes aldım. "Ben mi değiştim?" dedim hayal kırıklığı içinde. "Anne, ben hala aynıyım. Bunu görmüyor musun?" diye sordum gözlerinin içine dikkatle bakarak.
"Sürekli tersler gibi konuşuyorsun. Sen böyle değildin.”
"Neden böyle davranıyorum acaba? Bir düşün anneciğim. Teyzem sürekli bana bağırıp hayatıma karıştığı için olabilir mi?"
Bir bardak su içip derin bir nefes aldım tekrardan.
"Teyzen seni düşündüğü için sana karışıyor. Bu saatte nereye gittin, söyle bana. Yalan söyleme lütfen. Ne yaptıysan doğru konuş.”
Sıkıntıyla iç çektim.
"Vladimir saatini unuttuğu için onu götürdüm.”
“Bu saatte mi saati almaya gelmiş? Yarın sabah gelseydi, hem arkadaşı da yarın eve gelecek.”
"Evet teyze, bu saatte almaya gelmiş. Öğrendiniz, şimdi izninizle odama gidebilir miyim?"
"Hayır," dediler ve aynı anda. Boğuluyormuş gibi hissettim. Ciddi anlamda camı açıp çığlık atasım vardı.
"Bak bizi dinlemek istemiyorsun. Bunun farkındayız kızım. Biz senin kötü olmanı istemiyoruz. Şu anda ailemiz zor günlerden geçiyor. Babanın durumu belli, ablanın da öyle. Beni görüyorsun, paramparça oldum. Hanginize yetişeceğime şaşırdım artık.”
Annemin birden ağlamaya başlamasıyla gözyaşları göğsüme oturdu.
“Anne, ben yanlış bir şey yapmıyorum.”
Ben de boğuluyordum, neden bunu görmüyordu?
"Bir yanda babanla uğraşıyorum, çıldırmış durumda. İlaçlardan dolayı sürekli kendinde değil. 'Duru'm, Duru'm' diye sayıklayıp duruyor. Ne yapacağımı bilmiyorum. Ablanın durumu belli, psikolojisi yıpranmış. Artık boğuluyorum. Ölsem de kurtulsam bu çileden.”
"Lütfen böyle konuşma," dedim dişlerimin arasından. "Senin üzerine sorumluluk yıkmıyoruz hiçbirimiz. Umursama, kendi hayatına bak.”
"Demesi kolay," diyerek sesini yükseltti. Asya'nın duyacak olmasından endişelendim. “Bir yanda baban var, onca yıllık kocam. Onu düşünmeden nasıl yapayım? Diğer yanda ablanla sen. O adamdan uzak duracaksın Sevilay. Hakkımı helal etmem sana. O adam sana huzur vermeyecek.”
"O adamla aramda bir şey yok anne. Bu düşünceleri kafana teyzem sokuyor, biliyorum. Ama ona inanma. Biz onunla daha önce bir iki kez karşılaşmıştık. Kötü biri değil. Olsa ablam ve Volkan arkadaşlık yapmazlardı.”
"Beni nasıl biri olduğu ilgilendirmiyor. Ben senin onunla görüşmeni istemiyorum. Belinde silah taşıyor. Bu silah masum bir silah değil. Volkan da silah taşıyor ama Volkan bir asker. Tıpkı ablan gibi. Ondan uzak dur Sevilay. Eğer beni birazcık olsun seviyorsan, sakın onunla görüşme.”
"Anne, şu an üzerimde bir baskı kuruyorsun, farkında mısın? Yıllardır babamın bana yaptığını sen de bana yapıyorsun. Hani senin bu saatten sonra düşündüğün tek kişi ablamla bendim? Neden bunu bana yapıyorsun?"
Sigarasından bir duman içine çekip, “Bu demek oluyor ki, sen o adamla görüşüyorsun,” dedi teyzem. Kaşlarımı çatarak baktım yüzüne. “Teyze, gerçekten sınırı ciddi anlamda aşıyorsun.”
"Sende saçmalıyorsun. Geçen sefer söyledim, ciddiyim Sevilay. Eniştene söyledim zaten, araştır dedim şu adamı, bir hatlar kesinlikle karıştırıyor. Peşinde bir ordu korumayla gezdiğine göre sağlam pabuç değil o.”
Saçımı başımı yolacaktım neredeyse. Annem gibi ağlayıp hislerimi dışarıda vuramıyordum.
"Ağlama anne, sinirleniyorum. Tamam! O adamla görüşmüyorum. Oldu mu? Mutlu oldunuz mu?"
Elimi tutacağı zaman, oturduğum yerden kalktım. “Benim hayatıma karışmayın. Yeteri kadar hayatıma sizi karıştırdım. Bu saatten sonra karıştırmak istemiyorum.”
"O ne demek kız?” Teyzeme, “Sen hele, sakın karışma," dedim. "Bir daha sakın benimle konuşma."
"Senin karşında teyzem var. Düzgün konuş benimle.”
Dilimin ucuna gelen küfrü yuttum. Teyzemmiş, bok çuvalı. Arkamı dönüp mutfaktan çıktım. Leş gibi kokutmuştu mutfağı. Üstüme sinen sigara kokusu Vladimir'in kokusuna da alıp götürmüştü.
Odanın içine girdiğimde, üzerimdekileri hızlı bir şekilde çıkartıp temiz kıyafetler giydim. Asya bıraktığım gibi uyuyordu. Yatağa doğru ilerleyip oturdum. Bileğimdeki saatin üzerinde parmaklarımı gezdirirken telefonumun ekranına baktım. Her güzel anımı berbat ediyorlardı ve bunu yaparlarken hiçbir zaman pişman olmuyorlardı. Alışmışlardı beni üzmeye ama hata onlarda değildi. Hata bendeydi. Ablam hiçbir zaman hayatına karıştırmamıştı onları. Asya'ya evlilik dışı sahip olmasına rağmen, babamın laflarını asla dinlememişti. Daha doğrusu, babamın ona laf etmesine izin vermemişti.
Ama ben, sırf babamın gözüne girmek için her şeyden mahrum etmiştim kendimi. Ciddi anlamda sorumluydum. Ben nasıl böyle bir şey yapmıştım kendime? Nasıl aynaya bakıp bu hatayı sürekli yapmaya devam etmiştim? Biri de bana dur dememiş miydi? Herkese akıl verirken, mantıklı olan Sevilay kendine akıl verememiş miydi? Öfkeleniyor, kızıyor, ciddi anlamda çıldırıyordum.
Gözümden akan bir damla yaşı sildim. Öyle hıçkıra hıçkıra da ağlayamıyorum. Belki ağlasam göğsümdeki acı geçerdi ama diner miydi kırgınlığım bilmiyorum. Mutluluğumu kursağımda bırakmışlardı.
Gün ağarıncaya kadar sessizce ağladım. Göz yaşlarım yanaklarımdan süzülerek aktı. Asya'yla göz göze geldiğimizde, "Günaydın bebeğim," dedim, yorgun ve uykulu gözlerini yüzümde gezdirerek. “Teyze, ağladın mı sen?" dediğinde, "Hayır," dedim neşeyle. "Teyzeler ağlamaz ki, değil mi?”
“Ağlama, teyze. Mutlu ol."
"Ağlamam, bebeğim," dedim ona sıkıca sarılarak. "Sana güzel bir haberim var. Bugün annen ve baban hastaneden gelecekler." Bir anda ayağa kalktı yatağın içinde. "Gerçekten mi?" diye bağırdığında, "Evet, bebeğim. Bugün annenle baban gelecekler. Bu yüzden evi onun için düzenlememiz gerekiyor, tamam mı?” Beni beklemeden yataktan atladığı gibi içeriye koştu. "Annem gelecek, annem gelecek," diye bağırırken, sanki bir ton dolusu yük taşımış gibi ağırlaşan bedenimi yataktan kaldırdım.
Ayaklarımı sürüyerek odadan çıktığımda ne annemin yüzüne baktım ne de teyzemin. Banyoya girmeden önce çalan zille adımlarımı kapıya çevirdim. Elisa gelecekti. Şu an her şeyden çok ona ihtiyacım vardı. Kapıyı açtım ve karşımda onu görünce buruk bir gülümsemeyle, "Hoş geldin," dedim. Anında ne olduğunu anladı. Beni benden daha iyi tanıyan bir insandı. Herkesin hayatında onun gibi bir dost olmalıydı.
"Yine bir şey mi söylediler?" dediğinde, gece kısa bir mesaj atmıştım olanlarla ilgili. “Gelsene içeri, peşimize takılmazsalar konuşuruz rahat rahat." Evin içine girdi, ceketini çıkartıp benimle birlikte salonuna gelirken, "Hoş geldin kızım," diyen anneme, "Hoş bulduk," dedi. Teyzem onu baştan aşağı süzdü, "Hoş geldin," dedi. Bu kadına kibir gelmişti son zamanlarda, eskiden böyle değildi. Kocası Başkomiser olunca bir havalandı, sanki başkomiser olunca ne oluyorsa!
"Hoş buldum" diyerek Asya’yı kucağına aldı. “Elisa teyze, annem gelecekmiş bugün, biliyor musun?"
"Evet bebeğim, çok mutluyum. Asya yine annesiyle birlikte olacak."
"Evet," dedi sevinçle. "Annem için kahvaltı hazırlayalım mı?"
"Hemen gelmeyecek kızım," dedi annem. "Öğlenden sonra gelecek."
Hiçbirinin sesini duymak istemiyordum.
“Biz evi toplayalım Elisa. Dün temizlik yapsam da farkında mısın, evin içi sigara kokuyor. Malum, birileri kuralları çiğnemiş.” Teyzem homurdanarak bana bakarken, "Hiç de bana öyle bakma," dedim. "Bu evde sigara içilmiyor, çocuk var. Sen git kendi evinde ne yapacaksan yap."
"Bir kere içtik diye bir şey mi oldu? Ayrıca çocuğun yanında içmedim, hem o kadar da kokmuyor, abartma istersen."
Asya tartışacağımızı düşünmüş olacak ki korkuyla bacaklarımın arasına girip bana sarıldı. Saçlarını öptüm. "Bir şey yok tatlım, bugün annen gelecek, bu yüzden mutlu olmalıyız, değil mi?" gülümseyerek başını sallasa da teyzeme bakıp duruyordu. Bu bakışları biliyorum, babama da aynı böyle bakıyordu. Ondan nasıl korktuysa, teyzemden de korkuyordu.
"Bizim işimiz var teyze, sen artık git."
"Abla senin kızın beni evden kovuyor, farkında mısın?"
"Temizlik yapacağız teyze, sende bu durumun farkında mısın? Kalkıp bize yardım etmeyeceğine göre, ee ne demeye oturuyorsun?"
"Sevilay," dedi annem, umurumda bile değildi. Dün gece canımı yakmışken, sabaha kadar ağlamama vesile olmuşken, bu saatten sonra kimse gerçekten umurumda bile değildi. Ben acı çekerken hiçbiri yanımda yoktu, mutluluğu bile çok görmüşlerdi bana.
“Ben kızımı hastaneden çıkarmaya hastaneye gidiyorum, lütfen tartışmayın.”
"Kahvaltıyı yapıp öyle giderim, aç gidemem ben eve."
Ağzımın içinden, “Zıkkım ye," dedim, bacağımı dürten Elisa, "Biz en iyisi kahvaltı hazırlayalım," dedi. Zorlukla kolumdan tutup beni ayağa kaldırdı ve mutfağa doğru ilerledik. Asya’yı da yanıma aldım, onların yanına bırakmak istemiyordum. Annem teyzemin yanında ona uyuyordu ya, bu durumdan ciddi anlamda rahatsızlık duyuyordum.
Mutfağa girip kapıyı kapattım. Leş gibi kokuyordu. Elisa anında camı açtı, temiz hava içeri dolarken Asya'yı sandalyeye oturttum. "Senin kahvaltını hemen hazırlayacağım, tamam mı bebeğim?" Gülümsüyordu, o güzel gamzelerinden öptüm.
"Mutlu musun annen geleceği için?"
"Çok mutluyum teyze, bir daha gitmez değil mi?"
"Gitmez bebeğim, o seni yalnız bırakmak istemezdi. Ama biliyorsun, hastalığından dolayı gelemedi eve."
"Biliyorum, ben ona kızmıyorum. Anlıyorum onu, sadece özlediğim için böyle konuşuyorum.”
“Sen ne kadar akıllı bir kızsın!" dediğimde, masanın üzerinde duran tableti eline verdim. "Biraz bununla oynayabilirsin ama çok fazla değil," dedim. Yüzüme dikkatli bir şekilde baktı. "Tamam, birazcık fazla oynayabilirsin.” Elisa bize gülümseyerek, "Siz ikiniz çok fenasınız," dedi. “Biz teyze-yeğen değil, arkadaşız."
“Evet, bizim aramızda sır bile var,” dediğinde gülümsedim.
Geriye doğru çekilerek dolaptan onun için yiyecek malzemeleri çıkardım. Yüzüm yine asıldı. "Ne oldu? Dün gece attığın mesajı sabah okudum, dönüş yapamadım. Ama tahmin edebiliyordum aslında az çok olanları. Şu an annenle teyzenin tepkilerine değil de Vladimir'in davranışına şaşırıyorum. Adam bildiğin sana duygularını açık açık ilan etmiş.”
“Yanlış anlamıyorum değil mi bunu?"
"Bunu kim yanlış anlar ki? Adam saatini bahane ederek seni özlediğini söylemiş ve sana sarılmış, Sevilay. Üstelik daha ne kadar açık olsun?”
“Çok farklı hissediyorum.”
“Ama biliyor musun, ben bunu daha önceden de hissetmiştim. Onun hakkında bahsettiklerinde merakla dinlemeye çalışıyordun ve gözlerin toplu buluşmalarda onu arıyordu.”
Bunun farkında ve bilincinde değildim. “Eğer gerçekten dediğin gibiyse, bu duygularım uzun zamandır vardı. Ben fark edememişim, bir boşlukta olduğumu düşünüyorum. Bu boşluğu da onunla dolduracakmışım gibi hissediyorum."
"Ben her ne olursa olsun senin yanındayım, biliyorsun değil mi?"
"Biliyorum, bu yüzden de bir tek senin yanında rahatlıkla konuşabiliyorum. Senden başka kimseyle konuşamam bu konuyu. Annemle teyzemin ona karşı ön yargısı var. Kötü bir insan değil o, her şeyi geçtim, eğer bir şeyler yapıyorsa kendi isteğiyle yapmıyor, ailesinin baskısıyla yapıyor. Ben onu anlıyorum."
"Bana açıklama yapmak zorunda değilsin. Ben, sen nasıl mutluysan hayatın o yönündeyim, Sevilay. Mutsuz olduğunda yine yanındayım, pişman olduğunda yine yanındayım, yanlış kararlar verdiğinde yine yanındayım. Bu yanlış kararları düzelttiğinde yine yanındayım. Seni kelepçelemiyorum, seni durdurmuyorum. Sen nasıl istiyorsan öyle yaşa, bir kerede kendin için yaşa."
Sanki bütün gece gözyaşlarım akmamış gibi yine süzüldü gözyaşlarım. Ve anında benden önce sildi. "Yapma bunu kendine.”
"Ufacık mutluluğu bile bana çok görüyorlar, görüyorsun değil mi? Sürekli ‘bizim başımızı belaya sokma' diyorlar. Benim enerjimi almışlar, tüketmişler beni bunun farkında değiller ama en çok da anneme kırgınım. Ben onun tüm zorluğunda yanındaydım. 'Ben kızıma güveniyorum' demesini beklerdim. 'Benim kızım yanlış bir şeyler yapmaz' demesini beklerdim ama o beni uyarıyordu. 'Boğuluyormuş Elisa, ben de boğuluyorum bunu görmüyor mu? Üstelik ben kendimi bildim bileli boğuluyorum ve bunun her anına şahit olmuş biri. Bana yazık değil mi?"
"Sen buna izin verdiğin için böyle yapıyorlar, biliyorsun. Ama sen eğer izin vermezsen yapmazlar. Hayatınla ilgili fikirlere sen karar ver. Boş ver ne diyorlarsa desinler. Senin hayatın senden başka kimse bu hayatı yönetemez. Onlar konuşur dursunlar, sen bildiğini yapmaya devam et."
Elisa'nın söylediklerini duymaya gerçekten ihtiyacım vardı. Onun cesaretlendirici sözleri, içimdeki ateşi alevlendirdi.
Ona doğru adım attım, yüzünde bir gülümsemeyle karşıladı beni. Adeta bir kahramanın yanında duruyordum. Onun güçlü duruşu ve neşesi, içimdeki kırılganlığı unutturdu.
"Söylediklerin için teşekkür ederim. Bu hayat benim ve ben tek sahibiyim. Artık başkalarının beklentilerine uymak için kendimi harcamayacağım. Kendi doğrularımı takip edeceğim."
Gülümsemesini genişletti ve omzuma dostça bir dokunuşla eşlik etti. "Doğru söylüyorsun," dedi. "Hayatın senin kontrolünde. İstediğin gibi şekillendirebilirsin. Kendine güven ve kendi yolunu takip et."
Bu sözlerle içimdeki ateş daha da büyüdü. Artık kendi gücümü hissediyordum. Çevreme bakarak, onların sözlerine, eleştirilerine kulak asmadan kendi adımlarımı atacağımı söyledim.
***
Evi birlikte temizledikten sonra saat öğlen olmuştu. Heyecanla beklediğimiz an gelmişti, ablam evine dönecekti. Asya kadar benim de heyecanım doruktaydı. Ancak içimde dün geceden beri sessiz kalan Vladimir vardı. Neden aramamış veya mesaj atmamıştı?
“Günaydın mesajıma cevap vermedi. Bir sorun mu var acaba?”
"İstersen Batuhan'ı arayayım."
“Teyzem duymadan arayıp sor. Yine bir tartışmayı kaldıracak halim inan yok.”
"İçeride konuşayım." Oturduğu yerden kalkıp içeriye gittiğinde yanıma gelen Asya'nın saçlarını düzelttim. "Annemle babam neden hala gelmedi teyze?"
"Gelirler bebeğim. Biraz daha sabırla bekleyelim."
Saçlarıyla oynamaya devam ederken aklım içerideydi. Elisa beni daha fazla merakta bırakmamak adına yanıma geldi. Yüzündeki ifade hoş değildi.
"Ne olmuş?"
"Teyzenin kocası sabah karakola almış onu."
Yumruklarımı sıktım. “Hangi hakla?”
"İçeriği bilmiyorum, öğreneceğim dedi. Şüphelenmesin diye ayrıntılı da soramadım.”
"Asya'yla oyna lütfen."
Asya'yı onun kucağına bırakıp mutfağa gittim. Kapıyı kapatıp telefonla konuşan teyzemin karşısında dikildim. "Ben seni sonra ararım kardeşim."
Telefonu kapattığında "Ne oldu yine?" dedi.
Şaka mıydı bu kadın?
"Vladimir'i hangi hakla içeri aldırtırsın? Sen kim oluyorsun?"
"Ben senin teyzenim, seni uyardım, sen beni dinlemedin. Madem sen dinlemiyorsun, enişten o adamı uyarır."
"Siz kafayı mı yediniz?"
Sinirden saç diplerime kadar kızardım.
"Bir daha yanına yaklaşmayacakmış, bu yüzden içim rahat. Ben eve gidiyorum, annenler birazdan gelir."
Sırıtarak mutfaktan çıktığında ellerimi tezgâha vurarak çığlığımı içime hapsettim.
Nefret ediyorum hepsinden. Akrabam oldukları için utanıyorum onlardan.
Telefonu çıkardım cebimden. Mesaj atmak yerine aradım. Kapalıydı telefonu. Hala içeride olmalıydı. Utanç verici bir durumdu bu. Dış kapının kapanma sesiyle Elisa yanıma geldi.
"Gitti, gerçekten tuhaf bir kadın bu."
"Mutlu olmak sanki bana haram gibi. Adamın hayatını da mahvedecekler, zaten kendi ailesiyle ilgili sorunları var, burada da polis sürekli onu izliyordu, şimdi de benim yüzümden..."
"Vladimir bunu sorun edecek bir adam değil."
Boş vermiş gibi omzumu silktim. "Tamamen boşlukta olduğum için kapıldım. Yine eskisi gibi olurum ben."
"Yanlış düşünüyorsun," dedi Elisa, sesinde derin bir kaygı vardı.
Başımı iki yana salladım, çaresizce. "Baksana, rezil oldum. Adam eminim şaşırmıştır bu şekilde içeri alınmaktan."
Telefonum titredi ve gözlerim ekrana kaydı.
“Arıyor,” dedim, kalbim hızla çarparken.
"Sakin ol," dedi Elisa ama yüreğimdeki fırtınayı nasıl dindirebilirdim ki? Aramasını reddedip mesajlara girdim. Ona yakın mesajı silip tekrar tekrar yazdım. Gözyaşlarım ekrana damlarken, sonunda kalbimin derinliklerinden gelen sözleri döktüm:
Sevilay;
Konuşacak kadar iyi hissetmiyorum. Bu yüzden yazmak istedim. Öncelikle sabahki durum için özür dilerim. Akrabalarım takıntılı insanlar. Seni rahatsız ettikleri için onlar adına özür dilerim. Ancak bu durum beni düşündürdü, Vladimir. Belki de bu ilişki, başlamadan bitmeli. Senin dünyan ve benim dünyam çok farklı. Ve ben seni daha fazla tehlikeye atmak istemiyorum. Bu yüzden, sanırım en iyisi bu ilişkiyi burada sonlandırmak. Umarım anlayışla karşılarsın. Kendine iyi bak.
Mesajı gönderdiğim an içimde bir sızı oluştu, sanki kalbim paramparça olmuştu. Ekranda beliren aramasını reddettim hemen. Ama o durmadı, tekrar tekrar aradı ve hepsini reddettim. Sonunda aramaları durunca, "Kesildi," dedim sessiz bir şekilde beni izleyen Elisa'ya. Gözlerim dolu dolu, "Zaten olmayacak bir şeydi," diye fısıldadım, yüreğimdeki acıyı saklamaya çalışarak.
Elisa bana sıkıca sarıldı. "Her şey yoluna girecek," dedi ama ben artık buna inanmıyordum. Bu bitiş belki de en iyisiydi. Ama yine de, kalbimdeki boşluk, onun yokluğunu her geçen saniye daha da derinden hissettiriyordu.
Kapının sert bir şekilde çalma sesiyle oturduğum yerde irkildim. “Geldiler galiba,” diyerek kapıyı açmaya giden Elisa’nın arkasından ilerlerken gözyaşlarımı sildim. Elisa kapıyı açtığında, içeri bir anda giren Vladimir’le adımlarım durdu.
Yüzündeki sinir ve kararlılık içimi ürpertti. Gözlerindeki ateş, sözlerinden önce konuşuyordu.
“Korkak bir adam değilim,” dedi katı bir sesle. “Dün akşam seni görmek için bir bahanem vardı ve ben o bahaneyi kaybetmeyeceğim.”
Odama ilerleyip saatini komodinin çekmecesinden alarak yanına gittim. Eline uzattığımda, “Artık beni görmek için bir bahanen yok, bir daha karşılaşmayalım,” dedim, sesimdeki hüzün ve inat birbirine karışmıştı.
Saati aldı ama gözlerini benden ayırmadı. “Neden? Korkacağın bir durum yok. Bu tür şeylere ben alışığım, benim için sıkıntı değil.”
“Sorun o değil, ailemdeki herkes devlet için çalışıyor. Bizi iki kez yan yana görmelerine rağmen sanki berabermişiz gibi kafalarında kurarak senin huzurunu bozmaya çalıştılar. Bunu her zaman yaparlar, rahat vermezler. Ben kendimi çok yorgun ve yıpranmış hissediyorum, bu yüzden böylesi zihin sağlığım için en doğrusu.”
Gözlerini kıstı, sözlerimin altında yatan anlamı arıyordu. “Senin dünyanla benimki farklı, bunu biliyorum,” dedi, sesi sertti ama içinde bir yumuşaklık da vardı. “Ama bu demek değil ki, senin peşini bırakacağım. Ben vazgeçen bir adam değilim, Sevilay. Senin için savaşırım, ne gerekiyorsa yaparım. Bunu bil.”
Gözlerim doldu ama bakışlarındaki kararlılık beni yerime mıhlamıştı. “Bu benim için değil, senin iyiliğin için. Ailem seni rahat bırakmaz, sürekli huzursuz ederler,” dedim, sesim titreyerek.
“O zaman onlarla da baş ederim,” diye cevap verdi. “Bu savaş sadece senin değil, bizim. Sen ne kadar direnmeye çalışırsan çalış, seni bırakmayacağım. Bunu kafana koy.”
"Artık beni görmek için bir bahanen yok, bir daha karşılaşmayalım.” Gözleri aniden sertleşti, bileğimi tuttu ve beni odaya doğru çekti.
"Ne yapıyorsun?" diye itiraz ettim ama onun sert bakışları ve keskin adımları, itirazımı boşa çıkardı. Odaya girdiğimizde kapıyı kapattı ve beni kendine doğru çekti.
"Anlamıyorsun," dedi, sesi buz gibi soğuk ama içinde ateş barındırıyordu. "Ben vazgeçen biri değilim. Sen beni itmeye çalıştıkça, ben daha da yaklaşıyorum. Seni bırakmayacağım."
"Vladimir, bu iş böyle yürümez.” Sesim titriyordu, onun kadar net olamıyordum. Kolumdan tutarak daha da yakına çekti.
"Dinle beni," dedi gözlerini gözlerimden ayırmadan. "Senin dünyanla benimki farklı olabilir ama bu demek değil ki senin peşini bırakacağım. Ben senin için savaşırım, ne gerekiyorsa yaparım. Gerekirse herkesi karşıma alırım.”
"Ailem seni rahat bırakmaz, sürekli huzursuz ederler," dedim, gözlerim dolarak.
"Onlardan korkmuyorum,” dedi, sesi buz gibi bir soğukkanlılık taşıyordu.
Elleri bileğimdeydi ve beni sıkıca tutuyordu. "Bu gerçekten zor," dedim, sesim fısıltı kadar zayıftı.
"Zor olan ne? Aşılmayacak hiçbir şey yok. Senin için her şeyi göze alırım neden bana inanmıyorsun? Seninle olmaktan, seni korumaktan ve sana sahip çıkmaktan asla vazgeçmem. Sen de korkma, çünkü ben buradayım. Bunu anla," dedi, gözleri gözlerime kilitlenmişti.
Bu adamın kararlılığı ve tutkusu, beni hem korkutuyor hem de etkiliyordu. Gözlerindeki ateş, içimdeki tüm karanlıkları aydınlatıyordu.
“Seni anlıyorum ama ben uzak duralım istiyorum birbirimizden.”
“Bunlar senin hislerin mi? Sen de mi ailen gibi düşünüyorsun?”
“Ben sadece nefes almak istiyorum.”
“Ailenin ne düşündüğü benim umurumda değil. İstedikleri kadar huzurumu kaçırabilirler onları takmıyorum bile. İkimiz de çocuk değiliz, benim sana olan ilgimi anlıyorsun bu ilgiye karşılık veriyorsan ben geride durmayacağım.”
“Vladimir…”
“Bir süre uzak duracağım, o da senin kendini dinlemen için.”
Kapıyı ardında bırakıp çıktığında, içimdeki boşluk daha da büyüdü. Kalbimde derin bir acıyla ve zihnimde dönüp duran sorularla baş başa kalmıştım. Vladimir’in sözleri ve bakışları, içimde karmaşık duygular yaratmıştı. Acaba doğru olanı mı yapmıştım? Yoksa en büyük hatamı mı yapmıştım? Bu soruların cevabını zaman verecekti.
Kaldığımız yerden devam ediyoruz.