7.BÖLÜM "ORMANDAKİ ÜRKEK KUŞ"
Kalbim korkuyla çarparken sakin olmaya ve kaçma planıma odaklanmaya çalıştım.
Yavaşça bahçeye süzüldüğüm de kimse yoktu. Aren’in bir sürü adamı olduğunu düşünüyordum ancak görünüşe göre hepsi gelenlerin yanında, göz dağı vermek için toplanmıştı.
Aren’in başıma birini dikmemesi karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim. Bu kadar mı aptal ve korkak duruyordum gözünde? Eh öyleyse onu şaşırtacaktım.
Arka bahçede uzun çitler vardı ama önemli değildi. Çünkü çitin hemen yanında bir ağaç vardı. Kolaylıkla tırmanabilirdim ağaca.
Ağaçlar resim çizmek, gözlem yapmak ve yalnız kalmak için en ideal yerlerdi. Bugüne kadar sayısını bile bilmediğim kez çıkmıştım ağaçlara. Tıpkı tahmin ettiğim gibi ağaca kolaylıkla ve ses çıkarmadan tırmandım. Kendime göre ayakkabı bulamadığım için çıplak ayaklarla çıkmak zorundaydım ve canım acısa da umrumda değildi.
Asıl zor olan şimdi ağaçtan çitin öbür tarafına doğru atlarken ses çıkarmamaktı. Atlamadan önce nerede olduğuma bakmak için kafamı kaldırdım.
Evden yayılan ışıklar bir ormanı gösteriyordu ancak gerisi zifiri karanlıktı. Nasıl yolumu bulacaktım? Tepeden beni izleyen dolunayın yeterli olmasını umarak önce çite doğru atladım. Çıplak ayaklarımın sürtünme kuvveti çite bir maymun gibi yapışmamı sağladı. Aşağı doğru kendimi kaydırdım.
Ve işte sonunda kaçmayı başarmıştım!
Hızla ormana doğru daldım. Aren’in yokluğumu fark etmesi uzun sürmezdi.
Soğuk, kemiklerime işliyordu. Evin beni saran sıcaklığında soğuk için bir önlem almayı düşünmemiştim ancak şimdi dişlerim birbirine vururken, herhangi bir caddeye yakın olmayı diliyordum. Otostop çekip buradan siktir olup gidecektim.
Yağmur yağıyordu. Sık ağaçlar, damlaların üzerime bir sağanak gibi düşmesini engellese de, toprak nemliydi. Yere bastıkça ıslak yapraklar ve ince dallar ayağımı kesiyordu.
Ama duramazdım. Durursam beni yakalardı. Belki de fark etmişti bile. Nefesimi kontrol etmeye çalışıyordum, ama göğsümden çıkan her soluk bana çok gürültülü geliyordu. Her şey o kadar sessizdi ki, sanki nefes alışverişim bütün ormanda yankılanıyordu.
Uzaklardan bir ses işittiğimi sandım. Siktir! Orman birden aydınlandı ve saniyeler geçmeden bir gök gürültüsü tüm yeri sarstı.
Arkama bakmamaya çalışarak koşmaya başladım. Ama Aren’i hissedebiliyordum. Fark etmiş olmalıydı. Karanlığın içinde sinsi bir gölge gibi peşimden geliyordu! Ya da ben paranoyanın zirvesine tırmanıyordum.
Kalbim öyle hızlı çarpıyordu ki, Aren’in bu sesi duymasından endişe ediyordum.
Aren… Kusursuz yakışıklılıkta bir katil.
Düşüncelerimi ondan alıp yoluma odaklanmaya çalıştım ama önümü zar zor seçebiliyordum. Ay ışığı, dalların arasından süzülüyordu ama yetmiyordu. Ara ara kara bulutlar onu kapatıyor beni zifiri karanlığın içine hapsediyordu.
Etrafımı saran gölgelerle savaşıyordum. Her adımda ayağım bir dala takılıyordu ya da bir taşın üzerine basıyordum.
Canım yanıyordu ama durmama neden olacak kadar değildi.
Tek düşünebildiğim buradan çıkmam gerektiğiydi. Atölyeye varmalıydım. Her şeyi ardımda bırakmalıydım. Kaçmalıydım.
Ne kadar süre ilerlediğim hakkında hiçbir fikrim yoktu ama sonunda bir ağacın kovuğuna tutunarak iki büklüm bir şekilde nefes almaya zorladım kendimi. Ciğerlerim bıçaklanıyormuş gibi hissediyordum. Ayaklarım soğuktan donmuştu. Sanki bana ait bir uzuv değil gibiydiler.
Korkarak bir nefes alıp arkama baktım ama hiçbir şey göremiyordum. Orada bir şey görmek mi yoksa hiçbir şey görememek mi daha korkutucu karar verememiştim.
Onu görememek beni izlediğini bilmekten daha kötüydü. Sadece yaklaştığını hissediyordum.
Bu sefer daha temkinli adımlarla, kapkaranlık ormanın içinde ilerlemeye devam ettim. Kafamın içi yakalanırsam korkusu ile dolup taşıyordu.
Sonra ansızın arkamdan bir ses duydum. Doğal ve bana ait olmayan bir ses.
Bir çıtırtı.
Hızlandım. Bacaklarım beni taşımak için çığlık atıyordu ama umursadan koşmaya başladım. Rüzgar deli gibi yüzüme eserken, ağaçların dalları acımasızca kollarımı ve bacaklarımı çiziyordu ama duramazdım. Tek bildiğim buradan hemen kaçmam gerektiğiydi.
Ve işte o an…
Tam o sırada…
Bir el beni yakaladı.
Çığlık atmak için döndüm ancak karşımdaki kişiyi hiç beklemiyordum.
Yumuşak, çatallı, sanki yılların ağırlığına teslim olmuş bir sesi vardı. Yaşlı bir amcaydı karşımdaki. Aren değildi. Rahat bir nefes verirken yaşlı amca dikkatle bana bakıyordu.
“Evladım, iyi misin? Bu saatte burada ne arıyorsun sen? Üstelik ayaklarında çıplak.”
Halimi anlamaya çalışır gibi beni süzerken bende onu inceledim. Üzerinde eski, yırtık, su geçirmez bir palto, elinde de bir çuval vardı.
Ama aynı soruyu bende ona sorabilirdim. Bu saatte, bu soğukta, bu yağmurda ne bok arıyordu bu herif?
"Yardım mı lazım?" diye sordu. Sesi sakin, güven verici bir tondaydı. Ama içimde bir şey kıpırdandı. Uyarı gibi.
“Ben hayır iyiyim. Arabamı otoyola park ettim, bulmaya çalışıyorum.”
Sesim titriyordu. Yalan söylediğimi anlamaması gerekiyordu. “Kocam buralarda bir yerlerde olmalı…”
“Otoyol buradan kilometrelerce uzakta,” dedi bana inanmadığını belli ederek. İçimden bir küfür savurdum.
"Ormanda bu vakitlerde yalnız olmak tehlikelidir," diye devam etti, bana doğru bir adım daha yavaşça atarken. "Bak, bu taraf güvenli değil. Gel, seni evime götüreyim ve polisi arayalım. Eşini beraber bulabiliriz.”
Başımı iki yana salladım ve bir adım geri çekildim. "Hayır, teşekkür ederim. Gitmem gerek. Zaten o da yakınlarda bir yerdedir.”
“Ama ben ona seslendiğini hiç duymadım.”
Çuvalını yere bıraktı ve ellerini kaldırarak bir adım daha yaklaştı. "Sadece yardım etmek istiyorum, korkmana gerek yok."
Gözlerim çuvala kaydı. Ağır görünüyordu, içindekiler fark edilmesin diye özenle bağlanmıştı. İçimden bir ses bu adamdan hızla kaçmam gerektiğini söylüyordu ama ayaklarım olduğu yere zincirlenmişti sanki.
"Kimden kaçıyorsun?" dedi, yüzünde bir tebessüm belirirken. Ama bu tebessüm, sıcaklıktan yoksundu. Gözleri bir avcının gözleri gibiydi. "Buralar tekin değil, ama ben seni koruyabilirim."
İçimdeki korku büyüyordu. Geriye bir adım daha attım. "Gerçekten yardım istemiyorum. Teşekkür ederim," diye mırıldandım. Ama hareketlerimi çoktan fark etmişti.
"Ah, evladım..." dedi, sesi bu kez daha soğuk, daha sert bir tona bürünmüştü. "Sen zaten bu ormandan kurtulamazsın. Ama bu oyunu biraz daha uzatmak istersen, seni biraz daha kovalayabilirim."
Kanım dondu.
Bir anlık şaşkınlıkla geriye dönüp koşmaya başladım. Ama o kahkahasını arkamdan göndermişti bile. "Kaç bakalım güzel kız! Ama seni bulacağım!"
Gözlerim yaşlarla dolarken karanlık ormanda yeniden koşmaya başladım. Sikeyim! diye mırıldandım. Aren, lanet olasıca yaşlı herif, peşimdeki adamlar, babamın bıraktığı ipucu, bulmam gereken kayıp tablo…
Neyin içine düşmüştüm ben böyle?
Ardımdan gelen çıtırtıları duyuyordum. Adımları yavaş ama kararlıydı, sanki acele etmesine gerek yokmuş gibi. Ormanı gözü kapalı biliyormuş gibi…
Olan biteni oyun olarak görüyordu, bundan emindim. Korkum onun için bir tür eğlenceydi.
Karanlık ormanın içinde bir yol seçmek imkânsızdı. Ay ışığı dengesiz bir rehberdi, dalların arasından sızıp bir anlık umut verirken hemen ardından beni kör bırakıyordu. Nefesim sıklaşmıştı, ciğerlerim alev alev yanıyordu. Durmamalıydım. Onu ardımda bırakmalıydım.
Ama o hep yakındaydı. Ne kadar uzağa koşarsam koşayım, aramızdaki mesafe değişmiyordu. Beni takip ederken adeta bir gölge gibi sessizdi, sadece zaman zaman duyduğum yaprak çıtırtıları onun varlığını hatırlatıyordu.
Bir an tökezledim, ayağım bir ağacın köküne takıldı. Yere kapaklanırken elimden küçük bir çığlık kaçtı. Yere çarpan vücudumun acısıyla karışan bu ses, onu daha da cesaretlendirmiş olmalıydı. Gülümsemesini hissedebiliyordum, sanki karanlık ona şekil veriyordu.
Ayağa kalkmaya çalışırken bir el omzuma yapıştı. Soğuk, sert bir dokunuştu bu.
Boğazımdan istemsizce bir çığlık yükseldi.
“Areeeen!”
Denize düşen yılana sarılır misali kaçtığım adamın beni bulması için Allah’a yalvarıyordum şu anda.
Ama peşimde olsaydı çoktan bulurdu beni. Döndüğümde yaşlı adamın yüzü hemen önümdeydi. Gözleri karanlığın ta kendisi gibiydi, ürkütücü bir dinginlikle bakıyordu. Göründüğünden çok daha güçlü olduğuna bahse girebilirdim.
“Demek bu kadar kaçabildin” dedi alaycı bir sesle. “Ama korkma, ormanda herkes yolunu kaybeder. Hele ki böyle ürkek, ıslak, küçük kuşlar.”
Ellerimle onu itmeye çalıştım, ama gücüm yetmedi. Gözlerimi kaçırdım, titreyen dudaklarımı ısırarak ağlamamak için çabaladım.
Ama o eğilerek yüzüme baktı, nefesini hissedebiliyordum.
“Şimdi benimle geliyorsun güzel kız!”