Özel bir şirket ve bir yardımlaşma vakfının ortaklığı ile gelirinin yardıma muhtaç çocukların ihtiyacını karşılamaya yönelik kullanılacağı bir oluşumun organize ettiği kitap fuarıydı gittiğimiz. İlki düzenlenen ve bundan sonraki yıllarda da düzenlenmeye devam edecek olan bu fuarı tanıtmak amacıyla pek çok organizasyon yapılmıştı. Üstelik buna sadece kitap fuarı demek yanlış olurdu zira ünlü şarkıcıların yer alacağı konserler, resim sergileri, antika eşyaların sergilendiği minik bir alan ve tabii ki yazar imzaları ve kitapların da olacağı çok geniş bir etkinlikti.
Açıkçası fuarın bu kadar yoğun olabileceğini tahmin etmemiştim. İlk defa yapılacak olması bir yana ağırlıklı konseptin kitaplar olması pek ilgi görmeyeceği izlenimi yaratmıştı bende ama yanılmışım. Metrobüs durağının karşı kaldırımına kadar etrafı incelediğimde görebildiğim tek şey önümde durmuş bekleyen binlerce kafa idi. Bir ara arkamdan gelen seslere başımı çevirdiğimde insanların telleri keserek arabaların vızır vızır geçtiği caddeye doğru kendilerini attıklarını gördüm. Doğrusu geri gidebilme şansım olsaydı Zehra’yı kolundan tuttuğum gibi ikimizi de caddeye atardım fakat arkamdaki kalabalığın önümdekinden hiçbir farkı yoktu ve geri dönmek ileri gitmekten çok daha tehlikeliydi.
“Burayı daha önce hiç böyle kalabalık görmedim.” dedi Zehra omzunun üzerinden. Öyle haklıydı ki o kalabalıkta onu kaybetmemek için önümde yürümeye çalışan arkadaşımın belini sıkı sıkı kavramıştım. Ki orada olan hemen herkes bizimle aynı durumdaydı. Muhtemelen an itibari ile yazılan bir tarihe topluca şahitlik ediyorduk.
“Bence bu kalabalığın geneli etkinlik sonrası konser için. Aksi halde bu kadar insanın kitap okuduğuna inanamıyorum.” diyerek az önceki sözünü destekledi Zehra.
“Orası hiç belli olmaz canım. Son zamanlarda kitap okuma oranı oldukça arttı. Hem bence eskiden de kitap okuyan çok insan vardı ama bu satışa yansımıyordu.”
“Doğru söylüyorsun. Geçenlerde kütüphaneden bir kitap aldım okumak için. Üşenmeden saydım, arkasında dört yüz elli altı tane çentik vardı. Üzerindeki notta da lütfen her alan bir çentik atsın, yazıyordu. Bir kitabı bilinen bu kadar insan okumuşsa geri kalanını düşünsene…”
“Demek artık insanlar daha zengin.”
“Ya da artık parayı nereye harcayacaklarını daha iyi biliyorlar.”
Muhtemelen ikinci seçenek daha makuldü yoksa yakın zamanda etrafımda zenginleşen herhangi bir insan görememiştim.
“Onu bunu boş ver de nasıl geçeceğiz karşıya? Biz geçerken köprü yıkılmaz değil mi?” dedi Zehra. O böyle söyleyince benim de içime bir kurt düştü. Köprüye baktım, bir hayli yıpranmıştı. Sanki her an, “yeter artık, azat edin beni” deyip zemine yığılacakmış gibi görünüyordu.
“Bak şimdi beni de korkuttun.” dedim arkadaşımın kulağına eğilerek. Sonra teker teker karşıya geçen insanları izledim. Neyse ki henüz bir sarsıntı görünmüyordu köprüde. Yıkılmaması için bol bol dua ettim. Zehra’yı da dua etmesi konusunda uyardım.
Merdiven basamaklarının başına geldiğimizde bir kez daha dürttüm Zehra’yı.
“Ya Bismillah! Gazamız mübarek olsun. Olur da burada ölürsem hakkını helal et.” dedim elini sıkı sıkı kavrayarak.
Zehra bu söylediklerime gürültülü bir kahkaha atınca birkaç basamak ötemizde duran genç adam arkasını dönüp bize baktı ve “Kılıcımız keskin olsun,” deyip gülümsedi. Allah’ım çok sevimliydi ve ben adamla göz göze geldiğimiz o an ona çarpıldım. Gözlerinin mavisine mi desem, saçlarının dalgasına mı yoksa gülümsemesine mi, bilemedim. Böyle bir varlığın yeryüzünde nefes alıyor olması inanılır gibi değildi. Allah özene bezene yaratmıştı sanki. Artık ona ne kadar tutkuyla bakmışsam adam büyük ihtimalle rahatsız olmuştu. Mavi manzaramı gözlerimden çekip önüne döndü ve kolunu önündeki arkadaşının omzuna attı. Çok havalı görünüyordu. Adam, köprüyü geçene kadar bir daha arkasına bakmadı ama ben gözlerimi ondan bir saniye olsun ayıramadım.
İttire kaktıra çıktığımız merdivenlerden karşıya geçerken gözüm hep onu aradı. Biz daha merdivenlerin yarısına gelmişken, o son basamağı çıkıp düzlüğe ulaştığında gözden kaybetmiştim onu ve bir daha da görebilmem mümkün olmadı. Zaten o kalabalıkta bir gördüğünü bir daha görebilmek için Süpermen gibi özel ışınlı gözlerinizin olması gerekirdi.
Nihayet kazasız belasız karşıya geçtiğimizde derin bir nefes aldım. Neyse ki ne köprü çökmüş ne de kalabalık arasında ayaklar altında kalmıştık. Yaşıyorduk çok şükür. Fakat kalbime bir ağrı saplandı o an. Her yere baktım ama onu hiçbir yerde göremedim. Ne ara kaybolmuştu ortalıktan? Acaba hangi yöne gitmişti? Belki de kalabalıkta beni korumak için gökten inen bir melekti. Aksi halde bu kadar kısa zaman içinde nereye gitmiş olabilirdi ki? Neyse ki onu görebilme şansımın olacağı pek çok etkinlik alanı olacaktı. Herhalde kader bizi bir yerlerde karşılaştırırdı.