Bölüm 19

1110 Words
Yemeğimi yiyip günün son dersine de girdikten sonra üzerimde fazlalık yapmaması için içerisinde okul eşyalarımın olduğu sırt çantamı Zehra’ya emanet ettim. Daha şık görünen el çantamı yanıma alıp kırmızı şapkamı başıma geçirdim ve Beşiktaş meydanına doğru yürümeye başladım. Buluşmamıza daha üç saat vardı. Bu sürenin bir kısmını vitrinleri izleyerek geçirmiş olsam da zamanın bu şekilde geçmeyeceğine kanaat getirdim ve bir çılgınlık yapıp tek başıma sinemaya gitmeye karar verdim. Bu yaşıma kadar hiç sinemaya yalnız gitmemiştim. Bu deneyim benim için bir ilk olacaktı. Heyecanla adımlarımı sinemaya doğru yönlendirdim. Kısa bir süre sonra oraya vardığımda danışmadaki adama en erken gösterimi olan filme bir bilet istediğimi söyledim. O ise en erken filmin iki saat sonra gösterileceğini söyledi. Tam ona inanmış dışarı çıkacaktım ki adamın arkasında köşe tarafta asılı olan afişi fark ettim. Üzerinde yazana göre beş dakika sonra film başlayacaktı. “Sanırım atladığınız bir film var. Şu afişte beş dakika sonra seans görünüyor. Mümkünse üçüncü sırada orta kısımdan bilet alabilir miyim?” diyerek parmağımla afişi gösterdim. Afişin üzerinde Taksim meydanına benzer çok binalı bir sokakta kırmızı şapkalı bir kadının ellerini önünde birleştirmiş yere bakarkenki resmi vardı. Kırmızı şapkası biraz benimkine benziyordu sanki. Belki de filmle bağ kurmama o şapka sebep olmuştu. Hem en fazla ne kadar sıkıcı olabilirdi ki? Yalnız da izleyecek olsam sokak sokak gezmekten çok daha mantıklı görünüyordu. Ben bileti istedim fakat adam pek vermeye meyilli değildi. “Emin misiniz?” diye sordu adam. Bende gayet kendimden emin bir şekilde bileti almak istediğimi söyledim. Ekranı daha iyi görebilmek için de ortadaki koltuğu istediğimi yineledim. Adam vermek için tereddüt etse de ben bileti elinden çektiğim gibi üzerinde yazan salonun numarasını aramaya başladım. Neyse ki çok uzak sayılmazdı. Yalnızca iki kat yukarı çıkmam gerekmişti. Salona girdiğimde reklamlar çoktan başlamıştı. Ben de koltuk numarama bakıp oturacağım yeri aramaya başladım. O an fark ettim ki sinema salonunda benden başka sadece iki genç adam daha vardı. Onlar da benim iki sıra arkamda orta kısımda oturmuşlardı. İçeri girdiğim gibi bakışlarını üzerime çevirdiler. Yüzlerinde şaşkın bir ifade vardı ve fısıldaşıyorlardı. Anlamadım. Anlamadığım bir başka şey de salonun neden bu kadar boş olduğuydu ama üzerinde pek durmadım. Belki de saati biraz erken olabilirdi. Ya da film tahmin ettiğimden çok daha kötüydü. Aksi halde koltukların bu kadar boş olmasının sebebi ancak eşcinsel bir çiftin yıl dönümlerinde jest olarak sinemayı kapatmaları olabilirdi. Fakat ben bilet alabildiğime göre öyle bir durum söz konusu değildi. Arkamdaki gençleri rahatsız etmeden usulca koltuğuma süzülmeye çalışırken onların hâlâ üzerimde gezinen gözlerini hissedebiliyordum. Pek flört eder gibi görünmüyorlardı ve yüzlerindeki şaşkın ifade hâlâ oradaydı. Bunun burada ne işi var der gibi bakıyorlardı ve birbirlerine doğru eğilmiş aralarında kıkırdayarak fısıldaşmaya devam ediyorlardı. Açıkçası ilk on dakika hiçbir şey fark etmemiştim. Her şey çok sıradan görünüyordu. Bir anda filmde işler değişmeye başladı. Afişte çizimini gördüğüm kırmızı şapkalı kadın o yüksek binalardan birinin içine girip de birkaç adamla aynı odaya çıktığında beynimde şimşekler çakmaya başladı. İşte bu izlediğim şey son birkaç dakikadır hissettiğim garipliklerin sebebini açıklıyordu. Bileti satan adamın isteksizliği, seansın pek talep görmemiş olması ve şu gençlerin aralarında fısıldaşmaları… O anda başımdan aşağı kaynar suların döküldüğünü hissettim ve ne yapacağımı şaşırdım. Yapmam gereken şey aslında gayet basitti, salondan dışarı çıkmalıydım ama arkamda adamlar otururken bunu onlara çaktırmadan yapmak pek mümkün görünmüyordu. El mahkûm, yavaşça oturduğum yerden ayağa kalkıp adımlarımı çıkışa yönlendirdim. O anlarda iki genç adamın bıyık altından bana güldüğüne yemin edebilirdim. Tek nefeste kendimi salondan dışarı attığımda duvardaki boy aynasında başımdaki çıkarmayı unuttuğum kırmızı şapkayı fark ettim. Muhtemelen bu şapkayı son takışım olacaktı. Kayıp beni onunla tanıyacak olmasa çoktan çöpe atardım ama el mahkûm biraz daha katlanacaktım. Hızla merdivenleri indim ve daha fazla rezil olmamak adına kimselere görünmeden oradan kaçmak için etrafı incelemeye başladım. Bileti satan adam ortalarda yoktu ve az önce üzerindeki resme bakarak izlemeye karar verdiğim filmin afişinin üzerinde, papyonlu bir siyah tavşan büstünün etiketini fark ettim. İşte o an bu sembolün ne anlama geldiğini de öğrenmiş oldum. Biraz rezil olarak öğrenmiştim ama en azından bundan sonra o sembolden uzak durmam gerektiğini anlamıştım. En azından toplu alanlarda… Sonuç olarak yaşadığım bu ilk kez yalnız sinemaya gitme girişimim hüsranla sonuçlanmıştı ve ben çok utanmıştım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ellerim ve ayaklarım hâlâ o şokun etkisi ile titriyordu. Alelacele oradan uzaklaşmak için adımlarımı hızlandırdım. Sanırım sokak sokak vitrinleri inceleme fikri üzerinde biraz daha düşünmeliydim. Böyle bir hatayı nasıl yaptığıma hâlâ inanamıyordum. O günden sonra bir daha asla sinemaya yalnız gitmedim. Sonu sağlam bir dersle biten sinema maceramın ardından vitrinleri izleyerek zamanın geçmediğine bir kez daha ikna olup bu defa kitaplarla vakit geçirmek için yolun üzerinde kocaman bir mağazası olan kitapevine girdim. Açıkçası bunu neden bu kadar geç düşündüğüm için de kendime kızdım. Buraya ilk gelişim değildi. Sınıf arkadaşım Demet okulun ilk yılında beni buraya getirmese içeri girmeyi kırk yıl düşünmezdim herhalde çünkü o zamanlar ben o mağazayı kurumsal bir şirket gibi düşünmüştüm. Oysa içeride kocaman bir dünya vardı ve kapıları herkese açıktı. Rafların arasında dolaşırken kendime incelemek üzere birkaç tane kitap seçtim. Neredeyse bütün mağazayı tavaf etmiştim ve elimde her türen bir kitap vardı. Çizgi romanı hariç. Çocukken gazetelerin ara sayfalarında ya da eklerinde koca bir sayfa çizgi roman olurdu ve büyük bir hevesle okurdum her birini. Ne zamanki gazeteler bu sayfaları yayınlamayı bıraktı ben de o gün çizgi romanları okumayı bıraktım. Sanırım bir psikolog olsaydı benim gazetelere olan öfkemi çizgi romanlara yönlendirdiğimi düşünürdü. Daha önce okumuştum. Psikolojide böyle bir savunma mekanizması varmış. Elimde kitaplarla üst katta kitap okumak isteyenler için özel olarak hazırlanmış masalı bölüme geçtim. Kitapları sırası ile masanın üzerinde üst üste dizip yerime oturduktan sonra hepsini tek tek incelmeye başladım. Psikoloji, tarih, araştırma bölümlerinden aldıklarımı incelemek epeyce zaman aldığından geri kalan türleri biraz daha yüzeysel geçmiştim zira buluşma saatim yaklaşıyordu. Yine de itiraf etmeliyim ki buluşma öncesi burada geçirdiğim vakit heyecanımı yatıştırmada bana epeyce yardımcı olmuştu. Kitapların arasında zaman nasıl geçmişti anlamamıştım bile. Son kitabı içini incelemeden sadece arka kapak yazısını okuyarak incelemek zorunda kalmıştım. Bir polisiye romandı ve her polisiye roman gibi çözülememiş sırlarla dolu bir cinayet dosyasını araştıran dedektifin hikayesini anlatıyordu. Açıkçası benzerlerini o kadar çok okumuştum ki artık finalini dahi tahmin etmek çok basit geliyordu. Sanırım polisiye yazan yazarların kurgu skalasını biraz genişletmeleri gerekiyordu. Nihayetinde incelediğim kitapların içerisinden bir tarih bir de psikoloji türünden ikişer kitap seçip kalanları yerleştirme kutusuna bıraktım. Yerleştirme kutusu kitapları inceleyen kişilerin işleri bitince kitapları bıraktığı büyükçe bir raftı. Daha sonra orada biriken kitaplar çalışanlar tarafından raflarda doğru yerlere yerleştiriliyordu ki bu fikir bana hep çok mantıklı gelmiştir. Yoksa kitapları yerleştirmek müşterilere kalsa ciddi bir kaos çıkabilirdi. Kitapların ücretini ödedikten sonra buluşma yerine doğru ağır adımlarla yürümeye başladım. Çok hevesli gibi görünmek istemiyordum bu yüzden olabildiğince geç gitme niyetindeydim. Tabii bekletirken adamı ağaç etmek de istemezdim. Daha ilk günden hakkımda kötü bir izlenim yaratırdı. Makul bir gecikme işimi görürdü.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD