2. BÖLÜM

1986 Words
Gergin olduğumda stres kontrolümü tamamen kaybediyordum. E haliyle sakarlığım devreye giriyor ve bu bana pahalıya mal oluyordu. Geriye sadece yediğim boku temizlemek kalıyordu.   Laptopumu yanımda getirmediğim için küçücük telefon ekranından kahve döktüğüm dosyaları tekrar yazmak hiç ama hiç kolay değildi. Parmaklarım hissizleşmişti, gözlerimin içinin göremesem de saatlerdir küçücük ekrana bakmaktan kan çanağına döndüğüne emindim. Ayrıca midemde bulanıyordu. Sabah yaptığım alelacele kahvaltıdan sonra hiçbir şey yememiştim. İçtiğim sayısız kahveden sonra midemin bulanması da gayet normaldi.   Aslında bay Yoon'un laptopundan bu işi yapsaydım çok kısa bir sürede halledebilirdim ama şifresini bilmiyordum. Şifre kırma konusunda fena değildim. Harflerle ve rakamlarla aram gayet iyiydi fakat iş sadece bununla bitmiyordu. Laptopun sahibi hakkında biraz bilgi sahibi olsaydım bende ona göre bir tahmin yürütebilirdim ama adamın isminden başka hiçbir bilgiye sahip değildim.   Kapısını çalıp laptopunun şifresini sormakta bir seçenekti ama bu huysuz dedektifi daha fazla sinirlendirmeye sebep olabilirdi. İlk günden kovulmamak için tüm seçenekleri arkamda bırakıp zor yolu seçmekten başka hiçbir şansım kalmamıştı.   Tamam, ben bir sakarlık yapmıştım ve saatlerdir bunun bedelini ödüyordum ama bay Yoon'a ne demeliydi?   İşinde bu kadar başarılı olan bir dedektif nasıl olurdu da olası bir duruma karşı dosyaların kopyalarını saklamayı akıl edemezdi anlayamıyordum. Yani ben olsam kesinlikle kopyalarını çıkartır, bununla da yetinmez laptopumda da birer kopyalarını saklamayı ihmal etmezdim.   "İşte bu kadar." Son dosyayı da telefonuma kaydetmenin verdiği sevinçle bütünleştiğim sandalyeden heyecanla kalktım. Şimdi sadece dosyaları yazıcıdan çıkarmak kalmıştı. Bu da en kolayıydı.   Telefonumu yazıcıya bağlayıp dosyaların kağıtlara aktarılma işlemini beklerken uyuşan belimi sağa sola esnettim. Cidden her yerim tutulmuştu.   Yazıcıdaki işim bitince dosyaları tek tek ayırıp masanın üzerine muntazam bir şekilde düzdüm ve dudaklarımdaki kocaman gülümsememle geri çekilip masanın üzerinde bakışlarımı gezdirdim.   Her şey eskisi gibiydi ve ben şu an kendimle gurur duyuyordum. Artık tek istediğim evime gidip, bir şeyler atıştırdıktan sonra güzel bir uyku çekmekti.   Açılan kapı sesini duyduğumda hızla arkamı döndüm. Gördüğüm görüntü şaşırmama sebep oldu. Saatler önce uyumak için kapandığı odasından çıkan bay Yoon bacaklarını sıkıca saran siyah yırtık kotu ile aynı renk olan tişörtünün üzerine giydiği deri ceketiyle bana doğru geliyordu. Hafif nemli siyah saçlarından yeni duş aldığı da belli oluyordu.   Saat epey geç olmuştu. Bu adam böyle hazırlanmış nereye gidiyordu ki? Yeni bir iş almış olabilir miydi?   Ben hala ona şaşkınlıkla bakarken yanımdan hiçbir şey söylemeden hatta yüzüme dahi bakmadan geçip masanın üzerindeki dosyaları incelemeye başladı.   Birkaç saniye masanın üzerinde gözlerini gezdirdikten sonra tüm dosyaları topladı ve masanın altında duran çöp kovasına attı.   Ağzım yaşadığım şaşkınlıktan sonuna kadar açılırken rahat bir tavırla sandalyesine oturdu ve laptopunu açtı. Şifresini girdikten kısa bir süre sonra yazıcıdan gelen sesle şaşkın bakışlarım bu sefer yazıcıya döndü.   Benim saatlerdir küçücük bir telefon ekranından yazdığım dosyaları tekrar yazdırıyordu. Yazıcıdan çıkan dosyaları üstün körü masanın üzerine koyup oturduğu sandalyeden kalktı.   "Gidiyoruz." Yüzüme bakmadan konuşup dış kapıya doğru yürüdüğünde gözlerimi sinirle yumdum.   Bu hırsız görünümlü dedektif bozuntusu beni aptal yerine koymuştu! Tabii ki laptopunda dosyaların bir kopyası vardı! Şimdi o nemrut suratına yumruğumu indirip arkama bakmadan çekip gitmem gerekmiyor muydu?   Sakin olmalıydım. Biliyorum, bu çok zordu ama sakin olmalıydım. Ben fazla sabırlı bir insan değildim ama olmalıydım, buna mecburdum.   Onun istediği de bu değil miydi?   Zaten bay Ji'ye duyduğu minnetten dolayı beni zorla kabul ettiğini biliyordum ve yine ona duyduğu minnetten beni kovamıyordu da.   Aklınca beni bezdirmeye çalışıyordu. Arkama bakmadan çekip gitmemi istiyordu. Hatta bağırıp çağırmamı ya da ona küfür etmemi bekliyordu. En güzel küfürleri hak ediyordu o ayrı ama ona istediğini vermeyecektim.   Ben de Kim Haru'ysam bu oyunlara gelmeyecektim. Beni böyle numaralarla yıldıramazdı.   Derin bir nefes alıp gözlerimi açtım ve sandalyenin kenarına astığım çantamı elime alarak kapıdan çıkan Bay Min'in peşinden koşmaya başladım.   Yaşadığım şoku atlatmam için beni beklemeyeceğini zaten biliyordum da adam anahtarını almamıştı. Evinin kapısını bile ben kilitlemiştim. Merdivenleri inip sokağa çıkar çıkmaz siyah arabasına yaslanmış beni bekleyen bay Yoon'a gördüm. Yok, sinirlenmemek elde değildi hatta sinirden kuduruyordum ama dudaklarımdaki gülümsememle bunu hiç belli etmediğimi biliyordum.   Aramızdak, bir iki adımlık mesafe kalmıştı ki yaslandığı arabasından doğrularak elindeki anahtarı bana doğru fırlattı. Ani bir refleksle anahtarı son anda yakalamayı başarmıştım.   "Araba kullanamayacak kadar yorgunum." Mırıldanarak arkasını dönüp açtığı ön kapıdan rahat bir tavırla arabaya bindiğinde derin bir nefes aldım.   Yorgunmuş. Tüm günü uyuyarak geçiren bir adam elbette yorgun olamazdı bunun farkında olacak kadar akıllıydım. Sınırlarımı zorlamaya inatla devam ediyordu ama benim lügatımda pes etmek diye bir kelimenin olmadığını daha bilmiyordu.   Arabanın ön tarafından dolaşıp sürücü koltuğuna oturdum.   "Nereye gittiğimizi söylemeyi düşünüyor musun?" Kemerimi bağlarken gayet sakin bir ses tonuyla sorduğum soruya yine bir cevap vermediğinde bakışlarımı yüzüne çevirdim. "Nereye gittiğimizi bilmezsem nasıl gideceğiz?"   Beni hiç takmadan koltuğa iyice yayılıp telefonunun ekranında bakışlarını bir süre gezdirdi. "Adresi telefonuna gönderdim."   Ya sabır. Adamın yanında oturuyordum. Bana adresi söylemek yerine o telefonuma gönderiyordu.   Çantamdan çıkardığım telefonumdan adrese ufak bir bakış attım. Neyse ki gideceğimiz yer çok uzak değildi.   "Kemerini bağlasan iyi edersin." Bana yine bir cevap vermemişti, vermesini de beklemiyordum zaten. Emniyet kemeri hayat kurtarırdı ve ben uyarımı yapmıştım. Bağlayıp bağlamamak onun bileceği işti.   Anahtarı çevirip arabayı çalıştırdım. Şu an ki sinirimi atmanın tek bir yolu vardı. Gaza yüklenip sokaktan son hız çıkarak ana caddeye doğru sürmeye devam ettim. İyi araba kullanırdım. Adrenalin tutkunuydum. Hatta birçok araba yarışına katıldığımda olmuştu. Çoğu kişiye göre tehlikeli olsa da benim rahatlamamı sağlıyordu. Gecenin bir yarısı olduğu için caddenin boş olması da işime gelmişti. Hız ibresindeki gösterge gitgide artarken arabada çıt sesi bile yoktu.   Bay Yoon gibi bir dedektifin şu an son hız giden bir arabanın içinde olmasının gözünü korkuttuğunu sanmıyordum. Belki de bana yaptıklarından dolayı ondan bu şekilde intikam aldığımı düşünüyor olabilirdi ama yanılıyordu, çünkü ben nasıl onu tanımıyorsam o da beni tanımıyordu. Herkesin kendine has rahatlama yöntemleri vardı. Benimki de buydu.   Telefona gönderdiği adrese geldiğimizde bakışlarım geniş sokakta gezindi. Burası büyük villaların olduğu bir zengin yerleşkesiydi ve açıkçası neden burada olduğumuzu merak ediyordum.   "Geldik ama neden buradayız?" Arabayı durdurup bedenimi ona döndüğümde yanında ben yokmuşum gibi, beni hiç duymamış gibi arabadan indi. Sinirden saçımı başımı yolmama çok az kalmıştı. Gecenin bir yarısı bir yere geliyorduk ve neden geldiğimizi bana söylemiyordu.   Hızla arabadan inip peşinden yürümeye başladım. "Bana iş öğretecekseniz benimle konuşmanız, anlatmanız gerekmiyor mu?"   Bedenini birden bana döndüğünde ani hareketinden dolayı değil de bakışlarından dolayı irkildim. Adam resmen duygusuz bir şekilde bakıyordu ve ben asla anlamıyordum.   "Bay Ji, akıllı olduğunu söylemişti ama nedense ben hiç öyle düşünmüyorum." Sakin bir ses tonuyla kaşlarım havalandı. "Öğrenmek istiyorsan görerek öğreneceksin." İşaret parmağını şakağına dayayıp birkaç kez vurduğunda hala şaşkınlıkla onu dinliyordum. "Görsel zeka her şeyden önemli ve kalıcıdır." Yutkunup kafamla onu onayladığımda bakışları bir süre yüzümde oyalandı ve umursamaz tavrıyla devam etti.   "Bugün çok konuştum. Beni daha fazla yorma."   Gözlerim ve ağzım şaşkınlıkla aralanırken o çoktan arkasını bana dönmüş ve eve doğru ilerlemeye başlamıştı. Beni gerçekten bir aptal olarak görüyordu ve uğraşmak istemiyordu.   Ayrıca çok konuştum mu demişti o? Çok konuşma kavramı neydi tam olarak? İnsanlar konuşa konuşa anlaşırdı, bundan haberi yok muydu?   Ağlamaklı bir ses çıkarıp hızlı adımlarla peşinden ilerledim. Ben ona yetişene kadar o çoktan zili çalmış ve kapıyı evin yardımcısı olduğu kıyafetinden belli olan bir kadın açmıştı.   "Bay Jung, sizi içeride bekliyor."   Bay Yoon, hiçbir şey söylemeden içeri girdiğinde kapıdaki kadına gülümseyerek peşine takıldım. Evin lüks bir ev olduğu zaten dışından belli oluyordu. Etrafta bir sürü tablo ve tarihi eser olduğunu düşündüğüm parçalar vardı. Ev sahibi bu tarz şeylere oldukça önem veriyor olmalıydı.   "Bay Yoon, hoş geldiniz." Orta yaşlı bir adam büyük salonda gülümseyerek bizi karşıladığında bakışları bana döndü. "Siz de hoş geldiniz."   "Merhaba." demekle yetindim. Ben en azından 'merhaba' demiştim. Bay Yoon, onu bile söylememiş, tepki vermemişti.   "Oturmaz mısınız?" Bay Jung, bay Yoon'a nazik bir şekilde koltuğu işaret ederek konuştuğunda bay Yoon  kafasını iki yana salladı. "İşlerim var. Mevzuyu öğrenip hemen gideceğim."   Adamın yüzüne bir anda hüzün çöktü ve kafasıyla bay Yoon'a onayladı. Eh, sadece bana karşı değildi bay Yoon'un suratsızlığı. Adamın genel mizacı buydu demek ki.   "Antik Yunan döneminden kalma bir biblom vardı." Bay Jung telefonundan bir fotoğraf açıp bay Yoon'a gösterdi. "At biblosu. Tam şurada duruyordu." Eliyle boş bir konsolu gösterdiğinde bakışlarım o yöne kaydı. "Sadece o çalınmış bu kadar eserden. Olay dün gece olmuş. Ne parmak izi, ne de herhangi bir iz var."   Bay Yoon, kafasıyla adamı onaylayıp bakışlarını salonda gezdirdi. "Evde alarm sistemi var değil mi?"   "Evet var ama sanırım devre dışı bırakılmış çünkü herhangi bir bildirim gelmedi eve girildiğine dair."   Bay Jung açıklama yaparken ben de etrafa bakmaya başladım. Bakışlarım bay Yoon  ile buluştuğunda yine ifadesiz yüzüyle bir süre beni inceledi. "Not alıyor musun?"   Kafamı aşağı yukarı sallayıp hızla çantamdan küçük not defterimle kalemimi çıkardım ve adamın dediklerini harfiyen not almaya başladım.   "Eve giren çıkan biri olabilir mi?" Sorduğum soru ile bay Yoon'un bakışları bana döndü ve umutsuzca kafasını iki yana salladı. Ne var? Bence gayet mantıklı bir teoriydi. Alarm çalmamıştı ve evdeki en değerli parça kaybolmuştu.   "Görseli bana mail atın." Bay Yoon, adama bakmadan konuşup bakışlarını evin duvarlarında gezdirdi.   "Başka bir şey sormayacak mısınız?" Bay Jung şaşkınlıkla konuştuğunda bay Yoon kafasını iki yana salladı. "Öğrenmek istediğimi öğrenirim."   "Ücret?"   Bay Yoon, bakışlarını adama hiç değdirmeden çıkışa doğru ilerlemeye başladı. "İş bitiminde alırım."   Bay Jung şaşkınlıkla bay Yoon'un arkasından bakarken ben de onunla aynı durumdaydım. Konuşmayı enerji israfı saydığı için mi adama hiç soru sormamıştı acaba? Sadece bir biblo kayıptı ve bu bilgiyle o bibloyu bulacak mıydı?   "İyi geceler." Bay Jung'a gülümseyerek bay Yoon'un peşine takıldım. Evden dışarıya çıktığımda bay Yoon çoktan yolcu koltuğuna oturmuş telefonu ile bir şeyler yapıyordu. Sürücü koltuğuna yerleştiğimde bakışlarım ona döndü ve elimdeki kağıdı ona uzattım. Evde gördüğüm birkaç önemli eseri de kağıda not etmiştim ve bence işine yarardı.   Kağıda göz ucuyla bakıp umursamadan bakışlarını tekrar telefonuna çevirdi. "Orada gördüğüm her şey benim zaten beynimde. Kendin için not almanı söyledim."   Sakin kalmaya çalışarak zoraki bir şekilde gülümsedim ve bakışlarımı ondan çekip arabayı çalıştırdım. Benim gibi bir insanı gerizekalı yerine koyması sinirlerimi bozuyordu.   "Evin kamera kayıtlarına ulaşabilirim." Ona bakmadan konuştuğumda bakışlarının kısa süreli bana değdiğini hissettim. "Bilişim konusunda iyiyim."   "Dedektif olacaksın, hacker değil."   İyi de bilişim konusunda iyi olursam daha iyi bir dedektif olmaz mıydım? Tabi ki bu sorumu sesli bir şekilde dile getirmedim çünkü bana salak muamelesi yapacağını biliyordum.   "Doğru bilgiye ulaşmak için sadece zekânı kullanacaksın."   "İyi de teknoloji çağındayız ve destek almamız gereken yerler olmayacak mı?" Kendimi tutamayarak konuştuğumda bakışlarım kısa süreli ona değdi. Bana değil telefona bakıyordu.   "Araştırma yapmak için elbette ama sonuca ulaşmak için değil." Kafasını belli belirsiz sağa sola salladı. "Öyle kolay oluyor ve pek zevkli olmuyor."   Telefonunu kilitleyip kafasını arkasına yasladı ve gözlerini kapattı.   "Yine çok konuştum. Soru sorma." Mırıldandıklarını duyduğumda göz devirip önüme döndüm.   İki cümle konuşunca kendini çok konuşmuş sayan bir adamdan nasıl bir yardım alacaktım merak ediyordum.   Ayrıca yaşına göre oldukça geri kafalı olduğu da netti. Ne var yani teknolojinin imkanlarından yararlansaydık?   Onun evinin önüne geldiğimizde aklımda sürekli bibloyu nasıl bulacağımız dönüp duruyordu. Gerçi bu kadar kendinden emin olduğuna göre aklında bir şeyler olduğu kesindi ve benimle paylaşmayacağı da kesindi.   Kafayı yiyecektim. Beni kahvesini yapmak ve şoförlüğünü yapmam için yanına almış olabilirdi. Resmen ayakçı muamelesi görüyordum. O herkesin hayran olduğu zekamın onun karşısında hiçbir değeri yoktu.   "Yarın saat yedide burada ol. Bir müzayedeye katılacağız, ona göre giyin." Bana bakmadan konuştuğunda hızla onu onayladım. "Ne müzayedesi? Biblo bir yerde satışa mı çıkacak? İyi de bu yasal değil ki? Çalıntı malı nasıl satacaklar?"   Ben sorularımı peş peşe sıralarken o arabadan indi.   "Araba sende kalsın. Zarar verirsen maaşından kesilir." Benim sorduğum soruları duymazdan gelince göz devirmemek için kendimi zor tuttum. "Ne kadar maaş alacağım?"   Bu sorumu da duymazdan gelerek kapıyı kapattığında sinirle kafamı direksiyona vurdum. Üçüncü vuruşumda korna çaldığı için irkilerek geri çekildim ve bakışlarımı apartmana çevirdim. Bay Yoon, çoktan içeri girmişti.   Açlıktan bayılmak üzereydim ve kafayı yememe çok az kalmıştı. Adam resmen benim pes etmem için uğraşıyordu. Aksini kabul edemezdim çünkü hiçbir insan bu kadar huysuz olamazdı. Bu zamana kadar huysuz diye adlandırdığım herkesten özür diliyordum çünkü asla hak etmediklerini bugün öğrenmiştim.   Tamam her şeyin zor olacağını en başından beri tahmin ediyordum ve pes etmeyecektim. Zafere giden yolda çekilen çile kutsaldı. Benim çilem biraz saç baş yolduran cinsten olabilirdi ve yol bu şartlar altında biraz uzamış da olabilirdi ama sorun yoktu.   Ben bunun da üstesinden gelirdim
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD