"Hay ben böyle hayatın ıstırabını si-"
Tam o an telefonum çalmaya başladı. Evren, sanki küfür etmemem için bana mesaj veriyordu.
Bıkkın bir nefes verip önüme gelen saç tutamlarımı üfledim ve valizi sol elime alıp içine ben girsem benim bile kaybolacağım çantamda telefonumu aramaya başladım. Lanet telefon çalmaya devam ettikçe çantayı yere çarpasım geliyordu çünkü bulamıyordum.
Sonunda bulduğumda hızlıca çekip zafer tebessümüyle gülümsedim ama ekranda yazan ismi gördüğümde gülümsemek buhar gibi uçtu gitti. Yüzümü kapatan siyah maskeyi, telefondaki kişiye daha rahat sövebilmek için indirdim.
"Ne var Allah'ın cezası döl israfı?"
Karşı taraftan kıkırtı duyduğumda topuklu botlarımla asfalt zeminde hızlı hızlı yürüyordum.
"Sana da merhaba abla. Ben de iyiyim."
Alayla kurduğu cümle sinirimi daha da bozdu. "Ya bak! Her yer tıklım tıklım dolu, daha işe girmedim ve biriktirdiğim para suyunu çekti şimdiden. Parasızlık yüzünden bir daha tövbe yapmam dediğim mesleğe geri döndüm. Sırf o peşmode sirke suratlıları görmemek için yeni şehre taşındım, yeni ev kiraladım. Daha evi temizleyeceğim. Koskoca Hatay'da bir başıma kaldım. Dertlerim var, sorularım var. Senin tribini çekemem tamam mı?"
Dedim ve telefonu suratına kapattım.
Levent'in, Ela'yı terk ettiği gün çalan şarkı gibi gibi yalnızlığımı da bavuluma koyup gelmiştim İstanbul'a.
Telefon tekrar çalmaya başladığında tekrar küfür ettim.
"Bana bak Allah'ın belası, bir daha beni ararsan bu telefonu telefonunu çıkar göster diyen dayılara sokmak istediğim gibi senin ağzına sokarım. Anladın mı?"
"Bana hâlâ kızgın mısın? Ablaların gülü, bir tanem, canımın içi, meleğim, ömrüm, kurt bakışlım... Affetmeyecek misin beni hiç?"
Bana ettiği iltifatlar, zaten yüksek olan sinir katsayımı artık nirvanaya çıkarmıştı. Olduğum yerde durup öfkemin geçmesini bekledim ama geçmedi. Pekala, öfkem geçmediğine göre o zaman ona rahat rahat sövebilirdim.
"Senin o şom ağzın yüzünden ailemle aram bozuldu. Tek başıma sürüne sürüne Hatay'a geldim, Allah bilir daha ne kadar sürüneceğim. O yüzden ben seni gebertmeden sen sus ve benimle bir daha hiç konuşma."
"Ama abla..."
"Abla deme bana!"
"Vallahi mesleğini bıraktığını bilerek ağzımdan kaçırmadım, yanlışlıkla oldu. Valla billa yanlışlık-"
"Kes çeneni kes kes kes!"
Telefonu tekrar suratına kapattım. Bir daha aradı, açmadım. Bir daha aradı yine açmadım. Bir daha aradı bu sefer engelledim. Bir daha arayamazdı artık.
Benim olaylara tahammül seviyem yoktu. İnsanlara ikinci şansı vermezdim. Bir kere hata yaptığı an o kişi benim için bitmişti, tek kalemde silip atardım.
Hatta bu kişi öz kız kardeşim, öz ailem olsa bile...
Katır gibi inatçıydım, sözümden asla dönmezdim. Bir şeyi yapmak istemiyorsam yedi sülalem bir araya gelse yaptıramazdı.
Şu aptal Serenay, mesleği bıraktığımı ağzından kaçırmış ailemle beni büyük bir kavganın içine sokmuştu şom ağzı yüzünden.
Yetmemiş, kavga büyümüştü. Ailem biz seni boşuna mı okuttuk gibi çeşitli duygu sömürüleriyle bana zorla seçtirdikleri bölümü bir lütûfmuş gibi anlatınca bende artık kayış kopmuştu. Büyük kavga çıkmıştı ve bum.
Pılımı pırtımı toplayıp kapıyı çarpıp çıkmış ve ilk uçağa atlamıştım.
Burada, Hatay'daydım.
Sevdiğim bir şehirde asla sevmediğim mesleği yapmaya gelmiştim.
Ne harika değil mi?
Değil.
Telefonda not kısmına girip internetten bulduğum evin adresine baktım. Ev sahibiyle internetten görüşmüştüm ve evi bana kiralayacağını söylemişti.
Adres doğru olmalıydı. Apartman da lüks görünüyordu, fena değildi. Derin bir nefes alıp ağır demir kapıyı açtım ve içeri girdim.
İçerisi temiz ve ferah görünüyordu. Sever gibi olmuştum apartmanı ama ailemle yaşadığım o müstakil, lüks evden sonra burası bana pek de güzel gelmiyordu.
Ama lanet gururum her şeyden üstündü. Ailem benden özür dilemediği sürece o eve dönmezdim. Ailem de ketumdu. Hayatta benden özür dilemezdi.
Sanırım bir ömür boyu onlar ile küs kalacaktım şu aptal oğlu aptal Serenay yüzünden.
Ulan Serenay... Seni ben rahat rahat dövemedim ya, yanarım yanarım ona yanarım.
Telefonumu çıkartıp ev sahibinin numarasının üstüne tıkladım. İkinci çalışta açmıştı.
"Alo? Azra Hanım?"
"Evet evet benim. Anahtarı alayım hemen, siz nerdesiniz?"
"İlk kat, bir numaralı kapı. Sizinle konuşmamız lazım. Buyrun gelin."
Ne konuşacaksın acaba benimle ağzına sıçtığımın kazıkçısı?
"Tamam, kapının önündeyim açın."
Kadın telefonu yüzüme kapattığında öfkelenip kapısını vurmaya başladım.
"Kim o?"
Dalga mı geçiyordu bu benimle?
"Aynen canım Aras kargo."
Ağzımın içinde mırıldandığım cümleyi duymasını diledim. Ama kadın ısrarla aynı soruyu sormaya devam etti.
"Kim o?"
"EH BE! Az önce dedim ya kapının önündeyim diye, duymuyor musunuz?"
Kapı aniden açıldı.
"Duymamışım."
Kadın kırklı yaşlarında, baş örtülü, kısa boylu değişik bakışlı biriydi.
"Telefonu suratıma kapatmasaydınız duyardınız belki."
Elimi ona doğru uzatıp "Anahtarı alayım, işim gücüm var daha."
"Veremem."
Ne?
"Ne demek veremem? Dalga mı geçiyorsunuz?"
"Veremem çünkü..."
Lafını bitirmesine izin vermeden elindeki anahtarı bir hışım çektim.
"Hem peşin depozito alıyorsunuz, hem anahtarı veremem diyorsunuz. Şaka gibi ya! Asabımı bozmayın benim."
"Hanımefendi! Anahtarı geri verin!"
Alaycı bir gülümsemeyle ona baktım ve az önce bana dediğinin aynısını ona söyledim.
"Veremem."
Kadın arkamdan bağırarak söylenirken onu umursamadan merdivenleri çıkmaya başladım.
Tabii birazdan başıma geleceklerden habersizdim.
~