Hayatım boyunca; üzüldüğümde, acı çektiğimde gözyaşlarımı kimseye göstermedim. Dışarı karşı hep güçlü, kendi iç dünyamda güçsüz bir kadın olarak yaşardım. Ağlamak istediğimde yorganımım altında olurdum, ailem bir kere bile hıçkıra hıçkıra ağladığımı duymamıştır bu zamana kadar. Her ne kadar bu hayatta en değerli varlıklarım olsalar da onlardan bile saklamışımdır güçsüz yanımı.
Yüreğim sıkışıyor. Hıçkırarak ağlayamadığımdan göğsümün üzerine konan koca kaya parçası yüzünden nefes alamıyorum. Dudaklarımın arasından kaçacak çığlığa engel oldular. Ruhum bir köşede bağıra bağıra ağlarken bedenim beyaz ışıkların hâkim olduğu hastane odasında sıkışmış ruhsuz gibi duruyordu. Kapalı duran dudaklarım bir kere bile aralanmıyor, uykum çok olmasına rağmen gözlerim bir kere bile kapanmıyor, taş kesmiştim tabuta benzeyen yatağın içinde.
“Ağrın var mı?”
Kanayan kalbimin acısını artıran ses beni çaresiz hissettirirken dudaklarımı tekrar aralayamadım.
“Çok şükür bir yerinde bir şey yok. Boynun incindiğinden boyunluğu takıyorsun korkma. Bedenini hareket ettirebiliyorsun, değil mi?”
Başımı ona çevirmek istiyordum ama boyunluk yüzünden kafamı oynatamıyordum. Kapana kısılmıştım ve bu durum canımı sıkıyordu.
“Batuhan beni özlemiştir, yanına gitmek istiyorum.”
Oğlum olmadan bu gece hiç geçmiyordu. Onun mis gibi kokan saçları göğsüme değmeden uyuyamıyordum. Dudaklarını şapırdatarak çıkardığı sesleri duymadan uyuyamıyordum. Minicik eliyle yanağımı tutuşunu hissetmeden uyuyamıyordum.
Ben oğlumu istiyordum. Uyumam için ona ihtiyacım vardı.
“Ömer’in evinde. Ben evden çıkınca Batuhan’la birlikte kendi evine geçmişler. Buraya gelmek istedi ama ben izin vermedim.”
“Beni oğluma götürür müsün?”
“Götüremem. Sabaha kadar mecbur burada duracağız, bir yerinde kırık olmasa da müşahede altında kalman gerekiyor.”
“Batuhan olmadan uyuyamıyorum. Bu gece evde kalamazdım, kapına gelir sabaha kadar oğlumu beklerdim kaza yapmasaydım. Dayanamıyorum Ali, götür beni oğluma.”
Gözpınarlarımdan akan yaşı işaret parmağının tersiyle sildi. Uzun kemikli parmaklarını kolumun üzerinden sürterek elimin üzerine getirdi. Stresten mi, soğuktan mı olduğunu bilemediğim buz gibi elimi avcunun içine aldı.
“Oğlumuz amcasının evinde güvende, kapa gözlerini huzurla uyu Deniz. Ben buradayım, söz veriyorum yarın seni oğlumuza götüreceğim.”
Titreyen alt dudağımı ısırdım. “Ağlama.” Onu dinlemeyen gözyaşlarım usulca tenimin üzerinden süzülürken silmek ya da durdurmakla uğraşmadım. Ali benim gözyaşlarımı çoktan görmüştü.
Elimin üzerinde gezen parmağı bir süre sonra bedenimi uyuşturdu. Kapanmak üzere olan gözlerimi yorgun gözlerinin üzerinden çekemedim. Hoş, o da gözlerini benim üzerimden çekmiyordu. Uzun zaman sonra onun gözlerinin içine bakarak uykuya daldım.
Zaman ne kadar geçti bilmiyorum ama bağırış sesiyle gözlerimi zorlukla açtım. Üzerimden tır geçmiş gibi hissediyordum, kasılan bedenimi hareket ettirmekte zorlanıyordum.
“Bana haber vermeliydin,” diyerek bağıran Yiğit’i seçtiğimde kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattım.
“Ben yanındaydım diyorum sana, panik yapmanı istemedim.”
“Sen artık onun için bir yabancısın, uzak dur ablamdan. Yanında, arkasında önünde olma Ali.”
“Ali mi?”
Ali’nin sesindeki hayal kırıklığı boğazımda duran dikenli sarmaşıkların aşağı kaymasını sağladı. Etimi parçalayarak mideme doğru inen dikenli sarmaşıklar kan kusturacaktı bana.
“Bundan sonra Ali’sin, ne benim eniştem ne de ablamın kocasısın. İki hafta sonra boşanacaksınız, ablamın seninle hiçbir bağlantısı kalmayacak, uzak dur ondan.”
Burnundan nefes alıp veren Ali sakinleşmek adına parmaklarını alnının üzerinde gezdirdi. Yorgun gözleri kapalı, durduğu yerde kıpırdayıp duruyordu. Yumruk yaptığı sol elinin parmakları kırılacaktı neredeyse.
“Ben senin ağabeyindim Yiğit, kardeşlerimden ayırmadım seni. Nasıl böyle konuşursun aklım almıyor. Ablanla aramızdaki problemlere ailemizi, dostlarımızı karıştırmıyoruz tatsızlık çıkmasın diye. Yarının ne getireceği belli değil bunu bildiğin halde nasıl benimle acımasızca konuşursun?”
“Senin yüzünden,” diye bağırdı Yiğit. İrkilsem de hiçbir tepki vermedim. Sadece izledim.
“Sen benim ağabeyimdin, benim bu hayatta sahip olduğum tek ağabeyimdin. Ablama yaptıkların beni hayal kırıklığına uğrattı, onu seviyordun sen, nasıl sevgin bitti aklım almıyor? Ben on yıldır beni istemeyen sevdiğim kadından vazgeçemiyorum, başkasıyla sözlü olmasına rağmen onu uzaktan izlemeye kıyamıyorum, sen hepimizin önünde ablama aşkını gösterirken yalan mıydın Ali? Nasıl bitirdin? Sen artık onun kocası değilsin benim ağabeyim değilsin.”
Sweat kazağının yakasını çekiştiren Ali’nin yüzü kıpkırmızı olmuştu. Eminim dilinin ucuna gelenleri zorlukla tutuyordu. Onu tanıyorum, bizim özelimizi asla başkalarına anlatmaz. Ben anlatırım o anlatmaz.
Bir elini beline yerleştirdi üzerinden atamadığı sakinlikle. “Ablanla ne kadar tartışsak da birbirimize değer veriyoruz. Bizim çocuğumuz var ve onun için yaşadığımız süre boyunca yan yana geleceğiz. Biz birbirimizi üzmemek adına bu kararı verdik, senin düşündüğün gibi ben ona ihanet etmedim. Seviyorum oğlum ben, sevdiğim için onu yaralamamak adına gidiyorum. Sana, ailene asla saygısızlık yapmadım yapmam da. Deniz’e de yapmam. Rica ediyorum ağzından çıkanları kulağın duysun, biz yarın bir gün bir araya geldiğimizde birbirimizin yüzüne bakalım.”
“Kes sesini,” diyen Yiğit’in nefreti birazcık olsun azalmadı. Bu duruma o kadar çok üzülüyordum ki, kendi kalp acımın yanına bir de onların araları bozuldu diye kahırlanıyordum.
“Bak oğlum, biz ablanla ayrılsak da yine görüşeceğiz. Seninle de aynı şekilde görüşeceğim, eskisi gibi hafta sonları halı sahaya maça gideceğiz, saatlerce televizyonun karşısında oyun oynayacağız, değişen bir şey olmayacak. Sadece ablanla aynı evlerde yaşamayacağız.”
“Ben senin gibi şerefsiz bir adamla bir daha yan yana gelir miyim sanıyorsun? Evliyken başka kadına göz koyan adama abi der miyim?”
Öfkesi artan Ali’yi ne hızlı hızlı alıp verdiği nefesi sakinleştiriyordu ne de kapatıp açtığı gözleri. Parmağını Yiğit’e uzattı. “Yemin ederim ağzını kırarım bir daha konuşamazsın.”
“Kırsana lan.”
Ellerimi yatağa bastırdım. Çirkinleşiyordu Yiğit.
“Yiğit,” diyerek sinirlendiğimi ona hissettirmek istedim. Beni duydular mı bilmiyorum ama Ali parmağını Yiğit’e doğru sallarken Yiğit elini kaldırmasıyla Ali’nin gözüne yumruk attı. Bu o kadar hızlı gerçekleşti ki onları uzaktan izleyen ben, yumruğu yiyen de atanda şok oldu. Geriye doğru sendeleyen Ali Yiğit’e öyle bir baktı ki o an Yiğit’in onun için öldüğünü hissettim. Yaptığı çirkin hareketten pişman olan Yiğit Ali’ye doğru adım atmak istese de başını iki yana sallayan Ali gülümsedi.
“Artık kardeşim değilsin Yiğit, kardeşler birbirine vurmazlar.”
“Ben özür-”
“Sana inanamıyorum,” diye bağırdım Yiğit’e. Yataktan zorlukla kalkıp bir adım attım. Midem bulandı ama geriye oturmadım. Gitmek için hazırlanan Ali’ye doğru yürüdüm.
“Ali, özür dilerim.”
“Bir ihtiyacın olursa ara, Batuhan bir süre annem de kalsın. İyi olunca yanına getiririm.”
“Ali dur.”
Durmadı. Kapıyı açıp gitti. Titreyen alt dudağımı ısırıp kapanan kapıya alnımı dayadım. “Özür dilerim Ali, çok özür dilerim.”
“Bayılacaksın abla otur yerine.”
Başım sersem halde olmasına rağmen hızla arkama doğru dönüp Yiğit’in yakalarına yapıştım.
“Ne yaptığını sanıyorsun sen? Nasıl vurursun ona? Bu adam sana abilik yaptı, Trabzon’da acı çekiyorsun diye seni alıp buraya getirdi. Okumana yardımcı oldu, sana ev tuttu, iş ayarladı. Sana abi oldu o, nasıl elin kalkar ona Yiğit?”
Dolan gözünden bir damla yaş süzüldü sakallarının arasına.
“Kendimi kaybettim abla, çok pişmanım.”
Buz gibi olan gözlerimi üzerinden çekip yatağa doğru ilerledim.
“Benim de çok hatalarım var Yiğit, Ali’nin ailesi bir kere bile benimle yüksek sesle konuşmadılar. Ali haklı da olsa benim yanımda oldular. Sen sana iyi olan adama kötü sözler söylediğin gibi yüzüne de vurdun. Ali bunu ömrünün sonuna kadar unutmaz, özür dilesen affeder ama kalbindeki kırgınlık hiçbir zaman geçmez. Keşke yapmasaydın, biz babamızdan böyle görmedik. Haklı da olsalar haksız da olsalar karşımızdaki insanı dinlememiz gerektiğini söylemişti. Asla şiddete başvurmamız gerektiğini çocukluğumuzdan beri bize söyledi. Sen bugün seni seven ağabeyinin yüzüne yumruk attın. Bu görüntü benim de gözümün önünden gitmeyecek, sevdiğim kardeşim sevdiğim adama vurdu. Ne kadar acı.”
Zorlaşan hayatım bu olanlardan sonra daha çok zorlaşacaktı. Zamanı ileri alma gibi imkânımız olsa bir sene sonraya gitmek isterdim. Belki o zaman her şey güzel olmuş olurdu.
***
Uykuyu çok sevdiğim halde son zamanlarda uyuyamıyordum. Gözlerimi her kapadığımda Yiğit’in Ali’ye vurduğu an geliyordu gözlerimin önüne. Bu kötü anı unutmak istiyordum hafızam izin vermiyordu. Kulaklarımda patlayan yumruğun sesi, gözümün önünde Ali’nin yıkılışı o kadar sarsıcı ki bazen elim ayağım buz kesiyor ayakta duracak gücü kendimde bulamıyordum.
Yiğit’in kaldığı eve geldiğimde üç gündür mesaj atarak durumumu kontrol ettiği halde içimdeki burukluk geçmiyordu. Bana karşı öfkeli ya da kırgın değildi. Belki öyleydi ama belli etmiyordu hiçbir şekilde. Batuhan olmadan uyumadığımdan onu istediğimde Azra anne ben iyi oluncaya kadar o da onunla gelmişti eve. Belki Ali getirir düşüncesiyle gözlerim kapının üzerinde olsa da bir kere bile gelmemişti. Kuşkuyla kavrulan aklım Yiğit yüzünden değil seni umursamadığı için gelmiyor dese de bunun sapkınlık boyutunu fark edince düşüncelerimi kafamdan atıyordum anında. Gelmemekte haklıydı, karısının kardeşi tarafından darbe almıştı. Böyle bir durumda onun buraya gelmesi pek normal olmazdı. Hele ki son zamanlarda kinci olan Ali içindeki nefreti geçirmeden binanın önünden bile geçmezdi.
“Eşyalarını çantaya koydum kızım.”
Pencerenin önünden ayrılıp arkama döndüm. Batuhan’ı giydiren Azra anneye tebessüm edip, “Her şey için çok teşekkür ederim,” dedim. “Bir haftadır burada benimle birlikte kalıyorsun, hakkını ödeyemem anne. Batuhan seni yoruyor buna rağmen bir kere of demiyorsun, Allah senden razı olsun.”
“Allah hepimizden razı olsun. Biz aileyiz, her zaman zor günümüzde birbirimizin yanında olacağız.”
Yanına doğru ilerleyip uzun saçlarını sevdim.
“Keşke Talha babamla sen de Trabzon’a gelsen. Orada kafanızı dinlerdiniz.”
“Biz yazın geleceğiz, sen şimdi git kafanı topla biraz. Bir hafta sonra geleceksin zaten, sakın burayı düşünme olur mu?”
Bu zor olsa da, “Olur,” dedim.
“Ali gelmiş aşağı, Ömer yukarı geliyordu eşyaları almaya. Çıkalım mı?”
Başımı salladım. Koltuğun üzerinde duran kabanımı giyip Azra annenin kollarının arasından oğlumu aldım. Bir süre kafamı toplamak adına ailemin yanına Trabzon’a gidiyordum. Burada durdukça kurup kendimi üzdüğüm gibi karşımdaki kişileri de üzüyordum. Biliyorum psikolojim iyi değildi, ne kadar iyiyim desem de düşüncelerimle, davranışlarımla rahatsız olduğumu anlayabiliyordum. Yıllar boyu kendime uyguladığım psikolojik şiddetle evliliğimi tehlikeye attım. Ali’ye söylediğim yalanlar boğazıma yağlı urgan gibi dolandı. Her bir yalanımda nefes almamı zorlaştırdı.
Kandırdım, o kadar güzel oynadım ki bir kere bile yalan söylediğimi hissetmedi. Belki bu kadar vicdan azabı çekmemin sebebi de bu yalanlardı. Ona baskı uygulamamın sebebi kendimi aciz görmemdi. Mutsuz olan ruh halim yüzünden hayatı cıvıl cıvıl yaşayan adamı da ruhsuz yapmıştım. Her ne kadar kıskansam da normal hayata döndüğü için onun adına seviniyordum.
Asansörden inen Ömer gözlerini büyütüp, “Amcam,” diye bağırdı Batuhan’a. Babasının birebiri olan amcasını seçmekte zorlansa da Ömer’in neşeli hareketleriyle amcası olduğunu anlıyordu. Aslında babası da amcası gibi konuşurken gülen bir adamdı. El hareketlerini çok fazla kullanırdı, bazen Ali elin yanağıma çarpıyor biraz sakinleş dediğimde dakikalarca yanağımı öper geçti mi diyerek gönlümü almaya çalışırdı. Şimdi bunların hiçbiri olmuyordu. Elini kolunu kaybetmiş gibi hareket etmeden konuşuyordu. Dudakları küçük küçük hareket ediyor, yüz mimikleri yokmuş gibi tepkiler veriyordu.
Sıkıntıyla iç çektim. Batuhan’ın yanaklarını öpmekten kızartan Ömer’e sırıttım.
“Bu çok tatlı anne, bizim Ali’nin olamaz.”
“Tövbe ya, dediği lafa bak.”
“Doğru değil mi ama? Şunun güzelliğine bak, hayır anasını bilmesem neyse.”
Kaşlarımı çattım.
“Bilmesem dedim zaten ne diye kaşlarını çatıyorsun?”
“Boş konuşuyorsun.”
“Kır kalbimi sen kır, haftaya göreve doğuya gideceğim haber alamayınca iyi misin Ömer, seni merak ediyoruz Ömer diye mesaj atmaya başlarsın. Yok Ömer falan.”
“Anne ben vuramam ama sen döver misin?”
“Dışarı çıkalım halledeceğim kızım. Babası kılıklı.”
Sırıttım. “Görürsün sen,” diyerek mırıldanan Ömer’e dil çıkarmak isteyen yanıma sahip çıkıp duran asansörden aşağı indik. Bir hafta sonra Ali’yi görecek olmak heyecanlandırıyordu. Sanırım biraz hızlı adımlar atıyor olacağım ki Ömer ve Azra anne biraz gerimde kalmışlardı.
“Sen çağırsan sevgilim koşa koşa gelirim…”
Omzumun üzerinden arkama dönüp, “Öne geç,” dedim dalga geçen Ömer’e.
“Şarkı söylüyorum burada.”
“Kavga etmeyin.”
“Benimle uğraşıyor görmüyor musun anne.”
“Görüyorum kızım, eve gidince onu karısının ellerine bırakacağım.”
“Uçağa binmeden Alina’ya mesaj atıp ben de doldururum. Hak etti bu.”
Önüme geçip, “Hain,” diye söylendiğinde gülüşüm büyüdü. Ali’yi ne kadar çok sevdiysem ailesini de o kadar çok seviyordum. Tıpkı benim ailem gibilerdi. Asla kırılmıyorlar, her türlü şaka yaparak karşılarındaki insanları mutlu edebiliyorlardı.
Garip bir hüzne bulunan içim Ömer’in sayesinde rahatladı. En azından Ali’ye doğru yürürken kalbim panikle kasılmıyordu. Üçümüzün de yüzlerindeki gülümsemeyle ona doğru ilerliyorduk. Arabayı evin önüne getirmemişti. Yiğit’in evde olmayacağını biliyordu ama yine de her ihtimale karşı onunla karşılaşmak istememiş olmalıydı.
Gözlerini oğlumun üzerinden çekmeden onu kucağına aldı. Sımsıkı sarıldı. Dudakları Batuhan’ın yanağının, başının üzerinde gezdi. Çok özlemişti, parmak boğumları kızarık duruyordu. Genelde özlediği zaman birine sımsıkı sarılırdı. Sarıldığı kişiye zarar vermemek adına kendini o kadar çok sıkardı ki teni kızarırdı. Tıpkı şu an olduğu gibi.
“Babam! Çok özledim seni oğlum.”
“Baba geldi.”
“Geldim aslanım.”
Boynunu öpüp kokusunu derin derin soludu. “Oh, mis gibi kokuyor benim oğlum.”
Onun ilgisinden mutlu olan Batuhan kahkaha atıp ellerini babasının sakallarına batırarak çığlık atarken Ali bu halleri sayesinde kendinden geçmiş, dudaklarını onun göbeğine bastırıyordu.
Rüzgâr esince, “Hasta olma,” diyerek arabanın arka kapısını açtı. Batuhan’ı koltuğuna oturtup kemerini takarken Azra anneye dönüp boynuna sarıldım.
“Tekrar teşekkür ederim anne. Hakkını helal et.”
“Helal olsun Deniz’im. Dediğim gibi kafana bir şey takmak yok tamam mı?”
“Yok annem. Geldiğimde daha güçlü göreceksin beni söz veriyorum.”
“İnşallah kızım.”
Ömer’e de sarıldıktan sonra arabaya yaklaştım. Batuhan’ın yanına oturmadım, bu sefer eskiden olduğu gibi ön koltuğa oturdum. Özlemiştim burada yan yana gitmeyi, ellerimizin sürekli birleşik olmasına hasret çekiyordum. O zamanları geri getiremeyeceğim gibi sadece eski zamanları düşünmek kalmıştı artık.
Ali’de yerine oturunca derin nefes aldı. Arabayı çalıştırmadan önce arkasını dönüp Batuhan’ı kontrol etti. “Baba,” diyerek bağıran oğluna tebessüm edip önüne döndü.
“Baba ev?”
“Evimize sonra gideceğiz oğlum, annenle birlikte dedeyle anneannenin yanına gidiyorsunuz.”
“Ev.”
Ali’yle aynı anda buruk bir nefes aldık. Çocuğumuza harcıyorduk bu yolda.
“Nasılsın?”
“İyi,” dedim ellerimi dizlerimin üzerinde birleştirirken. “Ağrıların oluyor mu?” Gözlerimin önüne gelen saçlarımı geriye doğru bıraktım. “Olmuyor. Sen nasılsın?”
Arabayı caddeye sokup, “İdare eder,” dedi. Kısık ve sakin konuşuyordu. Bakışlarımı yüzüne çevirdim.
“Evden çalışacaksın değil mi?”
Gözlerimi yüzünden ayırmadan, “Evet,” dedim.
“Cins patronun biraz daha izin veremedi mi?”
“Yeteri kadar izin kullandım fazlası yüzsüzlük olurdu.”
“Niye olacakmış, sonuçta bir hafta raporluydun. Her işi sana yaptırıyor kendi orada burada sürtüyor.”
“Adam patron Ali, bu normal değil mi?”
“Ben de işimin patronuyum ama sürtmüyorum etrafta. Çalışanlarımla aynı saatte çıkıyorum restorandan, yine aynı şekilde açıyorum. Bence o yakında batar.”
Gözlerimi devirdim. “Adam oldukça başarılı, batmaz öyle kolay kolay. Yeni anlaşmalar için hazırlanıyor, yakında yurt dışında bile fabrika kuracak.”
“Sen gitmeyi düşünüyor musun?”
Kısık sesi bir anda yükseldi. Oturduğum yerde kıpırdayıp kaşlarımı yukarı kaldırdım. Bunu umursamadı. Başını iki yana sallayıp, “Söylesene,” dedi sabrı kalmamış gibi. “Sen gitmeyeceksin değil mi? Batuhan var, yapamazsınız siz orada. Ben duramam burada.”
“Sen niye duramıyorsun burada?”
“Ne demek niye, özlerim ben. Gitmeyeceksiniz.”
Sırtımı koltuğa yasladım. “Uzun süreli gitmem zaten, sadece toplantı olacağı zaman giderim. Batuhan’la ilgilenecek kimse olamayacağı için bir iki gün annem bakar. Sen de ayrı kalmamış olursun oğlunla.”
“Başka?” diye bağırdığında, “Ne bağırıyorsun?” dedim arka koltukta uykuya dalan Batuhan’a göz atarak.
“Sen o adamın asistanı değilsin. Hallet işlerini teslim et. O kendi başına halleder, zaten kılın teki, kırk yaşında yirmi beş yaşındaki delikanlılar gibi giyiniyor. Saçlarına bok mu sürüyorsa yapış yapış duruyor.”
Utanmasa arabanın içine kusacaktı. Onun bu haline şok olmuş halde izlerken çalan telefonuyla söylenmeyi bırakıp telefona cevap verdi.
“Efendim Nazlı.”
Ona doğru olan kulaklarım anında açıldı.
“Ben şu an havaalanına gidiyorum gelmem zor. Sen çocuğu giydir, ben Asım’ı arayacağım senin evine gönderirim.”
Pardon? Bizi bırakmıyor olsaydı o kadının evine mi gidecekti? Daha önce gitmiş miydi? Evin de kalmış mıydı? Tırnaklarımı bacaklarıma batırdım.
“Çocuğu kalın giydirme. Eğer durumu kötü olursa haber verin gelirim hastaneye.”
Zaten sinirden çatılı duran kaşlarım hepten burnumun üzerine indi. Sakin olmak istiyordum olamıyordum. Kanımın ısısı anbean artarken bacaklarımı sallayıp tırnaklarımı dudaklarımın arasına götürdüm. Çok güzel, tırnakta yemeye başladın Deniz.
Telefonu kapatan Ali tek kelime etmediğinden sinirden yanan gözlerimi ona çevirdim.
“Sen daha önce bu kadının evine gittin mi?”
Yolda olan bakışlarını kısa bir an yüzüme çevirdi. Gördüklerinden memnun olmamış gibi anında yola çevirip derin nefes aldı.
“İçeri girmedim bir iki kere evine bıraktım.”
“Neden?”
Sesimin tonunu alçaltmak adına yanağımın içini ısırdım. Belki aklım başka kere kayarsa bu kadar öfkelenmezdim.
“Kar yağıyordu, çocukla yollarda perişan olmasını istemedim.”
“Aman ne yüce gönüllü bir adamsın sen. Koskoca şehirde taksi yok zaten gidemiyor kendi. Çocuğu hasta olunca da ilk seni aradığına göre sen onun özel şoförü olmuşsun.”
Ofladı. Parmağı radyoya gitti. Arabanın içinde şarkı çalmaya başladığında önüme döndüm. Resmen sus diyordu bana, cevap vermiyordu.
“Neden cevap vermiyorsun?”
“Deniz yalvarırım sus, üzmeyelim birbirimizi. Kadının arayacak kimsesi yok, ben yardımcı oluyorum neden bunu aklın almıyor senin? Çocuğu ateşlenmiş kadın korkudan ne yapacağını bilememiş. Yirmi dört yaşında, rahmetli kocasının ailesi biraz saf olduğu için onu istemiyor. Çocuğun desen yüzüne bakmıyorlar. Kendi anne babası ölmüş. Sen okumuş etmiş bir insansın, dışarıda ne kadar kötü insanın olduğunu biliyorsun.”
Koltuktan kayıp önüme tamamen döndüm. Kollarımı göğsümün üzerinde toplayıp başımı koltuğa yasladım. Tek bir kelime etmedim. O da bir daha konuşması.
Cenaze arabası gibiydi lüks arabası. İki kişinin ölmüş bedenini taşıyordu. Yaşama dair tek belirti radyodan yayılan kadının sesiydi. Söylediği acı şarkının sözleri yüreğimi yakıp kavururken onun derin iç çekişleriyle tıpkı benim gibi hissettiğini anlıyordum. Bir eli direksiyonun üzerinde diğer eli yumruk olmuş her an arabanın camını parçalayacak gibi duruyordu.
Biz şimdi birbirimize veda mı ediyorduk?
Gözlerimi dağılmış yüzünden çektim. Usulca süzülen gözyaşımı silip biraz olsun rahatlamak adına sürekli yaptığım gibi derin nefes aldım. Hoş bir işe yaramadı, yüreğim hâlâ acıdan büzülüyordu.
“İlaçlarını içmeyi unutma. Batuhan huzursuzluk çıkardığında ara gelirim. Biraz olsun kafanı dağıt, düşünüp kendini üzme.”
Sustum.
“Trabzon eminim sana iyi gelecek.”
Umarım.
“Emin ol gittiğin için huzursuz hissediyorum ama bunun doğru olduğunu düşünüyorum. Burada sıkışıp kaldın, ruhun boğuldu. Ailenin, dostların yanında mutlu olacağına eminim. Paranoyak oldun Deniz, korkuyorum bu hallerinin ilerlemesinden. Lütfen iyi ol.”
Hepsi olacak bir tek sen olmayacaksın.
“Batuhan’ı görmek için her akşam görüntülü arayacağım. Beni görmek istemezsen, sesimi duymak istemezsen telefonu açar Batuhan’ın yüzüne tutarsın. Görmeden duramıyorum biliyorsun, yoksa rahatsız etmem.”
Başımı salladım. Cevap vermememe sinirlenmiş olacak ki sabır diler gibi nefesini alıp bıraktı.
“Birbirimize el olmadık Deniz, hâlâ evliyiz, hâlâ benim soyadımı taşıyorsun, tek kelime edecek kadar hatırım yok mu sen de?”
“Yüreğimiz yavaş yavaş birbirine el oluyor Ali, konuşacak gücüm yok. İçimdeki sen can çekişerek ölüyor ve ben onu kaybediyorum diye acı çekiyorum. Sen konuşuyorsun, gülüyorsun, eğleniyorsun, ben hiçbir şey yapamıyorum. Felç geçirmiş gibi hissediyorum. Sadece kalbim hareket ediyor o da acıdan kıvranıyor. Nasıl her şey normalmiş gibi davranırsın?”
Güldü. Tıpkı diğer ruhsuz gülüşleri gibi.
“Ölmemiş bir adamın üzerine toprak atarak onu diri diri mezara koydun, Deniz. Kalp acısından bahsetme, benim kalbimin acısının sızısını hissetsen nefes alamazsın. Anladım ben, susalım ve giderayak birbirimizi daha fazla yaralamayalım.”
Yaralamayalım. Zaten paramparça etmiştik daha fazla tüketmeyelim birbirimizi. İkimizden biri ölürse oğlumuz yalnız kalırdı.
Havaalanına geldiğimizde işlemleri hızlı bir şekilde hallettik. Uçağımız sorun çıkmazsa yarım saat sonra kalkacaktı. Zaman kısıtlı olduğundan Ali Batuhan’la vakit geçiriyordu. Ben ise kenarda birbirine sarılıp ayrılan aileleri izliyordum.
Buradan gidince o kadının yanına gideceğini biliyordum. Bunu biliyordum ya huzur bulmak için gittiğim yerde huzursuz olacaktım düşünmekten. Ne yapıyor, onun evinde mi diyerek kafayı yiyecektim.
Bakışlarımı ayakkabılarıma çevirdim. Ayakkabımın ucuna değen Ali’nin siyah botlarıyla bakışlarımı yerden kaldırıp yüzüne baktım.
“Birazdan uçağa alacaklar sizi, istersen sıraya geçelim.”
“Senin gelmene gerek yok. Getirdiğin için teşekkür ederim Ali. Hoşça kal.”
Batuhan’ı kucağıma aldım. Onun tek kelime etmesine izin vermeden büyük adımlarla kalabalığın arasına karıştım.
Biz sürekli birbirimize veda ediyorduk ama en ufak bir durumda yine soluğu birbirimizin yanında alıyorduk. Birimiz gittiğimiz için ağlıyordu diğerimiz geri de kaldığı için. Biz yan yana olduğumuz zaman geçinemiyorduk ayrı kaldığımız zaman gözlerimiz birbirimizi arıyordu. Sonumuzu çok merak ediyorum.
*
Bilgisayarın kapağını kapatıp Batuhan’la oynayan babama tebessüm ettim. Akşama kadar sandalyede oturduğum için ağrıyan belimi rahatlatmak adına ayağa kalktım.
“Bitti mi işin kızım?”
Mutfaktan seslenen anneme, “Evet,” diyerek yanına gittim. O güzel elleriyle çok sevdiğim tarhana çorbasını yapmış. Tencerenin kapağını açıp kokusunu içime çektim. Tarhana çorbasını Ali’de çok seviyordu. Güzel yapamasam da bir kere bile kötü söz etmeden çorbanın hepsini içerdi. Yemekler konusunda annelerimiz kadar yetenekli olmamama rağmen bu konuda beni hiçbir yerde mahcup etmemesi yüzümde buruk bir tebessüm oluştururdu. Ne pişirsem yerdi, kalbi o kadar güzeldi ki o zamanlar bu incelikleri göremeyecek kadar kör olduğuma kızıyorum.
Yanımdayken kıymetini bilmediğim adamın değerini kaybedince anladım.
“Sürekli düşünüyorsun Deniz, ruhun karaya sıkışıp kalmış bir balık gibi. Ben sana düşünme desem de bulduğun en ufak boşlukta aklın kayıyor. Nasıl toparlayacaksın kendini annem?”
Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Yatarken sağ tarafıma döndüğümde onu görecekmiş gibi hissediyorum ama görmüyorum. Onun orada olmadığını biliyorum ama varmış gibi düşünüyorum. Bazen sabaha kadar yatağın içinde sohbet ederdik. Biliyorsun hayatı dalgaya alan bir adamdı, her şeyle dalga geçip beni gülmekten öldürürdü. Bu anıları aklımdan gitmiyor anne.”
“Yıllar geçse de gitmez onlar oradan. Ama merak etme acısı geçer, alışmam diyorsun ama alışırsın.”
“Bazen de yemek yerken kendimi boşlukta hissediyorum anne. Bak o tarhana çorbasını çok seviyor iki saniye içinde aklıma gelenler gözlerimi doldurdu. Sizler kadar yapamadığım o kötü çorbayı kaşık kaşık içerdi. Kötü demez, yüzünü buruşturmazdı. O zaman ben ne yapıyorsam yemek zorunda diyerek düşündüğümden şimdi bu düşüncelerim için vicdan azabı çekiyorum. Ben gerçekten sevememişim.”
Ellerimi tuttu. Boğuk sesiyle, “Ağlama,” dese de bir süredir kimseyi dinlemeyen gözyaşlarım yolunu bildiği için taşıyordu gözpınarlarımdan.
“Buraya huzur bulmaya geldim ama o huzuru bulamıyorum. Bitti biliyorum ama bir yanım hep ikilemde. Neden anne? Biz birbirimize ağır konuştuk, olmayacağını biliyorum ama göğsümde bir sıkıntı var ve o sıkıntı beni boğuyor. Sence boşanınca eskisi gibi olur muyum?”
“Deniz’im, böyle hissetmen çok normal. Kendini suçlama, senin hataların olduğu gibi Ali’nin de hataları oldu. Oturup birbirinize hatalarınızı söyleseniz, birbirinizde hoşlanmadığınız hareketleri konuşsanız bence problem kalmaz. Siz birbirinizin yüzüne gülmüşsünüz sıkıntılarınızı içinize atmışsınız. Bak babanla ben de yeri geldi çok kavga ettik, hiçbirinde birbirimize arkamızı dönmedik. Oturup hatalarımızı konuştuk ve bir daha yapmadık. Evlilik bu kızım, yapıcı olacaksın yıkıcı değil.”
Bakışlarımı kapıya çevirdim. Babamla Batuhan’ın kahkaha sesleri geliyordu. Anneme biraz daha yaklaştım.
“Ben Ali’ye yalan söyledim anne.”
Sesim o kadar kısıktı ki annem zorlukla duydu beni. Kaşlarını yukarı kaldırdı. “Ne yalanı?” dedi bocalamış halde. Biliyordu basit bir yalan olmadığını, benim çektiğim vicdan azabının bundan olduğunu biliyordu.
“Bunu kimseye söyleyemiyorum anne, psikologdan destek alıyorum. Ona kendimi anlattığımda bana neler diyecek çok merak ediyorum.”
“Yalan söylemek kötü bir şey Deniz, eğer söylemek durumunda kaldıysan bunu bir nedeni olmalı kızım.”
“Aslında yalandan çok ben Ali’yi kandırdım anne. Onun mutlu olduğu anda ben mutlu olmadım. O kadar iyi oynadım ki bir kere bile şüphelenmedi. Onun için önemli olan bir şeyi profesyonel bir şekilde idare ettim.”
“Deniz, korkutma beni. Ne saklıyorsunuz siz birbirinizden, lütfen daha fazla birbirinizi parçalamayın. Gizli saklı kalmasın aranızda. Açık açık konuşun her şeyi.”
Konuşamazdım. Konuştuğum takdirde benimle Batuhan için bile yan yana gelmezdi.
“Neyse, ben Açelya’nın yanına gidiyorum. Akşam yemeğini birlikte yiyelim diyordu.”
“O buraya gelsin, kar var dışarıda. Batuhan hasta olur. Biz zaten birazdan babanla şehre gideceğiz büyük bir ihtimal gece dönmeyiz eve kalır yanında.”
“Olur anne, arayım onu.”
Mutfaktan çıkıp salondaki masanın üzerinden telefonumu aldım. Babamı yoran Batuhan’a, “Yorma dedeyi,” desem de adamın kucağından inmiyordu. En azından keyfi yerindeydi. Dört gündür baba diyerek ağlamamıştı. Ali bir iki kere arayıp görüntülü onu görse de sanırım işleri olacak ki iki gündür aramamıştı.
“Efendim ablam.”
“Açelya bize gelir misin? Annemle babam şehre inecekler burada oturalım.”
“Tamam ablam, geliyorum. Gülcihan’ı da çağıracak mıyız?”
Sesindeki acıyı hissetmesem çağıralım derdim ama o titreyişi hissettiğim halde çağırsam kötü kalpli olurdum.
“Gerek yok,” dedim sesindeki titreyişini anladığımı belli etmeden. “Seninle sohbet etmeyi özledim.”
“Tamam ablam, geliyorum.”
Telefonu kapatıp sıkıntıyla iç çektim. Yiğit Gülcihan’ı seviyor Açelya Yiğit’i. Aptal kardeşim çocukluğundan beri Gül’ün peşine takılıp kalmıştı. Kız ona defalarca kez ben seni sevmiyorum çocukluk aklıyla Yiğit’le evleneceğim dedim demesine rağmen bizim deli oğlan sanki kız ona ümit vermiş gibi yıllardır aşkından ölüyordu. Hayır, kız başkasıyla sözlendi buna rağmen hâlâ onu düşünüyordu ya ona diyecek tek kelimem kalmıyordu. Aptal herif yıllardır onu seven Açelya’yı görmüyordu. Bir görse onu biliyorum o da severdi. Ruhsuz herif.
Masayı kurup tabaklara çorbaları doldurdum. O sırada gelen Açelya Batuhan’ı kucağına alıp köşeye geçtiğinde yanına oturdum. Kahverengi saçları, bal gözlü, kalın dudakları, hafif balık etliğiyle çok güzel bir kızdı.
“Abla bu çok güzel ya. Büyüdükçe Ali enişteme çok benziyor. Baksana aynısı.”
Oğlumun tel tel olan saçlarını okşayıp, “Öyle,” dedim. Babasının kopyası.
“Yemeğimizi yiyelim sohbet ederiz içeride.”
Başını salladı. Rahat yemeğini yesin diye Batuhan’ı kucağıma almak istediğimde vermedi. Mecbur kabul edip yemek boyunca konuşmadık. Sadece Batuhan çığlık atıp duruyordu.
“Evde korkar mısın kızım?”
“Hayır baba, evimde ilk kez yalnız kalmıyorum.”
“Öyle de çocuk var sonuçta. Ne olur ne olmaz.”
“Merak etme babam bir sıkıntı olursa Serdar amcayı ya da Fırat amcayı ararım. Gönlünüz rahat olsun.”
Peçeteyle dudaklarının üzerini sildi. “O zaman biz kalkalım Elif, anca gideriz.”
“Masayı toplasaydım.”
“Biz toplarız anne siz gidin.”
“İyi madem,” diyerek ayağa kalktı. “Arabayı dikkatli kullan baba.”
“Her zamanki gibi kullanacağım,” diyerek kapıya doğru yürüdüğünde sırıttım arkasından.
“Aman Deniz tutturma babanın Laz damarını. Valla yolculuk boyunca ben araba kullanamıyor muyum diyerek başımı şişirir.”
“Tamam tamam. Hadi gidin, kar yağacak.”
Annem de evden çıkınca Açelya’nın kucağından Batuhan’ı alıp yere indirdim.
“Hadi oyna bakalım.”
“Maşallah abla vücudun çok iyi. Nasıl zayıfladın bana da söyler misin ben ne yapsam zayıflayamıyorum.”
Yerime oturdum. “Kilon iyi canım, zayıflamak için kendini zorlama. Geçen sene ne oldu biliyorsun, az kalsın komaya girecektin.”
“Sağlıksız diyet yapmayacağım abla, eskidendi o hatalarım.”
“Açelya, seninle daha önce konuştuk bebeğim, sen balık etlisin yemek yemediğin zaman kilo vermiyorsun aksine hastalanıyorsun. Böyle çok güzelsin güzelim, kilo almamaya bak, her sabah koş, sağlıklı beslen, lütfen kendini yorma.”
“Abla çok çirkinim.”
Gözünden akan yaşı sildim. Aslında onu en iyi ben anlıyordum. Kendimi çirkin gördüğüm için yıllarca kocamdan bedenimi sakladım. Ah! Kendime hayrım yoktu kıza akıl vermeye çalışıyordum.
“Güzelsin Açelya, Yiğit seni balık etlisin diye görmüyor değil. O aptal herifin aklı başında değil. Lütfen onu kafana takarak sağlıksız diyetler yapma.”
“Neden görmüyor abla? Gül çok güzel, upuzun boyu var, gözleri masmavi, benden daha iyi olduğu için onu seviyor.”
“Böyle düşünmen çok yanlış, eğer Yiğit senin ona karşı hissettiğin hislerini bilseydi böyle düşündüğün için sana kızardı. Bak ne diyorum ben şu an Yiğit’le yaşıyorum boşandıktan sonra ayrı eve çıkmayı düşünüyorum benimle birlikte İstanbul’da yaşar mısın? Hem asistanım olarak çalışırsın hem de aynı evde yaşarız.”
Gözleri parladı. “Olur mu abla?” dedi oturduğu yerden kıpırdarken. Kucağıma gelmek isteyen Batuhan’ı kucağıma alıp, “Olur tabii ki,” dedim. “Burada sürekli evde oturuyorsun, hem işi öğrenirsin hem de farklı ortamlar görürsün.”
“Belki Yiğit’te beni görür.”
“Yiğit’i düşünme, sen kendin için bir adım atacaksın, asla bir erkek için bu yola girdiğini düşünme. Kariyerini eline al, özgüvenini kazan eminim mutlu olacaksın.”
“Abla seni çok seviyorum.”
“Ben de seni meleğim. Ağlama, inan ne kadar üzülsek de, ağlasak da onlar hayatlarına devam ediyorlar.”
Tombul parmaklarıyla gözlerini sildi. Onu pür dikkat izleyen oğlumun başını öptüm. “Ben bize çay doldurayım, sen bu küçük adamı al bakalım.”
Açtığı kollarının arasına Yiğit’i bıraktım. Çay doldurmak için ocağa gideceğim an zilin çalmasıyla, “Gül mü geldi acaba?” dedim. Açelya’nın yüzü bozulurken mutfaktan çıkıp kapıyı açtım. Gül değildi gelen, Ali’ydi.
“Ali?”
Dağınık duran saçları, kanlanmış gözleri bitkin gösteriyordu onu.
Evin içine girip kollarını belime doladı. Bedenimi kendine çekip sımsıkı sarıldığında gözlerim büyüdü.
“Ali, neler oluyor?”
Hızlı hızlı aldığı solukları boynuna çarpıyordu. Tıpkı deli gibi çarpan kalbi gibi.
“İyi misin? Panik yapıyorum.”
Hâlâ konuşmadı. Titreyen elleriyle bir şeyler olduğunu hissettiriyordu. Yüreğim korkuyla büzülürken, “Ali,” dedim paniklemiş sesimle. “Birine bir şey mi oldu?”
“Neden böyle olduk biz? Neden koptuk birbirimizden? Neden olmadığın şehirde duramıyorum ben? Olmayacağını bildiğim halde sensiz neden yapamıyorum Deniz?”
“Çünkü ben sana dürüst değilim Ali.”
Geriye çekildi. Gözleri yüzümün her yerinde dolaştı hiçbir şeyi kaçırmamak adına.
“Dürüst değilim derken ne demek istiyorsun?”
Başımı eğdim.
“Konuşsana Deniz, ne demek istiyorsun söyle hadi…”