Psikolog Perihan Önalan
“Hoş geldiniz Deniz Hanım. Bugün nasılsınız?”
“Boşluktayım, yürüyorum ama uçuyormuşum gibi hissediyorum, gülüyorum ama ağlıyormuşum gibi hissediyorum. Tatlı yerken ağzımın içi yanıyor, uyuyorum ama gözlerim açık. Ben karmakarışığım Perihan Hanım. Bana neler oluyor?”
“İki ay önce eşinizle çiftlik evinde yaşadıklarınızı anlatabilir misiniz bugün? Eğer kendinizi kötü hissederseniz orada yaşadıklarınızı değil de iç dünyanızı anlatırsınız.”
Derin nefes aldım. Sırtımı beyaz koltuğa yaslayıp gözlerimi kapadım. O gün Ali’yi kaybedişimin ilk günüydü. Aylarca kimseye anlatamadıklarımı birine anlatacak cesaretim yoktu ama eğer anlatmazsam da aklımı kaybedeceğimi düşünüyordum. Feraha kavuşmak istiyordum ama dibe batıyordum.
“O gün bana çok güzel ders verdi. Sözleriyle suratıma tokadı çarpıp aklımı başıma getirdi. Öylece kaldım, ne ona gidebildim ne de ağlayabildim. Sadece kaybettiğim adamın yüzüne baka kaldım.”
“En başından başlayın lütfen.”
2 Ay önce.
Bir saattir dışarıda olan Ali’yi pencerenin önünde izlemekten bacaklarıma ağrı girdi. Öfkeliydi, düşünceliydi, yerinde duramıyor, yağmurun altında ileri geri gidiyordu. Elleri bazen boğazına gidiyor bazen de yağmurun altında ıslanan saçlarına gidiyordu. Dudaklarının arasından savurduğu küfürleri rahatlıkla duyabiliyordum. Batuhan uyuduğu için babasının sesini duymuyordu çok şükür.
Göğsümün üzerinde topladığım kollarımı çözdüm. Evin içine doğru yürümeye başlayınca arkamı dönüp koltuğa oturdum. Sanki yerimden hiç kalkmamış gibi. Şu an sinirli olduğundan üzerine gitmeyecektim. Bir saat önce söylediğim lafların ağırlığını fark edince iş işten geçmişti bunu o an fark etmiştim ama dilimin ucuna gelenleri söylemekten de asla geri durmamıştım. Pişman mıydım? Olmam sanıyordum ama pişmandım. Onun bana yaptığını ben ona yaptım. Sözlerimle ruhunu öldürdüm.
Kapı açıldı. Oturuşumu düzeltip Batuhan’ı kontrol ettim. Uyuyordu. Yanıma oturan Ali’ye belli etmeden bakmaya çalıştığımda alyansıyla oynadığını görünce yutkundum. Ben takmıştım parmağına o gün bugündür bir kere bile çıkarmamıştı.
“Seni ilk gördüğümde agresif tavırların hoşuma gitmişti. Benimle kavga edişin, her lafıma karşılık verişin beni deli gibi etkilemişti. Bana ne yaparsan yap sana çekiliyordum. Seni görmeden duramıyordum. Sesini duymadan yapamıyordum. Her zaman seni görmek istediğim için hiç aklımda yokken Trabzon’da restoran açtım. Üç ay boyunca peşinde koştum. Her senden hoşlandığımı söylediğimde beni geri çevirdin. Pes etmedim, benden etkileneceğini düşündüğümden peşinden gelmeye devam ettim. Bir gün umudum tükenmek üzereyken sen geldin restorana, senden hoşlanıyorum, bundan sonra benim sevgilimsin geri dönüşü yok dedin, o an sana âşık oldum.”
O anlar aklıma gelince gözlerim doldu.
“Güzel bir ilişkimiz vardı. Sana âşıktım, ne dersen yapıyordum. Seni özledim Ali yanıma gel dediğinde acil işim de olsa bırakıp sana geliyordum. Seni özledim Deniz dediğimde işim var Ali sonra görüşelim diyordun. Arkadaşlarla bu akşam yemek yiyeceğiz sen de gelmek ister misin dediğimde bu gece birlikte olalım istiyorum Ali, onlarla olma dediğinde sana koşuyordum. Asla giyimine, arkadaşlarına, yaşantına karışmadım. Sen benim içtiğim sudan giydiğim kıyafete kadar karıştın. Beyaz gömlek giymemi istemiyorsun diye senin için bütün beyaz gömleklerimi verdim başkalarına. Saçlarımı düzenli sevmiyorsun diye hep dağınık bıraktım. Dokuzdan sonra dışarıda olunca rahatsız oluyordun, sırf sen üzülme diye işten erken çıkıp evime geliyordum. Bunlardan asla şikâyetçi değildim. Sana o kadar âşıktım ki bunlar hep gözüme güzel geliyordu. Beni kıskandığın için yapıyorsun sanıyordum.”
Bakışlarımı dizlerime indirdim. Kırmızı ojeye boyadığım uzun tırnaklarımı avcumun içine batırdım. Parmaklarımın ucuna değen kırmızı sıvı kanım mı yoksa oje miydi?
“Benimle evlenir misin Deniz dedim, şu an kendimi evliliğe hazır hissetmiyorum dedin. Beklerim dedim, sen ne zaman istersen o zaman evleniriz dedim. Uzun bir süre bekleyeceğimi düşünüyordum ama sen bir ay sonra yanıma gelip evlenelim dedin. Yine bir şey demedim, mutluydum diyecekte halim yoktu. Evlendik Deniz, ilk gecemizde utanıyorum ışıklar kapalı olsun dedin…”
Gözlerimi sımsıkı yumdum.
“Üç yıllık evlilik hayatımızda ben senin bedenini tam anlamıyla çıplak görmedim. İlişkimizde senin sözün geçerken cinsel hayatımızda da senin sözün geçti. Sana rahatlıkla dokunamadım, ışık olsun dedim asla kabul etmedim. Üzerimdeki örtü bir kere bile yere düşmedi. Karımla banyo yapmak istiyorum dedim olmaz dedin. Seninle farklı pozisyonlarda sevişmek istedim hepsini geri çevirdin. Sen benim bedenime istediğin gibi dokunurken ben sana dokunamadım. Deniz ben seni çıplak görmedim. Sadece hissettim. Yıllardır evliyiz bana bunun sebebini bir kere bile söylemedin. Üzülme diye sorgulamadım ama ben üzüldüm. Bunları kenara bırak, telefonumu karıştırdın, işten çıkıp çıkmadığımı restoranı arayarak kontrol ettin. Ben sana asla ihanet etmedim, başka bir kadına gözümün ucu bile değmedi ama sen hep seni aldatıyormuşum gibi hissettirdin. Yirmi yıllık arkadaşlarım bana ne zorla içki içirdi ne de istemediğim mekânlara soktu. Ben kendi aklımla içtim kendi aklımla gittim o mekânlara. Ne onlar sapık Deniz ne de ben. Her insanın yaşam tarzı farklı bunu seninle daha önce konuştuk, sana uzun uzun onları anlattım. İyi insanlar tanı göreceksin dedim istemedin, istemediğin içinde iki sene onlarla görüşmedim. Şu an bile tek görüşmediğimi sana söylediğim halde benden hep şüphe duydun.”
Alt dudağımı ısırdım.
“Ben senin için çok savaştım Deniz, gel dedin koşarak geldim git dedin gidemedim. Yine de gidemiyorum. Elini göğsüne vurdu. Şurası senin için ölüyordu, sen bunu görmek istemedin. Gözünün içine bakan adamı itmekten durmadın. Beni hep yönetmek istedin. Bir saattir dışarıdayım ve anladım ki sen ilk günden beri beni yönetiyorsun. Sana sırılsıklam âşık olduğum için elinde kukla olduğumu fark edememişim. Ben özgürlüğümü senin eline vermişim, başta bundan şikâyet etmedim ama son bir senedir bunlar beni rahatsız ediyor olacak ki kendimi senden geri çekmeye başlamışım. Bunları yaparken farkında değildim, az önce farkına vardım. Ben baskıdan bunalmışım Deniz, her şeyimi yöneten karımdan uzaklaşmaya başlamışım.”
Derin bir iç çekti, o kadar zor konuşuyordu ki boğuk sesinin ardından ağlayacak gibiydi.
“Bana kadın olamadın dememin amacı bir derdim olduğunda sana anlatmak istiyordum önemli işim var Ali sonra konuşalım diyordun ama benimle hiç konuşmuyordun. Ben saatlerce boş boş televizyona baksam yanıma gelip seni üzen ne Ali diye sormadın. Eve yetişeceğim zaman kaza geçirmiştim yarım saat geç kaldım, eve girdiğimde neden geç kaldın diye bağırdın. Tam beş dakika sonra kaşımın üzerindeki yarayı fark edince endişelenip yanıma geldin. Ben senin hırçın tavırlarından ne kadar üzgün olduğunu anlıyordum. Bacaklarını karnına çektiğinde mutsuz olduğunu biliyordum. Sen benim üzüldüğümü, acı çektiğimi görmüyordun.”
Ruhum hıçkıra hıçkıra ağlarken bedenim koltuğun üzerinde taş kesildi.
“Senden iğreniyorum dedin, tecavüze uğruyormuşum gibi hissediyorum dedin. Ben bu zamana kadar asla sana zorla dokunmadım, senin istemediğin hiçbir şey olmadı. Ben seninle sevişirken karıma hasret olarak sevişiyordum. Gözlerim kapalı seni düşlüyordum. Ben senin izin verdiğin kadarıyla sana dokunurken beni tecavüzcü olarak göremezsin Deniz. Hırslıyım, kinciyim bunu çok iyi biliyorsun. Ben artık kalbimi dinleyemeyeceğim. Yıllardır onu dinlediğim için üzülen ben oluyorum. Biliyorum bu ilişki de benim de hatalarım var ama ben sana kötü olmadım Deniz. Bir saat önce söylediğim laflarımı unut. O zaman seni seven kalbimin ortasına ellerinle bıçağı soktun, acıdan ağzımdan çıkan lafları kontrol edemedim. Ben seni sıkmam, kısıtlamam. Merak etme benden yana bundan sonra hiçbir şekilde olumsuz bir söz duymayacaksın. Sen benim oğlumun annesisin, üç yıl kadınım oldun. Hep mutlu olmanı isterim, senin üzülmeni istemediğimden üzmem de. Ben bundan sonra aklımla hareket edeceğim. Kendimi çok sevdiğim insanın eline oyuncak olarak bırakmayacağım.”
Ona yaptıklarımı onun ağzından duymak beni buz gibi suyun içinden çıkardı. Bir senedir donmuş olan kalbim yaşadığımız yılları gözlerimin önüne getirince yanıp kül oldu. Acısı geçeceği an sesi tekrar kulaklarımdan kalbime ulaştığında bu sefer daha fazla acı hissettirerek yakıp kavurdu. Ben bu kadar acımasız olamazdım, ruhsuz olamazdım. Ali’yi çok severken ona buz gibi kadın olduğumu fark etmemiştim. Kendi ellerimle onu dışarı ittim, bir daha benim kollarımın arasına gelip ısınmazdı. İnsanın içini ısıtan mavi gözleri buza çeviriyorken bir daha ısınmak için bana sığınmazdı.
“Oğlumuzun geleceğini düşünmemiz gerekiyor. Ben oğlum büyüdüğü zaman sen anneme bağırdın demesin istiyorum, onu ağlattın demesin istiyorum. Onun özel günlerinde ister istemez yan yana geleceğiz. Birbirimize olan saygımızı kaybetmeden sakin bir şekilde ayrılmalıyız. En doğru karar bu, ikimiz de oğlumuz için mantığımızı dinleyeceğiz. Kalbimiz bizi doğru yola sokmuyor, eğer biz sürekli birbirimize laf çarptırsak Batuhan aramızda yıpranır. İkimizin de ailesi sevgi dolu insanlar, onları da üzmeye hakkımız yok. Yakın zamanda davayı açacağım, tekrar söylüyorum bir ihtiyacın olduğu zaman beni aramaktan çekinme. Telefonum her zaman sana açılacak.”
Ve o benden bu sefer gerçekten gitti…
Günümüz:
O zaman ağlayamamıştım ama beş dakikadır o anları anlatırken gözyaşlarımı durduramıyordum. Peçete uzatan Perihan Hanım’ın elinden peçeteyi aldım. Rahatlamak adına da bir yudum su içip titreyen ellerimi dizlerimin üstüne koydum.
“Olaylar istediğiniz gibi gitmedi değil mi?”
Başımı iki yana salladım. “Hayatına hızlı bir şekilde devam ediyor. Eğleniyor, gülüyor, kahkaha atıyor. Mutlu, benden ayrı olduğu için birazcık da olsun üzgün değil. Geceleri iş yeri yoğun olduğundan eve geç gelirdi şimdi iş yerinden erkenden ayrılıp annesinin evine gidiyor. Oğlunu yarım saat sevip bana bakmadan evden ayrılıyor. Söylemiş miydim, benim kaldığım eve de gelmiyor artık, ben oğlumu almaya annesinin evine gittiğimde o evden çıkıyor. Gözlerime bakmıyor, bir yabancıymışım gibi yanımdan geçerken başını eğip kaldırıyor.”
“Anladığım kadarıyla eşiniz hakkında araştırma yapıyorsunuz. Nerede kimlerle ne yapıyor diye.”
“Evet. Bu halleri sinirime dokunduğu gibi üzüyor da. Karşısına geçip kavga etmek isteyen yanımı zorlukla sakinleştiriyorum. Doğru gelmiyor bu halleri.”
“Eşiniz size soğuk davranıyor, eski yaşantısına yavaş yavaş dönüyor bu halleri mi doğru gelmiyor Deniz Hanım?”
Sakinleşmek adına bir bardak suyu bitirip başımı aşağı yukarı salladım. Hissettiklerimi anlatırken böylesine derinden etkileneceğimi bilmiyordum. Ağlamak istemiyordum ama kendimi durduramıyordum.
“Buz gibi bakıyor. Bir zamanlar bana gülen adam şimdi başkalarına gülüyor, benim yüzüme doğru düzgün bakmıyor. Biliyorum ona kızmaya, kırılmaya hakkım yok ama hissettiklerim acı veriyor Perihan Hanım. Böyle olacağını hiçbir zaman bilemedim. Ben ayrılınca hayatımın normale gireceğini düşünmüştüm.”
“İzniniz olursa sizinle açık açık konuşmak isterim.”
Boş bardağı avuçlarımın arasında sıkıp, “Konuşun lütfen,” dedim. “Buraya sizden destek almaya geldim.” Kollarını masanın üzerinde birleştirip başını sağ tarafına eğdi.
“Özgürlüğüne düşkün olan eşinizi kendi kafesinize aldığınızda iki yıl onu sıkmanıza asla bir şey dememiş. Gel Ali dediğinizde gelmiş, git Ali dediğinizde gitmiş. Siz ne derseniz birebir yapan eşiniz evliliğinizin üçüncü yılında bunaldığını yavaş yavaş fark ederek kendini işine vermiş. Sizin ona güvensizliğiniz, baskılarınız kocanızı kendi kişiliğinden uzaklaştırmış. Her zaman eğlenceli olan adam daha ciddi ve asık yüzle gezer olmuş, değil mi?”
Söylediği her söz benim ona anlattıklarımdı. Ali’ye yaptıklarımı başkasının ağzından duyunca despot halim yine çıplak bir şekilde yüzüme çarptı.
“Boşanmak istediğiniz için eşinizin yüzüne onurunu kıracak olumsuz laflar ettiniz, eşiniz bu lafları kaldıramayıp davayı sizden önce açtığı için eminim hayal kırıklığı yaşıyorsunuz. Üzgünüm Deniz Hanım ama siz kocanızın sizden gitmeyeceğine o kadar emin olmuşsunuz ki, şu an onun eski hayatına dönmesini, gülmesini, sizden uzaklaşmasını kıskanıyorsunuz. Siz eşinizi tamamen kaybettiğinize emin oldunuz, bu yüzden hem ona yaptıklarınızın vicdan azabını çekiyorsunuz hem de sizi artık sevmediğini düşündüğünüz için acıdan kendinizi perişan ediyorsunuz.”
“Sadece beni sevsin istemiştim.”
“Sadece sizi sevmiş Deniz Hanım. Hiçbir zaman sizi kısıtlamamış, yaşam şeklinize karışmamış.”
Dilime buluşan kan tadıyla ısırdığım alt dudağımı serbest bıraktım.
“Siz onu sevdiniz mi peki? Yirmi yıllık dostlarıyla siz görüşmesini istemediğiniz için iki sene görüşmemiş, nerede olduğunu size her an haber vermiş, cinsel birliktelikte her zaman sizin öncelikleriniz önemli olduğunu, onun istediği bir takım istekleri kabul etmediğinizi söylediniz. Bana bütün samimiyetinizle hislerinizi söyleyin lütfen. Siz eşinizi sevdiniz mi?”
“Çok sevdim ama sevgimi ona gösteremedim. Ben hep onu kaybederim diye korktum, o çok iyiydi. Görünüşü, diksiyonu, insanlarla iletişimi, yardım severliği çok iyiydi. Aynı odada olup da onu kıskanıyordum ben. Yüzüne bakarak aklıma gelen düşünceler yüzünden öfkeleniyordum. Başkasına güldü, başkasıyla sohbet etti diyerek onun için yanan kalbimi buza çeviriyordum. Biliyorum hatalıyım, yaptıklarımın sonunda benden uzaklaştırdım onu. Kaybettim ama bana gelsin istiyorum. Düzelir miyim bilmiyorum ama sadece benim yanımda olsun istiyorum.”
Kalemin ucundan akan siyah mürekkebi beyaz kâğıda benim nasıl bir hastalıklı oluşumu yazdı. Hiçbir belirti göstermeyen gözlerini bana dikip geriye yaslandı.
“Eşinizi bu kadar çok severken neden onun size rahatlıkla dokunmasına izin vermediniz? Her erkek aynı olmasa da bazı erkekler için cinsel hayat her şeyden önce gelir. Biliyorsunuz erkekler duygudan çok yüzeysel bakarlar cinselliğe. Onun için aldığı zevk önemli olur, eşinize soğuk olmanıza rağmen o size sadık olmuş. Sizi güzel seven adamdan neden uzak durgunuzu öğrenebilir miyim? Belki eşinize karşı soğuk olmanızın sebebi anlatamadıklarınızdır.”
Bileğimdeki saati kontrol ettim. “Şu an anlatacak kadar kendimi iyi hissetmiyorum, bir dahaki gelişimde anlatsam olur mu?”
“Siz nasıl isterseniz.”
Tebessüm ettim. Önümde duran cam sehpanın üzerinden siyah çantamı alıp ayağa kalktım.
“Teşekkür ederim Perihan Hanım, sizinle konuşmak iyi geldi.”
Sandalyesini geriye itip ayağa kalktı. Uzattığı elini sıkıp tekrar tebessüm ettim.
“Eşiniz gibi siz de arkadaşlarınızla vakit geçirin Deniz Hanım. Eğer iç dünyanızı çok dinlerseniz bunalım geçirirsiniz, bırakın eşiniz ne yapıyorsa yapsın, onu takip etmeyin, şu an ne yaparsa yapsın gözünüze batar. Eşinizin dediği gibi oğlunuz var arada, onun hatırına birbirinizi hırpalamayın.”
Başımı salladım. “İyi akşamlar.” Arkamı dönüp odanın dışına attım bedenimi. Elimi göğsüme bastırıp derin derin soludum. Onu rahat bırakamıyordum, izlemekten, sormaktan geri duramıyordum. Ben aklı başında bir insandım, neyin ne olduğunu biliyordum. Şu anki davranışlarımın mantıklı olmadığını bilecek kadar da olgun biriydim. Elimde değildi, bana uzak olması zoruma gidiyordu. Uzak olunca acısı geçmiyordu. Her anımda her saniyemde yanımda olsun istiyordum. Çok pişmandım onu sıktığım için, bir o kadar da kırgındım ona. Bana söyleyebilirdi, onu kafese aldığımı hissettiği ilk an beni karşısına oturtup durdurmalıydı. Rahatsız değildi, benimle konuşmadığı için, çareyi evden, benden uzaklaşarak bulduğu için ona kızgındım da, bir o kadar da kendime öfkeliydim. Ben gaddar bir insan olamam, nasıl yoldan çıktım, nasıl değişen ruh halimin farkına varamam anlamıyorum.
Arabayı Azra annenin evinin önüne park ettim. Saat erkendi, bir saat sonra burada olurdu, geldiği zaman eminim yine yüzüme bakmayacaktı. Nasıl dikkatini çekerdim hiçbir fikrim yok.
Yüzümdeki üzgün ifadeyi silip arabadan indim. Kapıları kilitleyip bahçeye girdiğimde pencerenin önünde bana el sallayan oğlumu görünce yüzümde gerçek gülümseme oluştu. Hızlı adımlarla kapının önüne gittiğimde açılan kapıyla, “Selam,” dedim neşeli sesimle. Yüzünü buruşturan Neşe teyze, “Boşuna iyiyim havalarına girme,” dedi. “Senin geçtiğin yollardan biz de geçtik, deminden beri ağladığın gözlerinden belli oluyor.” Yüzümü asıp, “Hep sana yakalanıyorum,” dedim kapının önünde ayakkabılarımı çıkararak.
“Bu ailenin en akıllı insanı benim kimse benden gerçek duygularını gizleyemez.”
Pınar teyzenin kucağında oturan oğluma yaklaşıp, “Kesin öyledir,” dedim. Kollarımın arasına aldığım oğlumun başını öpüp onu bağrıma bastırırken, “Kızımla uğraşma,” diyen Azra anneme tebessüm ettim.
“Senin bu kızın Neşe teyzesini dinlemedikçe çok başına vuracak benden söylemesi. Kocasını seviyor e kocası da bunu seviyor bok mu varda ayrılıyorlar anlamıyorum. Bizim Ali bunun ağzının içine bakıyor bir gülse adama ortada sorun kalmaz.”
Tekli koltuğa oturdum. Saçlarımla oynayan oğlumun başını öperken, “Sen bunu dinleme,” diyen Pınar teyzeye gülümsedim.
“Beni dinlemeyince ne olacak? Boşanacaklar, ikisi de mutsuz hayatlarına devam edecekler.”
“Ali mutsuz değil yalnız, o hayatına kaldığı yerden devam ediyor.”
“Sen ona ne bakıyorsun eminim içi kan ağlıyordur.”
“Kesin öyledir,” dedim yere inmek isteyen oğlumu kucağımdan indirerek. “Bu ay sonu duruşmamız var, ya bitecek ya devam edecek. Hoş devam edeceğini de hiç sanmıyorum.”
“Sen yanına-”
“Neşe abla, lütfen karışma. Onlar kendi aralarında hallederler, biz karışınca mutlu ya da mutsuz olmayacaklar. Kendileri doğru olanı bilirler, bu yüzden gitme kızın üstüne.”
“Aman be,” diyerek bacağını diğer bacağının üzerine aldı. “Bir gün ikiniz köpek gibi pişman olacaksınız, o günü sabırsızlıkla bekliyorum. İkinizin de birbiriniz için ağladığınız günleri yakında görürüm inşallah.”
“Anne, baba.”
Neşe teyzenin üzerinden gözlerimi çektim. Kollarını yukarı kaldıran oğlumu tekrar kucağıma alıp dizlerime oturttum.
“Yorgunum, eve erken gitsem iyi olur, Ali’ye söyler misin anne yarın görsün Batuhan’ı ya da eve gelsin.”
“Biz konuştuk kızım Ali’yle bu akşam işi varmış gelemeyecekmiş. Yarın sabah gelirim dedi. İstersen bu akşam burada kal.”
Ne işi vardı acaba? Arkadaşlarıyla mı buluşacaktı? O tuhaf mekânlara gidip içki mi içecekti? Ya da Nazlı’yla mı bir işi vardı? Aklım çamaşır makinesi gibi sürekli dönüyordu. Kötü düşünceler o kadar fazlaydık ki iyi düşünceleri birer birer yok ediyordu.
“Kalmayayım anne, yarın sabah görüşüz.”
“Sen bilirsin kızım.”
“Al çocuğu git yanına, deki seni çok istediği için ağladı Batuhan. Görsün seni, kalbi senin için tekrar hızlansın. Ben seni Ali’yi sevdiğini görüyorum Deniz, pes etme.”
Batuhan’ın montunu giydirdim. Sıkıntıyla iç çeken Azra anneyle Pınar teyze Neşe teyzeye kaşları çatılı bakıyordu. Biliyorum bizim mutlu olmamızı istediği için bunları söylüyordu.
“Ali saf biri değil Neşe teyze, oraya bahaneyle gittiğimi bilir.”
“Biz de saf değiliz kızım.”
Sehpanın üzerinden Azra annenin telefonunu aldı, bir şeyler yapıp, “Al arıyor,” dedi. “Deki Batuhan çok ağladı seni görmek istedi. Deniz dayanamadı eğer durmazsa beş dakika yanına götürürüm dedi de.”
Azra anne itiraz edecekken, “Efendim anne,” diyen Ali’nin kalın sesi odanın içine yankılanınca boğazımda yumru oluştu. Yüzünü asan Azra anne Neşe teyzeye öfkeli bakarak oturduğu yerden kıpırdadı.
“Müsait misin oğlum?”
“Yoğunum ama senin için her zaman vaktim var biliyorsun.”
Bir zamanlar benim içinde hep vakti vardı. Tebessüm eden Azra anne, “Batuhan çok ağladı,” dedi. “Seni görmek istedi.”
“Yanında mı? Geleyim hemen, işler biraz daha bekleyebilir.”
“Yanımda değil, Deniz aldı onu. Eğer ağlaması durmazsa yanına götürürüm dedi.”
Bir şey demedi. Merakla ne diyeceğini beklerken gözüm Batuhan’ın üzerindeydi. Bağırsa yalan söylediğimiz belli olurdu.
“Tamam. Şimdi kapatıyorum sonra konuşuruz.”
“Kolay gelsin oğlum.”
Telefonu kapatıp kucağına bıraktı Azra anne. Ondan önce konuşmaya başlayan Neşe teyze, “Hadi git,” dedi. “Sinirli ya da öfkeli konuşma adamla, sakin ol kızım. Baktın sana surat yapıyor bozulduğunu belli etmeden ayrıl yanından. Ama bak gerçekten surat yapıp yapmadığını hisset, şu an eminim senden uzak durmak için yüzüne bakmıyordur yoksa seni unuttuğundan değildir.”
“Bir rahat bırak şu kızı.”
“Sana ne be.”
Pınar teyzeyle Neşe teyze birbiriyle tartışmaya başladıklarında Azra anne gözleriyle bulunduğum yerden kaçmamı işaret etti. Başımı sallayıp hızlı adımlarla evden çıktım. Bir yanım yanına gitmeyi çok istiyordu diğer yanım onun buz gibi olan bakışlarını kaldıramazsın diyordu. Sanırım ben gitmemi isteyen yanımı dinleyecektim. Bir haftadır yüzünü tam anlamıyla görmemiştim, konuşma imkânımızda olmamıştı. Yanına gidip beni gerçekten unutup unutmadığını görmek istiyorum, biliyorum o kadını orada görünce sinirlerim bozulacaktı ama yine de kendime hâkim olup sakin bir şekilde duracaktım.
Arka koltukta radyodan duyduğu şarkıya kendi dilinde eşlik eden oğluma tebessüm edip, “Mutlu musun bebeğim?” dedim. Tombul ellerini dudaklarının arasına götürüp çığlık attığında, “Seni ham yaparım,” dedim onun gibi çığlık atar gibi. Mavi küçük gözleri cam gibi parlıyordu. Mutlu olduğu zaman yaptığı gibi ellerini birbirine çarpıyordu. İçimdeki onu öpse hisse o kadar fazlaydı ki arabayı kenara park edip onu kucağıma almak istiyordum.
“Baba gel.”
“Biz gidiyoruz babaya oğlum. Çok mu özledin onu?”
Başını aşağı yukarı salladı. Salyalarını buladığı küçük parmaklarını açıp kapatarak, “Baba gel baba gel,” diye söylüyordu. Her gün farklı kelime öğreniyordu bu konuda Azra anneme minnettardım. Gündüz işteyken benden çok o ilgileniyordu. En az annem kadar benim ve oğlumun üzerinde hakkı vardı.
“Baba gel.”
“Geldik babaya oğlum.”
Arabayı iki arabanın arasına park edip kemerimi çözdüm, koltuğundan kalkmak isteyen küçük adamıma, “Bekle,” dedim arabadan inerken. Anında çığlık atmaya başlayınca, “Tamam tamam,” diyerek hızlıca arabanın etrafını dolandım. Dudaklarını büzmüş, dolan gözlerinden yaşları bırakacaktı.
“Bırakır mıyım ben seni hiç? Anne sen olmadan yaşayamaz ki oğlum, asla seni geride bırakmam.”
Küçük kollarını boynuma doladı. Küskünce omzumda iç çekerken yanağını öpüp şapkasını düzelttim. “Üzme beni, ben seni asla bırakmam annem. Sen benim her şeyimsin.”
Yüzünü boynumdan çıkarmadı. Huy olarak aynı bana benziyordu, bütün ilgiyi üstüne istiyor, sadece onu sevelim istiyordu. Bu küslük eminim bir süre devam edecekti. Yüzüme bakmıyordu ama kollarını da omuzlarımın üstünden çekmiyordu. Tekrar yanağını öptüm. Bakışlarımı restoranın girişine çevirdim. İki ay sonra buraya ilk kez geliyordum. Kalbim heyecan ve korkudan titriyordu. Ali bana neden geldin der gibi bakarsa yıkılırdım. Dirayetimi karşısında tutamayıp ağlardım. Umarım üç yılın hatırını silmemişsindir Ali, biliyorum kalbini kırdım, umarım bana kin duyup beni yaralamazsın. Üstelik o kadının olduğu yerde. Eğer böyle bir şeyi yaparsan seni çok severken bu sefer senden nefret ederim. Bunun olmasını ne şimdi ne de sonra istemiyorum.
Restoranının içine girdim. Gerek boğaz köprüsünden gerekte hizmet ve yemeklerden her zaman restoran dolu olurdu. Denizin Dünyası. İsmimi taşıyan bu restoran mavi beyaz Deniz taşlarıyla dekora edilmişti. Boydan boya cam duvarlar, yuvarlak masalar ve üstlerinde beyaz örtüyle iç açıcı duruyordu. Koridordaki duvarların üzerinde küçük küçük mavi sandal resimleri vardı. Âşık olduğum gözlerinin rengini iş yerimde görmekten mutlu oluyorum derdi. Her sabah restorana girdiğinde bu renklerle karşılaştığında hâlâ benim gözlerimi hatırlıyor muydu?
Merdivenleri yavaş yavaş çıktım. “Tamam,” diyen o kadının sesini işittiğim an adımlarım duracakken kendimi silkeleyip koridoru ilerledim. Ali’nin odasına ağır adımlarla yürürken köşeyi dönen kadın beni görünce bir an duracak gibi oldu ama hızla kendini toparladı. Ellerini önünde birleştirip başını eğerek hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. Kısa boylu kilolu bir yapıya sahipti. Saçları kızıla dönük kıvırcıktı. Yanakları onu ne zaman görsem kıpkırmızıydı. Güzeldi, eminim kocası ona âşıktı. Böylesine güzel bir kadının içine kapanık olmasına inanasım gelmiyordu. İçimdeki hastalıklı kadının kulağıma doğru fısıldadığı tehlikeli sözler beni aşırı derece de ürkütüyordu. Toparlanacağım diyerek kendimi sakinleştirmeye çalışırken onun yüzünden daha hırçın olmaktan korkuyordum.
Yanımdan hızla geçip koşar adım merdivenlere indi. Arkasından bakmaktan vazgeçip parmaklarımın tersini kapıya vurdum. Daha önce vurmadan girerdim şimdi bunu da yapamıyordum. Biz birbirimize yabancılaşmaya süratle devam ediyorduk.
“Gel,” diyen kalın tok sesini işitince uzun bacaklarım titredi. Onu deli gibi özlemiştim, sarılıp öpmek için yanan bedenim mantığımı zorlanmadan kenara itiyordu. Hızlanan nefes alışverişlerimi kontrol altına aldım. Kapıyı usulca içeri itip savaşan iç dünyama rağmen sakin adımlarla ferah odanın içine girdim. Kısa bir an başını masadan kaldırıp gözlerimin içine baktı. Yüz ifadesi düzdü. Bendeki bakışlarını oğluma çevirince oturduğu yerden kalkıp oğlum diyerek yanımıza geldi. Çok güzel kokuyordu, özlediğim kokusunu derin derin solurken onu süzmekten de geri durmadım. Bacaklarını saran lacivert kot pantolon kalıplı bedenini sarmalayan buz mavisi gömlek giymiş. Gömleğin kollarını dirseklerine kadar katladığı için buğday teninin üzerinden belli olan ince yeşil mavi damarların üzerinde dolaşmak isteyen parmaklarıma zorlukla hâkim oldum.
“Neden küstün sen?”
Boynumda hâlâ iç çeken oğluma ‘hâlâ mı trip atıyorsun?’ dedim içimden.
“Neden böyle?” diyerek Batuhan’ı kucağımdan aldı. Yanaklarını öpüp masasına ilerlerken üzerimdeki kabanı çıkardım.
“Arabada onu iki saniye bıraktım diye küstü bana.”
Koltuğa oturup sağ bacağımı sol bacağımın üzerine aldım. Siyah kumaş eteğim bu hareketimden yukarı çıkarken ten rengi çoraptan göz önünde duran bacaklarımın üzerinde göz gezdirdi. Gülümseyeceğim an gözlerini çekip oğlumun saçlarını karıştırdı. Şu an ne hissettiğini deli gibi merak ediyordum. Eskiden olsa gözlerindeki kıskançlıkla o eteği bana çıkartırdı. Ben senin kıyafetlerine karışmadım diyordu ama bana olan bakışlarını da aklına getirmiyordu.
“Baba eve.”
“Evimize mi gidelim babacığım?”
“He he.”
“Ama benim çok işim var, sonra gitsek olur mu?”
Dudaklarını büzen Batuhan yere inmek istediğinde kucağından indirdi. Paytak adımlarla ilerken düşmesin diye ayağa kalktım. “Gel bakalım.” Minik elini tutmam için uzattı. Parmağımı ona uzatıp tutmasını sağladıktan sonra koltuğun yanına götürdüm. Oturtmak için eğildiğimde arkamdan homurdanan Ali’nin sesiyle sırıtıp koltuğa oturttum Batuhan’ı.
“Anne eve.”
Eve gitmek istiyordu. Son zamanlarda bunu o kadar çok söylüyordu ki onun adına üzülüyordum. Ali hafta sonları eve götürüyordu ama akşamları yanıma getiriyordu. Onsuz uyuyamayacağımı biliyordu, bunu bildiği halde ben de kalsın diye de ısrar etmiyordu. Boşanırken en çok çocuklar etkileniyordu, oğlum için bu duruma çok üzülüyordum. Kucağıma alarak koltuğa oturdum. Karşımıza gelen Ali koltukların ortasında duran beyaz kare sehpanın üzerine oturdu. Bacaklarını iki yana açıp dirseklerini dizlerine yaslayarak bize doğru eğildi. Batuhan’ın saçlarını severken parmağında duran alyansımız içimi biraz da olsa rahatlattı. Hâlâ orada durması tamamen karanlığa mahkûm olacak olan ruhumu kurtarıyordu.
“Bir süre ben de kalsın, evini özledi.”
Parmağında olan bakışlarımı anında yüzüne çevirdim. Bana bakmıyordu.
“Ben onsuz uyuyamam biliyorsun.”
Batuhan’ı kucağına alıp ayağa kalktı. “Buna alışmalısın, ayrılınca haftanın iki günü ben de kalacak ve bu o, on sekiz yaşına gelinceye kadar böyle devam edecek. Hem ben de özlüyorum onunla uyumayı. Şu an kış olduğu için dışarı çıkamıyoruz ama yazın oğlumla tatile gitmeyi düşünüyorum.”
Yanağımın içini ısırdım. Kaç gün olmayacaklardı? İkisi de giderse ben burada ne yapardım?
“Duramayacağımı biliyorsun.”
“Alışırsın, sen soğukkanlısın.”
Dışım öyle içim değil. Bunu bildiği halde söylemesi hassas ruhumu kırdı. Dilime ve hareketlerime hâkim olmak adına gözlerimi kapatıp açtım. Söz verdiğim gibi tartışmadan ayrılacaktım buradan.
“Biz gidelim, senin işin vardır.”
Başını salladı. Batuhan’a bir şeyler söylerken üzerime kabanımı giydim. Onu kucağıma alacağım an bana vermeden odanın çıkışına yürüdü. Aklımda sadece oğlum varken peşinden ilerledim. Benden önde olduklarından onlara yetişeceğim zaman ayağımın kaymasıyla panikle dudaklarımın arasından çığlık kaçtı. Merdivenleri yuvarlanacağımı düşünüyordum ama karnıma dolanan kolla bedenim geriye doğru çekildi.
“İyi misiniz?”
“Deniz!”
Kalbim korkudan hızlı atıyordu. Karnıma dolanan kol geri çekilmezken telaşla indiği merdiveni çıkan Ali karnımın üzerinde duran kola öfkeyle baktı. Bir anda karnımın üzerinden çekilen kol yüzünden bedenim tekrar sarsılsa da Ali sağ kolumu tuttu.
“Dikkatli olmalısın.”
“Size yetişeceğim derken ayağım kaydı.”
Çatık kaşlarını benden çekip yanımızda dikilen sarışın adama döndü.
“Teşekkür ederim, siz olmasaydınız yuvarlanmıştım merdivenlerden.”
“Dikkatli olun.”
Ali’nin asık yüzünden gözlerini çekmeyen adam merdivenleri indi. Restoranın çıkışına kadar ağır adımlarla gitse de kapıyı açacağı zaman omzunun üzerinden arkasını döndü. Tebessüm edip başını eğip kaldırdığında kolumun üzerinde el sertleşti.
“Kır istersen Ali.”
Öfkeye bürünen yüzü yüzümü bulurken, “Düz ayakkabılarını giysene, yürüyemiyorsun topuklularla,” dedi.
“Topuklu ayakkabılarımdan vazgeçemem biliyorsun, ayaklarıma yakışıyorlar.”
Dişlerini sıktı, hâlâ elinin arasında olan kolumda bu kasılmadan nasibini aldı. Geri durmadım, madem beni hâlâ kıskanıyordu ben de üzerine gitmekten geri durmazdım.
“Ya çocuk kucağında olsaydı, o herif tutmasaydı yüz üstü düşecektim. Başına gelebilecekleri tahmin ediyorsun değil mi?”
“En kötü ihtimal ölebilirdim. Sanırım gözlerim açık giderdi, oğlumun büyüdüğünü göremezdim. Ama sen şanslı olurdun mahkemeyle uğraşmana gerek kalmazdı, direkt dul kalırdın, oğlumda hep seninle olurdu.” Gözlerimle içkilerin olduğu kısımdan bizi izleyen kadını işaret ettim. “Belki yeni bir ailen de olur, hızlı. Hani boşanınca belki hayatına hemen birini almaya utanırsın ama ölünce nasıl olsa bu bir daha olmayacak oğlum da küçük ona bir anne lazım dersin.”
Gözlerinden geçen ateş o kadar küvetliydi ki beni de kendini de yakıyordu. Koluma baskı uygulayarak yüzümü yüzüne yaklaştırdı. Gitmek için bağıran Batuhan’ı bile duymuyordu. Bir koluyla onu göğsüne bastırıyor diğer koluyla beni sıkı sıkı tutuyordu.
“Senin o dilini var ya…”
Alt dudağını ısırdı. Sinirli ve hırçındı. Üst dudağım kıvrıldı. Dilimi alt dudağımın üzerinde gezdirip, “Öper misin?” dedim nefesimi yüzüne üfleyerek. Gözleri ıslak dudağımın üzerinde bir süre oyalandı. Sesini duyacağım şekilde yutkunup başparmağını kabanımın üzerinde hafifçe sürttü. Bu ona yetmemiş olacak ki bedenimi bedenine tamamen yasladı. Göbeğimin altına baskı uygulayan sertliğini hissettiğimin farkındaydı, ona daha açık güldüğümde, “Çok tehlikelisin,” dedi boğuk sesiyle. “Senden korkuyorum, uzak dur benden.” Bütün neşem, hevesim cümlesini bitirdiği an söndü. Dudaklarım dümdüz olurken gözlerimden geçen hayal kırıklığını aynı sert ifadeyle izledi.
“Seni seviyorum oğlum, yarın sabah babaanneye gelip öğlene kadar birlikte oynayacağız tamam mı?”
“Tamam.”
“Aslan oğlum benim.”
Batuhan’ı kucağıma verip yüzüme bakmadan odasına gitti. Beni öyle bir halde bıraktı ki ne adım atacak halim vardı ne de peşinden onu izleyecek. Benden bu kadar uzaklaştığını düşünmüyordum Ali, bana soğuk buz gibi olduğunu ilk kez bu kadar hissettirdin. Boşuna çırpındığımı açık açık yüzüme vurdun. Kendimi o kadar değersiz hissettim ki bütün hücrelerim karmakarışık. Sağ ol, bu gece de uyuyamayacağım, sabaha kadar sözlerini düşünüp kendime acı vereceğim.