4 ay önce
Duyduğum şeylerin gerçek mi yoksa beynimin bir oyunu mu olduğunu algılamakta güçlük çekiyordum. Dinmiş yağmurun yeryüzünde bıraktığı izlere baktım. Gecenin bu karanlık vaktinde ne de güzel duruyordu oysaki. Sanki bir enkazı örtmek için değil de kaybettiğim ruhumu yeniden canlandırmak için buradaydı. Şahı gerçekten de ölecek miydim? Benliğim bunların bir kabus olması için çığlık çığlığa yalvarırken lâl olmuş ağzım tek bir kelime etmemekte ısrarcıydı. Ölüm nasıl bir histi, ölüm benim için nasıl olacaktı? Gözlerimi bir hastane odasında mı kapatacaktım ebediyete? Yoksa geçmişini unutmuş ya da yatağa bağımlı birisi, bir enkazdan geriye kalan parçalar olarak mı kavuşacaktım sonsuzluğa? Babamın bana doğru koşturan silueti her saniye biraz daha bana yaklaşırken ne kadar da sağlıklı görünüyordu. Acaba ölecek bir kız nasıl görünüyordur, bedenim insanların gözünde ölecek bir kız kadar aciz mi görünüyordu. Öleceğimi anlar mı bana bakan her bir göz, bakışları değişir mi her anlayan gözün aciz vücuduma? Acıyarak bakacak onlarca gözü kaldırabilir miydim bu acizliğimle? Yağmurun yağışı ile ahenk oluşturan göz yaşlarım, yağmurun dinmesiyle dinmemiş miydi? O halde şimdi yüzüme boca olan yaşlar kime aitti? Babamın önümde diz çökmesi ve hıçkırıklar eşliğinde bana sarılmasıyla kal gelmiş vücudum bir komut almışçasına sarsılarak ağlamaya başladım. Babamın güven kokan kollarında güvenli limanıma ulaşmıştım şimdi. O halde neyin korkusuydu bu üzerimdeki korku? Babam yanımdaydı benim kahramanım yanımdayken korkmamam gerekmez miydi? Babamın sesini kulaklarım işitiyordu işitmesine ama beynim anlamamak için ısrarcıydı bugün. Ruhum ve beynim yaşadıklarının yorgunluğunu hâlâ üzerlerinden atamamış bir biçimde güçsüzdüler. Bedenimi güvenli limanımda bırakan ruhumla beraber güzel ve ölüm kokulu bir uykuya yattım. Bundan sonra her uykum ölümün eşiğinde olacak, her gecem tanrıya bedenimi bir gece daha sağ bırakması için yalvararak geçecekti, eğer ölürsem de ruhumu bana bağışlamasını isteyecektim sonsuzlukta ruhumdan ayrı kalacak gücü kendimde bulamıyordum. Arafta kalmak ise isteyeceğim son şeydi bedenim sonsuzlukta mutlu olmalıydı.
Gözlerimi açtığımda gün yeni aydınlanmaya başlamıştı annemin tedirgin bakışları coşkuyla bana yöneldi “ahh Nefes! Sonunda Uyandın, o yaptığın da şeyde neydi öyle! Aklımız çıktı” cümlenin sonunda kırgın çıkan sesiyle birlikte bana doladı kollarını. İçli bir şekilde ağlaması kulaklarıma dolarken onu teselli edecek bir kelimem dahi yoktu, ölüm kapınızı çalacağı zaman kelimeler kifayetini yitiriyordu. Geriye kalansa acı bir sessizlikle gelen umutsuzluktu. Bir kaç adım geriye çekilen annemle birlikte okyanus mavisi gözlerim onun benimle aynı tonda olan mavi gözlerine kenetlendi. Bir günde gözündeki tüm ışıltı gidebilir miydi bir insanın, gitmişti annemin gözleri boşlukta olduğunu belli eden bir karanlıktaydı. Ağlamaları gözlerinin bana her değdiği saniye boyunca artarken ona üzgün bakışlar atmaktan başka bir şey yapamadım. Karşımda bir anne vardı, birtanecik evladının ölüm yaşını tutan bir anne vardı, karşımda bir kadın kendi canından çıkardığı canla birlikte kendi canını kaybediyordu,
karşımda bir çift okyanus alevler içinde yanıyordu. Ateş okyanusunu yakar bitirir miydi? Yakıyordu okyanusu çöllere çevirecek derecede yaktı bitirdi bir okyanus gözlerimin önünde yandı, bitti, kül oldu. Ben ise ruhumu kaptırdığım girdabı gözlerimde yaşıyordum. Bir çift alev almış mavi göze bir çift buz tutmuş mavi gözlerim ev sahipliği yaptı. Hayat her şeyin garipliğini insan önüne sunuyordu buda olmaz dediğiniz ne varsa karşınızda bulmanız an meselesi olabiliyordu. Kim derdi ki sabah okula gitmek için evinden gönderdiğin çocuğunun sınırlı kalan ömrünü öğreneceksin aynı gün. Bir gece üzerini öptüğün kızının diğer sabaha ölme ihtimali ile uyuyacaksın her gün. Bedenin yaşayacak belki ama ruhun bu acılara göğüs geremeyerek terk edecek bedenini kim derdi sahiden? Bir kaç gün önce öğrensem saçmalama der gülüp geçerdim şimdiyse bir hikaye yazılıyordu ve başrolü de ben kapmıştım. Hayatım ölümün üzerine kurulmuş bir kumar olacaktı ve her günüm bu kumarın kazananını sayesinde şekillenecekti. Ben içinde küçük bir kız çocuğu taşıyan, umutları, hayalleri, hayatı olan ama ruhunu kaybetmiş birisiydim. Açılan kapıdan giren doktor ve babama kaydı bakışlarım. Babam bir kaç adımda bize yaklaşırken yavaşça annemi kollarına alarak bir kaç adim geriletti. Doktor için açılan yeterli mesafe ile doktor bana gülümseyerek yaklaştı. Buz tutmuş okyanus gözlerim umudun son kırıntıları ile doktorun yaşlı gözlerine çevrildi. Tüm yaşanmışlıkları yaşlı ve yorgun bakan gözlerinden okuyabilirdi bir insan, ne hayatlar son bulmuş ne hayatlar elinde can bulmuştu acaba. Doktorun gülümsemesi ölümün önden gelen habercisi gibi bir hâl almaya Başlayınca aldığım nefes boğazıma takıldı. İlk defa boğazımdan geçip giden nefesin tadını bu kadar net hissettim. Hiç bir nefesin tadı olur muydu? Oluyordu işte aldığım nefes acı bir biber gibi tüm soluk borumu yakarken, gözlerimde kalmış son umut kırıntılarını da ezdim. Kabullenişim bir ızdıraptan çok bir kavuşma gibi içimde yayılırken ölümün soğuk kolları bedenimi sardı. Ona ait olduğumu kulağıma fısıldamaktan bir saniye bile geri durmamıştı. Kurumuş boğazım ile yavaşça yutkunarak yerimden doğruldum, duyacağım acı dolu gerçeklere kendimi adım adım hazırlamaya başlamıştım bile. Doktorun bakışları hiç tanımadığı bir hayatın yok oluşunu izlemenin verdiği acıyla harmanlanmıştı. O acı dolu bakışların sahibi benim değil mi? Ölecek olan kız sıfatıyla anılacak zavallı Nefes bendim. 18 yaşında olan Nefes Yıldız, bir doktor olmak için çırpınan Nefes Yıldız, hayatını romanlara adamış aşkı ve arkadaşlığı orada tatmış, bir dünya da bağlı kalamayarak her bir kitabında kendisine yeni dünyalar yaratan Nefes Yıldız, şimdi ise ruhu oradan oraya savrulan, benliğini hiç bulamadan sonsuza kadar kaybetmiş, geleceği olmayan, geçmişi önemini yitirmiş, şimdisi sadece yokoluş olan Nefes Yıldız’dim. Doktorun konuşmak için boğazını temizlemesi onda olan dikkatleri biraz daha arttırırken bakışlarımı tekrar yorgun ve yaşlı gözlerine çevirdim. Bana sevgi ve şefkatle bakıyordu. Acımak insanlara demek ki bu hisleri yaşatıyordu.
“Merhaba Nefescim, ben Yavuz tedavin süresince seninle ilgileneceğim. Daha doğrusu tedavin boyunca seninle ilgilenecek olan doktorlardan birisiyim” bakışları ne söyleyeceğini bocaladığını belli ederken doktor hızla bunu toparladı. “ öncellikle nasılsın Nefescim? Düne göre biraz daha iyi olduğunu düşünüyorum” yavuz beyin sevecen ve samimî ses tonuna karşılık kuru bir sesle iyiyim demekle yetindim. Buna bozulmayarak gülümsemesini sürdürdü. “ öncellikle sana tedavin hakkında birkaç bilgi vermem gerekiyor. Sanırsam neler olduğunu öğrenmen hem senin hemde bizim işimizi daha fazla kolaylaştıracaktır. Öncelikle beyninde bir tümör var ve maalesef erken müdahale aşamasını geçmiş durumda hemde fazlası ile geçmiş.
” Duyduğum cümleler bizzat benim ölüm fısıltılarımdı. Peki ben nasıl bu kadar sakin bir şekilde ölüm fısıltılarımı dinliyordum? Bilmiyorum varlığımın hiçliğini bilmediğim gibi bunu da bilmiyorum. Doktor bir kaç saniyelik duraklamanın ardından konuşmaya devam etti. “ Bu sebebten ötürü seni acil ameliyata almamız lazım. Fakat ameliyata girmeden önce tüm olasılıkları öğrenmen ve ona göre kararını vermen gerekiyor.” Doktorun susması ile odadaki tek ses dört kişinin gergin soluk alış-veriş sesleri oldu. Doktor elinde bir kağıtla gelen hemşireye yöneltti bakışlarını. Boş bakışlarımı hemşirenin üzerine dikmekten çekinmeyerek ne diyeceğini merak eden bir ifade ile ona bakmaya başladım. Doktorunsa bakışları hayatı boyunca sönen hayatlara tanıklık etmemiş, hatta bizzat ortak olmamışçasına bir panikle hemşiredeydi. Belki de bir çok kıza veya bir çok insana ölüm fermanlarını okumuştu ama yaşına rağmen alışamamış olsa gerekti ki Hâlâ paniği ve hüznü kalbinde hissedebiliyordu. Kadın herkesin onda olan bakışların farkındalığıyla birlikte kâğıda ufak bir göz attı. Kendisinin yapması istenilen görev belki ona da ağır gelmişti, o yüzdendir bu bekleme bilmiyorum. Bazen bir kalp atışı süren, asırlar gibi geçen bir süre hakim olur ortama kimse geçen süreyi hesaplayamamakla birlikte hissedemez bile vücudu atan tek kalp atışını bu yüzdendir ki bir saniye bir ömür gibi gelebilir insana. Bana bir ömür gibi gelen fakat geçmiş olan bir kalp atışı süresi ile birlikte konuşan hemşireye baktım. “Öncelikle Nefes hanım lütfen saydığım şeylerin bir ihtimal, fakat olasılığı yüksek ihtimaller olduğunu unutmayınız ve vereceğiniz kararı bu ihtimaller doğrultusunda veriniz. Lütfen dikkatli dinleyin.” İşte ölüm fermanım kulaklarıma bir kaç saniye içinde çalınacaktı. Boynumda bağlı olan urganın sıkılan uçları nefes almamı her bir saniye biraz daha zorlaştırırken sol gözümden bir damla yaş düştü. Sanki o bir damla yaşın damarları kurumuş kırık dökük kalbime bir yararı olacaktı da kendini feda etmişti. Gözlerim benden Hâlâ bir onay beklemekte olan kadına çevrildi. Sesimi içimdeki boşluğun içinde bulup da tamam diyemiyordum. İçimdeki güçsüzlüğümü dışıma yansıtmayarak ufak bir baş hareketi ile kadını onayladım. “Eğer ameliyat olmayı kabul ederseniz yarın gece acil ameliyata alınacaksınız. Ameliyat esnasında kalbiniz durabilir, beyin kanaması geçirebilirsiniz, veya bitkisel hayata girebilirsiniz. Bu saydığım şeylerin başınıza gelme olasılığı yüzde 33. Eğer doktorlarımız hiç bir komplikasyon gerçekleşmeden tümörü alabilirlerse bir diğer ihtimal de beyne giden damarların kısa süreli tıkanma durumu, bu da sizi ömrünüz boyunca felç bırakabilir. Bu saydıklarım ameliyat esnasında veya sonrasında oluşabilecek komplikasyonlar. Lütfen sükunetinizi koruyun. Sadece olabilecek komplikasyonlardan bahsediyoruz.” Hemşirenin bir felaket tellalı gibi durmadan konuşması ile acıyla kendime baktım, ya ölecektim ya ölecektim. Seçimi bana bırakmışlardı, yaşayarak mı öleceksin, toprağa esir olarak mı öleceksin. Beden bana aitti ruh bana aitti ama can bana ait değildi. Koruduğum bedenim bir saniye de ölüme kavuşabilirdi. Ölümümü seçme hakkı sunmuşlardı bana, ölümü hissetmek mi istersin Nefes, ölümü kabul edip toprağa karışmak mı istersin Nefes? Seçim hakkı ne kadar benimdi? Bir insanın kendi ölümünü seçmesi ne kadar özgür bir seçim hakkı sayılırdı ki? Hayatım ihtimaller üzerine kurulu olacak varlığım bir neşter bir makasa bağlı olacaktı. Ufacık bir sorunda hayatım yok olacaktı yaşayacağım sınırlı süre de bunun bedeli olarak boşa gidecekti. Aciz bedenimden kaldırdığım bakışlarımı annemin acılı her an ağlamaya hazır gözlerine diktim. Bir anne elbet evlat acısını yaşamak istemezdi. Ama ölecek bir insanın ne geçmişi ne de arkasında
bırakacaklarının acısı ilgilendirirdi. “Nefes hanım sizi anlıyoruz, yaşadığınız şeyler kolay değil ama bir seçim yapmanız gerekiyor bunun için lütfen sakın olun.” Yavuz beyin konuşması odadaki matem havasını biraz olsun dağıtırken, etkilenmeyerek doktorun üzerine sabitlediğim bakışlarımla alaycıl bir kahkaha attım. Beni anlamaktan mı bahsediyorlardı. Beni kendim bile anlamazken onlar mı benim hislerimi anlayacaklardı. “Kusura bakmayın biraz komik geldi de, ama gülmem kabalıktı bu sözler her hastaya söyleniyor sonuçta değil mi? Ah bu kadar kötü tesellileri herkesin duyması ne kadar da hoş “ alayım hoşlarına gitmemiş de olsa belli etmeyerek gülümsemeleri ile yüzümde yer edinmiş alaycıl gülümsememi yok ederek somurtkan bir ifade ile bakmaya devam ettim. “Bakın Nefes hanım şu an sizi anlamadığımızı düşünüyorsunuz fakat siz gibi kaç hastamız oldu emin olun elimizden geldiğince sizi anlamaya çalışıyoruz. Lütfen sizde bizi anlamaya çalışın.” Bazı insanların hayatına dokunmuş olmanız onların hayatını görmüş olmanız ne Olursa olsun o kişiyi anlamanızı sağlayamaz. Ölecek birisi kendini anlayamazken birisinin gelip seni anlıyorum demesi ne kadar da utanç verici. Kadının tedirgin ifadesinin Hâlâ üzerinde olması vereceği haberlerin bitmediğini söylüyordu. Gözlerimi kısarak ağzında ki baklavayı çıkarması için hemşireye uyarıcı bir bakış attım. Kadın hızlı bir soluk aldıktan sonra gözlerini benim dışımda her yerde gezdirmeye başladı.
“Nefes hanım tümörün olduğu nokta beynin hafıza görevini üstlenen kısmın neredeyse tamamını kaplamış durumda ve siz ameliyatlardan tamamen hasarsız bir şekilde çıksanız dahi beynin hafıza alanına kullanamayacaksınız, beyniniz içine hapsettiği birkaç bilgiden sonra yeni doğmuş bir bebeğin beyin seviyesine yeniden düşecek malesef bu bir ihtimal değil, emin olduğumuz bir gerçeklik.”
Kadının şeyleri düşünmeye çalıştım her gün gözlerimi açtığımda ‘Kimse’ olacaktım ‘Kimsesiz’ olacaktım beynim benliğimi yok ettiği gibi geçmişimi de yok edecekti ve doyumsuz beynim bununla yetinmeyip elimden bugünümü ve yarınımı da alacaktı. Öldüğümde varlığım insanlar için silinecekti, ölmediğimde ise varlığım benim için silinecekti, kendimi yok etmemek için her gün yeniden yok olmaya hazır mıydım yoksa bir kaybediş bin kaybedişten daha mı tatlıydı ilgiyle bana bakan gözlere gözlere baktım bir tepki istiyorlardı, haklılardı da peki ben tepki vermeye hazır mıydım tepki vermem her şeyi kabullenmem değil miydi?
Bana sunulan iki seçimde beni yok edecekti nasıl bir seçim yapabilirdim ki!
Kadın bir tepki vermeyeceğimi anlamış olsa gerek gayriihtiyari bir şekilde elindeki dosyaya göz gezdirdi, yaptığı hareket tamamen vakit kazanmaya yönelik yapılmış bir hareketten farklı bir şey değildi ağır ağır gözlerini gözlerime dikti “Tabii bir diğer seçeneğiniz bu dosyayı imzalamayarak ameliyatı reddetmek buda sizi bizim gözümüzde ölümü bekleyen hasta konumuna getirecektir. Dün sabah yaşadığınıza benzer bir kan kusma, bilinç kaybı gibi krizleri daha kolay atlatmanızı sağlayacak ilaçlar verebilir ve tümörün büyümesinin artık son raddesindesin de tamamen durması sayesinde de ölümünüzü geciktirmek için bazı ilaçlarda verebiliriz .”Kadının robotik sesiyle kurduğu acımasız her bir cümlede boğazım bir parça daha düğümlendi, düğümlerin yavaş yavaş sıkılması ise yutkunmamı bir hayli zorlaştırdı.
Ona rağmen gülümsedim.
Kadın ömrümün bir kum saatine birkaç fazladan kum atacağını söylüyordu, gülümseyen dudaklarım yavaşça normal haline döndü “ Vereceğiniz ilaçlar ile toplam kaç ay ömrüm kaldı ona göre kendime bir ölmeden önce yapılacaklar listesi hazırlamalıyım.” Söylediğim her bir harf kalbime kızgın bir hançer saplarken aynı hançeri annem de hissetmiş olacak ki aklını kaçırmış bir insan gibi çığlık atmaya başladı babam her zamanki sakinliğiyle böyle bir şeyin olmayacağını açıklamaya çalışıyordu, sanki karşısındaki bir doktor değildi de beş yaşındaki çocuktu onun bu haline gülümsedim ne zaman kendi istediğinin dışına çıkılsa aynı tavrı sergilerdi
“ Bakın Necip bey bu karar tamamen kızınıza ait, şu anda bilinci yerinde ve ucunda ölümün olabileceği bir ameliyatı olup olmamakta özgür bir iradeye sahip lütfen işimizi zorlaştırmayın.” Doktorun bakışları yavaşça bana çevrildi “ Nefesçiğim birazdan bir hemşire ameliyatı kabul etmediğine ve hastalığında sana yardımcı olacak ilaçları kabul ettiğine dair bir form getirecek lütfen onu son kararını verdikten sonra imzala.” Bakışlarımı bir an bile doktorun gözlerinden çekmeden az önce alamadığım cevabı istedim
“Ne kadar yaşayacağım!” Doktor sanki her gün bu soruyla karşılaşıyormuşçasına bir rahatlıkla “Tümör en fazla sekiz ay yaşamana izin verir, ilaçlar ise ne kadar işe yarar bilmiyorum