Bugün büyük gündü. Dağdelen aşireti buraya gelecek ve barış mı yoksa lan davasımı belli olacaktı. Sarvan abim asla kan dökülmesini istemezdi ama Adem ağanın yaptıklarından sonra Sarvan abinin düşüncelerini ben bile kestiremiyordum.
Meryem de tedirgindi sonuçta onun bir çocuğu olacaktı ve kan davası başlarsa Sarvan ağabeyim de dahil aşiretimizin erkekleri kan dökecekti.
Bunun için de Divan kurulmuştu ve her kes Dağdelen aşiretinin konuşmasını ve bizim aşiretin vereceği kararı bekliyorduk.
Taş duvarların arasında otururken yüreğim göğsümden çıkacak gibiydi. Divan odası dolmuştu, herkes konuşuyor, herkes bakıyordu ama ben yalnızca ellerime bakıyordum. Ellerime… oysa ellerim titriyordu. Belki kimse görmüyordu ama ben kendi içimde fırtınalarla boğuşuyordum.
Cihan Dağdelen konuşmaya başladığında, kalbim sanki kulaklarımın yerini aldı. Onun her kelimesi bana ağır bir taş gibi çarpıyordu.
“Barış için… bazı fedakârlıklar yapmaya da hazırız. Senin kuzenin Şeyda’yla benim evlenmem…”
O an dünya başıma yıkıldı. Adımı duyduğum anda nefesim boğazıma takıldı. Sesim çıkmadı, başımı daha da eğdim. Utanç değil… korku değil… yalnızca tarifsiz bir acı vardı içimde. Çünkü ben ömrüm boyunca adımı o cümlede başka bir adamın ağzından duymayı hayal etmiştim. Hep Gökhan’dan. Oysa yıllardır bana hiç öyle bakmamıştı. Ben sevgimi sakladım, kalbimi susturdum. Gökhan bilmedi, bilse de görmedi.
Ama yine de, ne kadar görmezden gelirse gelsin, benim yüreğim hep onun içindi. Ben onun bakışında, omuzlarındaki diklikte, sesindeki sertlikte kendime bir yuva kurmuştum. Ve şimdi o yuvayı Cihan Dağdelen’in dudaklarından çıkan birkaç kelime paramparça etti.
Sarvan ağabeyim ayağa kalktı. Sesinde öfke vardı ama aynı zamanda onur.
“Benim aşiretimin evlatları mal değil, pazarlık unsuru hiç değil. Şeyda da Gökhan da benim ailemdir. İkisi de kendi rızası olmadan kimseye verilmez!”
O sözleri duyunca gözlerim doldu. Ağlamamak için dudaklarımı ısırdım. O an, Sarvan ağabeyim benim yanımdaydı. Beni koruyordu. Bir nebze nefes alabildim. Ama sonra amcam konuştu.
“Kan duracaksa, bunun yolu bazen gönül istemese de bu olur. Hepimiz yaptık, biz de böyle öğrendik…”
amcamın sözleri hançer gibi saplandı içime. Çünkü ben amcamın rızamı düşünmeyeceğini o an anladım. Kendi yüreğim yokmuş gibi, kendi hayatım yokmuş gibi… Beni bir masa başında pazarlığa sürülen bir eşya gibi görüyordu. İçimden sessiz bir çığlık yükseldi ama dilim söyleyemedi.
O sırada gözlerim farkında olmadan Gökhan’a kaydı. Yüzü asıktı, kaşları çatılıydı. İçimden bir ses, “Hayır diyecek,” diyordu. “O izin vermez, o kabul etmez.” Yıllardır sakladığım sevgim, bana bir umut fısıldıyordu. Çünkü kalbim Gökhan’ın gözlerine inanmak istiyordu.
Sonra… o an geldi.
“Kabul.”
Gökhan’ın sesi yankılandı odada. Önce kulaklarım inanmadı. Belki yanlış duydum sandım. Ama gözlerim, gözlerine baktığında gerçeği gördü. Omuzları dikti, sesi kararlıydı.
“Eğer başka yolu yoksa… eğer barış böyle sağlanacaksa… ben razıyım.”
O an dünyam karardı. Nefesim kesildi. Kalbim göğsümden çekilip alınmış gibi oldu. Yıllardır içimde gizli gizli sevdiğim adam… başka bir kadını yaşatmak için benim hayatımı feda etmişti. Gözümden yaşlar süzüldü ama o gözyaşı kalbimde kopan fırtınayı asla anlatamazdı.
Benim gözyaşlarım sessizdi ama o sessizlikte bin çığlık gizliydi. O “razıyım” dediğinde içimdeki umut öldü. Onun için yıllarca sakladığım sevgi, o tek kelimede paramparça oldu. Çünkü Gökhan’ın razılığı, benim yıkılışımdı.
Dünyam o an başıma yıkıldı. Dizlerim titredi, ellerim eteğime kenetlendi. Kalbim, sanki göğsümden sökülüp alınmış gibi boşluğa düştü. İçimden bir feryat koptu ama dilimden tek bir kelime çıkmadı. Gözlerim ona kaydı; kararlıydı. Dudakları çatlamış, gözlerinde bir yorgunluk vardı ama o cümleyi söylerken hiç tereddüt etmemişti.
Yıllardır gizlediğim, içime gömdüğüm, tek bir bakışıyla bile büyüttüğüm o sevgi… bir cümleyle paramparça oldu. Beni hiç görmediğini biliyordum aslında. O bakışların hiçbiri bana değmemişti. Ama yine de kalbim yıllardır Gökhan diye atıyordu. Ona sarılmak, yanında olmak, belki bir gün gözlerinde yer bulmak… işte hepsi o anda silinip gitti. Çünkü o, başka bir kadının hayatını kurtarmak için benim hayatımı elden çıkarıyordu.
Sarvan abi bana bakıyordu, gözlerinde soruyla, umutla. Sanki “Sen hayır de,” der gibiydi. Ama ben… ben hayır diyemedim.
“Ben de razıyım,” dedim.
Ama o söz, dudaklarımdan çıkan bir kabul değil, içimden yükselen bir çığlığın boğulmuş haliydi. Herkes alkış tutar gibi başını salladı, kimisi “Oh be!” dedi, kimisi sevindi. Ama ben o an kendimi uçurumdan aşağı bırakmış gibiydim. Ayaklarımın altından zemin kaymış, bütün dünyam kararmıştı.
Gözlerim doldu. Sessizce süzülen yaş yanaklarımı yaktı. Kimse görmesin istedim ama saklayamadım. O gözyaşı, kalbimin kanıydı sanki.
Divan dağıldığında içimde kocaman bir boşluk vardı. Adımlarım beni nereye götürdü bilmiyorum. Sonra bahçenin arka tarafında Sarvan’la Gökhan’ı gördüm. Sarvan’ın yumruğu Gökhan’ın yüzünde patladı. Keşke o yumruk benim kalbime inseydi, daha az acıtırdı.
Yaklaştım. Onların seslerini duyuyordum ama kelimeleri seçemiyordum. Tek bildiğim, Gökhan’ın benim için değil, başkası için razı olduğu gerçeğiydi. O “evet” başka bir kadının canı için söylenmişti, ama benim gönlüm o sözle ölmüştü.
Birden kendimi tutamadım. Dudaklarım titredi, sesim boğazımdan güçlükle çıktı.
“Sarvan abi…”
İkisi de bana döndü. Adımlarım beni ona, Sarvan abiye götürdü. O gözlerini benden kaçırıyordu, belli ki benim gözyaşlarımı taşımaya gücü yoktu. Ama ben dayanamadım. Sarıldım ona. Başımı göğsüne yasladım, ellerim titriyordu.
“Senin suçun değil,” dedim fısıltıyla. “Kimse beni zorlamadı. Ben kendim evet dedim.”
Yalan söyledim. Çünkü o evet, gönlümün değil; kırgınlığımın sesi olmuştu. Gökhan’a kırılmıştım. Oysa yıllardır kalbimin en kuytusunda taşıdığım tek gerçek oydu: Onu sevdiğim. Ama o… başka birini yaşatmak için beni kurban seçmişti.
O an anladım. Beni hiç sevmemişti.
Ve ben Şeyda Korkmaz… İlk defa bir evetle, bütün hayallerimi toprağa gömmüştüm.
Kalbimde bir tek şey kaldı: Sessiz, derin ve geri dönülmez bir acı.
****
Bir insanın kalbi kaç kere kırılır?
Kaç kere susar kendine, kaç kere görmezden gelir olanı?
Ben kendime ilk kez bu kadar kızgınım.
Ama ondan önce… en çok Gökhan’a.
Çocukluğumun bahçesinde ilk kez koşarken görmüştüm onu. Omuzları dik, sesi gür, bakışları güven doluydu. Bir çocuğun hayal edebileceği her kahramandı benim için. Gökhan.
yengem beni onun yanına gönderirdi, “abindir” derdi. Ama ben hep bilirdim... onu sadece bir abi gibi sevmedim.
Büyüdükçe içimde bir şey büyüdü. Sakladım. Susturdum. Yıllarca gözlerinin içine bakıp tek kelime etmeden sevdim.
Her sabah aynı sofrada oturduk. Yanında biri olsa bile içimden hep “Keşke beni fark etse” dedim.
Ama fark etmedi. Hep başka yerlere baktı. Beni hiç görmedi. Ve ben... ses etmeden bekledim.
Çünkü beklemek, sevmekti.
Çünkü onun yeri gözümde, kendimden bile yüksekti.
Ama bugün...Bugün o sevdiğim adam, bir başka kadının kurtuluşu için benim hayatımı feda etmeyi seçti.Hiç düşünmeden. Hiç sormadan.
Onun için sadece bir "kabul" kelimesiydim.
Bir çözüm.
Bir adım.
Kalbim o an gerçekten sustu.
Sarvan abi gözümün içine baktı, “Razı mısın?” dediğinde...
Hayır demek istedim. Kaçmak, bağırmak, “Ben bunu hak etmedim!” diye haykırmak istedim.
Ama Gökhan kabul etmişti.
Ve ben... onun ardından “Hayır” diyemezdim.
Gururumu onun ayakları altına bırakamazdım.
Kırıldım. Hem de öyle bir yerden kırıldım ki... içimde ne çocukluk kaldı, ne hayal.
“Ben de razıyım,” dedim.
Ama o “razıyım”, bir evet değildi.
Bir vedaydı.
Ben artık onun yanında durmaktan vazgeçtim.
Kalbimdeki o sessiz sevdadan kendi ellerimle vazgeçtim. Toprağa gömdüm.
Ve şimdi... Cihan’la evleneceğim.Onu tanımıyorum.Kimdir, nasıldır, huyu nedir bilmiyorum.Ama ondan bir şey beklemiyorum.
Düşüncelere dalmışken birden kapı açıldı. Meryem kapıyı çalmadan içeri girdi. Onun telaşlı nefesiyle başımı kaldırdım. Gözlerinde endişeyle karışık bir haykırış vardı. Gözlerimi kaçırmak istedim ama yapamadım. Çünkü o, beni en çok anlayan kişiydi bu konakta. Beni ben yapan yaraları en iyi gören oydu.
“Şeyda…” dedi yavaşça, sesi pamuk gibi. “Emin misin?”
O an içimde bir şey titredi. Sanki içimde bir çocuk, elini kaldırıp “Hayır!” diyecek gibiydi. Ama susturdum onu. Kalbimi susturduğum gibi.
“Evet,” dedim. Dudaklarım kıpırdasa da sesim çıkmadı önce. Sonra boğazımı temizleyip yineledim. “Eminim.”
Meryem yaklaştı. Diz çöküp yanımda oturdu. Elimi tuttu. “Bak, seni anlıyorum,” dedi. “Ama sevmediğin biriyle evlenmek... bu, kendini her gün yavaş yavaş öldürmektir.”
Bir an gözlerimi ona çevirdim. Dudaklarım titredi ama kalbim kararlıydı. Çünkü artık kırıklarımı bir başkası tamir edemezdi. Gökhan zaten onları ezip geçmişti.
“Sence bu benim için bir ilk mi?” dedim. “Ben zaten her gün kendimden bir şey kopararak yaşadım. Onu her sabah başkasının yanında görerek sustum. Her gece onun için dua edip, başka bir kadının ismini duyunca gözyaşımı içime akıttım. Bu... bu benim ilk ölümüm değil Meryem.”
Meryem gözyaşlarını tutamadı. “Yine de... senin kalbin başka biri için atıyorsa... yapma,” dedi. “Vazgeç. Bu evlilik dönüşü olmayan bir yol.”
Başımı iki yana salladım.
“Dönüşü zaten yok,” dedim. “Aşiret kararını verdi. Gökhan onayladı. Sarvan abi sordu. Ve ben... susmayı seçtim. Bu saatten sonra dönmek... hem kendi gururumu hem de ailemin onurunu çiğnemek olur. Ben o yıkımı taşıyamam.”
Meryem’in sesi inceldi. “Ama sen bu yıkımın içinde nasıl yaşayacaksın?”
Omuzlarımı kaldırdım. Dudaklarımın kenarına acı bir gülümseme yerleşti.
“Yaşamayı zaten bıraktım, Meryem. Sadece nefes alıyorum artık. O yüzden... kim olduğunun bir önemi yok. Cihan'mış, başkasıymış... fark etmez. Benden hiçbir şey beklemesin yeter.”
Meryem başını önüme eğdi. Elimi daha sıkı tuttu. Ama ne onun sesi, ne gözyaşı… hiçbir şey kararımı değiştiremezdi artık.
Çünkü ben artık Gökhan’ın gölgesinden bile vazgeçmiştim.
Ben... Şeyda.
Bir zamanlar hayal kuran kız değilim artık.
Ben artık bir kararın, bir suskunluğun ve bir veda cümlesinin adıyım.
******
Ertesi sabah her şey daha da gerçekti artık. Konağın bahçesi temizlenmiş, avluya büyük sedirler yerleştirilmişti. Yengem erkenden kalkmış, Şeyma ablaları seferber etmişti. Herkesin yüzünde telaş vardı ama benim içimde garip bir sessizlik hâkimdi. Sanki bütün bu hengâmenin içinde olmamam gerekiyormuş gibi... Sanki ben değilmişim gibi bugün istenilecek olan. Ama bendim. İsteyeceklerdi. Dağdelen aşireti.
Öğleden sonra vaktiydi. amcamla Sarvan abi baş köşeye oturmuştu. Erkek tarafı geldiğinde kapının önünde bir uğultu yükseldi. Omuzlarım dikti, başımı eğdim. O an bütün kadınlar beni izliyordu. Bir ben eksiktim bu sahneden. Ama eksikliğimin kimsenin umurunda olmadığını fark ettiğimde, her şey daha kolaylaştı. Gülümsedim. İçten değil... ama alışkanlıktan.
İstek gerçekleşti. Sözler verildi. Kahveler içildi. Usulen gülümsemeler dağıtıldı. Nihayet gece çöktüğünde herkes yavaş yavaş odalarına çekildi. Ben de koridorun loş ışığında yavaşça yürürken, kendi içimdeki mezarlığın başında dua eden bir kadın gibiydim. O gece, bir ömür sürecek bir suskunluğun ilk gecesiydi.
Ertesi sabah güneş bile yabancı doğdu. Yatağımda gözlerimi açtığımda kapı çalındı. Meryem içeri girdi, gözlerinde çekingen bir ifade vardı. “Şeyda,” dedi yutkunarak. “Bir şey söylemem lazım.” Başımı hafifçe salladım. “Söyle.”
“Gökhan... Dağdelenlerin evine gidecekmiş bugün,” dedi. “Azeyi istemeye.” Gözlerim dalıp gitti. Ne bir acı, ne bir öfke... sadece derin bir boşluk. İçimdeki kırık aynadan yansıyan tek şey, kendimi ne kadar uzun zamandır tanımadığım oldu.
“Ne zaman?” diye sordum, sesi ben bile tanıyamadım. “İkindiye doğru.” Dediğini bitirdiğinde bana doğru bir adım attı, sonra vazgeçti. Gözlerini kaçırdı. “Sen... iyi misin?”
İyi olup olmamam artık kimsenin meselesi değildi. Hele Gökhan’ın hiç. Belki de ilk kez gerçekten bir cevap verdim bu soruya. “Ben... artık hissizim,” dedim. “İyi olmakla kötü olmak arasında fark yok artık benim için. Sadece... bitmesini bekliyorum.”
Meryem gittiğinde odada yalnız kaldım. Ama aslında en kalabalık hâlimdi bu. İçimde eski ben, eski Şeyda... elleriyle beni susturuyordu. “Ne bekliyordun ki?” diyordu. “Aynı kadını iki kez sevmezler Şeyda. Sen sadece geç kalmış bir vedaydın onun için.”
Ve ben o gün... hem bir nişan yüzüğünü taktım, hem de içimdeki son umudu gömdüm.
Şimdi ise elimde yüzük ve yanımda o yüzüğün sahibi Cihan vardı. kimdi o tanımıyordum bile ama evleniyordum. ne saçma değilmi.
Cihan’la yalnız kaldığımızda herkes çoktan dağılmış, avluda kalan birkaç kadın fısıltılarla dedikoduya başlamıştı. Odanın kapısı kapandığında, içimde tuhaf bir sessizlik çöktü. Ne utanma vardı, ne heyecan. Sadece... teslimiyet.
Cihan pencere kenarına yürüdü, ellerini arkasında birleştirdi. Bir süre hiçbir şey söylemedi. Onun suskunluğu bile özenliydi. Ben ise halının desenlerine takılmış gözlerimle düşüncelerimden kaçıyordum.
“Biliyorum bu garip,” dedi sonunda, sesi beklediğimden daha yumuşaktı. “Beni tanımıyorsun, ben de seni... Ama ikimiz de biliyoruz ki bu evlilik bizim için değil.” seni tanımıyorum dediğinde bir garipti. Sanki tanıyordu ama bana söylemek istemiyor gibiydi.
Başımı kaldırmadan sadece başımı salladım.
“İki aşiret yıllardır düşman,” diye devam etti. “Kan döküldü, ocaklar söndü. Bunu durdurmanın yolu, bu evlilikmiş dediler. Kabul ettim. Çünkü artık biri daha ölmesin istedim. Senin de bu yüzden kabul ettiğini biliyorum.”
Ona baktım. Gözleri samimiydi, içten. Ama içimdeki duvarları aşacak kadar değil.
Cihan pencerenin önünde birkaç saniye daha sessiz kaldı. Ardından dönüp yüzüme baktı. Gözlerindeki o yumuşaklık yerini kararlı bir ciddiyete bırakmıştı.
“Şeyda,” dedi, adımı ilk kez bu kadar net ve dolu bir sesle söylemişti. “Bu evlilik, dedikleri gibi kağıt üstünde kalmayacak. Bu sadece bir anlaşma değil. Ben bir eş istiyorum, ev kurmak, aile olmak istiyorum. Bu barışın teminatı da ancak böyle bir evlilikle mümkün olur.”
Sözleri bir tokat gibi çarptı yüzüme. İçimdeki boşluk aniden dolmuş, ağırlaşmıştı. Boğazım düğümlendi, gözlerimi kaçırdım.
“Biliyorum,” dedi, birkaç adım bana yaklaşarak. “Kolay değil. Ama ikimiz de bu yola girdik. Ve ben... yarım bir hayat yaşamam. O yüzden senden de bunu bilmeni istiyorum. Zaman tanıyacağım sana, alışman için, bana güvenmen için. Ama sen de buna hazırlanmalısın.”
Bir anda içimde bastıramadığım bir huzursuzluk yükseldi. Bu evlilikten kurtulmak gibi bir düşüncem hiç olmamıştı belki ama onun bu kadar net olması beni hazırlıksız yakalamıştı. Onun yanında küçülmüş, kafesteki bir kuşa dönmüştüm.
“Bilmiyorum,” dedim fısıltıyla, “Hazır mıyım bilmiyorum.”
Cihan bir adım daha attı ama dokunmadı. Sadece baktı.
“Ben senin sınırlarına saygı duyarım. Ama bu evliliğin içinde kendimi unutarak yaşamam. Bu nedenle seni tanımak, seni eşim olarak görmek istiyorum. Gerçekten eşim.”
Bir an için gözleri parladı, sanki içinde umutla karışık bir sabır vardı. Ama aynı zamanda net bir sınır da çiziyordu.
Ben hâlâ halının desenlerinde kaybolmaya devam ederken, onun bu kadar kararlı oluşu beni ürkütse de… bir yanım da tuhaf bir şekilde huzurluydu.
Hiçbir şey yapmasa bile varlığıyla güven veren bir adamdı Cihan.
Ama… sevgiyle kurulmayan bir evin içine nasıl girecektim?
Kendimi ne kadar hazırlayabilirdim buna?
Odaya ağır bir sessizlik çöktü yeniden. Ama bu sefer teslimiyet değil, düşüncenin sessizliğiydi.
Ve o gün... Cihan odada başka bir şey demeden çıktı.
Ama sözleri duvarda asılı kalmıştı:
“Yarısıyla değil, tamamıyla bir evlilik.”
Beni gerçekten karısı yapacaktı ama ben buna hazır mıydım. Onu kocam olarak kalpten kabul edebilir miyimdim.
Kapı kapandıktan sonra yatağın ucuna oturdum. Ellerim titriyordu. Yüzüğe baktım uzun uzun… Sanki parmağımda duran küçücük bir metal parçası değil, bütün hayatımı boynuna dolamış bir zincirdi.
Cihan’ın gözlerinde yalan yoktu. O barış için gelmişti, gerçekten bir eş için buradaydı. Ama ben? Benim içim çoktan paramparça olmuştu. Gökhan’ın “evet” dediği o an… kalbim hâlâ orada asılı kaldı. Onun gözlerinin içine yıllarca bakıp da sevdiğini söyleyememek, sonra da başka bir kadının yaşaması için beni “bedel” gibi ortaya koyması… işte o an içimdeki her şey öldü.
Ama garip olan, Cihan’ın sözleriyle yeniden dirilmeye zorlanmam. İçimde bir çatışma… Bir yanda kırgınlığım, yıkılışım. Diğer yanda Cihan’ın kararlı ama güven veren varlığı.
Gece boyunca gözlerimi kapatamadım. Konağın avlusundan gelen hafif uğultular, kadınların odalarda fısıldaşmaları, uzaklarda havlayan köpekler… Hepsi bana yabancıydı artık. Sanki kendi hayatımı değil, bir başkasının kaderini yaşıyordum.
Ama sabaha doğru, uyku ile uyanıklık arasında bir an… Cihan’ın sesini duyar gibi oldum zihnimde. “Ben yarım bir hayat yaşamam.”
Ve işte o an fark ettim ki… Ben zaten yarım bir hayat yaşamışım. Gökhan’a yıllarca sessizce sevmek, onun gölgesinde kalmak, sesini çıkarmadan beklemek… hep yarımdım.
Şimdi önümdeki soru şuydu:
Kendimi tamamlamaya cesaret edebilir miydim?
Yoksa ömrümün geri kalanını da başkalarının kararlarıyla sürüklenen bir yarım olarak mı geçirecektim?
Sabah olduğunda Meryem yanıma geldi. Kahvaltıyı zorla önüme koydu. Bir şey yiyemedim. Yüzüme bakınca onun gözlerinde de bir merhamet vardı, ama ben istemiyordum acınmayı.
“Şeyda…” dedi fısıltıyla. “Cihan iyi adam. Belki…” Cümlesini bitirmedi ama gözlerinde söyleyemediği şeyi okudum. Belki bu senin için yeni bir şanstır.