1.Bölüm

1107 Words
1. Bölüm: Yasak Çekim Güneş, İstanbul'un Beykoz semtindeki devasa köşklerin ardından batmak üzereyken, Yüzbaşı Demir Altan, birliğinden çıkıp sivil hayatın karmaşasına karışmıştı. Üniforması, onu kalabalıktan ayıran, ona saygı ve mesafe koyan bir zırh gibiydi. O akşam, özel güvenlik görevi için görevlendirildiği, şehrin en görkemli köşklerinden birine doğru ilerliyordu. Maksim Gorki'nin Ana kitabını cebine sıkıştırmıştı; onun gerçek dünyasından bir kaçış, bir sığınaktı. Köşkün demir kapıları açıldığında, karşısına çıkan manzara, alışık olduğu kışlalardan, tozlu operasyon alanlarından ışık yılı kadar uzaktı. Kristal avizeler, paha biçilemez tablolar ve her biri bir sanat eseri olan antikalarla dolu devasa bir salon uzanıyordu önünde. Görevi, iş adamı Necati Bey'in düzenlediği muhteşem bir charity galasının güvenliğini sağlamaktı. Bu dünya, onun için bir gözlem alanıydi; içinde yer alabileceği bir yer değil.O sırada, merdivenlerden inen biri, Demir'in tüm dikkatini anında üzerine çekti. İsmi Serra'ydı. Necati Bey'in tek kızı, servetin ve beklentilerin varisi. Sırtında, ona muazzam derecede yakışan mavi ipek bir elbise vardı. Ancak Demir'i etkileyen elbisesi veya güzelliği değil, gözlerindeki ifadeydi. O kristal berraklığındaki mavi gözlerde, derin bir melankoli ve adeta altın bir kafeste sıkışıp kalmış bir kuşun yabancılığı okunabiliyordu. Gülümsüyor, misafirlerle kibarca sohbet ediyordu, ama Demir, yılların askeri eğitiminin verdiği gözlem yeteneğiyle, o gülümsemenin ardındaki hüznü görmüştü.Gecenin ilerleyen saatlerinde, balkonda yalnız başına durmuş, şehrin ışıklarını izliyordu. İçerideki kalabalıktan, piyano seslerinden ve sohbetlerden bir kaçıştı bu. Demir, rotasını kontrol ederken onu orada gördü. Protokolü hiçe sayarak yanına yaklaştı."Her şey yolunda mı, hanımefendi?" diye sordu, resmiyetle. Serra, irkilerek arkasını döndü. Gözleri hafifçe kızarmıştı. "Evet, teşekkürler. Sadece... biraz nefes almak istedim." "Kalabalık bazen bunaltıcı olabiliyor," diye onayladı Demir, alışılmadık bir içtenlikle.Kısa bir sessizlik oldu. Serra, onun üniformasındaki rütbelere baktı. "Siz... siz normal korumalardan farklısınız." "Yüzbaşı Demir Altan," diye kendini tanıttı. "Geçici bir görev için buradayım."İçeriden gelen bir vals müziği duyuldu. Serra, içeriye doğru bir göz attı. "Hiç vals yapmayı öğrenmek zorunda kaldınız mı, Yüzbaşı? Beni onunla dans etmek isteyen yüzlerce 'uygun' adamdan korumak gibi bir göreviniz var mı?" Sorusunda hafif bir ironi vardı.Demir, dudaklarında küçük bir gülümsemeyle, "Hayır, hanımefendi," dedi. "Benim görevim sadece fiziksel tehditlere karşı korumak. Sosyal ıstıraplara karşı değil."Bu beklenmedik dürüstlük, Serra'nın yüzünde gerçek bir gülümseme belirmesine neden oldu. O anda, içerideki müzik değişti. Daha yumuşak, daha dokunaklı bir melodi başladı."Peki," diye fısıldadı Serra, cesaretini toplayarak. "Fiziksel tehdit oluşturmadığım sürece... Bir dans, bir kaçamak olamaz mı?"Demir, bir an için tökezledi. Bu, kuralları aşan bir teklifti. Protokole, görev tanımına, hatta onların arasındaki uçuruma tamamen aykırıydı. Ama Serra'nın gözlerindeki o saf, yardım isteyen ifadeye hayır diyemedi."Bir kaçamak," diye onayladı, sesi alçak ve ciddi. "Sadece bir dans."Balkonun loş köşesinde, iki dünya çarpıştı. Serra'nın ipek elbisesi, Demir'in sert üniformasına değiyordu. Onu kollarına aldığında, Serra'nın hafifçe titrediğini hissedebildi. Adımlar mükemmel değildi, ama önemli de değildi. O birkaç dakika boyunca, Serra bir kraliçe gibi değil, sadece bir kadın gibi hissetti. Demir ise bir asker olarak değil, sadece bir erkek. Müzik bittiğinde, gerçeklik aniden geri döndü. Demir, nazikçe geri çekildi. "Teşekkürler, hanımefendi," dedi, resmiyetine geri dönerek. "Ben teşekkür ederim, Yüzbaşı," diye fısıldadı Serra, yanakları hafifçe kızararak. O gece Demir, köşkün kapısından çıkıp sıradan hayatına döndüğünde, zihninde bir tek o kısa dansın anısı vardı. Serra ise, yıldızlı gökyüzünün altında, hayatında ilk kez gerçekten güvende hissetmişti. İki paralel evren, kısa bir an için kesişmiş ve sonsuza kadar değişmişti.Bu, sadece bir dans değil, bir başlangıçtı. Ve her ikisi de, o andan itibaren hiçbir şeyin aynı olmayacağını biliyordu. Gala gecesinden sonraki haftalar, Demir için sıradan bir tempoda geçmeye devam etti. Ancak zihni sürekli o balkondaki dansa, Serra'nın gözlerindeki o saf ışıltıya dönüyordu. Üniformasının düğmelerini iliklerken, cebindeki telefonu kontrol etmekten kendini alamıyordu. Bir mesaj, bir işaret... Belki de her şey bir hayalden ibaretti. Serra ise köşkte, aynı hislerle boğuşuyordu. Ressam ruhu, her fırça darbesinde Demir'in yüzünü çizmek istiyordu. Babası Necati Bey, onu iş ortaklarından birinin oğluyla tanıştırmak için ısrar ediyordu. "Kızım, bu adam senin için mükemmel. Harvard mezunu, ailesi çok zengin..." diyordu. Serra ise içinden, "Ama o beni hiç balkonda dansa kaldırmaz," diye geçiriyordu. Bir öğle sonrası, Demir'in telefonu çaldı. Numara özel bir hataydı. Açtığında, nefesini tuttu. "Yüzbaşı Demir Altan," dedi, mesleki içgüdüleriyle. "Yüzbaşı... Benim. Serra." Sesinde hafif bir titreme vardı. "Sizi görmem... sizinle konuşmam gerekiyor. Çok önemli." Demir, bir an tereddüt etti. Bu, tüm kuralları çiğnemek demekti. Görevi, protokolü, her şeyi riske atmak... "Nerede?" diye sordu, sesi istemeden alçalarak. "Babanın Boğaz'daki eski yalısında. Bugün saat beşte. Kimse yok." Ve telefon aniden kapandı. O saat beşte, Demir sivil kıyafetlerle yalının önündeydi. Burası, şehrin göbeğinde kaybolmuş, terk edilmiş bir zarafet abidesi gibiydi. Kapı açıktı. İçeri girdiğinde, tozlu perdelerin arasından süzülen ışık huzmeleri, havada uçuşan toz parçacıklarını aydınlatıyordu. Serra, büyük pencerenin önünde duruyordu. Sade bir kot pantolon ve beyaz bir tişört giymişti. Onu ilk kez bu kadar 'gerçek' görüyordu Demir. "Niye buraya çağırdınız beni?" diye sordu, içerideki sessizliği bozarak. Serra, yavaşça döndü. Yüzü ciddiydi. "Çünkü o geceden beri sizi düşünmekten başka bir şey yapamıyorum. Ve biliyorum ki bu çılgınca. Ama... siz hiç beni düşündünüz mü?" Demir, ne diyeceğini bilemedi. Askeri eğitimi, onu duygularını bastırmak üzere şekillendirmişti. Ama Serra'nın karşısında, tüm o duvarlar yıkılıyordu. "Her an," diye itiraf etti, sesi kısık. "Ama bu... bu olmamalı. Ben bir askerim. Siz ise..." "Ben ise ne?" diye atıldı Serra, bir adım yaklaştı. "Babamın kızı mı? Zengin bir mirasçı mı? Peki ya ben kim olmak istiyorum, hiç sordunuz mu?" Aralarında sadece birkaç santim kalmıştı. Demir, Serra'nın gözlerindeki okyanusun derinliklerinde kayboluyordu. Kalbi, göğüs kafesinden çıkacakmış gibi atıyordu. "Ben... sizi korumakla görevliydim," diye mırıldandı. "Peki ya şimdi?" diye fısıldadı Serra, dudakları Demir'inkine o kadar yakındı ki nefesleri birbirine karışıyordu. "Şimdi neyle görevlisiniz?" O anda, Demir'in tüm iradesi çöktü. Ellerini Serra'nın yüzüne götürdü, parmak uçlarıyla onun yanaklarını okşadı. Cildi ipeksi ve sıcaktı. "Şu an," diye fısıldadı, "sadece sizinle olmakla görevliyim." İlk öpüşleri, bir patlama gibi değil, bir fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Yavaş, keşfedici, her anıyla kutsanmış bir temas. Demir, Serra'nın dudaklarında kendini buldu. Serra ise, Demir'in kollarında, hayatında ilk kez özgür hissetti. Ama gerçeklik, hızla kapıyı çaldı. Dışarıdan bir araba sesi geldi. Serra'nın gözleri dehşetle açıldı. "Babam!" diye fısıldadı. "Araba sesinden tanırım. Buraya gelmemeliydi!" Panik içinde, Demir'i arka kapıya doğru itekledi. "Lütfen, gidin! Beni sakın aramayın! Sizi ararım!" Demir, son bir kez ona baktı, sonra arka kapıdan süzülüp dar sokakta kayboldu. Necati Bey içeri girdiğinde, Serra'yı tozlu bir sandalyede otururken buldu. Elleri titriyordu. "Kızım, burada ne yapıyorsun? Seni her yerde aradım!" "Bir... bir proje için eski eşyalara bakmaya gelmiştim baba," diye yalan söyledi, sesi mümkün olduğunca sakin çıkmaya çalışarak. Necati Bey, etrafa şüpheyle baktı. "Buraya senin geldiğini gören oldu mu?" "Hayır," diye cevapladı Serra, yere bakarak. "Kimse görmedi." Ama ikisi de biliyordu ki bu bir yalandı. Ve yalanları, onları birbirlerine daha da bağlayacaktı. O gece, her ikisi de ayrı yataklarında, aynı düşünceyle uykuya daldı: Bu yasak çekim, hem kurtuluşları hem de mahvoluşları olabilirdi. Ve artık geri dönüş yoktu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD