28 Temmuz 2025 – Saat: 16.04 – Sadık’ın Sokağı
Bugün saatleri sayıyorum. Dakikalar geçtikçe içimde bir şey kıpırdıyor. Önce ne olduğunu anlayamadım ama şimdi biliyorum: Bekliyorum.
Sadık sabah, “Bugün biri gelir,” demişti.
İçimde o yabancı his var. Birinin sana ihtiyacı olduğunu bilmiyorsun ama kalbin sabırsızlanıyor ya… işte öyle bir şey.
Parkın yanındaki küçük banka oturuyorum. Solumda duvara tebeşirle çizilmiş çocuk resimleri var. Bazıları silinmiş, bazıları üst üste binmiş. Her çizgi bir çocuğun yalnızlığı gibi. Kafamı kaldırıyorum, sokaktan insanlar geçiyor ama kimse bana bakmıyor. Zaten uzun zamandır kimse bakmıyor. Ama bugün ben bakıyorum. Görmeye çalışıyorum. Çünkü ilk kez benden başka biri için tetikteyim.
Tam o anda köşe başından biri koşarak geliyor. Küçük biri.
Çocuk.
8 ya da 9 yaşlarında.
Yanakları kirli, gözleri panikle dolu.
Çarpışacağımız anı zar zor önlüyorum.
“Hey!” diyorum.
Çocuk duraksıyor ama korkuyla geriye sıçrıyor.
“Anne!” diye bağırıyor. “Anne?!”
Sağa sola bakıyor.
Gözleri yaşla dolu.
Diz çöküyorum. Yavaşça.
“Hey, tamam. Sakin ol. Kayboldun mu?”
Başıyla evet diyor ama sesi çıkmıyor.
Gözyaşları kirli yüzünde yeni yollar çiziyor.
“Adın ne?”
“Arda...” diyor kısık bir sesle.
“Nerede gördün anneni en son?”
“Kalabalıktı… elimden tuttu… sonra birden... birden bıraktı. Kalabalığın içinde yok oldu.”
Etrafıma bakıyorum. Sokakta bir telaş yok ama çocuk çırpınır gibi.
Sadık’ın sesi içimde yankılanıyor:
“Birine yardım etmen gerekebilir.”
Ve işte burada, önümde bir çocuk.
Kaybolmuş.
Terk edilmiş değil, ama kayıp.
Tıpkı bir zamanlar benim olduğum gibi.
Cebimde Sadık’ın sabah verdiği üç buçuk lira var. Önemi yok. Bu çocuğu birine teslim etmem lazım. Bir polise, bir esnafa, bir çay ocağına… Ama önce sakinleşmesi gerek.
“Bak, Arda. Ben Emir. Şimdi birlikte anneni arayacağız. Ama önce bir çay içelim olur mu? Sonra birlikte birini buluruz.”
Çocuk kararsız. Güvenmiyor. Ama bir yandan da umudu kalmamış gibi. Sanki “tamam, artık böyle biriyle kalacağım” diye razı olmuş.
Elimi uzatıyorum.
Ve o da küçük eliyle tutuyor.
İşte o an, bir şey oluyor.
İlk kez bir el bana “sen varsın” der gibi dokunuyor.
Bu çocuk bir el değil, bir ayna gibi.
İçimdeki küçük Emir'e dokunuyor.
Yıllar önce kendi kaybolmuşluğumu hatırlıyorum.
Kimse elimden tutmamıştı.
Şimdi ben birinin elini tutuyorum.
Bu ilk yardım sadece ona değil, bana da.
Beraber Sadık’ın simit tezgahına dönüyoruz. Sadık yok. Ama tezgah hâlâ yerinde. Demlik sıcak. Çay hazır.
Kafamı kaldırınca Sadık’ın hemen karşıdaki gölgede bizi izlediğini görüyorum. Gülümsüyor. Başını hafifçe eğiyor.
Onay veriyor.
O her şeyi anlamış gibi.
Ben hiçbir şey sormuyorum.
O hiçbir şey söylemiyor.
Ama aramızda bir şey geçiyor.
Bir bilme hali.
Bir sezgi.
Arda’yla birlikte yere oturuyoruz. Ona bir çay, bir simit veriyorum. Küçük dişleriyle ısırıyor ama hâlâ ürkek.
“Beni bırakma olur mu?” diyor bir anda.
Yutkunuyorum.
“Bırakmam,” diyorum. “Ama anneni bulmamız lazım.”
Elim telefona gidiyor. Ama telefonum yok. Zaten aylar önce bozulmuştu. Sadık yanımıza geliyor. Elinde küçük bir eski tuşlu telefon.
“İstersen polisi arayalım,” diyor.
Başımı sallıyorum.
Arda’nın omzuna elimi koyuyorum.
“Senin anneni bulacağız.”
Sadık 155’i arıyor. Kısa süre içinde bir ekip geleceğini söylüyorlar. Arda, korkuyla bana sarılıyor.
O an sadece elimi değil, tüm bedenini bırakıyor bana.
Bir yetişkin gibi değil.
Bir çocuk gibi.
İhtiyacı olan gibi.
Onu bırakmıyorum.
Yirmi dakika sonra polis arabası sokağa giriyor. İçinden iki memur iniyor. Arda’nın ismini duyar duymaz şaşırıyorlar.
“Annesi deliye dönmüş,” diyor biri. “Yarım saattir arıyoruz.”
Arda onlara gitmek istemiyor. Beni bırakmıyor.
“Beraber gidelim,” diyor.
Polis memuru bana bakıyor.
“Gelin isterseniz. Yakın zaten.”
Arda’yla birlikte araca biniyoruz.
Ben arka koltukta, o yanı başımda. Elimi bırakmıyor.
On dakika içinde kalabalık bir meydanda duruyoruz.
Bir kadın koşarak araca yöneliyor.
Üstü başı dağılmış, gözü yaşlı.
Arda'yı görünce feryat ediyor.
“Arda!”
Çocuk annesini görünce önce duruyor. Sonra sessizce kucağına atlıyor.
Ben o an kendimi fark ediyorum: elim boş.
Elini bırakmışım.
Ama içim dolu.
Çünkü ilk kez birinin elini tutmayı başarmışım.
O da tutmuş beni.
Anne, bana teşekkür etmek istiyor ama kelime bulamıyor.
Ben de sadece başımı eğiyorum.
Polis memurlarından biri Sadık’ı soruyor.
“Her gün biri için bir şey yaparmış. Bugün sıra sende demişti bana sabah,” diyorum.
Gülüyorlar.
“Sadık mı? O zaten bu mahallenin gölgeli meleğidir.”
Yine sokaktayım.
Ama ilk kez yalnız hissetmiyorum.
Gökyüzüne bakıyorum.
Güneş tepede.
Bir çocuk gözyaşını silmiş.
Ben de içimdeki boşluktan bir parçayı söküp yerine başka bir şey koymuşum gibi hissediyorum.
İnsan iyileşir mi?
Bilmiyorum.
Ama iyileşmeye başlamanın bir anı vardır.
Ve sanırım benimki bu gündür.
Bir el tuttuğum gündür.