29 Temmuz 2025 – Sabah 07.52 – Sadık’ın Sokağı
Yeni bir gün. Ama farklı. Artık sabahları uyandığımda midemin sesi kadar kalbimin sesi de geliyor. Belki hâlâ kalacak yerim yok. Belki hâlâ üstüm başım yırtık dökük. Ama bu sabah, dünle aynı değil.
Sadık’ın tezgâhı yerli yerinde. Dumanı tüten çaydanlık, kızarmış simitlerin kokusu… Sokağın sabit yıldızı gibi.
“Günaydın Emir,” diyor Sadık.
Sesinde alışılmış o dinginlik var. Ne eksik ne fazla.
Gülümsüyorum. “Günaydın Sadık Amca.”
Masalara tabureleri dizmeye yardım ediyorum. Artık sormadan yapıyorum. Ellerim öğrenmiş. Kalbim de.
Sadık bana çay koyarken bir anda içimden geçen bir merakı tutamıyorum.
“Sadık Amca… Sen nerelisin?”
Çay bardağını bir an tutuyor öylece. Sonra bardağı bırakıp gözlerimin içine bakıyor.
“Zor soru,” diyor. “Ama cevap basit. Bir zamanlar Harran’da kervan beklerdim. Gölgeydi sıcaktan kıymetliydi o zaman…”
Bir şey söyleyemiyorum. Harran. Kervan. Gölge.
Bu cevap bir kök vermiyor. Aksine, dalları gökyüzüne uzanan bir bilmece gibi. Sadık, sanki her yerdenmiş. Her zamandan. Ama hiçbir zaman tam burada değilmiş gibi.
O çayı içmek, bir soruya cevap vermek gibi geliyor bana. Bardağı kavrıyorum. Bir yudum.
Boğazımda sıcaklık değil, sanki eski bir anı süzülüyor.
Bir zamanlar bir gölgenin kıymetini unutan ben, şimdi sabahın gölgesinde yaşıyorum.
Saat ilerlerken Sadık usulca yanaşıyor.
“Elimde bir iş var. Gece işi. Kabul edersen seni öneririm.”
Gözlerim açılıyor. “Ne işi?”
“Bir inşaatta gece bekçisi aranıyor. Geçici. Ama kalacak yerin olur. Üstüne de üç kuruş veriyorlar.”
Bir an tereddüt ediyorum.
Karanlık, yalnızlık, sesler…
Ama sonra Sadık’ın sesi içimi delip geçiyor:
“Her iyiliğin ardından bir sınav gelir.”
Kafamı kaldırıyorum. “Kabul ederim.”
Sadık başını eğiyor.
“Güzel. Notumu aldım.”
O gün öğlene kadar sokakta dolanıyorum.
Kendimi hafif hissediyorum.
Ama bir an...
Bir şey değişiyor.
Sanki biri beni izliyor.
Sırtımda bir bakış var. Soğuk bir el gibi.
Geri dönüyorum.
Hiçbir şey yok.
Ama sonra... gözüm bir pencereye takılıyor.
İnce, uzun bir kadın silueti.
Karanlıkta yüzü seçilmiyor. Ama hissi seçiliyor.
Melis.
Kanım çekiliyor.
Bu kadın, gölge gibi.
Ama Sadık’tan farklı.
Sadık’ın gölgesi serin.
Melis’in gölgesi karanlık.
Gözlerimi kaçırıyorum.
Ama içimde bir soru:
“Yine mi başlıyoruz?”
Gece – 23.14 – İnşaat Alanı
Koca bir iskeletin ortasında yalnızım.
Gece. Rüzgar çelik çubuklara çarpıyor.
İnşaat yarım bırakılmış gibi.
Ya da başlamak için beni beklemiş.
Küçük bir kulübe, içinde masa, termos, bir battaniye.
Burada sabaha kadar durmam gerekiyor.
Bir çalının hışırtısı, bir sıçrayan kedi, rüzgarda savrulan naylon…
Ama beni asıl rahatsız eden şey, içimde yankılanan o ses:
“Melis burada mı?”
Saçma.
Ama his gitmiyor.
Gece ilerliyor.
Saat 01.03.
Gölgeler uzun.
Tam o anda…
Yukarıdan bir tıkırtı geliyor.
Yavaşça merdivenlere yöneliyorum.
Yükseldikçe karanlık yoğunlaşıyor.
İkinci kat.
Boşluk.
Sessizlik.
Ve sonra… bir fısıltı.
“Yine kaçıyor musun Emir?”
Donup kalıyorum.
Melis’in sesi.
Ama nerede?
Yukarı mı? Aşağı mı? Rüzgar mı? Delilik mi?
Arkamı dönüyorum.
Kimse yok.
Ama koku...
O bildik parfüm...
Yasemin ve demir.
Titriyorum.
Bu bir sınav.
Sadık söylemişti.
Ellerimi yumruk yapıyorum.
“Burada değilim senin için Melis,” diyorum usulca.
“Ben başka bir yoldayım artık.”
Ve o anda...
Sadece sessizlik kalıyor.
Sabah 06.45 – İnşaat Kulübesi
Uyanıyorum.
Yerde battaniyeye sarılmışım.
Korku gitmiş.
Ama yorgunluk değil.
Karanlığa bakmış bir adamın uykusu gibiyim.
Derin. Sessiz. Ağır.
Kalkıyorum.
Gökyüzü gri.
Ama sabah ışığı başka.
Daha net.
Daha keskin.
Melis gerçekten orada mıydı?
Bilmiyorum.
Ama artık kaçmamaya başladım.
Sadık haklıydı.
Her iyilikten sonra bir sınav gelir.
Ve bazen en büyük sınav, karanlık değildir.
Kendi gölgendir.