3.BÖLÜM: “HUZUR”

2066 Words
Karanlık bir geceden güneşli bir güne araladım gözlerimi. Uzandığım koltukta yan tarafa doğru dönerken karşımdaki koltukta uyuyan Uygar'ı görmem saniyelerimi almıştı sadece. Kendimi gülümsemekten geri alamamıştım çünkü bu harika bir döngüydü. Gece gözlerimin gördüğü son şey onun yüzü, sabah gözlerimi açtığımda gördüğüm ilk şey onun yüzüydü. Mutluydum çünkü düzenli hayat denen şeyi yaşamaya başlamıştı O artık. Kendim için değil onun için mutluluktan kahkahalar atasım geliyordu bazen. Artık gece yattığı gibi uyuyor, sabah vaktinde uyanıyor ve güzel bir kahvaltı faslından sonra işe gidiyordu. Tabii, işe gitmeden önce bazen beni sinirlendirip evden öyle gidiyordu ama bunu yapmasını bile seviyordum.  Gülümseyerek yattığım yerden kalkıp banyoya doğru ilerledim ve yüzümü soğuk suyla yıkayıp aynaya baktım. İnsan mutlu olduğu zaman neden kendini bir başka görüyordu? Gözlerim ışıldıyordu ve yanaklarım kızarmıştı. Yüzümdeki küçük tebessüm daha da fazla gülmeme sebep olmuştu.  "Neden kendi kendime gülüyorsam.." diye mırıldandım kendi etrafımda dönerek mutfağa doğru ilerlerken. Ayağım ev terliklerinden birine takılıp yere düştüğümde tekrar gülmüştüm. Bu terlikleri buraya Arda'nın koyduğuna emindim. Zaten hiçbir zaman yerine koymamıştı ki. Uygar böyle değildi. O neyi nereden aldıysa oraya bırakır, masada yamuk birşey görürse düzeltir, yastıklar bozulursa onları da düzeltir ve bazen sırf bana inat olsun diye de gardolabı dağıtırdı. Hem de düzensizlikten nefret etmesine rağmen.  Bunları bir kenara bırakıp mutfağa geçtim ve kahvaltı hazırlamaya başladım. Uygar işe başladığından beri mutfakta yetenekli biri olmaya başlamıştım. Evde yapacak bir işim olmuyordu ve Öykü yeni bir yemek, tatlı tarifi bulup bana getiriyordu. Bende canı çektiği için yapıyordum ama bir yandan da bu konuda oldukça bilgilendiğim için mutluydum.  Uygar sabah kahvaltısında çay içerdi, bende portakal suyu. Ne yaparsam yapayım çay içmeyi bir türlü sevememiş ve alışamamıştım. Alışmaya da niyetim yoktu çünkü portakal suyu bana yeterli geliyordu. Kahvaltı masasında son dokunuşlarımı yaptıktan sonra gözlerimi buzdolabının yan tarafında duran gri saate çevirdim. Tam tamına 43 dakikada hazırlamıştım. Sanırım biraz yavaş hareket ediyordum ama savaşa gider gibi kahvaltı hazırlamaktan hoşlanmıyordum.  "Uygar!" diye bağırdım gülerek mutfaktan salona doğru koşarken. Uygar'ın uyuduğu koltuğun karşında durduğumda yüzümdeki gülümseme silinmişti. Neden burada değildi?  "Ne yani haber vermeden öylece gittin mi?" diye mırıldandım boş olan koltuktan gözlerimi alamayarak. Ne kadar yoğun olsa da bana sadece gidiyor olduğunu bile söyleyecek vakti olmamış mıydı gerçekten? Boş koltuğa gözlerimi ayırmadan bakmam çalan kapı ziliyle bölünmek zorunda kalmıştı. Büyük ihtimalle Arda işe gidiyordu ve Öykü'yü buraya getirmişti. Gözlerimi koltuktan alıp kapıya doğru ilerlemeye başladım. Beni hayal kırıklığına uğrattığı için Uygar'ı işten gelince fena halde pataklayacaktım.  "Hoşgeldin, Öykü." dedim kapıyı aralarken.  "Eyvallah güzelim, ben Uygar."  Dikkatle bakmadığım için karşımdakinin Öykü değilde Uygar olduğunu fark etmem saniyelerimi almıştı. Ama Uygar'ın burada ne işi vardı ya da Uygar'ın dışarıda ne işi vardı?  "Nereye gittin hiç haber vermeden.." dedim kısık bir sesle kenara doğru çekilip içeriye geçmesini izlerken.  "Uykunda bunu sayıklayıp durdun." dedi mutfağa geçtiğimizde masanın üzerine elindeki poşeti bırakırken. Ben mi sayıklamıştım? Sanırım Öykü yüzünden hayatımın geri kalanında yemek sayıklayacaktım. Merak edip Uygar'ın masaya bıraktığı poşete doğru ilerledim ve açıp içinde duran güzelliğe baktım. Waffle. Çok severdim ama uykumda sayıklayacak kadar sevdiğimi bilmiyordum doğrusu.  "Teşekkür ederim." dedim Uygar'a doğru dönüp tüm dişlerimi göstererek gülerken. Uygar, elindeki su bardağını dudaklarına götürüp bardaktaki tüm suyu içtikten sonra tezgaha yaslanıp bana baktı.  "Teşekkür etme, ye." dedi bardağı tezgahın üzerine bırakırken. Ona onaylayıp başımı salladıktan sonra sandaliyeye oturup birşeyler yemeye başlayacaktım ki birden havalandığımı hissettim.  "Bana yakın ol, seni izleyim. Tüm gün göremiyorum." dedi sandaliyemi masanın başındaki sandaliyenin yanına bırakırken. Evet yanımdaki sandaliyeye oturmak yerine beni havada uçurup kendi sandaliyesinin yanına götürmüştü. Çünkü O Uygar'dı. Ben Uygar olsam bende öyle yapardım. "Hiç üşenmeden gidip bunu aldığına inanamıyorum, Uygar." dedim gülerek portakal suyunu dudaklarıma doğru götürürken. Beni böyle güzel düşünmesi o kadar hoşuma gidiyordu ki, masanın üzerinden ona doğru zıplayıp yüzünü sevmek istiyordum.  "Sana iyi bakmam gerekiyor, değil mi Su?" dedi elindeki çatalı bırakıp, parmaklarını başıma doğru götürüp saçlarımı severken. Cevap vermek yerine gülümsemiştim ama onun yüz ifadesi hâlâ aynıydı.  "İyi bakmalıyım ki boyun uzasın."  Söylediği şeyle gülümsemem yüzümde donarken bu sefer o gülümsemişti. Yüzümü asıp elini başımdan çektim ve ona gözlerimi kısarak baktım. Bu adamın benimle derdi neydi tam olarak?   "Uğraşma benimle." diye söylendim bardağımda kalan portakal suyunu da hızla dikip sinirle içerken. Uygar'a yandan bir bakış attığımda gayet rahat bir şekilde kahvaltısına devam ettiğini görmüştüm. Pek iştahım da yoktu zaten, biraz da olsa tatlı yediğim için iştahım kesilmişti. Elimdeki bardağı masaya bırakıp sandaliyemi geriye doğru ittirdim, çıkan sesle Uygar'ın bana baktığını hissetmiştim ama ona bakmadım. Sandaliyeyi masaya doğru yaklaştırıp mutfağın kapısına doğru ilerleyecekken masada bir hareketlenme oldu ve Uygar bir kaç adımla yolumu kesip gülerek yüzüme baktı.  "Sinirlenince çok güzel oluyorsun." dedi aramızdaki boy farkını hatırlatır gibi başını bana doğru eğip yüzüme bakarken. Bu güzel yüzüne bakınca sinirimin geçeceğini falan mı düşünüyordu? Hayır yani öyle düşünüyorsa kesinlikle haklıydı.  "Sinirli olduğumu nereden çıkardın? Neden sinirlenecek mişim? O kadar basit şeye, sırf bana kısa boylu olduğumu söyledin ve bununla dalga geçtin diye sinirlenmem mi gerekiyor?" dedim nefes bile almadan hepsini ard arda sıralamaya başladığımda.  "Evet." dedi Uygar, cümlemin bitmesini bekleyip daha sonra kısa bir cevap vererek. Yüzüme zaten oldukça yakın olan yüzü git gide daha da yaklaşırken gözlerim gülümsemesine takılı kalmıştı. Keşke her zaman böyle gülseydi ve benim de tek işim sabahtan akşama kadar onu izlemek olsaydı.  Gülümsemesini yüzünden silmeyerek bana doğru daha da eğildi ve yüzümün tam karşısında durdu. Zihnimdeki ses 'kızım Su, bu adam iyi şeyler planlamıyor kaç kurtul' dese de ona uçan bir tekme atıp zihnimden uzaklaştırdım. Zaten ona ne oluyordu ki? O neden karışıyordu? Planlıyorsa bana planlıyor sen kim oluyorsun?  Birden alnıma hafifçe konulan Uygar'ın alnıyla gözlerimi gülümsemesinden alıp gözlerine çevirdim.  "Her ne düşünüyorsan, yüzün kızardı." dedi gülümsemesini genişletip sesli bir şekilde gülerken. Gülümsemesini bazen görüyordum ama bu sesi öyle nadir duyuyordum ki, böyle sesli gülmesi için herşeyi yapabilirdim sanırım. O zaman ki sesi çok farklıydi. Uygar'dan başka biriydi sanki gülen. Öyle güzel bir tınıydı ki, nota gibi geliyordu kulağıma.  "Arda geldi, Öykü geldi! Geldiler, zil çaldı ben hemen kapıyı açayım da Öykü bahçede doğurmasın!" diye bağırdım zil çaldığında Uygar'ın yanından kaçıp kapıya doğru acayip bir hızla koşarken. Mutfaktan çıkarken Uygar'a baktığımda bana pis bir sırıtış yollamış ve göz kırpmıştı. 'Şimdilik kaç, sonra yakalarım' der gibi bakıyordu.  "Ay, Su! Bana kurabiye yaparsın değil mi? Rüyamda bana kurabiye yapıyordun uyanır uyanmaz geldim bende!" diyerek girdi eve Öykü ben kapıyı açtığımda. Ne olduğunu anlayamasam da en kolayı olarak gülumseyip onaylarca başımı sallamaktı ve bende bunu yapmıştım. Öykü, belini tutarak salona doğru ilerlerken Arda da arabayı park edip buraya doğru gelmeye başlamıştı.  "Kardeşim!" dedi beni uzaktan gördüğünde kollarını iki yana açarken. Bende kollarımı açtığımda bana doğru koşmaya başlamıştı ve bende ev terlikleriyle ona doğru koştuğumda ortada buluşup sarılmıştık. Beni etrafında döndürürken kahkaha attım. Biz neden bir yıldır görüşmüyor gibi davranıyorduk?  "Daha dün gece gördün beni, bu ne özlem hasretimden kapılarda kalmışsın?" dedi Arda beni yere indirip kolunu omzuma atarak eve doğru ilerlerken.  "Evet, inanır mısın geceden beri ne zaman geleceksin diye kapıyı izliyorum." dedim ciddi bir ifadeyle yürümesine eşlik ederken. Salona geldiğimizde Uygar sağdaki koltukta oturmuş Öykü'nün rüyasında gördüğü kurabiyeleri anlatmasını dinliyordu. İçinden saydırdığına emindim. Öykü hamileliği boyunca hepimize çok çektirmişti ama doğuma çok az kalmıştı ve artık kurtulacaktık.  Arda ve bende diğer koltuğa otururken gözlerimi Öykü'den alıp Uygar'a çevirmiştim. Bugün Can'ın yanına gidip hastanede çalışabilmem için birşeyler yapacaktı, hâlâ aklında mıydı acaba?  "Su ne zaman hastaneye başlıyor o Cansu denen tipikle görüştün mü bu sabah?" diye sordu Arda gömleğinin kollarını düzeltirken. Buradan şirkete gideceğini giydiği takım elbisesinden anlıyordum.  "Dün konuştuğumuz gibi," dedi Uygar gözlerini benden ayırmayarak. Sanki bu mutluluğumun hiçbir anını kaçırmak istemiyor gibiydi. "Evden çıkınca ilk gittiğim yer hastane olacak."  Gözlerimin sevinçten nasıl ışıldadığını tahmin edebiliyordum. İnsanın ne kadar zor yollardan geçerse geçsin o yolun sonunda hayaline ulaşacak olması öyle mutlu ediyordu ki beni. Mutluluktan ziyade bir nevi huzurum artmış gibi hissediyordum. Annemin okulundan, annemin mesleğine doğru gitmiştim. Hayatta olsaydı gurur duyar mıydı benimle? Belki de duyardı. Bu sorunun cevabını fazlasıyla merak ediyordum ama ne yazık ki tahminlerden öte gidemezdim cevap konusunda. Soruyu sormak istediğim kişi hayatta olmayınca..  "Benim canım oğlum doğup büyüsün de bende başlayacağım." dedi Öykü elindeki elmadan bir ısırık alırken. Kucağındaki elma dolu kutuyu da sonradan fark etmiştim. Bu kız neden bu kadar çok yiyordu?  "Sen evinin kadını olacaksın." dedi Arda yaslandığı yerden büyük bir ciddiyetle doğrulurken.  "Seni eve süs yaparım, Arda!" diye söylenirken kucağındaki elmalardan birini Arda'ya fırlatmıştı Öykü. Arda kendisine fırlatılan elmayı gülerek tutup ısırırken Öykü de ona ters ters bakıyordu. Uygar, oturduğu koltuktan kalkıp odaya doğru yürümeye başladığında hazırlanma vaktinin geldiğini anlamıştım. Arda ile Öykü birbirleriyle atışmaya devam ederken, bende ayağa kalkmış ve Uygar'ın peşinden odaya doğru ilerlemeye başlamıştım. Odanın kapısı önünde durup elimi kapıya doğru götürüp hafifçe tıklattım. Büyük ihtimalle üzerini değiştiriyordu.  "Gel içeri, kedi hazretleri."  Kapının ardından gelen sesle hem gözlerimi devirmiş, hem de cümlesine gülmüştüm. Bazen ona sadece göz devirmek istesem de gülmekten geri alamıyordum kendimi. Kısa saçlarımı kulağımın arkasına doğru götürüp kapıyı araladım ve odaya girdim. Gardolabın önünde, üzerine giydiği beyaz gömleğin düğmelerini ilikliyordu. Gözlerimi ondan alıp gardobala doğru ilerledim ve gardolabın içinde olan çekmeceyi açıp gözlerimi saatlerin üzerinde gezdirdim. Bu çekmecede Uygar'ın ve benim kullandığımız saatler vardı. Onun için gri metal bir saat gözüme kestirmiştim. Saati alıp çekmeceyi kapattıktan sonra ilerleyip Uygar'ın karşısındaki yatağın ucuna oturdum.  "Ben gittikten sonra kahvaltını düzgün yap." dedi Uygar kollarının düğmelerini iliklemeye başladığında. Cevap vermek yerine onaylarca baş salladım. Buradan çıktığında Can'ın yanına gidecek olması beni heyecanlandırmıştı. Uygar eğer halledebilirse gerçekten de işime başlayacaktım. Bu kesinlikle son zamanların en güzel haberiydi.  "Beni hiç aramadığına göre hergün çok yoğunsundur.." dedim kısık bir sesle. Tabii bunu söylerken Uygar'dan başka odanın her yerine bakıyordum. Beni aramadığı doğruydu. Tamam belki de arıyordu ama çok nadir.  "Yoğunum evet ama aramamam bu yüzden değil. Aramak için fırsatım oluyor." derken bana doğru yaklaşmış ve elimdeki saati alıp bileğine takmaya başlamıştı. Gözlerimi karşımdaki gardolaptan alıp Uygar'ın yüzüne çevirdim. Aramak için fırsatı oluyor ve beni aramıyor muydu?  "Yüzünün geldiğe hale bak." dedi gülerek yanıma oturup kolunu omzuma atarken. Neden benimle dalga geçiyordu şu an? Hemde suçluyken.  "Numaranı rehberimden sileceğim az sonra." dedim telefonumun nerede olduğunu bulabilmek için etrafa bakarken.  "Orada tüm gün zorlanıyorum." dedi Uygar diğer kolunuda bana sararken. "Seni her dakika görmeye öyle alışmışım ki, hangi sesi duysam veya hangi işi yapsam aklıma geliyorsun. İşi gücü bırakıp eve gelmemek için kendimi zor tutuyorken bir de arayıp sesini duyarsam, beni ne ben tutabilirim ne de başkası."  Ciddi ifademi bozup gülümsememek için kendimi zor tutmuştum. Tıpkı benim gibiydi. Ya da ben onun gibiydim bilmiyorum. Tek bildiğim şey O yada Ben diye birşey kalmamıştı. Biz vardı. Onun gelmesini bekleyene kadar sürekli kapıya bakıp duruyordum. Kapının önünde araba sesi duyduğumda öyle bir heyecanla kapıya koşuyordum ki, sanki bir bayram günü çalan kapıya doğru koşan küçük kızlar gibiydim.  "Dikkat et kendine, çok yorulma." dedim bende ona sarılırken. Saçlarımla oynadığında gülümsediğine adım gibi emindim. Artık onu ezbere biliyordum.  "Kendime dikkat etmek zorundayım. Bana bir şey olursa üzülecek küçük bir kızım var." derken eli saçlarımdan sırtıma inmişti. Bende gülümseyip kollarımı ondan çektim çünkü gitme vakti olduğunu biliyordum. Onun kalkmasını beklemeyip önce ben kalktım ve gardolaptaki siyah ceketi alıp benden sonra ayaklanmış olan Uygar'a uzattım. Uzattığım ceketi alıp üzerine geçirdikten sonra yatağın baş tarafına bırakmış olduğu telefonuna doğru ilerledi. Görünüşünde hiç bir farklılık yoktu. Saçları hâlâ uzundu ama eskisi kadar değildi. Ve küpesi aynı yerinde duruyordu. Bazı insanlar küpelerden hoşlanmazdı, bir zamanlar bende öyleydim. Keşke onlara bir kez Uygar'ı gösterebilseydim. O zaman hâlâ hoşlanmayacaklarını hiç sanmıyordum.  "Gel hadi." dedi Uygar elimi tutup yatak odasından salona doğru yürümeye başlarken. Bende onunla beraber ilerlemeye devam ediyordum. Salona geldiğimizde Arda da gitmek için ayaklanmıştı.  "Öykü, ben gelene kadar doğurma hayatımın anlamı. Ben gelince doğurabilirsin." dedi Arda, Öykü'ye doğru eğilip yanağına küçük bir öpücük bırakırken. Beni gülümseten asıl şeyse bunu yaptıktan sonra eğilip Öykü'nün oldukça büyüyen karnını öpmesiydi. Bebekleri henüz doğmadan bile bu sevgiyi hissediyor olmalıydı. Gerçekten onu bekleyen ve seven bir çok kişi vardı. Uygar'la bende dahil..  "Bir şey olursa ararsınız." dedi Uygar, Öykü'ye doğru bakarken.  "Tamam abi, canım iki şey isterse birinde Arda'yi diğerinde seni ararım. Su'yun işi var zaten bana kurabiye yapacak." dedi Öykü elmasından bir ısırık alıp tatlı tatlı gülerken. Uygar, gözlerini Öykü'den alıp bana çevirdiğinde 'zavallı' der gibi bir bakış attı ve gariban birini sever gibi başımı okşayıp kapıya doğru ilerledi. Arkasından 'gitme, ne olur gitme!' diye şarkı söylemek istesem de bunun yerine sadece arkasından bakmakla yetindim.  "Karıma iyi bak, sucuğum." dedi Arda bana doğru gelip yanağımı sıkarken. Ona 'seni gebertirim' demek istedim ama yine sessiz kaldım. Öykü'nün 'kocama bağırma kız!' diye üzerime atlama ihtimali vardı.  "Görüşürüz, Ardacığım." dedim dişlerimi sıkarak ona bakarken. Halime gülüp göz kırptıktan sonra Öykü'ye öpücük attı ve kapıya doğru ilerledi. Evet, cehennem mutfağına hoşgeldiniz. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD