Telli...

1398 Words
Çakırlı köyünde Gedik diye bir mezra vardır ve bu mezranın da tek sakini Telli Nizafet denilen; yarım akıllı desen değil, deli desen hiç değil garip bir kadındır. Kimileri kocasına yıldırım çarptı da aklını yitirdi der; kimi de kızken başına bi hal gelmiş de ondan böyleymiş diye konuşur durur. Nizafet biraz da bu söylentileri duymamamak için kaçmıştır Çakırlı'dan. Hal böyle olunca kadın başına ne eder, başında dam yok, ambarı yok, unu yok diye düşünen Seyfi efendi ilen kardeşi Seyit; Yarbeli'nden öküz arabasıyla taş taşır, ormandan sağlam kereste çıkarır ve Nizafete'e onu yağmurdan çamurdan, kurttan, çakaldan koruyacak derme çatmadan hallice bir dam yaparlar. Bir de kapısına iki tane çoban köpeği koyarlar ki aklımız eyice kalmasın diye. Hal böyleyken bir tek onlara açar kapısını koca Nizafet. Bu hine kadar kötü söz etmeyen, ona telli deyip alay etmeyen iki gardaştır onlar koca Çakırlı'da. Sevmeyip, güvenmeyip de ne yapacak? Fadime kadınla eltisi Emine gelin de yalnız bırakmaz Nizafeti. Kaynanalarıyla yaşıttır neredeyse. Kocaları ufak yaşta öksüz kalınca telli melli ama ezdirmemiş oğlanları köyün çapar çocuklarına. Seyfi ile Seyit'in ona karşı olan hürmeti biraz da bu yüzden anlayacağınız. Ailelerin ona olan düşkünlüğünden evlatları da nasibi almıştır. Hem Seyfi'nin hem de Seyit'in çocukları nene der ona, bayramda Gülfidan ilen Seyit'in büyük kızı Sümeyye gider evini temizler, bir tepsi oklavadan çıkma eder, şerbetler, bazen Gülfidan'ın ufağı Samet'i de yanlarına katar yanında kalırlar, ondan destan gibi hikayeler dinlerler. Bir de çok akıllı laflar eder bazı bazı Nizafet. Sen demesen de anlar bir derdin olduğunu başlar geçmişten görüp geçirdiklerini anlatmaya. Gülfidan da böyle içinden çıkamayacağı işler oldu mu; "Ben nenemi biyol yoklayam da gelem." der; alır yanına birkaç parça azık, evellden alıp yıkayıp pakladığı Nizafet'in urbalarını da katar yanına, nenesinin kapısına varır. Bu gün de yola düşmüştür Gülfidan. Babası dün Nazif efendiyi arayıp olur verdiğinde, Nazif efendi; "adağım vardı üç kurban kestirdim, sen beni sevindirdin Allah da seni sevindirsin." demişti babasına. Gece boyu çok düşündü Gülfidan. Sıradan bir köylü kızıydı. Yengeleri, emisinin kızları, köyden üç beş akranı ona çok güzel olduğunu söyler dururlardı ama utanmakla kalırdı Gülfidan. Hiçbir zaman bu laflara karşı kabadayılanıp gezmemişti ortalık yerde. Nereye giderse gitsin, başını ayağının ucundan kaldırmazdı. Öyle ki köyün çoğu sakini Gülfidan'ın gözlerinin yeşil olduğunu bile bilmezdi. Hem de öyle bir yeşil ki; kocaTosya'nın pirinç arklarını kıskandıracak kadar yeşil. Başka görücüler gibi Ömer de bunu bir yerde görüp beğenseydi, ard arda görücüler yollasaydı belki aklına daha çok yatardı bu iş ama ortada damat namzeti yokken, hatta evlenmem diye tutturan bir damat varken; Nazif efendi ile Samiye kadının kendi için bu kadar çırpınmasını bir türlü anlayamıyordu Gülfidan. "En iyisini nenem bilir" dedi, düştü bu yüzden gedik yoluna. Kapılarının sadık köpeği Alaş da onu yine yalnız bırakmadı, tin tin gitti Gülfidan'ın ardından. Çok değil saatin yarısını yürüdü yürümedi, vardı kapıda itleriynen konuşan Nizafet'in yanına. "Nene ben geldim, eysin inşallah?" dedi, ünledi geldiğini. "Oy benim yaprak gözlüm, taze yüzlüm gelmiş" dedi açtı kollarını Nizafet. Onun böyle sarıp sevmesi çok hoşuna giderdi Gülfidan'ın. Böylesine Allah'ın insanı burada bir başına yaşamaya zorlayan akılsız, izansız köylüye bir kez daha içerledi genç kız. Ne yükü vardı sanki kadının? Haklıya haklı, haksıza haksız, arsıza arsız dediği için sevmezlerdi bilirdi. Doğru söyler diye kendi köyünden kovmuşlardı Nizafet'i. - Nene ben su kaynatam da çimdirem mi seni? Bak kına getirmiş babam Tosya'dan ellerine ayaklarına da çalarız, urbalarını da tertemiz ettim getirdim, onları çekersin üstüne olmaz mı? - Ne diye süslen beni deli kız? Bana mı gelir dünürcü, sen kendi süsüne bak. - Nene sen nerden duydun dünürcü geldiğini? - Na bu itler söyledi kim olacak? De hele yanıma akıl danışmaya geldin he mi? Kız bende akıl olsa adıma telli derler mi hiç? - Deme öyle nene. Kırk fırın yeseler gene de seni gibi edemezler onlar. - Anlat hele ne senin garnını buran? - Nene sen Alamancı Nazif emmileri bilin mi Aşağıberçim'den? - Nazif'i bilmem de anası atası eyi insanlardı, göçtü gettiler epey oldu. Nazife mi alacalar gız yoksa seni? O garta gız vermem ben, söyle o dürzü babana. - Yok nene olur mu hiç? Oğlu varmış bitane Alaman'da yaşarmış. Üç sene evvel gelin almışlar sevdiğini ama iki haftayı zor görmş zavallı. Yardan düşüp ölmüş. - He bildim. Anan gil gonuşmuştu yanımda bi yol. Oturup epey de ağladılar gızın bahtına. Ona mı alacalarmış seni? - Öyle dediler. Oğlan yeri yurdu terk etmiş acısından. Everip yuvasına döndürmek istermiş Nazif emmi. Ben edebilir miyim nene, gönlünü sevmeye kapatmış bir adamla? - Öyle oturup da göynünü yeniden açsın diye beklersen olmaz tebi. O göynün gapısını sen zorlayacan. Yoksa o Alaman'da sen burda nasıl olur o iş? De hele o dürzü baban nasıl razı geldi bu işe? Geleni geçeni tırpanla govaladı bunca zaman, vermedi köyün içine. Şimdi taaa Aşağıberçim'e dul adama mı verecemiş? - Seyit emmimin canını kurtarmış vaktiyle Nazif ağa. Babam can borcunu düşünür. - Sen de borcunun diyetisin sakın? - Yok nene babam konuştu benlen. Dedi mecbur değilsin, senin kıymetin borcumdan evla, karar senin dedi. - Sen gördün mü bu oğlanı gız? Sakın ola göynün düştü nemruda? - Nene sana dediklerimi kimseye diyemiyom biliyon. Anası gidende bir fotoraf bırakmış anama. Anam da bi yol gösterdi, çekti. Orada gördüğümlen biliyom ama sanki her zerresi aklımda fotorafın. İçimde büyük bir merak var ona karşı? Nası böyle büyük bir sevda çekmiş, o sevdayı nasıl böyle sahaplanmış merak ediyom. Bi de eğer iyi gelecek olan bensem de geri çevirirsem diye huzursuz ediyom kendimi. Vicdanım rahat vermez o zaman bana biliyom. - Gül gızım, güllü gızım benim. O Nazif de, garısı da, baban olacak o dürzü de seni göz göre göre bu yükün altına goyuvemişler. Hadi Nazif bilmez huyunu suyunu, anan baban da mı bilmez? Mesele onlar olunca boynunu satırın önüne yatırırsın sen. Bana bak, çok mu uzak bu Aşağıberçim? Göresledim mi getiriler mi seni bana? - Oy benim içli nenem. İsterse İstanbul kadar uzak olsun. Ben seni göresledim mi yol mu dinlerim sanırsın? - Dinlemezsin he mi, goymasın beni gözü yolda. Ama aklımı da sende koma gızım? Sevda noksanlığının acısı bazı yürekte merhameti siler atar. O yürek artık bir daha sevgiyi tadamam zanneder, gapatır kendini. İşte o zaman o yüreğin gapıları sivsi sivri mızrap olyur da yaralar seni. Sabır edeceksin yavrum. Sabrın mükafatını kim alamamış da sen noksan kalacasın? Gülfidan dediği gibi nenesini yıkadı, ellerini ayaklarını kınaladı, evini süpürdü, anasının yolladığı azıktan suluca bir aş pişirip bıraktı, sonra da hayır duasını alarak döndü Çakırlı'nın yoluna. Gülfidan nenesini bir de düğün alayı gedikten geçerken görecekti. Ellerini öpüp helallik alacak, allı duvağının altından ona sarılıp içli içli ağlayacaktı. Sonraları bahsettiği gibi her aklına düştüğünde değil nenesinin yanına gelmek; vatan toprağına dönmek bile senelrece nasip olmayacaktı Gülfidan'a... Akşam ezanı olmadan vardı eve Gülfidan. Yaz günü akşam havası geç kararırdı Allah'tan. Yolda onu görüp selam verenler, Telli'ye varıyo diye akıl fikir niyaz edenler olmayaydı daha tez varırdı eve amma, Çakırlı'nın densizi de pek bi çoktu ellam. Eve vardığında baktı anası sofrayı indirmiş, Samet babasını ünlesin gelsin diye beklerdurur, o da çay suyunu koyuverdi ocağın üstüne. Babası son lokmasından sonra çayı hazır beklerdi. - Vardın nenenin yanına, eyi midir gızım, var mı bir eksiği gediği? - Yoktur ana, hamdolsun. Evini süpürdüm, çimdirdim nenemi de, babamın getirdiği kınaynan da sıvadım elini ayağını, pek memnun oldu, selam etti sana da, var olsun dedi. - Allah da onu başımızdan eksik etmesin, duası olmazsa halimiz nicedir kim bilir? Ana kız Nizafet kadından konuşurken, babasıynan Samet girdi kapıdan. "akşamınız hayrolsun." dedi hanesine Seyfi efendi. "Hele bi sofra kalksın, doysun karınları, sonra derim havadisleri." dedi. Nazif efendi kahyasıynan haber yollamıştı Çakırlı'ya. Seyfi bey camiinin avlusunda köyün erleri ile otururken ulaşmıştı haber ona. "Yarın öğen vakti hayırlı bir iş için kapınızı çalmak ister Nazif beyim." demişti adamların duyacağı şekilde. Akıllı adamdı vesselam. Böylelikle bütün ahali artık Gülfidan'ın sözlü olduğunu bilecek, varsa bir niyetleri susup oturacaklardı. Ne yalan söylesin; hoşuna gitmişti bu hareket. Yemek sofrası kalkmış, çay sofrasının da sonuna gelmişlerdi ki ve Seyfi efendi çıkarıverdi ağzındaki baklayı. "Nazif efendi haber yolladı bugün, yarın hayırlı bir iş için gelmek istediklerini söylemiş. Ona göre hazırlığınızı görün hanım. Bu işin adını belli ki tez elden koymak isterler, münasibi de budur, hayırlı işte acele etmek gerekir. " Gülfidan'ın elinde tuttuğu bardağı anası gizliden elinden almasaydı avucunun için un ufak olur giderdi. Çay sofrası da kalkınca ev ahalisi yarına yapacak işlerin çokluğundan mütevellit erkenden girdi yataklara. Ama ne Seyfi efendi ile Fadime hanımın ne de Gülfidan'ın gözüne uyku neyim girmedi. Bi uyuyan hiçbir şeyden haberi olmayan Samet'ti. O da çok zaman sonra bu işe taş koyup da ablasının mutsuzluğunu engelleyemediği için çokca uykusuz kalacaktı ya, olsun...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD