Karanlık çağ( ortaçağ... İngiltere)
Genç kız kafa derisinin acısını hissetmemek için dişlerini sıktı. Zaten acı çekmeye alışmış bedeni bu acının üstesinden gelmeyi yine başarıyordu. Gözyaşları ile dolan gözlerine ağlamamak için emir verdi. Ne olursa olsun bu kadının karşısında ağlamamaya yeminliydi. Kafa derisine batan tırnaklar bir bıçağın ucu gibi delip geçmek üzereydi. Daha önce bıçak darbesi almış bedeni ne gariptir ki bu acıya da alışkındı. "Demek canın yanmıyor." dedi tepesinde duran üvey annesi...
Anne mi? Ona anne demek ne kadar yanlıştı. Anne sevgi demekti. Merhamet... Çocuğu için canını feda eden bir melekti anne. Bu kadın annesi olamazdı. Onu kaleye geldiği günden itibaren hiç sevmemişti. Babasının böyle bir kadınla nasıl evlendiğini asla anlamamıştı. "Seni lanet olası, hastalıklı mahluk!"diyerek bağırdı kadın ve saçlarını elinin arasına dolayarak genç kızı yerde sürüklemeye başladı.
Christina ona engel olmaya çalışsa da bir domuz gibi güçlü olan kadının ellerinden kurtulmayı başaramadı. Yine de ona yalvarmaktansa acı çekmeye razıydı. Yıllar yirmi bir yaşına gelmiş bu genç kadına ayakta durmayı, güçlü olmayı zor da olsa öğrenmişti. Hiç kimsenin önünde eğilmeyeceğine, zayıf yönlerini belli etmeyeceğine on dört yaşındayken yemin etmişti. Bu yemini ederken,aldığı yara yüzünden ölümle pençeleşiyordu o zamanlar. Üvey annesi hedefi şaşırıp,sol omzunun altına indirdiği hançerle ölmesini istemişti. Bunun bir kaza olduğunu kalede bulunan herkese anlatırken,yüzündeki ifadeyi görenler bir melek olduğuna yemin ederlerdi. Babası bile bu kadının kızını öldürmek istediğini içten içe bilse de,kaza olduğu konusunda karısına destek çıkmıştı.
Baba...
Anne kelimesini güzel hatırlayan kalbi,baba kelimesini hatırlamak dahi istemedi. Onun babası yoktu. Sadece karnını doyuran,yatacak bir yer veren alelade bir adamdı Lord Harrıson. Aslında kaledeki diğer hizmetçiler gibi hizmetinin karşılığını alıyordu Christina... Kendini bildi bileli, bu kalede sadece bir hizmetçiydi. Zaten o adamın kızı olduğunu hizmetçiler arasında bilen tek kişi, ihtiyar Avery'di. Avery uzun yıllar boyunca hizmetini layıkı ile yaptığı için, üvey annesi ne kadar istese de işinden kovulmamıştı. Çünkü Lord Harrıson, onun yemeklerinden asla vazgeçemezdi.
"Anne lütfen yapma..."
Üvey kız kardeşinin ağlamaklı sesi kalenin alt katında olan boş odanın içinde yankılandı. Genç kız gözyaşları ile ıslanmış yanaklarını silerken, dayak yiyenin Christina değil de o olduğunu zannederdi. Zaten Leydi Eliza hiçbir zaman üvey kardeşi Christina kadar güçlü olmamıştı. Birlikte büyüyen bu iki genç kız, karakter olarak birbirlerinden çok farklılardı. Tıpkı gece ile gündüz, siyah ile beyaz gibi... Eliza acı çekmeye dayanamazdı. Ufak bir başağrısı bile genç kızı yatağa düşürmeye yetiyordu. Oysa Christina vücudundaki onca yaraya, zaman zaman yükselen ateşine ve dayanılmaz mide bulantılarına rağmen ayakta durmayı beceriyordu.
Kaledeki ve köydeki insanlar onun hastalıklı olduğunu düşündükleri için yanına üç adımdan fazla yaklaşmıyorlardı. Bu duruma yıllardır alışmıştı genç kız. Avery'nin ve kardeşinin dostluğu yetiyordu. Bir de sevimli köpeği Çam... Onu daha çok küçükken ormanın içinde bir çam ağacının altında bulduğu için bu adı koymuştu. Köpeği ilk gördüğünde aklına kendisi gelmişti. Çünkü onun gibi yalnızdı. Çam aradan geçen beş yılın ardından kocaman bir köpeğe dönüşü vermişti. Üvey annesi izin vermediği için, ona kalenin uzak bir köşesinde bakıyordu. Arta kalan yemekleri eteğinin altında gizleyerek götürüp, onu besliyordu. Ne kadar sadık bir hayvandı Çam... Kendisini besleyen sahibini bir gün bile bırakıp gitmemişti. Köye gitmek zorunda olduğu günlerde koruyucusu gibi yanında dolaşır,insanlar sahibine hakaret içeren sözler sarf ettiğinde,keskin dişlerini açığa çıkarıp hırlar ve bazen de kulakları sağır edecek derece de havlayarak onları korkuturdu. Christina onun yanında olmasından mutluydu. Hayattaki tek dostu,dört bacaklı,koca kuyruklu,resmen tüy yumağı,gri ve siyah tüyleri olan bir köpekti.
"Sen karışma Eliza!" Annesi sert bakışları ile kızını uyardı. "Bu kızı başımıza çıkaran sensin. Sana kaç kez onunla yakın olma dedim. Ama beni dinlemedin!"
"O benim kardeşim..."
"Böyle bir kız senin kardeşin olamaz. Bunu sakın başka insanların yanında konuşma. Ve bir daha ona kendi elbiselerinden birini verdiğini görürsem, bu kez saçlarını çekmekle kalmam tek tek yolarım."
Kadın genç kızı odanın duvarına doğru fırlatıp, ellerini birbirine çırparak derin bir nefes aldı. Bu kıza dokunmak midesini bulandırıyordu.Yaptığı şeyden dolayı en ufak bir vicdan azabı duymadığı yüzüne yayılan gülümsemeden belliydi.
Christina duvara çarpan sırtının acısına rağmen sesini çıkarmadan yere uzanarak ellerini yüzüne kapattı. Dizlerini karnına çekerek bedeninin acısının dinmesini bekledi.
Tanrım! Bu kaleden,buraya ait herşeyden çekip gitmek istiyordu. Nerede ve nasıl yaşayacağı bir nebze olsun umurunda bile değildi. İngiltere'nin hiç bilmediği bir köşesinde açlıktan ölmeye bile razıydı. Ancak lanet olsun! Üvey annesi kendisini burada tutmakta sonuna kadar kararlıydı. Onun neden gitmesine izin vermediğini çok iyi biliyordu Christina. Birgün birine Lord Harrıson'ın kızı olduğunu söylemesinden ölesiye korkuyordu.
Kahretsin!
Bu durum hiç önemli değildi. Ne o adam ne de lanet soyadı ya da hilekarlık ve adam öldürerek kazandığı paralar... Buradan gidebilse gerçekte kim olduğunu asla hatırlamak dahi istemeyecekti. Zaten yıllardır bunu unutmuştu. Lord Harrıson'a en son ne zaman baba demişti? Hatırlamıyordu... Ve o da kendisine bir kez olsun kızım dememişti. Tanrı bu iki kötü insanı nasıl birbirlerine layık görmüş şaşmamak gerekti. İçlerindeki kötülük yüzlerine yansımıştı.
Üvey annesi küçümseyici bakışlarını genç kızın üzerinde gezdirip,
"Dışarıda çok büyük bir kıtlık var." dedi sert bir sesle."İngiltere de insanlar bir lokma somun ekmek için birbirlerini öldürüyorlar.Böyle bir durumda karnını doyurduğumuz için bize minnet duyman gerek Christina! Eğer buradan kaçmayı düşünüyorsan,sakın deneme bile. Böyle bir durum açlıktan gözü dönmüş insanların yemeği olmana sebep olur."
Eliza şaşkınlıkla inleyerek elini ağzına kapattı.
"Kesinlikle yalan söylemiyorum."diye devam etti Leydi Jasmine."Denizden gelen gemilerin insan eti taşıdığı söyleniyor."
Christina kadının söylediklerini kaledeki hizmetçiler konuşurken duymuştu. İngiltere inanılmaz bir kıtlık ve açlık sorunu yaşıyordu. Hatta ülkede Lordlar arasında kıyasıya bir iç savaş bile vardı. İnsan eti yendiğini ilk duyduğunda kulaklarına inanamamıştı. Açlık gerçekten çok kötü bir şeydi. Üstelik ülkede yayılan veba salgını bir çok insanın ölümüne sebep olmuştu.Hala da ölenler oluyordu. Vücudundaki yaralar yüzünden veba olduğunu düşünenler bile vardı. Ancak veba olmadığını kaleye gelen şifacı söylemişti. Christina bir türlü kurtulamadığı bu hastalığın ne olduğunu kesinlikle çözememişti. Yüzünde ve bedeninin bir çok yerinde bulunan küçük kırmızı lekeler ve kaşıntı bazen canından bezdirse de onlarla yaşamaya da,herşeye alıştığı gibi alışmıştı.
Bir kaç dakika içinde üvey annesi kızı Eliza yı kolundan çekerek zorla odanın dışına çıkardı. Zavallı kardeşi... Onun kendisini sevdiğini biliyordu. Annesinin yaptığı şeyleri asla onaylamıyordu genç kız.Kalbini bu kadından almadığı çok açıktı.
Onlar odadan çıkınca Christina oturduğu yerden ağır hareketlerle doğrultup,sırtını duvara yasladı.İyice dağılan uzun sarı saçlarını iki eliyle toparlayıp, boynuna düşen bez parçasının altına gizledi.Saçları öyle uzun ve güzeldi ki, kaba etinin üzerine kadar geliyordu. Leydi Jasmine saçlarını açık bırakmasına izin vermiyordu. Bir keresinde onları kesmeye kalkmış, Eliza bunu yaparsa kendi saçlarını keseceğini söyleyip annesini tehdit etmişti. Kız kardeşi her ne kadar korkak olsa da bazen inanılmaz cesur davranabiliyordu. Aynı babanın kanını taşımak onları kardeş yapıyordu elbette. Eliza kardeşi için elinden geleni yapsa da gücünün yetmediği şeyler vardı. O doğduğunda Christina dört yaşındaydı. Eliza şuan on yedi yaşına yeni girmiş, babasının kendisine uygun gördüğü zengin bir adamla nişanlıydı. Birkaç ay içinde düğünü olacak ve kaleden gidecekti. Nişanlısını ilk gördüğü gün hem şaşkın hem de dehşet içinde kalmıştı. Adam kendisinden yirmi yaş büyük biriydi ve Tanrı affetsin inanılmaz çirkindi. Christina'ya sarılıp saatlerce ağlamış, hatta kendini öldürmeyi bile düşünmüştü. Ne var ki Eliza inanılmaz inançlı bir kızdı. Kalenin kilisesinden çıkmadığı günler olurdu. İntihar etmenin affedilmez bir günah olduğu biliyordu.
Babasının iş anlaşmasının bir parçası olmak genç kızı derinden üzmüş olsa da o adama karşı gelmesi kesinlikle mümkün değildi. Çünkü Lord Harrıson kendisine karşı gelen kim olursa olsun öldürmekten asla çekinmezdi. Bu kanını taşıyan bir insan bile olsa...