Aradan geçen iki saatin ardından hep beraber doğum günü pastamı yemiş ve beraber oturma odasındaki ahşap koltuklara oturarak sohbet ediyorduk. Bana aldıkları hediyeleri daha açmamıştım ayrılmama az bir vakit kaldığını anlıyordum bu yüzden bana alınan hediyeleri açmaya karar vererek masanın üzerindeki dört tane olan hediye paketlerine sarılmış kutulara doğru yöneldim. Benim hediyelere yöneldiğimi gören ailemde sohbeti keserek dikkat ile beni izlemeye başlamışlardı. Bu doğum günümde sadece annem, babam ve büyükannemler vardı. Tek akrabam olan Lulu teyzem şu an ormanda olmadığı için hediyesini göndermişti. İlk olarak büyükbabamın hediyesini açmak istiyordum. Üzeri beyaz bir örtü ile örtülü olan ve o ana kadar içinden hiçbir ses çıkmayan bir kafesi büyükbabam bana doğru uzattığında büyük bir heyecan ile kafesi alarak içindekinin ne olduğuna bakmak istiyordum.
Kafesin üzerindeki beyaz örtüyü yavaşça çektim, o an kafesin içindeki bembeyaz tüyleri, şeffaf ve renksiz gözleri ve asil duruşu ile karşımda bir kuzgun duruyordu. Şaşkınlıktan ne söyleyeceğimi bilmiyordum çünkü ilk kez beyaz bir kuzgun görüyordum, normalde kuzgunlar siyah olurdu ama karşımdaki kuzgun bembeyazdı biran acaba karşımda duran bu kuşun türünü karıştırdığımı sandım ama hayır kuzgun olduğuna emindim ama renginin beyaz olması daha da şaşkınlık verici idi. Hayranlık içerisinde kuzgunun bembeyaz olan tüylerini incelerken daha da şaşırmama sebep olan ise göz bebeklerinin olmaması idi. Şeffaf, ay gibi parlayan boş irisleri çok etkileyici idi. Büyükbabama bu hediye için nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyordum. Ona minnettar bir şekilde baktığımda bana yüzünden hiç eksiltmediği şefkatli ve sevgi dolu bir bakış ve bu bakışa eşlik eden bir gülümseme ile bakıyordu. Koyu kahve saçları ve mavi gözleri ve kırışmayan genç yüzünün altında yaşını belli eden o manidar gülümsemesi daha da yayıldı çehresine.
Kafesi yere bırakarak büyük babamın yanına gidip ona sımsıkı sarıldım;
“Teşekkür ederim büyükbaba, hayatımda hiç görmediğim bir hediye verdin bana. Kuzgunların her zaman siyah olduğunu sanırdım.”
Büyükbabam, kollarını bana sararak karşılık verdi:
“Chise, benim güzel torunum. Verdiğim hediyeyi beğenmene çok sevindim; evet beyaz kuzgunlar o kadar nadirdir ki bu zamana kadar neredeyse varlıklarından haberdar olan kişi sayısı bir elin parmağı kadardır ama hediyemin tek özelliği beyaz olması değil. Onun görünüşünden daha fazlası mevcut.”
Büyükbabamın söylediği ile annemler de heyecanlanmışlardı, büyükannem sakin ve hiç eskimeyen sevgi dolu gözler ile asırlık eşinin söylediklerini dinliyordu. Yüzünde bir şaşkınlık emaresi yoktu anlaşılan bu kuzgunun özelliğini o da biliyordu. Büyükbabam elimi tutarak benimle beraber kuzgunun kafesine doğru ilerledi.
Annemler ile bende merak ile ne olacağını öğrenmek istiyorduk. Büyükbabam, kafesin yanına vardığımızda elimi bırakmadan boş olan eli ile kafesin kilidini açtı ve elinin tersini kuzguna doğru uzattı. Kuzgun hiç itiraz etmeden ay gibi parlayan gözlerini büyükbabama doğrultup bir saniye bekledikten sonra itaatkâr bir şekilde elinin üzerine kondu. Gerçekten çok asil duruyordu, heyecan ile büyükbabamın tuttuğu elini sıktım. Büyükbabam kar gibi beyaz olan kuzgunu benim ile aynı hizaya getirdi ve
“Chise, kuzgunlar antik tarih boyunca her zaman en önemli totem sembollerinden birisi olmuştur çünkü kuzgunlar bu küçük bedenlerinde şifa, koruma, sihir, içsel yolculuk, bütünleme ve dönüşümü saklar. Şimdi kıpırdama”
Söylediklerini soluksuz dinlemiştim. Karşımdaki hayvanın boyuna rağmen içerisinde sakladığı ve temsil ettiği şeylerin büyüklüğü karşısında hayran kalmıştım.
Büyükbabamın dediğini yaparak ne yapacağını görmek için kıpırdamadan beklemeye başladım. Büyükbabam elimi tutan parmaklarından birini işaret parmağıma doğru bastırdı, sinek ısırığına benzer bir acı hissetmiştim. Parmağını geri çektiğinde bastırdığı yerde bir damla kan oluşmuştu. Kuzgun işaret parmağımda oluşan bir damla kana doğru eğilerek onu içti. Olanları şaşkınlık ile izliyordum, tepki bile vermeden neler olacağını izlemeye devam ettim. Kuzgun içtiği bir damla kanın ardından ay gibi parlayan şeffaf gözleri kan kırmızısına dönüşmeye başlamıştı. Anne ve babamda dahil hayretler içerisinde idik. Evet biz sihir ile kutsanarak doğmuş bir ırk olmamıza rağmen hayatımızda yeteneğimizin boyutlarına şaşırdığımız anlar olabiliyordu tıpkı şu anda olduğu gibi. Kendi dünyamızda bile bildiklerimiz o kadar sınırlı idi ki bilmediklerimiz karşısında tek yapabildiğimiz şaşırmaktı. Göz bebekleri ve etrafındaki irisleri tamamen kan kırmızısına dönüştüğünde, büyükbabam bu olayın gerçekleşmesine memnun bir şekilde tekrar konuşmaya başladı
“Chise, bu kuzgun artık senin kanın ile senin yaşam gücüne bağlı kızım, Kuzgun içerisinde sakladığı güçlerden sana şifayı verdi artık yaralandığında ölümün eşiğine gelene kadar her zaman seni iyileştirmek için yanında olacak ve sen hayatta kaldığın sürece rengi her zaman beyaz olarak kalmaya devam edecek ta ki sen ölene kadar. Eğer onun iyileştirmeye geç kaldığı veya iyileştiremediği bir yaradan ölürsen aranızdaki bağ sona erecek ve beyaz tüyleri siyaha, gözleri ise normal bir kuzgunun göz rengini alacak. Gittiğin yer bir akademi olabilir ama hayatın artık bununla sınırlı değil. Eğer kuzgun senin için şifayı seçtiyse demek ki hayatında çok önemli kararlar alacağın, yeri geldiğinde kendini feda edebileceğin tehlikeli anların olacak demektir. Chise, benim güzel yavrum bu hediyem hayatın boyunca her zaman seni tehlikelerden korusun ve her zaman kar beyazından daha da temiz olan kalbinin atmasını sağlasın.”