Gece Yarısı – Bozkurt-17 Operasyonu
Soğuk, kemiklere işleyen o ince bıçak gibi rüzgâr, tepeden aşağı sanki bin tane jiletle iniyordu. Hava öyle keskin, öyle nefes yakan cinstendi ki, konuşsan sesin havada donar, yere buz gibi düşerdi.
Oğuz Alp Demirkan, dizlerinin üzerindeki kar tabakasını eliyle temizledi. Gece görüş dürbününü gözlerine kaldırdı.
Termal kamerada, dere kenarından aşağı süzülen üç gölge vardı. Silah taşıdıkları belliydi. Küçük, hızlı adımlar. Uzakta, at sırtında biri daha.
> “Görüş mesafesi sıfır ama hareket var,” dedi telsize, sesi alçak ama sertti. “Konvoy doğudan giriyor. Tunga, patlayıcıyı hazırla. Kaya, sen tepeye çık, açı al.”
“Anlaşıldı, komutan,” dedi Teğmen Serhat, buz gibi havada bile sigaraya yeltenen umursamaz tonuyla.
Oğuz’un yüzü buz kesmişti. Burada iş, saniyelerle oynanırdı. Hata yoktu.
Onlar ilerlerken, gece sessizliğini bir kurşun sesi yırttı. Arkadan “Ulan kim sıktı lan o kurşunu?!” diye bir küfür yükseldi. Murat, sinirle dudaklarını sıktı.
Oğuz, telsizden sert bir tonla kesti:
> “Ateş iznim olmadan kimse tetiğe dokunmayacak! Anlaşıldı mı?!”
> “Emredersiniz komutan…” diye homurdandı Murat. Ama sesinde hâlâ öfke vardı.
Tim, dere yatağının kıyısına geldiğinde Oğuz Alp elini kaldırdı. Dur. Gözleri karanlığa alıştıkça, ileride silueti netleşen bir figür gördü. Siyah şal omuzlarda, belde işlemeli kemer, sağ elinde tabanca.
Kadın.
Ama öyle herhangi bir kadın değil…
Bu dağlarda gece yarısı elinde silahla gezen biri, ya intihar ediyordur ya da başkalarına ölüm getirecektir.
Oğuz, silahını kaldırdı.
Kadın da kaldırdı. Namlu namluya.
> “Silahını indir!” dedi Oğuz, sert, emir kipinde.
“İndirmem,” dedi kadın, sesi tok ve buyurgan. “Burası benim toprağım. Askerini de, seni de istemem burada.”
Oğuz Alp’in kaşları çatıldı. Bu ses… bu ton… emir verir gibiydi.
> “O toprak artık devletin denetiminde. Ve sen, kimsin ki bana meydan okuyorsun?”
Kadın, karanlıkta gözlerini dikti. Altın yansımaları vardı bakışlarında.
> “Ben Rojin Azmîr’im. Bu dağlar, bu dere, bu köy… hepsi benim. Senin kâğıttan emirlerin burada işlemiyor, komutan.”
Arka tarafta Murat, alçak sesle “Ulan kıza bak, racon kesiyor,” diye güldü ama sustu. Oğuz’un bakışından sonra herkes sessizdi.
Bir anlık sessizlik oldu. Kar, rüzgâr, nefesler.
Oğuz’un aklına tek bir şey geldi: Bu kadın, hem tehlike hem de bela demekti. Ama gözlerindeki ateş… alışık olduğu hiçbir şeye benzemiyordu.
> “Yolundan çekil,” dedi Oğuz, bu defa sesi daha buz gibi.
“Çekilmezsem?” dedi Rojin, namluyu göğsüne biraz daha bastırarak.
Timin geri kalanı, adeta nefesini tutmuştu. Gerginlik, buz gibi havadan bile keskin bir şekilde havada asılıydı.
Ve tam o sırada… uzaklardan motor sesleri geldi. Kaçakçılar yaklaşıyordu.
Oğuz, Rojin’in silahına aldırmadan geri saymaya başladı:
> “Üç… iki…”
Rojin gözlerini kısmıştı, geri adım atmıyordu.
> “Bir…”
Ve ilk kurşun sesi geceyi parçaladı.
Kurşun sesiyle birlikte bütün gece darmadağın oldu. Karın üzerine düşen mermiler minik patlamalar yaratıyor, barut kokusu rüzgârla karışıp burna sertçe çarpıyordu.
Oğuz Alp, refleksle namluyu yan tarafa çevirdi, hedefe kilitlendi.
> “Ateş serbest!” diye haykırdı.
Bozkurt-17, milim sapmadan konvoyun önüne mermi yağdırmaya başladı. İki motor devrildi, biri takla attı.
Rojin, Oğuz’un yanında değildi artık. Göz ucuyla baktığında kadının, hiç tereddüt etmeden dizlerinin üzerine çöktüğünü ve belindeki ikinci tabancayı çıkarıp hedeflere ateş ettiğini gördü.
Üstelik hedefleri boşuna değil, tam da askerlerin kör noktasındaki adamları vuruyordu.
> “Bu ne lan… kadın nişancı çıktı,” diye mırıldandı Cem, hayranlıkla.
“Sus lan,” diye fısıldadı Murat, ama gözlerini ayıramıyordu.
Oğuz Alp, önüne fırlayan bir gölge gördü. Silahını doğrulttu ama gölge yere düştü; kafasına kan sıçrayan kar tanecikleri dağıldı. Rojin, adamı yere yatırmıştı.
> “Ayağını kırdım. Bu herif Karahanlıların sağ kolu,” dedi Rojin, dişlerinin arasından, nefes nefese.
Oğuz’un sabrı tükenmişti. “Sen ne halt ediyorsun burada? Burası operasyon alanı!”
> “Burası benim köyüm. Adamlarınızı korudum, daha ne istiyorsun?” dedi Rojin, gözlerini dikerek.
Bir anlık sessizlik… ama o sessizlik sadece başka bir kurşun sesine kadar sürdü. Yakındaki bir kayanın ardından gelen mermi, Rojin’in tam baş hizasından geçti.
Oğuz Alp, refleksle kolunu kadının beline doladı, yere yatırdı. Kar, soğuk, barut ve bir anlık göğüs göğüse geliş…
Rojin’in nefesi, Oğuz’un çenesine vuruyordu.
> “Beni bırak,” diye tısladı Rojin.
“Kıpırdama. Yoksa beynin dağa yayılır,” dedi Oğuz, bakışları ölüm kadar ciddiydi.
Timin diğer üyeleri, kalan hedefleri temizlerken Oğuz Alp Rojin’i çekip, kayanın ardına geçirdi. Mermiler üstlerinden vızır vızır geçiyordu.
Oğuz, telsize:
> “Temizle alanı. İki dakika içinde rapor istiyorum.”
> “Anlaşıldı komutan,” diye yanıtladı Serhat.
Rojin, Oğuz’un kolunu itti.
> “Senin emirlerin benim için bir bok ifade etmiyor, komutan,” dedi, gözlerinde öfkeyle.
Oğuz, hafifçe gülümsedi ama gülüşünde sıcaklık değil, buz gibi bir alay vardı.
> “O zaman Rojin Azmîr… bundan sonra hayatta kalmak için benim emirlerime uyacaksın. İster beğen, ister beğenme.”
Kar sesi bastırırken, motor sesleri uzaklaştı.
Operasyon bitmişti ama Oğuz Alp’in aklında tek şey vardı: Bu kadın, başına açılmış en büyük belaydı… ama garip bir şekilde ondan uzak durmak istemiyordu.
Ve o gece, Bozkurt-17’nin dağlarda görevi resmen yeni bir cephe kazanmıştı:
Silah kaçakçıları… ve Rojin Azmîr.
Kurşun sesleri kesildiğinde, dağların üstünde tek duyulan rüzgârın uğultusuydu. Kar, hâlâ hafif hafif yağıyor, barut kokusunu boğmaya çalışıyordu.
Oğuz Alp, telsizi kapatıp derin bir nefes aldı. Timin nefes alışları bile hızlıydı.
Serhat, gözcü pozisyonundan inip yanına geldi:
> “Temiz. Kaçan ikisi var, ama ağır yaralı.”
Oğuz başını salladı. “Toparlanın. Yaralıları alıyoruz, merkez sorgulayacak.”
Tam toparlanacaklardı ki, Rojin elinde tabancayla yanlarından geçti. Hiçbir şey söylemeden dere kenarına indi.
Murat kaşlarını çattı:
> “Ne yapıyor bu ya, mermi mi topluyor?”
Cem, gülümseyerek:
“Yok, bence ölü sayıyor.”
Oğuz Alp, istemese de peşinden gitti. Karanlıkta ay ışığı, Rojin’in yüzüne vuruyordu. Saçları rüzgârda savruluyor, nefesleri beyaz buhar gibi çıkıyordu.
> “Ne halt ediyorsun burada?” diye sordu Oğuz.
“Yaralı adam var mı bakıyorum. Benim halkımın içinden biri olmasın diye,” dedi Rojin, gözlerini ondan ayırmadan.
Oğuz, dudak kenarını sertçe kıvırdı.
> “Bunlar senin halkın değil. Karahanlılar’ın köpeği olmuş herifler.”
Rojin bir adım yaklaştı, neredeyse burun buruna geldiler.
> “Bu dağlarda kimse sana ‘köpek’ lafını yedirmez, komutan,” dedi, sesi buz gibi.
O an, kayanın arkasından bir hırıltı geldi.
Oğuz Alp refleksle Rojin’i çekip yere yatırdı, omzunun üzerinden ateş etti. Karanlıkta bir figür sendeleyip düştü.
Rojin, öfkeyle onun göğsüne itildi:
> “Beni bırak!”
“Kıpırdarsan ölürsün, aptal mısın sen?!” diye çıkıştı Oğuz.
Rojin’in gözleri alev alevdi. Ama sesinde, çok derinlerde bir kırılma vardı:
> “Ben aptal değilim. Sadece bu toprağın insanını tanıyorum. Sen tanımıyorsun.”
Timin geri kalanı yanlarına koştu. Serhat, Oğuz’a:
> “Bölge temiz. Ama bu yaralıyı buradan çıkaralım, konuşabilir,” dedi.
Oğuz Alp, Rojin’in elini bileğinden tuttu, bırakmadı.
> “Sen bizimle geleceksin.”
“Siktir git, gelmiyorum,” dedi Rojin, çekmeye çalışarak.
Oğuz’un bakışları sertleşti.
> “Burası artık benim operasyon bölgem. Sen de bu bölgedesin. O yüzden, benimlesin.”
Rojin, dudaklarını ısırıp bakışlarını başka yere çevirdi ama ses etmedi.
O gece, karanlığın içinde, birbirlerinden nefret ederken bile farkında olmadan aynı safta yürüdüler…