Yazarın Anlatımıyla
Demir, telefonunun çalmasıyla postasına çıkabilirsin işareti yaptı. Konuşacakları bitmişti nasılsa. Arayan eski komutanı Albay Hamza Kılıç'tı. Bekletmeden açarken masasından kalkıp camın önüne geldi. Albay görmese bile, Demir saygı duruşuna geçmişti.
" Yüzbaşı Demir Güçlü. Emret komutanım ! " Onun yeri her zaman bir başkaydı... Babacan halleriyle Demir'i az korumamıştı. Göreve yeni başladığı zamanlarda koruyup kollamış, asker adam nasıl olunur hem öğretmiş, hem de güzel bir örnek teşkil etmişti.
" Demir, nasılsın oğlum ? " Hamza Albay'ın sesindeki sıkıntı kendini belli etse de, Demir sessiz kalıp sadece sorusuna yanıt vermeyi tercih etti.
" İyiyiz komutanım. Müsaadenizle, siz nasılsınız ? " Hamza bey sıkıntılı soluğunu verdi. Konuya girmesi gerekiyordu. Bu soruyla içindeki derdini dökmeye başladı. Demir onun için diğer askerlerinden her zaman farklı olmuştu.
" Rahatta konuşabilirsin oğlum. Değil Demir, hiç bir şey yolunda değil... Deniz'in birliğindeki 4 görev arkadaşı 3 ay önce şehit düştü. Haberler hepimizi yaktı. Sen de duymuşsundur tabi...
Deniz travma sonrası; stres, kaygı ve anksiyete bozukluğu yaşıyor ! Eğer anlaşılırsa, batıya sürülebilir. Ve bu Deniz için daha ağır bir travma yaratabilir. Onu bu haldeyken ne operasyona gönderebiliyorum. Ne de daha fazla ona engel olabiliyorum... "
Demir'in bakışları karşısındaki dağlara dikilmiş şahin gibi etrafı tararken, Albayı can kulağı ile dinliyordu. Albayın oğlunun durumuna üzüldü. Deniz aslında kızdı, ama Demir onu abisiyle karıştırdığı için erkek olduğunu sandı.
Çok zor bir durumdu silah arkadaşını kaybetmek... Ya onunla şehadet şerbeti içmek isterdi insan, ya da karargaha hep birlikte dönmek...
" Gecenin bir körü yatakhaneyi basıyor. ' Sü uyur, düşman uyumaz asker ! ' diye bağırıp saatlerce eğitim verip, spor yaptırıyor. Çocuklar helak oldu. Biri şikayet etse, hakkında bir soruşturma açılsa, verdiği tüm emekler ziyan olacak... ' Çocuklar ne kadar çok çalışırsa, o kadar iyi olurlar. Böylece şehit düşmezler artık baba ' diyor ! Ne gündüz duruyor, ne gece uyuyor... Evladımı kaybedeceğimi hissediyorum Demir ! "
" Sizin için ne yapabilirim komutanım ? Yardımcı olmamı istediğiniz şey, her neyse emretmeniz yeterli ! " Elbette yeterdi. O bir Albaydı. Ancak Hamza bey onu askeri gibi değil, en özel derdini paylaşıp onu anlayabileceği bir evladı, bir dert ortağı gibi görüyordu.
" Emir değil rica oğlum. Deniz'i senin yanına görev emriyle göndermeyi düşünüyorum. Onun kafasını dağıtıp bu durumdan kurtarabilirsen, ancak sen yapabilirsin bunu. Kimseye anlatamadığım derdimin dermanı sende ! Karıştır onun kafasını. Geçmişi değiştirmeye gücü yok, bari unutmayı başarsın.
Giden askerler benim de evladımdı. Ancak onlar şehadet şerbetini içip şehit düştüler. Artık ayrıldılar aramızdan. Ama Deniz bu gidişle mesleğini kaybedecek... Artık toparlaması gerekiyor ! Ben burada olduğum için komutanları görmezden gelse de, yarın öbür gün şikayet edilmeyeceğinin bir garantisi yok. "
Demir kararlılıkla salladı başını. Durum anlaşılmıştı. Deniz'e sıkı bir eğitim programı verilecek, mıntıka tanıma gezisi düzenlenecekti. Gölge Timi Deniz'i bağrına basar, onun yabancılık çekmesine de izin vermezdi.
" Aklınız kalmasın Albayım ! Siz görevlendirmesini çıkarın. Gerisi bende. Onu öyle bir yoracağım ki, gece olsun da yatağa girip uyuyayım demekten başka bir şey düşünemeyecek. Onun tim arkadaşlarıysa, bizim de kardeşlerimiz şehit olmuştur. Acısı acımızdır ama ölmeden mezara girmek de askere haramdır. Biz askerlerin tek hayali, al bayrağa sarılıp vatana can vermektir ! Hayattan kopmasına izin vermeyeceğiz Albayım. Siz görevlendirme işlemlerini başlatın... "
Bu konuşmalardan sonra Demir kendi işleriyle ilgilendi. Albay Hamza Kılıç, içi yana yana çok sevdiği Tuğgeneralin numarasını çevirdi. Kızının görev yerini Kayseri Komando Tugayı'na verilmesini rica etti. Tuğgeneral yarına görevlendirme emrini vereceğini belirtti.
Albay telefonu kapatırken bir sıkıntılı nefes daha verdi. Oğlu Kartal, Pençe Kilit operasyonundaydı. Yüzbaşı rütbesini yeni almış, hemen ardından da görevlendirmesi gelmişti.
Kızı Deniz de Üst teğmen olmuş, gittiği son operasyonda haince kurulan bir pusuda, 4 arkadaşını şehit vermişti. İyi olması için onu göndermekten başka çaresi yoktu ! Deniz deli doluydu ama hırçındı. Tıpkı deniz gibiydi... Dalgalanırdı ama durulurdu. Göl gibi sakin, tsunami gibi yıkar geçerdi.
Kendine gelmesi için gitmeliydi. Baba olarak da, komutanı olarak da, verilebilecek en doğru karar buydu. Ancak Aysel Hanım bu işe ne diyecekti, bir de işin bu tarafı vardı. Armalı bordo rengi beresini alıp, oturduğu sandalyeden kalktı.
Kapıdan çıkar çıkmaz kapıdaki postası hazır ola geçip selam durdu. Hamza bey onu selamlayarak adımlarını hızlandırdı. Gidecek ve bu işi tek seferde bitirecekti.
Şoförlüğünü yapan asker, selam durup kapısını açtı. Hamza bey bindikten sonra, kapısını kapatıp kendi de direksiyona geçti. Askeri lojmana girip kaldıkları evin önünde durdular. Hamza bey açılan kapıyla düşüncelerinden sıyrıldı.
Eve girip, karısı Aysel Hanımın yanaklarından öptü. Üniformasının düğmelerini çözerken, etrafa bakıyordu. Saat 18 olmasına rağmen, Deniz yine evde yoktu. Anlaşılan o ki, yine askerlere eğitim veriyordu ! Telefonunu çıkarıp kızını aradı.
" Deniz 10 dakika içinde evde ol ! Acil ! " deyip kapattı. Kısa ve öz. Babalık değil, albaylık kartını kullanmış, kızının itirazına mahal bırakmamıştı. Yatak odasına girip soyunmaya başladığında, Aysel Hanımın sofrayı hazırlarken çıkardığı sesler kulaklarında yankılanıyordu.
Üzerine rahat bir eşofman giyinip elini yüzünü yıkadı. Salona geçtiği sırada kapı çaldı. Aysel Hanım elindeki tencereyle eşine bakınca, Hamza Bey kapıyı açtı. Gelen Deniz'di.
Kumral saçlarının aralarında güneşten dolayı daha sarı duran tutamlar vardı. Uzun, canlı ve sağlıklıydı. Yeşil renkli gözleri her zaman hırçın bakardı. Ancak üç aydır gözlerindeki hırçınlık, hırsa dönüşmüştü. Göz altlarında mor halkalar oluşmaya başlamıştı. Yüzü süzülmüş, az beslenme, yetersiz uyku ve yaşadığı psikolojik rahatsızlıklar sebebiyle, zayıflamıştı. Elmacık kemikleri belirginleşmiş, daha karakteristik görünmesini sağlamıştı.
Beyaz teni güneşten yanmış, artık kumral gibi görünmesini sağlamıştı. Güzeldi. Dikkat çekecek kadar... Bakanın bir daha dönüp bakmak isteyeceği kadar güzeldi hem de...
Ancak sert duruşu yüzünden kimse ona yanaşmaya cesaret edemiyordu. Kendi rütbesinden de, üst rütbelerden de pek çok talibi vardı. Ama henüz konuşmaya cesaret edebilen çıkmamıştı. Alt rütbedeki hayranlarından bahsetmeye gerek bile yoktu.
İçeri girdiğinde canı sıkkın görünüyordu. Şu an duracak zaman değildi. Askerlerin eğitilmesi gerekiyordu ! Ama Albay emri olunca reddetmek mümkün değildi. Aksi takdirde emre itaatsizlik olur, hakkında tutanak tutulurdu.
Hamza bey içeri girmiş, hazır olan sofraya oturmuştu. Aysel Hanım özenle pişirdiği kremalı mantar çorbasını kaselere doldururken, Deniz de ellerini yıkayıp gelmişti. Üzerini değiştirmeye gerek görmemişti. Nasılsa az sonra çıkacak, askerleri koşturacaktı. Hızlı değillerdi ! Daha hızlı koşmalıydılar ! Hala onu geçebilen bir asker olmamıştı !
Hamza bey ses etmedi bu duruma. Sakince çorbalar içildi. Son kaşığını da aldıktan sonra, gözünün ucuyla kızını kesti. İyi, en azından çorbasını içmişti. Şimdi ben gidiyorum diyecekti. Ondan önce davranıp bu işi anlatacaktı.
" Yarın görevlendirme belgen geliyor, Deniz ! Kayseri Komando Tugay'ına gidiyorsun kızım. " Aysel Hanımın kaşığı, kasenin içine düşmüştü. Deniz ise gözlerini kırpıştırmış, ağzına götürdüğü kaşığı havada asılı kalmıştı.
" Bu gece hazırlığını yap. Sabah da vedalaşır, ekibinle son kez görüşürsün. Oradaki yüzbaşım Demir, seninle ilgilenecek merak etme. "
İtiraz çıkmasına müsaade etmeden konuşmasını tamamlamış, yerinden kalkmıştı. " Ben balkondayım hanım. Kahvemi oraya getirirsin sonra. Ellerine sağlık ! " diyerek salondan çıktı. Balkona geçip karanlıkta kalmış olan ilçeye baktı. Şırnak'a bağlı olan Dicle, yıllardır onun manzarasıydı.
Cebindeki sigarayı çıkarıp bir dal koydu ağzına. Çakmağı çakıp ucunu yaktığı sigarasından derin bir nefes çekti ciğerlerine. Vatan uğruna iki evladından da varsın uzak kalsındı. Yeterki onların canı da, vatan da sağ olsundu. Yine de baba yüreği sızlıyor, evlat hasretine bir yenisini daha eklerken canı yanıyordu işte...
Aysel Hanım kızına baktı. Burnunun direği sızladı. Kartal'ın yokluğuna dayanmak zorken, şimdi Deniz de gidiyordu öyle mi ?
Saçlarını okşamak için elini uzatacaktı ki, Deniz yerinden kalktı. " Ben gidip valizimi hazırlayayım anne. Oradakilerin de bana ihtiyacı var ! Demek ki üstler de gördü, benim gibi fark ettiler işte ! "
Son üç aydır aynı şeyi tekrarladığı için Aysel Hanım da ezberlemişti artık bu sözleri. Sofrada yalnız kalan Aysel Hanım sofraya baktı. Demek bundan sonra artık iki kişilik hazırlayacaktı bu masayı. Hazırladığı pilav da, tavuklu patates de öylece duruyordu. Daha kimse tadına bile bakmamıştı...
Sofrayı toparlarken Deniz de valizini hazırlıyordu. Kayseri'ye hiç gitmemişti. Hava durumunun nasıl olduğunu bilemedi. Hem kalın, hem de ince olan kıyafetlerinden koydu. Yedek üniformalarını dikkatle ve özenle en üste yerleştirdi.
İşi bittiğinde odasından çıktı. İstikameti karargahtı. Dış kapıya yönelmişti ki, annesiyle karşılaştı. " Yarın gidiyorsun zaten... Bir geceni bile annene ayıramaz mısın Deniz ? "
Büyük bir ikilemdi. Askerlerin ona ihtiyacı vardı. Ama annesini bir daha ne zaman göreceği meçhuldü. Üstelik dolu dolu gözlerle bakıyor, titreyen sesiyle soruyordu bu soruyu... Pes eder gibi vaz geçti. Eğilip, az önce bağladığı postalların bağcıklarını çözmeye başladı.
Aysel Hanım sevinçle izledi kızını. En azından bu gece yanımda diyecek hallere kadar gelmişti...
Kızının yatağına uzanmış, birbirlerine sarılmışlardı. Saçlarını uzun zaman sonra ancak okşayabiliyordu Aysel Hanım. Sessizdiler. Aralarında bir konuşma geçmedi. Aysel Hanım kızını çıkarken yakalamadan önce eşiyle konuşmuş, her şeyi öğrenmişti.
Biliyordu ki, mesleği Deniz için her şeydi. iyi olacaksa gitmeliydi. Aysel Hanım da, Hamza beye hak vermiş, aynı onun gibi düşünmüştü.
Saçları okşanınca tatlı bir uyku bastırdı. Aslında bedeni sürekli alarm veriyor, yoruldum artık biraz uyu diyordu. Deniz kulaklarını tıkadığı için duymuyordu sadece. Uyumak en zoruydu çünkü. Travmaları tetikleniyor, onu daha zor bir durumda bırakıyordu.
Stres neyse de, kaygı ve anksiyete bozukluğu işleri zora sokuyordu. Gündüzleri bütün askerlerinin şehit olacağı kaygısıyla baş etmeye çalışırken, her gece rüyasında da pusuya düşürüldükleri o geceyi tekrar tekrar yaşıyordu. Bu yüzden uykulara da küsmüştü...
Panik hali dinmiyor, arkadaşlarının ailelerinin şehit haberini aldıkları anı unutamıyordu. Ne acıydı Ya Rabbi... Evlere ateş düşürecek cinsten bir haberdi bu... Öyle ki duyan herkesin içine düşüyordu o ateş. Deniz fazla ateşe maruz kalmış, artık yanmaya başlayacaktı.
Aysel Hanım uyuyakalan kızının kafasını usulca yastığına doğru bıraktı. Öyle yorgundu ki uyanmadı Deniz. Yoksa çıt sese uyanır, hemen harekete geçer, silahına davranarak pozisyon alırdı. Ancak kabus dolu rüyası henüz başlamamıştı. O sürede biraz olsun dinlenirdi işte...
Sabahın ışıkları doğmamıştı ki, Deniz çığlıklarla uyandı. Aynı acı, aynı üzüntü, aynı korku... Bir gün eksik olsa olmazdı... Tam doksan yedi gündür bunu yaşıyordu. Tekrar ve tekrar... Sanki zamanın o noktasına takılı kalmıştı.
Onu zamandan çekip çıkarabilecek tek kişi Yüzbaşı Demir Güçlü'ydü. Soyadı gibi güçlü bir adamdı. Hem bedenen, hem de ruhen, bunu bariz bir şekilde yansıtıyordu.
Sabahın ezanıyla kalkmış, kaldığı lojmandan hazırlanıp çıkmıştı. Tugaya girmiş, nöbetçi askerin selamını almıştı. Koridorda postallarından çıkan gırç gırç sesleriyle odasına doğru gidiyordu. Albay az önce aramış, görevlendirme emrinin geldiğini söylemişti.
Şimdiki istikameti ise Gölge Timinin yanıydı. Yedi kişi olan bu time, Deniz'in gelmesiyle artık sekiz kişi olacaktı. Canları da, birbirine emanet olacaktı sırları da...
.
.
.
.
.
Devam edecek...