" Aç Bakayım Ağzını "

1955 Words
Deniz'in Anlatımıyla Sağa sola dönüp durdum. Yatak rahattı ama ben rahatsızdım. Artık evde değilken, nasıl uyuyacaktım ben ? Zaten her gece aynı kabusun esiri olmuşken, bir de bu yabancıların yanında kriz geçiremezdim. Askerdim ben. Ağlayarak uyanan bir prenses değil ! İlk intibam zaten kötü olmuştu. Yüz başı belki de babamın hatırına yüzüme karşı bir şey dememişti ama... Öyle sinirli bakıyordu ki, kızdığını anlamamak mümkün değildi ! Yine de insan rütbeli de olsa, üstüne bir tişört geçirmez miydi yani ? Ayıptır yani ! Şimdi Vedat ne düşünmüştür Allah Kerim ! Offfff ! Şimdi Şırnak'ta olsaydık, fırsat eğitimi der, askerleri kaldırırdım sürpriz yapar gibi. Nasıl da sevinirlerdi... Hayatları buna bağlıyken, eğitim vermek için can atan başka komutanı nereden bulacaklardı ? Yarın sabah ilk iş, erbaşların eğitimini devr almak olacaktı ! Yüz başıyla konuşacak, bu görevi tamamen üstlenmek istediğimi belirtecektim. Umarım beni şımarık bir albay kızı olarak görmezdi. Gözlerim kapanıyordu. Uyumamam gerekiyordu. Uyuyamazdım. Gözlerimi ovuşturup saate baktım. Dört buçuktu. Bu kadarı yeterli diyerek kalktım. Valizi açıp üniformamı giyindim. Gider parkurda biraz oyalanırdım işte. Sonra da Allah'ın izniyle çalışmaya devam. Vatana yapılacak hizmet çok. Formamı giymiş, kemerimi takmıştım. Çantamdaki beylik tabancımı da silahlığa yerleştirdiğim an, hazırdım. Bağlı olan saçlarım kaymıştı. Tokayı çekip çıkardım ve sessiz adımlarla termosumla birlikte odamdan çıktım. Vedat hala uyuyordu. Yolda içerim diye demlediğim çayım bitmişti ama termosumu yıkayamamıştım. Kokmasını istemediğim için, mutfağa geçtiğimde şaşırdım. Yüz başı mutfaktaydı. Çatık kaşlarıyla önünde duran demli çaya bakıyordu. Çaya mı sinirlenmişti o bu saatte ? Beni fark ettiği an, aynı şekilde bakmaya devam etti. Rahatta konuşmaya devam mı etmeliydim acaba ? Mesai saatleri içinde değiliz demişti. Hala olmadığımıza göre rahat konuşabilirdim herhalde. " Günaydın komutanım ! " ortada bir şey seçip, bu kez bağırmadan selam verdim. Vedat hala uyuyordu çünkü. Çatık kaşları düzeldi ve sert olan yüz ifadesi yavaş yavaş yumuşadı. " Günaydın Deniz. Uyuyamadın mı ? " İyi demek ki, orta yol iyiydi. Tezgaha ilerlerken başımı iki yana salladım. " Uykuyla pek aram yok komutanım. Asker uyumaz. Uykuya düşkün olmaz. Siz neden uyanıksınız peki ? Hep bu saatte mi kalkarsınız ? " Sorumu sorduktan sonra suyu açıp termosumu yıkamaya başladım. Ses gelmeyince ona baktım. Kara kara düşünmeye başlamıştı. Derin bir nefes verip bana bakınca, göz göze geldik. " Ben de askerim Deniz ? " Bir şey demeden termosumu yıkamaya devam ettim. İşim bitince ters çevirip bir kenara koydum. Demliğe baktığım esnada; " Yeni demledim daha. Al kendine bir bardak. Hatta kahvaltı hazırlamamı ister misin ? Acıktın mı ? " dedi. Açtığım dolapta bulduğum bardağı alıp dönmüştüm ki, çarpıştık. Bir anlık boşlukla " Ayyy ! Demir Abi ! Özür dilerim " dedim. Tam bana bir şey diyecekti ki vaz geçti. Açılıp kapanan ağzından sonra, kaşları yeniden derince çatıldı. " Komutanım demen yeterli Deniz ! Şekerin yerini bilemezsin diye onu alacaktım ! Kusura bakma ! " diyerek mutfaktan çıktı. Çayını öylece bırakıp gitmişti. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes verdim. Uykusuzluktan şirazem kayıyordu ! Adama ikidir abi diyordum resmen ! Yine iyi adammış ki, bir şey demedi. Fazla rahatsın Deniz ! Asker böyle mi olur ! Yüz başım demiyorsan da, komutanım de yani ! Abi nedir yaaa ! Nereden geliyor bu samimiyet ? Ben de çay içmekten vazgeçtim. Bardağı yerine koyup gidecekken dayanamayıp termosuma doldurdum çayı. İsraf olmasındı şimdi... Ağzını sıkıca kapatıp çıktım. Postallarımın bağcıklarını bağlarken Vedat uyanmış yatağını toplamıştı. Hemen yanıma geldi. " Günaydın komutanım ! " Başımı sallayıp onu onayladım. Saat 5'e gelirken Yüz başım odasından çıktı. Şu formanın asaleti, dünyanın hiç bir yerinde yoktu. Göğsünde GÜÇLÜ yazıyordu. Mavi beresi başındaki yerini almış, onu tamamlamıştı. O asker olmak için doğmuştu sanki. Bu yüz, bu fizik... Askerden başka hiç bir mesleğe gitmezdi. Parmağını önümde şıklatınca " Uykun geldi herhalde asker ? " Az önceki mutfakta yaptığımız konuşmaya atıfta bulunuyordu herhalde. " Hayır komutanım. Dalmışım. Özür dilerim. " diyerek dış kapıyı açtım. Önce ben, sonra Vedat, çıktık. Biz merdivenleri inerken komutanım da kapıyı kilitliyordu. Binanın dışına çıktığımızda, güneş de doğmak üzereydi. Etrafa bir kızıllık yayılmış, sabah serinliği her yana yayılmıştı. Vedat etrafa bakınırken, komutanım yanımdan geçip ilerlemeye başladı. " Vedat sen de gel bizimle. Burası merkeze epey uzak. Seni bıraktırırız otogara. Takip edin beni. " diyerek arabasına ilerledi. Biz onu takip ederken bu serin havada uyuma fikri aklımı çeliyordu. Öne geçip oturdum. Yüz başı arabayı kullanırken, Vedat da arkaya oturmuştu. Radyoyu açtığında sabah sabah yankılanan klasik müzik bana yapılacak son yanlıştı. Gözlerim kapanıyor, açılmamak için direniyordu. Bir süre sonra karanlığa teslim oldum. Kulağımdaki sayaç başlamıştı yeniden. Bip. Bip. Bip. Bip. Bip. Bip mi ? 5 bipten sonra patlama gelmedi ? Hala bip sesi geliyordu. Zihnim kendine gelmişken, gözlerim de açıldı. Kalbimdeki çarpıntı, karnımda bir ağrı başlatmıştı. Gözlerimi kırpıştırıp etrafa bakındım. Ses arabanın yanan dörtlülerinden geliyordu. Vedat ve Yüzbaşı yoktu. Saat 6.43'dü. Dinlenmiş hissediyordum. Kabus görmeden uyanmak nadir denk geldiği için tam yüzüm gülüyordu ki, şoför kısmının kapısı açıldı. Yerine oturan Yüzbaşı bana baktığında bir bardak da çay uzatıyordu. " Demek ki uyuyan askerlerde varmış ? İç hadi iyi gelir. " Gülümseyişim az önce kabus görmeden uyanışımın etkisiydi. Bardağı aldığımda komutanım hala bana bakmaya devam ediyordu. Yüzümü toparlayıp çatık kaşlı halimi takındım hemen. Önüne dönüp arabayı hareket ettirdi. Yol boyunca dağları izledim. Erciyes Dağı tüm görkemiyle her yerden görülecek kadar büyüktü. 1.5 saatlik uyku bile dinlenmemi sağlamıştı. Araba durunca komutanım indi. Ben de peşinden inip onu takip ettim. Burası güzel bir kahvaltı salonuydu. " Yüz başım, hoş geldiniz. " diyen garsonla buraya sık sık geldiğini fark ettim. " Hoş bulduk. Sen bize serpme kahvaltı ve büyük demlik çay gönder koçum ! " diyerek köşedeki masaya geçip oturdu. Sırtımı boşluğa veremeyen bir yapıya sahiptim. Ve duvar kısmına komutanım oturmuştu. Kalk diyemiyordum ama diğer yere de oturamıyordum. Yüzüme bakmış, hala neden oturmadığımı sorgulayan bakışlar atıyordu. Sırtlıklı bank koltuklar şeklindeydi oturma alanları. O iri cüssesiyle çoğu yeri kaplamıştı. Sığarım herhalde diyerek kendimi yanına attım. Yoksa ayakta beklemeye devam edecektim. Yükselen kaşlarıyla şaşkın ifadesi yüzündeki yerini aldı. Şaşırmıştı. Hiç anlamamış gibi yaptım ve önüme baktım. Bacaklarını toplayıp bir tık yana kaydı. İşte şimdi bacaklarımız minicik değiyordu. Kalbim ağzımda atıyor, yeni bir panik atak dalgasının geldiğini, titreyen vücudum haber veriyordu. Komutanım sessizdi. Ama hala bana baktığını hissediyordum. Onun tarafında kalan tenim yanıyordu sanki. Delici bakışlarını üzerimde hissetmekten rahatsız oldum. Bir anda ona dönüp baktım. Haklıydım. Kıstığı gözleriyle beni izliyordu. " Ben de buraya oturmak istedim ! Olamaz mı komutanım ? Rahatsız olduysanız siz geçin karşıya oturun ! Ben yerimden gayet memnunum ! " Sanki tapulu koltuğuydu arkadaş ! Kalp çarpıntım hızla yükselirken kriz geçirmem an meselesiydi. Sakinleşmem gerekiyordu. Yüzünü bana yaklaştırdı. Nefesimi tuttum bir an. " Ben de cam kenarına geçmek ister misin diye soracaktım. Memnunsan oturmaya devam edebilirsin Deniz.. " Dumur oldum. Kirpiklerim kırpıştı. Anlık gelen sinirime hakim olamamış, komutanıma patlamıştım. Her şeyi yapabilirdi. O benim üstümdü. Asker her yerde asker, komutan her yerde komutandı. Askerin mesai saati olmazdı. Ona karşı saygısızca konuşmuştum. Bunun için bana, akla hayale gelmeyecek cezalar verebilirdi. Ama o, kendi yerini bana vermeyi tercih etmişti. Hala bakışıyorduk. Ben şaşkın ve biraz da mahcuptum. O ise gözlerime diktiği dikkatli bakışlarıyla bir şey arıyordu sanki. Yaklaşan adım sesleriyle bakışmamız sonlandı. Bu kadar yakından bakışınca, adam da bir yakışıklı geldi gözüme. Düşüncelerimi silmek için kafamı salladım. Garson masaya tabakları bırakmaya devam ediyordu. Garson demliği benim tarafıma bırakacağı sırada komutanım kendi yanını işaret etti. O bardakları doldururken, ben kendimi hiç aç hissetmiyordum. Her şey mükemmel görünüyordu ama... Benim canım istemiyordu. Komutanım ekmeğini ortadaki melemene bandırıp bana döndü. " Aç bakayım ağzını " dedi. Gözlerim büyürken, o da bir an kalakaldı. Bana elleriyle mi yedirecekti ? Üflemediği kalmıştı bir ! Diyeceğim sırada lokmaya üfledi. Ağzıma doğru yaklaştırdığı sırada ağzım otomatikman açıldı. Kendime şaşırırken, ağzıma yayılan tatla kaşlarım havalandı. Yuhhh ! Anneminkinden bile güzel olmuştu ! Tepkimi gören komutanım önüne dönüp kendi de yemeye başladı. İştahım açılmıştı sanki. Adam lokmaya üflerken dua falan mı etti ne yaptıysa, her şeyden yedim. Uzun zaman sonra gerçek bir kahvaltı yapmıştım. Şimdi keyfim yerine gelmişti işte. Kabussuz bir uyku, sağlam bir kahvaltı, ve içtiğim dördüncü bardak çay ! Şimdi bunun üstüne yeni askerlere sıkı bir eğitim verdim mi ! Tamamsın Deniz. Bugün uzun zaman sonra geçirdiğim en güzel gün olabilirdi. Komutanım konuşmuyor, sessizce ara ara bana bakıp devam ediyordu. Bardaklarımız da bitince bana baktı. " Geç kalmadan kalkalım. " diyerek benim kalkmamı bekledi. Hemen kalkıyordum ki, elimi onun bacağına atmış bulundum. Hızla elimi çekip kalkayım derken bu kez elimi masaya vurmuş, azıcık gün yüzü gören popom yeniden oturduğum yere çakılmıştı. Tam bir rezildim. Gerçekten ! Ne bu şimdi adama sakar şov mu yapıyoruz ? Kulağımın dibinde bir nefes hissettim. " Kalkabilecek misin ? Yoksa kucağıma mı alayım seni Deniz ? " ******* Demir'in Anlatımıyla ******* Bütün gece uyuyamadım. Demir abi ! Bana soran oldu mu Demir abi olmak istiyor muyum diye ? Yok ! Kalkıp kendime bir çay demledim. Boş boş baktığım anlarda bile kulaklarımda yankılanıyordu. Demir abi.... Çay demlenince doldurup masaya geçtim. Daha bir yudum almamıştım ki, kapıda bekleyen Deniz'i fark ettim. Hiç uyumadığı bariz belli oluyordu. Kabus görmekten korktuğu için uyumamış olmalıydı. Termosunu görünce, onun da benim gibi çayı sevdiğini fark ettim. Çayı seven adamdan zarar gelmezdi. Ben şeker kullanmadığım için, ortalarda yoktu. Kalkıp ben versem iyi olacaktı. Arkasını döndüğü an bana çarptı. Tenimdeki sıcaklığı hissedemeden, Demir abi dedi yine. Bütün keyfim kaçtı. Abisini de sikeceğim, demirini de ! Odama geçip sert bir soluk verdim. Ellerimi yüzüme bastırıp sertçe yüzümü sıvazladım. Az önce traşımı olmuştum zaten. Üniformamı giyip çıktığımda Vedat ve Deniz'i kapıda gördüm. Bu çocuğu da almıştık gece gece. Kapıyı üstüm çıplak açmışken kızı eve tek başına alamazdım. Albaya yanlış bilgi gitmesini istemezdim. Vedat'ın gelişi, yanlış anlaşılma olmasına müsaade etmezdi. Otogara giden yolda Deniz uyudu. Bayılmış da olabilirdi. Vedat'ı gönderdikten sonra bir bardak çay aldım. Deniz de uyanmıştı. Uyku mahmurluğuyla birleşen gülümsemesi, onu seyretmeme sebep oldu. Kadınların hepsi mi böyle güzeldi, yoksa Deniz mi ? Kahvaltı salonuna geldiğimizde tedirgindi. Bana daha yakın durmaya çalışıyordu. Oturduğum esnada beklemeye devam etti. Çaktırmamaya çalışsa da, titreyen elleri kendini gösteriyordu. Bir anda kendini yanıma atarak oturdu. Albay ile konuştuktan sonra, söylediği hastalığı araştırmıştım. Okuduğum makaleler, psiyatr konuşmaları ile az çok bilgi sahibiydim. Şu an son derece kaygılı görünüyordu. Ses etmeden onu izlemeye devam ediyordum ki, dönüp bana patladı. Dün geceden beri onu tanıdığım kadarıyla iyi bir askerdi. Gecenin bir köründe bile bağıra bağıra başına gelen her şeyi anlatacak kadar da dürüsttü. Ani sinir patlamasını da görmüş oldum. Hemen hemen hastalığın bütün belirtilerini taşıyordu. Sorun olmadığını söylediğim an, şaşırdı. Ellerinin ve çenesinin titreyişi durdu. Hızla inip kalkan göğsü yavaşça inip kalkmaya başladı. Kendini güvende hissetmeye ihtiyacı vardı. Ters bir komutandan ziyade, anlayışlı bir komutan onu daha iyi hissettirecekti demek. Bacağının sıcaklığını hissetmek hoşuma gitse de, yeniden stres yaşamaması için biraz geri çekildim. Daha rahat bir nefes aldı. Kahvaltılıklar gelmiş, ama isteksiz bakışlarını gezdirmişti. Zaten bir deri bir kemik kalmış gibi görünüyordu ! Ekmeği bandırıp güzelce aldım. Baya sıcaktı. Üfleyip ona uzattığımda onunla birlikte ben de şok oldum. Siktiğimin komutanıydım ben ! Üst teğmene ellerimle mi yediriyordum gerçekten ? Aklım neredeydi benim ? Alt dudağına değen parmağım yandı sanki.. Yok yok. Ben hiç iyi değilim ! Uzun zamandır da rüyalanmamıştım. Ondan böyle oluyorum ben. Benim çavuş baş kaldırmak istiyordu. Ama ne yeri ne de zamanıydı ! Kahvaltıya yönelip aklımı dağıtmalıydım. Deniz'in iştahı açılmıştı bir anda sanki. Sofrada ne varsa silip süpürdü. Onu gururla izledim. Yemeliydi. Uyumalıydı. Dinlenmeliydi. İyileşmeliydi.... Şehit vermenin acısını yenmeliydi. Benim de içim kan ağlıyordu her seferinde. Ama atlatmak zorundaydı. Zorundaydık... Albay'a verdiğim sözü tutacak, ne pahasına olursa olsun Deniz'i iyileştirecektim. Daha çok araştırma yapmalı, ona iyi gelecek her şeyi öğrenmeliydim. Saat ilerliyordu. Kalkmamız ve tugaya geçmemiz gerekiyordu. 9'a kadar anca yetişirdik. Kalkmak için bastırdığı eli, üst bacağıma denk geldi. Aceleyle kalkmaya çalışırken elini vurdu. Kalktığı yere geri düştü. Panik seviyesi fazla yüksekti. Onu sakinleştirmem gerekiyordu. " Kalkabilecek misin ? Yoksa kucağıma mı alayım seni Deniz ? " Siktir ! Bunun sakinleştirmesi gerekirken, ben bile heyecanlanmıştım. . . . . . Devam edecek...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD