Bazılarıysa, nokta koymayı reddettikleri hikâyelerde boğulur.
RÜZGAR
Gelen asker her kimse, havalandırma deliğinin kenarına sessizce oturdu, aşağıya doğru baktı. Seri hareketlerle çantasından bir şeyler çıkardı ve bir dakika olmadan sessizce aşağıya süzüldü.
“Hazır olun. Asker içeri girdi. İlk silah sesini duyduğun anda temizliğe başla!” dedim Turgut’a.
“Emredersiniz komutanım!” Birkaç hışırtı sesi duyuldu. “Şimdi ebenizi sikmesin mi bu Nitro?” dedi kendi kendine.
Kendi kendime güldüm. Bir şeyleri patlatmaktan ayrı keyif alıyordu manyak.
İçeriden gelecek hamleyi beklerken hepimiz tetikteydik.
Gecenin sessizliğini delen ilk silah sesini duyduğumuzda Nitro hemen harekete geçti.
Patlamanın sıcak dalgası yüzümü yalayıp geçti, ardında barut kokusu ve havada asılı kalan toz bulutu bıraktı. Telsizden Turgut’un sesi geldi.
“Komutanım, mayın hattı temizleniyor. İlerleyişe başlıyorum. Dağlara selam çakıyoruz aslanlar. Bu gece bu dağları sikmeyenin…”
“Yedi Ocak Timi!” diyerek Turgut’un eşsiz kelime dağarcığını böldüm. “Hat boyunca çiftli kol düzeni alın. Nitro, patlamalar arasında beş saniye boşluk bırak. Mayınlı alan temizlenmeden kimse mağara girişine yaklaşmasın.”
İlk patlamalar birbiri ardına yankılandı. Toprak ve taş parçaları havaya savrulurken, dumanın ardından bir yenisi daha yükseldi. Atışına kurban!
İçimdeki sıkıntı bir yana, operasyona odaklanmaya çalıştım. Havalandırma deliğinden içeri sızan askerin ne kadar eğitimli olduğunu bilmiyordum. Araziye benden bile daha hakim hareket ediyordu ama birebir temasta nasıldı hiçbir fikrim yoktu.
O askerin hayatta olduğundan emin olmalıydım, aynı zamanda içeride tutulan Metehan'ın durumu da aklımı kemiriyordu. Ya sağ değilse? Ya kurtarmaya giden askerimiz tuzağa düşerse? Kafamda binlerce tilki tek sıra halinde dönüyordu sanki anasını satayım!
Hareketliliği fark edince görüşüme ilk gireni indirdim.
“Kaya, sağ kanadı kapat. Otacı, mağara girişinden gözünü ayırma. Girişten çıkacak her şeyi indir,” dedim, sesimde en ufak bir tereddüt olmasına izin vermeden.
Tam o sırada mağaranın içinden iki siluet fırladı, birilerine bağırarak dumanın içine daldılar. Murat’ın keskin nişancı tüfeği bir kez patladı, yankı kayalarda çınladı. İlk siluet yere yığıldı. Kaya’nın otomatik tüfeği hemen ardından ikinci hedefi devirdi.
“Düşman sayısı belirsiz, acele etmeyin. Girişe baskı yapmayın, içeridekileri dışarı zorlayın,” dedim, gözlerim mağara girişinde, kulaklarım telsizde.
Turgut mayınları temizlemeye devam ediyor, biz de yavaş yavaş ilerliyorduk.
“Hepiniz gelin orospu çocukları!” diye bağırıyordu Turgut. “Karakule’yi almak ne demekmiş soracağım hepinize. Bu mayınları götünüzde patlatmayan Turgut’u siksinler!”
İçeride ayrı bir kargaşa, dışarıda ayrı bir savaş vardı. Mümkün mertebe içerideki askerin işini kolaylaştırmaya çalışıyorduk.
Kendine bir kayayı siper alan birini daha indirdim.
Nitro’nun neşeli sesi telsizi doldurdu.
“Hattın sonu temiz, komutanım. Gül döktüm yollarınıza!”
Güldüm ama içim rahat değildi. Toz bulutunun içinde tim harekete geçti, ama aklım hala içeri giren askerde ve Metehan'daydı. Disiplin her şeydi, ama bu anlarda insanlık da bir o kadar ağır basıyordu.
Havalandırmadan giren askerin akıbeti belirsizdi. Metehan’ın durumu da öyle. Telsizden gelen her cızırtı, içimdeki gerginliği bir tık daha artırıyordu.
“Herkes pozisyonunu korusun. Metehan ve diğer askeri görene kadar çıkanı indirmeye devam! Kimseyi sağ bırakmayın! Sağ bırakanı …” diyecekken Murat’ın sesi araya girdi.
“Sağ bırakanı sikersiniz. Epeydir sessizdik. Geldiğimizi kutlamasın mı dağlar?”
“Kutlasınlar ulan!” dedi Kaya, tüfeğinden çıkan mermi rüzgara meydan okurken.
Birden mağaranın içinden boğuk bir patlama daha yükseldi. Nitro’nun el bombalarından biri değildi, içeriden geliyordu. Telsiz cızırdadı, ama ses çıkmadı.
“Kaya, durum raporu!” dedim, sesimdeki sertlik kendi kulağıma bile yabancı geldi.
“Komutanım, içeride çatışma var. Havalandırmadan giren ateş ediyor sanırım. Allah'ına kurban! Yağdır aslanım.”
“Net bilgi ver, Kaya! Metehan’ı ya da giren askeri görüyor musun?”
Cevap gelmeden önce mağara girişinden bir duman bulutu daha yükseldi. Ardından, karanlığın içinden bir gölge belirdi. Havalandırmadan giren askerdi, elinde bir tabanca, diğer kolunda bitkin bir siluet Metehan.
“Kaya, Otacı destek ateşi! Girişi kapatın, onları çıkarın!” diye bağırdım. Aynı anda mağaranın içinden bir roketatar sesi yükseldi. Toprak sarsıldı, girişin yanındaki kayalar parçalandı. Toz bulutu görüşü kapladı.
“Nitro, roketatarı bul! Iskalarsan şimdiden cezan hazır,” dedim, kalbim göğsümde küt küt atarken. Nitro’nun nişancı tüfeği bir kez daha patladı.
“Ağzınızdan bal damlıyor komutanım!”
Roketatar hedefine ulaşamadan imha edilince “aslansın,” dedim.
“Ödül?” diye sordu. “Ceza hep hazır ama ödülün esamesi okunmuyor anasını satayım!”
Kaya’nın sesi telsizde yankılandı. “Komutanım, havalandırmadan giren Metehan’ı çıkardı. Durumu iyi gibi görünüyor. Güvenli bölgeye alıyoruz.”
İçimdeki gerginlik bir an için yerini disiplinli bir rahatlamaya bıraktı, ama iş hala bitmemişti. “Anlaşıldı. Güvenli bölgeye alın. Girişe baskıyı artırın, kalanları temizleyip çıkıyoruz.”
Tam o sırada dumanın içinden iki terörist fırladı, birinin elinde bir AK-47, üzerimize doğru koşuyordu.
“Otacı, sağdan!” dedim. Tek el ateş sesi geldi ve adam yere yığıldı. Ben de diğerini indirdim.
“Güzel atış. Şimdi herkes hazır olsun, mağara temizleniyor. Hedef yuva, eksiksiz çıkıyoruz. Hareket!”
Telsizden Nitro’nun sesi geldi. “Komutanım, bir hareket var. Sanırım sonuncular çıkıyor. İndir indir bitmiyor amına koduklarım.”
“Noldu yaprammm? Kolun mu ağrıdı?” diye dalga geçti Kaya.
“Hatırlat da seni ağrıyan kolumla ameliyatlık edeyim.”
“Tim! Zevzekliği bırak. Pozisyon alın, ateş serbest!” dedim. Mağara girişinden iki gölge daha belirdi, ellerinde hafif makineliler, dumanın arasında körlemesine ateş ediyorlardı.
Turgut ve Murat anında karşılık verdi, seri atışlarla iki terörist de yere serildi. O sırada havalandırmadan giren askerin, Metehan'ı güvenli bölgeye taşırken tökezlediğini gördüm. Kan kaybından mı, yorgunluktan mı bilmiyordum, ama düşmek üzereydi.
“Kaya, Metehan'ı al! Çabuk!” dedim. Kaya hızla öne atıldı, Metehan'ı ve diğer askeri güvenli bölgeye çekerken, Turgut girişi taramaya devam etti.
Mağaranın içi artık sessizdi, sadece duman ve barut kokusu kalmıştı. “Nitro, son bir tarama yap. İçeride kimse kalmayacak.”
Nitro girişe bir sis bombası attı, ardından içeri daldık.
“Komutanım, mağara temiz. Kalanlar etkisiz.”
Derin bir nefes aldım. Metehan hayattaydı ve durumu iyiydi. Onların olduğu alana yönelirken Turgut ve Murat ölenleri kontrol ediyor, sağ kalan varsa öteki tarafa postalıyordu.
“Herkes toplansın. Metehan'ı ve askeri tahliye edip, yuvaya dönüyoruz. Harekete geç!”
Toz bulutunun arasında patikanın sessizliği, timin botlarının çıtırtıları ve rüzgârın uğultusuyla bölünüyordu.
Hızla Metehan'a yaklaşıp çabucak kontrol taraması yaptım.
“İyi misin?” diye sordum endişeyle. Kendime çekip sıkıca sarıldım. Ödümüzü koparmıştı pezevenk!
“Benden öyle kolay kurtulacağınızı mı sandınız komutanım?”
“Zevzek,” dedim gülerek.
Metehan’ın kolunda bir kurşun yarası, omzunda derin bir sıyırık vardı; kan kaybı sınırlıydı, ama yüzü solgundu.
“Komutanım, bu herifler beni kolay kolay indiremez. Ama içeride epey sıkışmıştım,” dedi, sesi yorgun ama keyifli. Bakışları onu kurtaran kişiye döndü.
“Gökten düşen peri sağ olsun.” Göz kırptı.
Bakışlarım en sonunda söz konusu olan kişiye döndü. Metehan'ın peri dediğini fark edince, dikkatlice yüzüne baktım.
“Asker!” anında hazırola geçip tekmil getirdi.
“Üsteğmen Azra Göktuğ, Mersin! Emredin komutanım!”
Küçük dilimi yutmadan “rahat ol,” diyebildim. Sadece gözleri görünüyordu. Dikkatli bakana kadar kadın olduğunu fark etmemiştim bile!
Peçesini işaret etmekle indirdi.
“İsmi de güzel,” dedi Metehan hülyalı bir sesle. Sertçe yüzüne baktım. İçeride uyuşturucu mu vermişlerdi bu dingile!
“Asker!” dedim sertçe.
“Kıdemli Üsteğmen Metehan Korkmaz! Emredin komutanım!” Açıkça sırıtıyordu.
Metehan'ı kendi haline bırakıp Azra’ya döndüm.
“Üsteğmen,” dedim, ona yaklaşırken. “Yüzbaşı Rüzgar Ömerli! Temiz işti. Eline sağlık.”
Azra, gözlerini bir an benden ayırmadan selam verdi.
“Görevimiz komutanım!”
Başımı salladım, yaptıklarından etkilenmiştim. “İyi iş, Üsteğmen. Metehan’ı sağ salim çıkardın, bu tim sana borçlu. Ama o tünele nasıl girdin? Hangi yolu kullandın?”
Azra’nın yüzünde hafif bir tebessüm belirdi, ama gözleri hâlâ tetikteydi. “Komutanım, araziyi önceden taramıştım. Bir süredir bu bölgedeyim. Benim için çocuk oyuncağıydı.”
“Güzel olduğu kadar akıllı da!” Hem ben, hem Azra, Metehan'a sert bir bakış hediye ettik.
“Çocuk oyuncağıydı ha?” dedim, kaşlarımı kaldırarak. “Albay kim olduğunu da söylemedi. Hangi birliğe bağlısın?”
“Hayalet timi komutanım,” dedi Azra, omzunu hafifçe oynatarak. Yarası acıtıyor olmalıydı, ama belli etmiyordu.
“Vay, vay! İlk kez hayalet timinden biriyle tanışıyoruz,” dedi Metehan.
Aslında daha soracaklarım vardı ama içimdeki merakı bastırarak, Metehan’a döndüm. “Fazla konuşma üsteğmenim, gücünü sakla. Önümüzde uzun bir yol var. Şimdi çıkıyoruz.”
Metehan sırıtarak, “Komutanım, bu kadın tek başına ordu,” dedi, nefesi kesik kesik. “Ben hayran olmayayım da ne yapayım?”
“Görüyorum,” dedim, gülümseyerek. Vakit kaybetmeye devam etmeden buradan çıkmamız lazımdı. Metehan stabil olsa da, yarasının enfekte olma riski vardı. Azra’nın da omzu kötü görünüyordu.
“Kaya, tahliye helikopterine sinyal ver. Koordinatlar: 36.94 kuzey, 38.39 doğu. Güvenli bölgeye 10 dakikada ulaşsınlar,” dedim, telsizi elime alarak. “Nitro, Metehan ve Azra’yı destekle, yürüyebilirler ama tempo tut. Murat, yüksek noktada kal, çevreyi tara.”
Kaya telsize eğildi. “Şahin-1, burası Yedi Ocak. Tahliye için hazırız. İki yaralı, durumları stabil. Hızlı gelin.”
Helikopterin tahmini varış süresi 12 dakika falandı. 500 metrelik dar patika, bizi güvenli bölgeye götürecekti, ama açık bir hedeftik. “Tim gidiyoruz.”
Patikada tek sıra ilerlerken, Metehan Nitro’nun omzuna tutunuyordu. Azra, kendi başına yürüyordu, ama omzunu tutarak adımlarını atıyordu. Gözleri çevrede, sanki hâlâ tüneldeymiş gibi tetikteydi. “Üsteğmen, yaran nasıl?” dedim, yanına yaklaşırken.
“İdare eder, komutanım,” dedi, dişlerini sıkarak. “Metehan Üsteğmen'in durumu benden önemli.”
“İkiniz de önemlisiniz,” dedim sertçe. “Kendini kollamazsan, karargaha varmadan bayılırsın.”
Azra hafifçe güldü. “Emredersiniz, komutanım.”
Birden Murat'ın sesi telsizde cızırdadı. “Komutanım, sol yamaçta hareket. İki kişi, silahlı. Mesafe 150 metre.”
“Gözünü ayırma. Yaklaşırlarsa indir,” dedim, timi durdurmadan. Metehan’ın nefesi hızlanmıştı, ama pes etmiyordu. Azra, tabancasını çekip hazır bekledi.
Yamaçtan bir makineli tüfek ateşi açıldı. Kurşunlar patikanın çevresine yağdı. “Siper!” diye bağırdım. Turgut, Metehan’ı bir kayanın ardına çekti. Azra, kendi başına yere yattı, tabancasıyla ateşe karşılık verdi. Murat’ın tüfeği iki kez patladı, ateş kesildi. “Temiz, komutanım,” dedi.
İlerlemeye devam ettik. On beş dakikanın sonunda helikopterin pervanesi uzaktan duyulmaya başladı. “Kaya, işaret fişeğini ateşle!” dedim. Kırmızı ışık gökyüzünü aydınlattı. Şahin-1, güvenli bölgenin üstünde daire çizmeye başladı.
Helikopter yere indi, toz bulutu her yanı kapladı. “Nitro, yaralıları yükle!”
Metehan ve Azra, sağlık ekibinin yardımıyla helikoptere bindi. Metehan koltuğa yığılırken, “Komutanım, Azra’ya madalya verin,” dedi, sırıtarak. Azra gözlerini devirdi, ama gülümsedi.
“Madalyayı karargahta konuşuruz,” dedim. “Sen de nasıl oyuna gelip ele geçirildin, uzun uzun anlatırsın.”
Son sözlerim yüzünü buruşturmasına neden oldu. Eh sürekli sırıtacak hali yoktu. Bu kadar basit bir şekilde yakalandığı için acısını sonra çıkaracaktım.
Tim helikoptere doluştu, en son bindim. Kapıdan araziye son bir bakış attım. Mağara, dumanın içinde kayboluyordu.
“Şahin-1, tam gaz!” dedim. Helikopter havalandı. Metehan ve Azra’nın durumu stabildi, ama içimdeki endişe hâlâ tam geçmemişti. Metehan’ı kaybetme korkusu, beni Cengiz'i şehit verdiğimiz geceye götürmüştü.
Bana bu paniği yaşattığı için de ayrı sikecektim. Hele yaralarını saralım da…
***
Karargaha vardığımızda Metehan ve Azra hızla gözetim altına alınmış, yaraları sarılmıştı.
Tim dinlenmeye çekilmiş, ben de Dursun Albay’a rapor verdikten sonra lojmana geçmiştim.
Eve girip hızlı bir duş aldıktan sonra koltuğa uzandım. Üç gündür dağlarda gezdikten sonra, sonunda rahat bir yerde uzanmak iyi hissettirmişti.
Önce annemle konuşmuş, ardından Arven’e mesaj çekmiştim.
Her fırsatta kendimi hatırlattığım kızdan, üç gündür benden haber almamasına rağmen tek bir ses çıkmamıştı.
Artık canıma tak etmişti. Sanırım biraz da kırılmıştım. O sinirle bir mesaj çektim.
- Vuruldum. Ölümden döndüm. Ölsem haberin olmayacak zalimin kızı!
Kafamı yastığa koyup gözlerimi kapattım. Siktiğimin inadını kıramıyordum bir türlü…
Kaç yıl olmuştu! Daha kaç yıl geçecekti? Ne bana he diyordu, ne bir başkasına gidiyordu. Ne elimi tutuyor, ne elini bırakmama izin veriyordu.
Geçmişin karabasanlarının geleceğimizi şekillendirmesine izin vermek istemiyordum. Fakat Arven ne bana geliyor, ne de benden gidiyordu.
Tam gözlerim kapanırken telefon sesiyle gözlerimi açıp ekrana baktım. Arven arıyordu. Gözlerim büyüdü. Dört yılın sonunda ilk kez beni arıyordu.