Bukalemun.

1306 Words
Duştan sonra gelen, ılık suyun tenimde bıraktığı rahatlama tarifsizdi. Tüm bu adrenalin dolu anların ardından bedenim sakinleşse de, içimdeki kadınlığımın derinliklerinde ki titreşimler hâlâ devam ediyordu. Kasıklarımda, en derinlerimde hissettiğim ritmik ürperti, beni şaşırtacak kadar güçlüydü. Emir’in vücudunun sıcaklığını ve o anki yoğunluğunu hatırladıkça yüzüm kızarıyor, istemsizce saçma sapan kıkırdıyordum. Duşumu alıp saçlarımı elimle tararken, vücuduma sardığım havluyla banyodan çıktım. Bir an için göz göze geldik. Emir, tamamen giyinmiş bir şekilde koltuğa oturmuştu. Sağ ayağı sinirle yere ritmik olarak vuruyor, purosundan derin nefesler alarak etrafına homurdanıyordu. Durup onu süzdüm. Kasvetli bakışları ve vücudundan yayılan baskın aura, tüm o sakin anımı yerle bir etmişti. Anlam veremediğim bu gerginliğe karşılık, kaşımı kaldırıp yüzüne sorgylar bir ifadeyle baktım. Elindeki çarşafı öfkeyle bana doğru salladı. Gözlerindeki karanlık, adeta fırtınanın habercisiydi. "Ne planlıyordun bunu yaparken!? Söylesene, ne diyeceksin? Sorumluluk al benimle evlen mi? Bu nasıl adi bir oyun, Alev!" Derin bir nefes alıp, kollarımı göğsümde birleştirdim. Soğukkanlılığımı korumaya çalışarak ona doğru adım attım. "Peki, ne yapacaksın? Eğer desem ki benimle evlen sorumluluğumu al 'Napacaksın şimdi, benimle mi evleneceksin?' ne yapacaksın Emir?" dedim alaycı bir gülümsemeyle. Bakışlarındaki öfke karanlık bir girdaba dönüşüyordu. "Bunu planladın, değil mi?" diye sordu. Sesi titrek bir tehdit kadar soğuktu. Başımı yana eğip sinirle güldüm. "Gerçekten mi? Ne yani, sana bunu biri yapsa cidden evlenecekmisin? Sen, mafya dünyasının kralı olduğuna emin misin? Çünkü bunu anca saf bir çocuk yapar. Seni arzuladım, oldu bitti! Ne bu saçmalık, Emir? Her yattığın kadın için bir 'bekareti yoktur raporu' mu alıyorsun? Üzgünüm, seks başvurularım sırasında sanırım bu kısmı kaçırmışım," diye patladım. Sesim hem öfkeli hem de meydan okurcasına yükselmişti. Emir, başını sinirle yukarı kaldırıp bir an tavanı izledi. Nefesi öfkeyle kesik kesikti. "Benimle alay etmeyi kes ve defol! Bir daha asla karşıma çıkma,!" dedi ve ardından kapıyı sert bir şekilde çarparak çıktı. Odada bir süre nefes almadan kalakaldım. İçimdeki kızgınlık, utanç ve inat birbirine karışmıştı. Eğer bir günah varsa, bu iki kişilikti. Ama neden bütün suçlamalar benim omuzlarıma yükleniyordu? Aksine, Emir şu an mızmızlanan bir çocuk gibiydi, sanki her şey bir suçtu ve bütün suçu o işlemişti, İyi de neden böyle hissediyordu. Hızla üzerimi giyinip odayı terk ettim. Asansöre binerken ıslak saçlarım dikkat çekiyordu. Etrafımdaki insanların bakışlarını hissetmek zor değildi. Büyük ihtimalle, "Emir Kara’nın yeni sikip attığı kadın" diye düşünüyorlardı. Tanrım, bu utanç içimi kemiriyordu. Ama unutmayacağım! Emir Kara, bu yaşattıklarının hesabını sana ödeteceğim! - - - - Plazadan çıktıktan hemen sonra önüme lüks bir araç yanaştı. Aracın kapıları senkronize bir şekilde açıldı ve içinden çıkan iki iri koruma, askeri bir disiplinle önümde durarak kapıyı nazikçe araladılar. Yüzümdeki şaşkınlık yerini hızla sinire bırakmıştı. "Ne bu şimdi?!" dedim, kaşlarımı çatarak. "Efendim, Emir Bey sizi bırakmamızı istedi," diye açıklama yaptı adamlardan biri, başını eğerek resmi bir selam verdi. Ses tonu itaatkâr ama temkinliydi. Gözlerimi sertçe diktim, alayla karışık bir öfkeyle tısladım. "Git o sorunlu, psikopat, manyak patronuna söyle: Cehenneme düşse, benden bir yudum su istese bile vermem. Ben de ondan zerre bir şey almam, anladın mı?!" Adamlar birbirlerine bakıp sessizce geri çekildiler. Hızla karşıdan gelen bir taksiye elimi kaldırdım. Taksi, ufak bir frenle önümde durdu. Hemen arka kapıyı açıp içeri atladım. “Hadi, çabuk uzaklaş buradan,” dedim şoföre, geriye dönüp bir an bile bakmadan. Eve vardığımda yorgunluktan tükenmiş gibiydim. Sanki gökyüzünden yere çakılmış, tüm enerjim bir anda çekilip alınmıştı. O birkaç saatte yaşadığım güzel anların ardından Emir’in varlığı, yüksek bir uçurumdan düşmüş gibi hissettirmişti. O adamın derdi neydi, bir türlü anlayamıyordum. Koltuğa kendimi bıraktığımda evin huzurlu atmosferi hemen içime işledi. Yumuşacık minderler vücudumu sararken, hafif bir vanilya kokusu havaya yayılıyordu. Arkadaki lambadan süzülen loş ışık, odaya sakin bir sıcaklık katıyordu. Bir süre hareketsiz uzanıp gözlerimi kapattım, evin dinginliği beni kollarına almış gibiydi. Hafif bir müzik eşliğinde rüzgârın perdeleri hafifçe savuruşunu dinledim. Tam o sırada telefon ekranımda bir bildirim belirdi. Göz ucuyla ekrana baktım ve bir isim dikkatimi çekti: Bora arıyordu. Telefonu açtığımda Bora'nın neşeli sesi hoparlörden adeta taşıyordu. " Selam savcım, nasılsınız!, enerjik bir tonla. Gözlerimi devirdim ama hafifçe gülümsedim. Bora her zamanki gibi formundaydı. “Efendim bora söyle” dedim. “Oww, selam savcım! Piliniz bitmiş gibi, kim sömürdü sizi böyle?” diye ekledi, alayla karışık bir samimiyetle. Derin bir nefes alıp hafif bir kahkaha attım. Aslında haklıydı; Emir önce beni zevkle doldurmuş, sonra da iliğime kadar sömürmüştü. “Sorma, bir vampirle kapıştım bugün,” dedim, sesime hafif bir yorgunluk yerleştirerek. “Ah be savcım,” dedi Bora, neredeyse kahkahaya boğulacak gibi. “Günlük dünyayı kurtarma işleri diyorsunuz yani. Bravo vallahi.” “Sanırım öyle,” dedim gülümseyerek. “Peki sen neden aradın, Bora?” “Şey…” dedi, sesi aniden daha ciddi bir tona büründü, ama sadece bir saniyeliğine. “Şarap delisi bir kadın varmış; kendisini yorgunluktan öldürmüşler bugün. Tüm emniyet teşkilatı adına ona destek kuvvet olarak beni gönderdiler. Eğer kapıyı açarsanız, burada donup buz tutmamış olurum. Ne dersiniz?” Gözlerimi devirdim, ama bu kez daha sert bir şekilde. “Bora, cidden bu kadar süre kapıda boş mu yaptın?!” diye homurdandım. Yerimden kalkıp kapıya doğru ilerlerken, “Öf, tamam, açıyorum. Gel hadi,” dedim istemsiz bir gülümsemeyle. Kapıyı açtığımda Bora, yüzünde muzır bir ifadeyle orada duruyordu. Elinde tuttuğu ufak bir şarap şişesini sallayarak, “Yorgunluk giderici acil durum kiti getirdim,” dedi, tamamen keyfine göre. Başımı iki yana sallayıp, içeri geçmesini işaret ettim. “Hadi bakalım, içeri geç bakalım deli” Bora, sanki uzun zamandır bekliyormuş gibi bir edayla hemen içeri girdi. Üzerindeki montu çıkarırken, “Savcım, bu kadar güzel bir şarabın tadını tek başınıza geçirmenize izin veremezdim. Bu bir suç olurdu,” dedi ve kahkahasını bastırmaya çalıştı. “Suç mu? Asıl suç, bu kadar boş yapıp beni yorman,” dedim, ama dudaklarımdaki hafif gülümsemeyi saklayamadım. Bora, elindeki şarap şişesini mutfak tezgâhına bıraktı. “Hadi, bir şeyler hazırlayalım. Yoksa yorgunluğun üzerine açlıktan da bayılacaksınız.” Omuzlarımı silkerek, “Tamam, bakalım neler bulabileceğiz,” dedim ve buzdolabını açtım. Peynirler, zeytinler, birkaç meyve ve biraz kuru yemiş bulup tezgâha dizdim. Bora hemen işe koyuldu, bir yandan tabakları düzenliyor, bir yandan da espriler yapıyordu. “Bu zeytinlerin sırrını biliyor musun?” dedi ciddi bir ifadeyle. “Bana bak, sakın yine saçma bir şey söyleme,” dedim tehditkâr bir bakış atarak. “Hayır hayır, bak ciddiyim,” dedi, ama yüzündeki sırıtmayı bastıramadı. “Bu zeytinler mutluluğun sırrıymış. Şimdi birkaç tane yersen, tüm günün stresini atıyorsun.” “Bora, bir zeytinle tüm stresimi atabilseydim, şu an burada olmazdın,” diye karşılık verdim. Hazırlıkları tamamladıktan sonra, balkona doğru yöneldik. Bora, birkaç mum yakıp loş bir ışık sağladı. Balkonun köşesine küçük bir masa kurduk; üzerine şarap şişesini, kadehleri ve hazırladığımız mezelik tabakları yerleştirdik. Hava serindi ama hafif esinti rahatlatıcıydı. Bora, sandalyesine yaslanıp kadehini kaldırdı. “Bu akşamın şerefine: Şarap delisi savcımız ve onun inatçı ama vazgeçilmez kişiliği,” dedi, yüzünde her zamanki muzır ifadeyle. Gülümseyerek kadehimi kaldırdım. “Ve tabii ki boş konuşmayı hobi haline getiren Bora,” dedim. İlk yudumlarımızı aldıktan sonra sohbet daha derin bir hâl aldı. Hayatın karmaşıklığından, geçmiş anılardan ve hayallere kadar uzanan bir konuşmaya daldık. Balkonun loş ışıkları ve şehirden gelen hafif uğultu, atmosferi daha da özel kılıyordu. “Biliyor musun,” dedi Bora, kadehini masaya bırakırken, “arada böyle durup hayatın tadını çıkarmak gerekiyor. Sen kendini fazla yoruyorsun, savcım. İnsanın ruhunu beslemesi lazım.” Derin bir nefes alıp balkondan şehre baktım. Bora’nın dediği kadar basit değildi tabii, ama onunla sohbet etmek gerçekten iyi hissettiriyordu. “Belki haklısın,” dedim hafifçe gülümseyerek. “Ama itiraf ediyorum, şu an gerçekten iyi geldi.” Bora, şarap kadehini tekrar kaldırarak göz kırptı. “E o zaman, bu akşamın keyfine bakalım.” “Bence de öyle yapmalıyız,” dedim, kadehimi kaldırırken. Tam o sırada telefonumdan bir bildirim sesi geldi. Hafifçe irkilerek masanın üzerine bıraktığım telefona uzandım. Telefonuma bir mesaj gelmişti, Aslında alev’in hattıydı, Bilinmeyen bir numara olduğunu görünce kaşlarımı çattım. İçimden bir şeylerin ters gittiğini hissediyordum. Mesajı açtım; “O bukalemunu evden hemen gönderir misin, yoksa ben içeri geçip leşini mi alıp gideyim? Emir Kara.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD