Sevdiğim adamı öldürdü. Hem de gözlerimin önünde. Sonra da utanmadan beni karısı olmaya zorladı.
Hayatım, ellerimin arasından benim iznim olmadan kayıp giderken yapabildiğim tek şey oturup izlemek oldu. Yine boktan bir güne uyandığımda aslında her gün, bir önceki günün uykusuzluğu ve iğrençliği ile bütünleşiyordu.
Lanet olası tek bir gün bile güzel başlamaz mıydı? Böyle bir kocam varken elbette mümkün değildi.
Her şeye rağmen oldukça bakımlı bir şekilde odamdan çıktım. O şerefsizin beni bitik halimle görmesi, en son istediğim şey bile olamazdı. Kalçalarımı sımsıkı saran kotumun altına giydiğim topuklular, koridorda yankılanırken yemek salonuna gelmem ile adımlarım bir bıçak misali kesildi.
Çünkü alışık olmadığım bir görüntü tam karşımdaydı. Dağhan Karaduman, sevgili kocam... Sanki hayatı bana zehir etmemiş gibi keyifle yemeğini yiyordu. Gerçi onun keyifli olup olmadığını anlamak mümkün değildi. Yüzüne geçirdiği buz maskesi parçalanmadığı sürece, onu kimse okuyamazdı ve tam otuz yıldır bu maskeyi parçalayabilen olmadı.
“Günaydın, “ dedim onu baştan aşağı süzüp. Devasa cüssesi ile sandalye bile gözüme ekstra küçük geldi. “Görüyorum ki güzel karın olmadan, oldukça keyifli bir kahvaltı yapıyorsun ve bu hiç hoşuma gitmedi.”
O ise tam bu sırada kahvaltıda bile eksik etmediği viskisini tam dudaklarına götürecekken, asla yanımdan ayırmadığım silahımı belimden çıkarıp kusursuz bir nişan alma becerisi ile kadehe doğrulttum ve hiç beklemeden ateş ettim.
Kadeh elleri arasında param parça oldu. Öylece durdu.
İfadesinde tek bir değişim bile olmadı. O, tıpkı lakabı gibi şu anda da Buz Kralı’ydı.
Sonra yüzüme sahte bir tebessüm kondurup kıvırtarak masanın diğer ucuna oturdum ve silahı masaya koyduktan sonra bana hazırlanan tabaktan ağzıma bir zeytin attım.
O bomboş bir şekilde bana bakarken ellerimi çenemin altında birleştirdim ve aynı tebessümle kara gözlerine baktım. “Böyle daha iyi. Afiyet olsun.”
Bugün de, silahlar çekilmiş ve biz yine birbirimize düşman olmaya devam ediyorduk. Yaptığıma şaşırmadı çünkü artık beni tanımaya başlıyordu. Ne de olsa bir yıldır karısıydım, tanımalıydı öyle değil mi?
Ama tanıdığından çok daha fazlasıydım. O ise hiç tanıyamayacağım kadar gizli, kapalı bir kutuydu.
“Yemeğini ye Sedef.” dedi buz gibi sesiyle ve sonra hizmetçilerden birine tek bir el hareketi yaptı. Hizmetçiler hemen gelip önündeki camları toplayıp yeni kadeh getirirken, öylece yüzüme bakmayacak devam etti. Ben de aynı şekilde ona bakmaktan çekinmedim.
Çünkü ben şu an Sedef Karaduman olsam da, aslında hâlâ daha Sedef İzgi'ydim. Ülkenin en büyük mafya babalarından biri olan Orhan İzgi’nin, biricik gözü kara Deli Sedef’i.
Ve şimdi, Kodes Birliği’nin veliahtı Dağhan Karaduman’ı delirtmeye geldim.