Ev ararken boş bir iki daire gördük ama ya içi çok kötüydü, ya da muhit pekiyi gibi değildi. İçime sinmemişti. Yemeğe giderken bir hediye götürme fikri düştü aklıma. Babam zaten tatlı alacaktı ama ben de ufaklığa ufak bir hediye almak istedim. Bizi davet etmeleri büyük bir incelikti ve eşiyle okulda da karşılaşacak, belki iyi arkadaş olacaktık. Bunun için ufak bir başlangıç iyi olur diye düşünüp bir oyuncakçı aradı gözlerim. Bir kırtasiyede oyuncak satıldığını görünce girdik içeriye. Çok büyük olmayan, uyurken de yanına alabileceği güzel bir bez bebek buldum. Güzel bir paket yaptırıp çıktık oradan ve yakınlardaki tatlıcıdan da biraz tatlı alıp yola koyulduk.
Saat akşam 7’ye gelirken karakola vardık tekrar. Kapıdaki nöbetçi asker bizi tanıyıp sorgulamadan içeri aldı bu kez. Bir başka asker de bize komutanın dairesini gösterdi. Üç katlı binaya girip üçüncü kata çıktık. Kapıda birden fazla erkek botu görünce biraz duraksadım. Babam önümdeydi ve zile o bastı. Kapıyı Gürkan Yüzbaşı açtı ve eşi olduğu belli olan hoş bir kadın gerisinde belirip bize gülümsedi.
‘’Buyrun hocam, sizi bekliyorduk biz de.’’ Gürkan Yüzbaşı bize yol açıp geriye çekilince eşi,
‘’Hoş geldiniz. Ben Gürkan’ın eşi Aynur.’’ diye kendisini tanıtırken küçük bir kız çocuğu arkadaki odadan gelip annesinin bacağına yapıştı. Kıvır kıvır kumral saçları ve iri ela gözleri vardı. Çocuğu görünce birden yüzüm aydınlandı ve,
‘’Hoş buldum Aynur Hanım, ben de Bahar. Bizi davet ettiğiniz için teşekkürler.’’ deyip elimdeki tatlı poşetini ona uzattım ama ikinci hediye için prensesle iletişim kurmayı bekledim.
‘’Neden zahmet ettiniz. Teşekkür ederim. Ayrıca Aynur, de lütfen Bahar.’’ Benden birkaç yaş büyük görünen Aynur kahverengi kıvırcık saçlı, sempatik bir kadındı. Gözleri iri ve içten bakıyordu. Kanım hemen kaynamıştı ona.
‘’Anlaştık.’’ dedim babam Gürkan Yüzbaşıyla oturma odasına geçerken. Biz hala kapının önündeydik ve küçük kız dikkatle bana bakıyordu.
‘’İzniniz olursa prenses için de ufak bir hediyem var. Verebilir miyim?’’
‘’Ama beni mahcup ediyorsun, teşekkür ederim çok naziksin Bahar.’’
‘’Rica ederim. Madem artık daha çok görüşeceğiz, bu güzellik de bana daha çabuk alışır işte fena mı?’’ Gülümsedim ve diz üstü çömelip,
‘’Senin adın ne acaba prenses?’’ dedim tatlı bir sesle. Küçük kız hala annesinin bacağından tutarken poşetten çıkardığım bebeği uzattım. Bebeği görünce gözleri aydınlanan ufaklık,
‘’Aybüce.’’ dedi gözü eline aldığı bebekteyken.
‘’Bu benim mi oldu?’’ dedi sonra çok sevimli bir edayla.
‘’Evet o artık senin bebeğin.’’ Aynur araya girdi ve kasten biraz yüksek sesle,
‘’Babamız öyle kolay bir isim seçti ki hala tam söyleyemiyoruz. Bu prensesin ismi Aybüke değil mi fıstığım?’’ diye kıza gülümsedi içtenlikle.
‘’Zor ama ne kadar güzel bir isim. Bu ay parçasına da böyle bir isim yakışırdı.’’
‘’Siz beni mi çekiştiriyorsunuz yoksa? Aybüke’m babanı savun kızım.’’ Gürkan Yüzbaşı oturma odasının kapısında bize sırıtıyordu. Üzerinde üniforma yokken daha normal görünüyordu tabii. Gündüz ki resmiyeti kalmamıştı. Ben hala Aybüke ile ilgilenirken zil tekrar çaltı ve Gürkan Yüzbaşı,
‘’Son misafirimiz de geldi.’’ deyip daha ben toparlanamadan kapıyı açınca merakla açılan kapıya döndüm. Ben hala diz üstü oturur vaziyette kapının önünde yükselen Deli Kurt’u görünce kalbim birden şok dalgası yemiş gibi hızlandı. Oturduğum yerde gözüme daha da iri görünüyordu ve o da tepeden bana bakıyordu. Yine aynı bakışlar; meraklı ve tedbirli. Ve Aybüke onu görür görmez,
‘’Ciyan amca!’’ diye coşkulu bir şekilde seslendiğinde onun bu eve ve bu aileye ne kadar yakın olduğunu hemen anladım. Ben kendimi toparlayıp ayağa kalkarken Deli Kurt da içeri girdi. Adamın adı Cihan ama ben niye ona sürekli Deli Kurt diyordum acaba? Onu ilk bu isimle tanıdığım ve görür görmez bir kurt kadar keskin bakışları olduğunu hissettiğim için miydi bu? Ve o bakışlarda tutuklu kaldığım için mi?
‘’İyi akşamlar.’’ dedi o erkeksi güçlü sesiyle.
‘’Hoş geldin Cihan.’’ Aynur belli bir samimiyetle karşılamıştı onu. O zaman ses tonundan daha iyi anladım samimiyetlerini.
‘’Kocanın ısrarlarına dayanamadım bilesin.’’ derken muhtemelen içinde tatlı kutusu olan bir poşet uzattı Aynur’a.
‘’Onun ısrar etmesine ne gerek var, ne zaman istersen buradayız. Bu gece epey tatlımız da olduğuna göre yemek faslına geçme vakti geldi.’’ dedi Aynur gülümserken ve sonra hatırlamış gibi,
‘’Siz Bahar’la tanışmıştınız değil mi? Gürkan öyle söylemişti.’’ derken bana ve ona baktı.
‘’Evet bugün Gürkan’ı ziyaret ederken Bahar Hanım ve hocamla karşılaştık kapıda. Tekrar merhaba Bahar Hanım.’’ dedi bana yüzünde kısmen daha yumuşak bir ifadeyle.
‘’Merhaba, siz de hoş geldiniz.’’ dedim vaziyetimi bozmamaya dikkat ederek.
‘’Hoş buldum.’’
‘’Hadi gel biz içeri girelim, Yusuf hocam yalnız kaldı. Aynur, yardım gerekirse seslenirsin.’’ Deli Kurt oturma odasına geçerken Aybüke’yi kucakladı.
‘’Biz Bahar’la halledelim servisi, siz rahatınıza bakın. Olur mu Bahar?’’
‘’Elbette. Yardım edeyim.’’ dedim kalbimdeki gümbür gümbür sesleri bastırmak için. Ufak bir şoktaydım aslında ama kimseye bir şey belli etmemek için normal davranmaya çalışıyordum. Onu bir daha göremem zannederken ve tüm öğleden sonrayı aklımın bir yerinde onu düşünerek geçirdikten sonra burada, hiç beklenmedik şekilde tekrar çıkmıştı karşıma. Ellerim titriyordu. Deli Kurt içerideydi, aramızda sadece bir duvar vardı ve az sonra aynı masada yemek yiyecektik. Hatta belki konuşacak, göz göze gelecektik. Hayatım boyunca hiçbir erkek için böyle bir heyecan duyduğumu hatırlamıyorum.
Aynur bir şey anlamasın diye harcadığım çabaysa insanüstü olmalıydı. Çok hazırlıksız yakalanmıştım ama diğer taraftan midemde kelebekler uçuşuyordu.
‘’Masa hazır, çorbaları doldursam da masaya yerleştirsen olur mu?’’
‘’Elbette.’’ Aynur kaselere çorba koyarken ben de dolu kaseleri servis tepsisine yerleştirdim ve kulağım içerdeki konuşmalarda olduğu halde onların bulunduğu odaya doğru ilerledim. Az sonra kapıdan girecek ve onunla aramda artık bir duvar kalmayacaktı. Eşikten geçtiğimde masa karşımdaydı. Babam, Cihan ve Gürkan Yüzbaşı sol tarafımda kalan koltuklarda oturuyorlardı. Cihan’a bakmamak için kendimi zor tutarak ve ilgisiz görünmeye çalışarak masaya yöneldim çünkü tam o sırada bir ekip arkadaşının hastanede tedavi gördüğünü, onu ve refakatçi diğer arkadaşını geri götürmek için beklediğini anlatıyordu. Ama konuşurken bir şekilde bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyordum ama dönüp bakamıyordum o kurt bakışlı gözlere. Çok istiyordum tekrar tekrar göz göze gelmeyi ama babam ve Gürkan Yüzbaşı yanlış anlar diye kendimi tutuyordum. Koskoca kadın, yeni yetme bir kız gibi heyecanlıydım. Ben kaseleri yerleştirirken bir sepet ekmekle Aynur girdi odaya ve,
‘’Hadi buyurun sofraya.’’ dedi. Gürkan Yüzbaşı ilk ayağa kalkan oldu,
‘’Sohbetimize sofrada devam edelim. Buyurun.’’ diyerek öncülük etti babama ve Cihan’a. Ben ve Aynur henüz oturmamıştık. Babama dikdörtgen masanın başında bir sandalye gösterdiler ve Gürkan Yüzbaşı da onun sağına, Cihan da Gürkan’ın yanındaki sandalyeye oturdu. Aynur kocasının karşısına oturunca bana da Cihan’ın karşısındaki sandalyeye oturmak düştü. Yerime oturdum ve diğerleri yemeğe başlayınca ben de usulca çorbamı içmeye koyuldum. Cihan bana, ben ona bakmıyorduk ama sanki ikimiz de gözlerimiz olmadan diğerini izliyorduk. Çorbasını ilk bitiren babam olunca Aynur onun yemek tabağını getirmek için mutfağa geçti. O sırada Cihan ve Gürkan da bitirince kaselerini ayağa kalktım ve,
‘’Tekrar ister misiniz yoksa yemekle mi devam edersiniz?’’ dedim ikisine hitaben de. Gürkan Yüzbaşı,
‘’Ben yemek alayım Bahar.’’ dedikten sonra kasesini bana uzattı. Sonra Cihan’a döndüğümde gözüme dikkatlice bakıp kasesini uzatırken,
‘’Ben de.’’ dedi kısaca ve o bir saniyede kalbimden mideme binlerce kelebek uçtu resmen. Sol eli masanın üzerindeydi ve oldukça iriydi. Elini görünce içim bir garip oldu. Hem normalden büyük olduğu için hem de parmağında yüzük olmadığı için. Acaba evli olmadığı için mi takmıyordu, yoksa görevi yüzünden mi özel eşya kullanmıyordu. Nihayetinde yüzük yoktu ve bir şekilde bu adamda bana karşı ilgi uyandırdığımı hissediyordum. Tüm kalbimle, ‘N’olur evli olmasın, n’olur evli olmasın,’ derken buldum kendimi. Kaseleri mutfağa nasıl taşıdım bilmiyorum. Adam benim nasıl bu denli dengemiz bozuyordu anlamıyordum. Yemek boyunca babamlar sohbet ettiler ve bana soru sorulmadıkça pek dahil olmadım sohbetlerine.
Yemekten sonra biz sofrayı toplarken Deli Kurt’a bir telefon geldi ve izin isteyip salondan çıktı. O koridorda konuşurken ben mecburen mutfağa gidip geliyordum Aynur’la beraber. Aynur babamla ayaküstü bir şey konuşmak için içeride kalırken ben mutfağa geçtim elimdeki tabaklarla. Tabakları bırakıp arkamı döndüğüm anda birden Cihan’la yüz yüze geldim. Hangi ara telefonu kapatmış, hangi ara o iri gövdeyle ses etmeden arkama kadar yaklaşmıştı anlamadım. Ama şuan karşımdaydı ve önümde dağ gibi yükseliyordu. O an soluğum kesildi.
‘’Korkuttum sanırım?’’ dedi sakin bir sesle.
‘’Yo, sadece boş bulundum.’’ dedim zorlukla.
‘’Biraz su alacaktım.’’ dedi hala gözlerime dikkatle bakarken. Ama bakmakla kalmıyordu, resmen kalbimi deliyordu bakışları. Midem karışıyor, sırtım ürperiyordu.
‘’Şey, tabii. Sürahiyi şuraya bırakmıştım.’’ dedim ve su doldurmak için geriye dönerken arkamdaki sandalyenin varlığını unutunca takılıp sendeler gibi olduğum anda güçlü bir el kolumdan tutup beni hızla düzeltti. Öyle kuvvetli ama nazik tutmuştu ki kolumu, şaşkınlıkla ona döndüğümde bu hızlı refleks onun için basit bir şeymiş gibi bana baktı ve,
‘’İyi misin?’’ dedi.
‘’Evet, teşekkür ederim.’’ dedim demesine ama eli tenime değdiği yeri yakıyordu. Üstümde kısa kollu bir bluz vardı ve onun elinin değdiği yerler içten içe yanmaya başlamıştı. Yüzüm kızarmaya başlamıştır diye alelacele dönüp suyu doldurup kenara çekildim içmesi için. Suyunu sakince içti ve bardağı masaya koyduktan sonra,
‘’Teşekkür ederim Bahar.’’ dedi. Bahar Hanım dememişti, Bahar demişti.
‘’Rica ederim Cihan Bey.’’ dediğimde ise,
‘’Cihangir.’’ diye düzeltip belli belirsiz tebessüm etti. Ben başka bir şey demeden de mutfaktan çıktı. Onun heybetli vücuduyla kapıdan çıkışına bakarken ben de kendi kendime hafifçe tebessüm ediyordum.