6.BÖLÜM

2200 Words
Şaşkınlıkla karşımda duran arkadaşlarıma bakıyordum. Onlar buraya nasıl gelmişlerdi ki? Bundan daha da öte ben doğum günümü nasıl unutmuştum? Şaşkınlığım geçince Özge'ye yaklaşarak gözlerimi kapattım ve bir dilek tutarak pastayı üfledim, bu kadar düşünülmek beni duygulandırmış ve mutlu etmişti. Öncelikle Özge olmak üzere diğer arkadaşlarıma da sarıldım.  "Nasıl geldiniz siz?" Şaşkınlığım konuşma tarzımdan ve gözlerimden okunabiliyordu. "Geliriz biz." Uğurcan'a bakarak gülümsedi ve göz kırptı. En son birbirlerinden pek hoşlanmadıklarını düşünüyordum, sanırım yanılmışım. Çıkışa yönelmiştik ki Tuğçe arkasını döndü.  "Ne kadar şanslısın Eylül, harika bir sevgilin var." Gülümsedim, haklıydı her şey onun sayesinde bu kadar güzeldi.  Yaklaşık sekiz dakikadır yürüyorduk ve Özge elinde pasta ile yürüdüğü için herkesin ligi odağı olmuştu ve ben hâlâ nereye gittiğimizi bilmiyordum, biraz sonra Kafe-Bar’a gelince sesli bir şekilde gülümsedim burayı gerçekten de çok seviyordum.  "Hadi sen sevgilinle önden yürü." Özge’nin komutuna uyarak Uğurcan'ın elini tuttum ve merdiven basamaklarını inmeye başladım, aşağı indiğimizde karşı karşıya kaldığım manzara ağzımı ikinci bir kez açık bırakmıştı. Bu doğum günümü asla unutmayacaktım, başta Ayşe olmak üzere burada tanışmış olduğum herkes vardı. Herkes bir ağızdan "İyi ki doğdun." şarkısını söylüyordu, yeniden gülümserken Uğurcan'a sarıldım. Her şey onun sayesinde kusursuz ve güzeldi, yeniden Özge'nin elindeki pastayı üflerken ise ömrüm boyunca uğur böceğinin yanımda olmasını dilemiştim. Şuan bütün arkadaşlarım hatta en önemlisi üç en yakın arkadaşım buradaydı. "Seni çok seviyorum, bunu sakın unutma tamam mı?" Gülümseyerek yeniden ona sarıldım. "Ben de seni çok seviyorum meleğim."  Elleriyle sıkıca belimi kavradı uzun bir süre sarıldıktan sonra kendimi geri çektim ama hâlâ onun kolları arasındaydım gözlerinin içine bakarak gülümsedim ve yeniden kendimi ona doğru yaklaştırdım. Dudaklarımı dudaklarına bastırarak onu öpmeye başladım, bu belki de bir teşekkür şekliydi bilmiyorum ama onu öpmek beni her zaman rahatlatıyor bana huzur veriyordu. Beni kendine daha da çok çekince ellerimi saçlarının arasından geçirerek aramızda ki tüm mesafeyi kapatmıştım. Yavaşça kendimi geri çekerek ona yeniden sarıldım, kalabalıktan uzaklaşarak kumsala doğru çıkarak yıldızları izlemek için kumsala uzandık, mavi hiç olmadığı kadar güzeldi bu akşam.  "Siz Furkanlarla beraber mi döneceksiniz?" Uğur böceği evet anlamında başını salladı.  "Herkes kendi arabasıyla, peş peşe döneceğiz." derin bir nefes alarak devam etti. "Nedense dönmek istemiyorum, sanki her şey kötü olacakmış gibi hissediyorum." Yattığım yerde doğruldum. "İnanmıyorum, al benden de o kadar."  "Belki de İstanbul'da bu kadar rahat olamayacağımız içindir, boş yere kuruntu yapmayalım." Söylediğini anlayış ile karşıladım, haklı olabilirdi.  Saatin fazla geç olduğunu fark edince kalkmaya karar verdik. Doğum günüm bitmişti artık yani çoktan 5 Eylül’e girmiştik bile. Ama hâlâ herkes bana doğum günümmüş gibi davranıyordu, hoşuma gidiyordu bu durum. 8 saat sonra; Uyandığımda yerdeydim, yerde öylece halının üstünde yatıyordum. Kalkıp yatağa baktığımda Tuğçe kafası yataktan sarkmış bir şekilde yatıyordu ve gece beni yataktan düşürmüşlerdi ya da ben düştüm bilmiyorum ama acayip deli yattıklarına yemin edebilirdim. Biraz kendime gelince yatağa çıkıp üstlerinde zıplayarak hepsini zorla uyandırdım zaten az sonra gideceklerdi.     Uyanınca kızlar beni aralarına alarak gıdıklamaya başladılar, biraz sonra hepimiz Büşra'yı gıdıklamaya başlayınca bir hafta geçmesine rağmen arkadaşlarımı deli gibi özlediğimi fark ettim. Güzel fakat kısa bir kahvaltının ardından nihayet otogara gelmiştik, onları son kez görüyor gibi bir dert vardı içimde yarın bende onların yanında olacaktım ama istemsizce ağlıyordum sanki giderlerse bir daha göremeyecekmişim gibi geliyordu. * Duşumu alıp hazırlanmıştım artık uğur böceği ile buluşmaya hazırdım, bu son gecemizdi ve dolu dolu yaşamak istiyordum. Kapıdan çıkarak yanına doğru yürüdüm ve ona sarıldım. "Moralin bozuk gibi." dediğine karşılık iç çektim. "Moral bozukluğu demeyelim de İstanbul'a dönmek istemiyorum, tuhaf bir sıkıntı var içimde." Uğurcan beni rahatlatmak için olsa gerek, sarıldı. "Kötü hiç bir şey olmayacak." Sözleri net duyamamıştım başım dönmeye başlamış, kulaklarımda sesler yankılanıyordu olduğum yerde sarsılınca Uğurcan’ın kolundan sımsıkı tuttum. "İyi misin Eylül, bir şeyin var mı?" Olumlu anlamda başımı salladım. "Eylül lütfen gidince doktora git ihmal etme." Tamam dercesine başım ile onu onayladım. "Tamam, iyiyim ben." Son zamanlarda oldukça başım ağrıyordu ve bu hiç hoş bir durum değildi.  Biraz öylece bekledikten sonra gerçekten iyi olduğumu anlamış olmalı ki gülümsedi. "Hadi gel seni tanıştırmam gereken birileri var." Eli ile beni çekiştirmeye başladı. Biraz sonra onların evinin tam önündeydik. Tahmin ettiğim şey olabilir miydi ki? "Annem, müstakbel gelinini merak ediyor da." Gülümsüyordu. "Hadi içeri." Utanmaya başlamıştım, kesin kadının yanında saçmalar kendimi rezil ederdim. “Olmaz, şimdi ben konuşamam falan geri dönelim." Beni yatıştırmaya çalışıyordu. "Seni çok sevecekler, güven bana." Elimi sımsıkı tutmuştu ve zile çoktan basmıştı bile artık istesem de geri dönemezdim bir kaç dakika sonra kapıyı gülümseyerek bir kadın açtı. "Hoş geldiniz." Gülümsedim. Uğurcan'ın annesine sarılarak içeri geçtim. "Hoş bulduk efendim." Furkan da dâhil ailesi de içerideydi herkes ile selamlaştıktan sonra Uğurcan'ın yanına yerleştim. "Nasılsın kızım?" Gülümsedim. “Teşekkür ederim efendim, siz nasılsınız?"  "Biz de iyiyiz güzelim. Uğurcan senden o kadar çok bahsetti ki biz de fırsatımız varken tanımak istedik." Gülümsedim, ailesine bu kadar benden bahsetmesi beni çok mutlu etmişti. Uğurcan’ın ailesi gerçekten çok sıcakkanlı insanlardı çok iyi anlaşmıştık, üstelik küçükken Uğurcan'ın civcivi pislendi diye çamaşır suyuna batırarak yıkadığını bile öğrenmiştim kısacası komik ve eğlenceli bir akşamdı.  6 saat sonra; Bazı anlar vardır sanki o gün her şey kötü geçecekmiş gibi hissedersiniz, gün boyu içinizden hiçbir şey yapmak gelmez eve tıkılıp saatlerce yatakta yatmak, gün boyu keyif çatmak istersiniz. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardır fakat ne olduğunu bir türlü bulamazsınız, korkarsınız, çok korkarsınız. Ya gerçekten bir şey olursa? Yanınızdaki insanları dibinizden ayırmak istemezsiniz sanki bıraksanız gidecek gibi gelir, bir daha asla görememe hissine kapılırsınız. Çoğu zaman boş bir kuruntudur, ceviz kabuğunu doldurmayacak şeylere kafayı takar kendinizi hırpalarsınız ama doğru olma ihtimalide en az yarı yarıyadır. Yola çıktığımızdan beri hissettiklerim tam anlamıyla böyleydi, içimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu ve kesinlikle İstanbul’a dönmek istemiyordum fakat her ne kadar dil dökersem dökeyim babam beni dinlememiş yola çıkmıştı. İlk defa bu kadar huzursuz bir yolculuk geçiriyordum içimde anlayamadığım şekilde yoğun ağlama hissi vardı bundan Uğurcan’a bahsettiğimde beni ciddiye almayarak dalgaya vurmuştu fakat belliydi onunda içinde yaşadığı belirli sıkıntıları vardı. Neredeyse aynı dakikalarda yola çıkmış olmamıza rağmen içimde devam eden bir sıkıntı vardı, kötü şeyler düşünmek istemesem de aklım hep o yöne doğru gidiyordu belki bu benim kuruntumdu, yeni barıştığımız için ve İstanbul’da rahat olamayacağımız için bu kadar dert ediyordum. Yalova kavşağına yaklaşırken trafik hiç olmadığı kadar yoğunlaşmıştı, bu kadar sıkıcı bir trafiği çekmek berbat bir şeydi üstelik ömrü boyunca yolculuğu sevmeyen bir insan için. Klasik ergen tavırlarına girerken araba yavaşça ilerlemekten çıkmış biraz daha hızlanmıştı, trafik açıldığı için dua ederken babamın kontrolsüz araba kullandığını fark edince gözlerimi istemsizce açtım, yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. “Baba!” dediğimde bir cevap alamamıştım, sanki beni duymuyor gibiydi. Kesinlikle yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. “Yusuf!” Annem avazı çıktığı kadar bağırmıştı, babam direksiyonu bir o tarafa bir bu tarafa kırıyordu, savruluyorduk. Kafamı cama çarparken gözlerimi kıstım, kesinlikle bu bir kâbus olmalıydı. “Anne!” dediğimde kafamı ikinci kez bir yere vurduğumda takla attığımızı anlamıştım, gözlerim bir gidip bir gelirken tüm hayatım gözümün önünden geçip gitmişti, sanırım ölüyorum dediğim o anda rüzgârı hissettiğimde bir kuş gibi uçuyordum ne gözlerimi açabiliyordum ne de bir ses çıkarabiliyordum. Gerçekten ölmüş müydüm? Bir süre geçtikten sonra kafamı hızlıca bir yere çarptığımda boynumdan ses geldiğini resmen duymuştum, yüzümde hissettiğim sıcak sıvı ile zoraki de olsa gözlerimi açtığımda başımda birkaç insanın olduğunu fark ettim. Göğsümün altı acıyor, başımın içinde biri çan çalıyor gibi hissediyordum. Güçlükle yerimde doğrulmaya çalışırken hiç tanımadığım bir adam kolumdan tutarak bana yardımcı olmuştu, ilk başlarda tam göremesem de bir süre sonra görüşüm tamamen netleştiğinde arabamızın büyük bir kamyonun altında olduğunu fark edince tüm acımı unutarak hızlıca ayağa kalktım ve arabaya koşmaya başladım. “Anne!” dediğimde başımdan akan kan göz kenarlarımdan yüzüme doğru akıyordu, göğsümde anlayamadığım derecede yoğun bir sızı vardı. Annemden bir cevap gelmeyince ikinci kez ağız dolusu bir çığlık attım. “Anne!” Arabamız paramparça olmuştu, hiç tanımadığım bir ses ile arkamı döndüm. “Kızım annen o tarafta.” Kafamı sol tarafa çevirdiğimde yerde birinin yattığını ve başında büyük bir kalabalık olduğunu fark edince o yöne doğru koşmaya başladım. Annem arabadan fırlamıştı. Annemin başına geldiğimde yarı uyanık olduğunu fark edince yere diz çökerek başını dizlerimin üzerine koydum. “Annecim iyi olacaksın.” Annemin kaşı patlamıştı ve sağ gözünün kenarından yoğun derecede kan akıyordu. “Kızım.” Annem zoraki konuşurken onu susturdum. “Annecim, kendini yorma her şey geçecek.” Gözlerim arka tarafa kaydığında adamların babamı arabadan çıkardığını fark ettim. “Yalvarırım ambulans çağırın.” Sesim oldukça kısık ve güçsüz çıkıyordu. Annemin gözleri kapanıp açılırken ağız dolusu bir çığlık attım, bu hali beni korkutuyordu. “Annecim lütfen dayan, babam pes etmedi sakın sende etme!” hıçkırıklarım serbest kalırken yeniden devam ettim. “Beni sakın bırakma.” Canım acısa da bu umurumda değildi, ailem benden çok daha önemliydi. Elleri buz kesilirken elimi yüzünün arasına alarak gülümsedim. “Annecim bizi sakın bırakma bak şimdi ambulans gelecek.” dediğimde güçlükle yutkundu. “Eylülüm… Seni çok seviyorum kızım.” derin bir nefes aldı. “Bunu sakın unutma tamam mı? Sen sadece benim kızımsın.” Bir kez daha yutkununca devam edecek sanmıştım fakat ağzından ve burnundan gelen kanlar sonucunda gözleri tamamen kapanarak başı göğsüme doğru düşmüştü, gözlerim açılırken şaşkınca anneme bakıyordum. Ölmüş müydü? Titreyen ellerim yavaşça annemin boynuna giderken korkuyordum, bu gerçek ile yüzleşmeye henüz hazır değildim. Ellerimi boynuna götürdüğümde nabzın atmadığını fark edince ağız dolusu bir çığlık attım. “Anne!” dediğimde annemden bir cevap gelmeyince ikinci bir kez çığlık attım. “Hayır!” Annemi uyanması için dürterken birkaç kol beni çekiştiriyordu. “Annecim uyan!” Kafamı iki yana sallarken hıçkırıklar içerinde yeni bir çığlık attım. Şaka değildi annem ölmüştü, yıllarca beni büyüten kadın canımın bir diğer parçası kollarımın arasında ölmüştü. Uğurcan Ateşoğlu Genç adam ailesi ile yolculuktaydı, kız arkadaşından gelecek olanı mesajı beklerken tedirgindi. Uzun bir süredir cevap alamayınca meraklanmıştı, trafik yoğun olduğu için arabada sıkılmıştı. İleride büyük bir kalabalığı fark edince kafasını camdan çıkartarak oraya bakmaya çalıştı, kaza olmuştu. Kafasını yeniden içeri sokarken babasına baktı. “Kaza olmuş.” Büyük bir kamyonu fark edince kaza yapanlara içinden acımıştı, kim bilir ne durumdaydılar. “Yazık ya, şu trafik kazaları beni çok korkutuyor.” Annesine bakarken ona hak verdiğini düşündü, kazalar kimi korkutmazdı ki? Arabaları kaza yerinin tam önüne gelince kalabalığın yoğunlaştığını fark edince dikkatlice oraya baktı, dışarıdan gören biri kavga var sanabilirdi daha önce hiç duymadığı kadar büyük çığlık duyuyordu. Genç bir kız çığlık atıyordu, içi sızlarken oraya bakmaya devam ediyordu. Açılan kısa süreli boşlukta kız arkadaşını görür gibi olunca kaşlarını çatarak oraya dikkatlice bakmıştı fakat kalabalık boşluğu doldurunca hiçbir şey görememişti. İçine dolan korkuyla babasına yeniden döndü. “Baba duralım bir an Eylül’ü görür gibi oldum.” dediğinde babası ona aldırış etmedi. “Yanlış görmüşsündür bence oğlum.” Babası onu geçiştirmeye çalışsa da bir kere içine kurt düşmüştü. “Baba lütfen duralım bakalım en azından.” Babası dediğini yaparak diğer arabalar gibi durmuştu. Genç adam hızlıca arabadan inerek kalabalığın arasına süzülüverdi, içine büyük bir korku doğmuştu. Biraz daha ilerledikten sonra doğru gördüğünü anlayınca neye uğradığını şaşırmıştı, kız arkadaşı kanlar içerisinde kadının başında çığlıklar atıyordu. Koşarak kız arkadaşının yanına ilerlerken korkuyordu, içine kaybetme korkusu doğmuştu çünkü kız arkadaşı hiç iyi gözükmüyordu. “Eylül!” dediğinde kız arkadaşı onu umursamayınca eğilerek kollarından tuttu. “Eylül anneni tedavi etmeleri lazım hadi bırak.” Kız arkadaşının o halini görünce gözyaşlarına hâkim olamamıştı. Eylül onu umursamıyor çığlıklar atıyordu, annesinden başka kimse umurunda değildi ama annesi ölmüştü. İkinci kez kollarından çekiştirirken sesi çatallaşmıştı.  “Eylül lütfen! Anneni bırakman gerekiyor.” dediğinde kız arkadaşının güçsüzleştiğini fark etmişti. Eylül sonunda pes ederek annesini bırakmıştı çünkü vücudundan akan kanlar onu güçsüzleştirmişti. Genç adam onu kucağına alarak sedyeye yerleştirdi, sevdiği kız kolları arasına yığılıvermişti bu hayatında görmekten korktuğu en kötü manzaraydı. “Acil bir şeyler yapın lütfen.” Genç kız ambulansa alınırken peşinden koştu. “Baba ben ambulans ile gidiyorum!” Hızlıca ambulansa şoförünün yanına yerleşti, arkaya tanıdıkta olsa kimseyi almıyorlardı. Ambulans çok hızlı ilerlerken arkasını dönerek minik camdan baktı, hemşirelerin eli ayağına birbirine dolanmış gibiydi. Genç adamın gözyaşları yanaklarından süzülürken kendine kızmıştı sevgilisini dinlememişti oysa Eylül ona içinde kötü bir his olduğunu söylemişti fakat genç adam onu umursamamıştı. 6 saat sonra; Yaklaşık altı saattir oradaydılar ve henüz ses seda yoktu. Eylül defalarca Tomografiye alınmıştı fakat hiç kimse bilgilendirmede bulunmuyordu. Genç adam korku dolu gözler ile çaresizce kız arkadaşından gelecek güzel haberi bekliyordu, daha dün kollarında öpüp kokladığı kız arkadaşı şimdi kanlar içerisinde adeta bir ölüyü aratmayacak şekilde yatıyordu üstelik hayati tehlikesi vardı. Yoğun bakımdan bir doktorun çıktığını fark edince o tarafa doğru koştu. “Eylül nasıl?” “Hastanın durumu şuan aynı fakat babası için aynı şeyleri söylemek zor, her şeye hazırlıklı olun.” Doktor ciddi tavrıyla konuşurken Eylül’ün halaları ‘Ağabey’ diyerek mırıldanmaya başlamıştı. “Fakat ikinci kötü bir şey var.” Genç adam düşündü, bundan daha kötü ne olabilirdi ki? “Eylül son zamanlarda mide bulantısı, baş dönmesi gibi küçük ve kısa süreli baygınlıklar geçiriyor muydu?” dediğinde genç adam hızlıca cevap verdi, alacağı cevabı çok iyi biliyordu. “Evet, oldukça fazla geçiriyordu.” Genç adamın yüzleşmekten korktuğu an gelmişti, bunu kaldırmaya hazır değildi. “Bu nasıl söylenir bilmiyorum ama Eylül’ün beyninde bir tümör var ve fazlasıyla ilerlemiş durumda. Ameliyat olabilir kurtulma şansı var fakat kurtulsa bile hatırlamayabilir çünkü tümör tam hafıza bölgesinde.” Genç adamın gözlerinden yaşlar süzülürken duvara yaslanarak diz çöktü, duyduğu haber onu adeta yıkmıştı. Bunların bir kâbus olmasını, uyanınca her şeyin geçecek olmasını diliyordu. Bu kadar kolay değil diye düşündü genç adam, ameliyat olacak fakat uyanacak diye düşündü. Genç adamın âşık olduğu kız güçsüz değildi atlatacaktı çünkü ona merhaba demeden elveda diyemezdi. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD