ŞEYTANLARIN DERİN HIŞIRTILARI

2015 Words
Heykelin arkasına biraz daha o gerginlik ve korkuyla kalsaydım önümdeki taştan hiçbir farkım olmayacaktı. Neyse ki Efendim, Ahter'in omzunda salona doğru ittirmeye yeltendiğinde derin bir nefes almayı deli gibi arzuluyordum. Ahter uzaklaşmak için fazla acele etmedi. Gözleri etrafı sessizce son kez didik didik ederken olduğum yerde büzüşüp kaldım. Ta'ki uzaklaşan adımları duyana kadar. O dakika koridora fırladım. Etrafıma bakmadan odama koştum. Tüm eşyalarımı apar topar yıkamaktan rengini kaybeden siyah küçük valizime tıkadım. Üç beş parçayı sıkıştırmak zor olmadı doğrusu. Fakir halime başka zaman da dert yapabilirdim. Geldiğim yönden temkinli adımlarla ilerledim. Kapının koluna tam uzanmış, açıp bu lanet evden kendimi kurtarıyordum ki onun sesi önce sırtıma ordan derime bata bata enseme doğru tırmandı, en son kulaklarımda boğuk bir hırıltı bıraktı. Değdiği her yer soğuk ürpertiyle kaplandı. Valizimin kolu terli avucumda sıkıştı. "Dön bana!"diye emretti katı ve soğuk bir sesle. Vücudumu bir titreme aldı. Yutkunurken dahi boğazımda ki çıkıntı güçsüz acınası bir şekilde titreşti. Her şeye rağmen kapının kolonu tutum. "Bu gece hesap vermeden hiçbir yere gitmiyorsun. Şimdi kapının kolunu bırak ve bana dön. Bunu senden kibar bir şekilde rica ediyorum." Bahsettiği şeyin kibarlıktan uzaktan yakından dair alakası yoktu. Düpedüz emir ve tehditle konuşuyor; sesini de daha rahat hissetmem adına dahi olsa asla yumuşatmıyordu. Böyle davranarak buradan kaçmam için beni daha çok kokutuyordu. Derin bir nefes aldım. Nereden geldiğini anladığım bir cesaretle bana ait olup olmadığından bocaladığım bir sesle konuştum. "Sana hesap vermek zorunda değilim. Kimseye değilim." Hızlıca sokağa fırlamak için kapının kolunu çevirdim. Açılmadı. Kilitlenmiş olmaz. Bir daha denedim ve bir daha. Sonuç hep aynı. Öfke benliğimi yakıp kavurdu. Yüzümü ona çevirdiğim gibi valizimi suratına fırlatım. Yerinden hiç haraket etmedi. Çünkü böyle bir şey yapacağımı beklemiyordu. Haklıydı. Bende beklemiyordum. Valiz yüzüne çarptı. Kayıp ayaklarının dibine düştüğünde yüzüne bakmakta acizlik duydum. Gözleri kapalı, hızlıca aldığı nefesle burun delikleri genişçe açılıp kapanıyordu. Çantadan ki sert bir şey -anneme ait olan oval şekilde sert şeritler ve oymalarla süslenmiş küçük ahşap kutu- çenesine denk gelmişti. Orada önce kabarcık şekilde beliren küçük kan topu aşağıya doğru süzüldü. Krem rengi, pahalı gömleğinin yakasına çarptı. Sonra bir damla daha süzüldü ve çenesinden boynuna uzanan ince çizgili yolu daha da belirginleştirdi. Aniden gözlerini açtı. Bakışından ki şiddetin ötürü geriye sıçradım. Kapıyla bütünleşmek pahasına ahşap devasa yapıya yapıştım. "Sen başlatın."diye ağzımın içinde korkakça geveledim. Kelimelerin harflerinden bir kaçı kayıptı. Nereye gittiklerine dair en ufak kahrolası bir fikre sahip değildim. Korku muhtamelen onları yalayıp yutmuştu. "Salona geç."dedi dişlerinin arsından. Tutmakta oldukça zorlandığı belli olan bir öfke patlamasına engel olmak için yumruklarını sıkıyordu. "Neden?"diye sorarken bile onun sabrını daha fazla zorlamam gerektiğini biliyordum. Ama öylece bana hükmetmesine izin vermeyi de kabul edecek kadar gurursuz değildim. Hiç olmazsa bir kaç gram geriye kalan gururumu da ayaklar altına almadan önce elimden geldiğince direnmem gerekiyordu. Ahter'in arkasında yer alan kitaplıkta ki kitapların hepsi gözlerini bana dikmişti. Hepsi çığlık çığlığa Ahter'in üstüne atlamak için bir ön hazırlık aşamasındaymış gibiydi. Bir bu eksikti. Bunu yaptıkları gibi kellem ertesi gün kütüğün dibinde olurdu. Sessizce yutkundum. "Tamam tamam." dedim telaşla. "Hata bende. Seni kızdırmak tamamen benim hatamdı. Şimdi o salona gidip sessizce oturacağım." Beceriksizce gülümseye çalıştım. Ahter kaşlarını çattı. Beni baştan ayağa süzdükten sonra bir şeylerin peşinde olup olmadığımı anlamak için uzun uzun gözlerimin içine baktı;hareketsiz vücudumu göz hapsinde tutu. "Ayrıca çenen için de üzgünüm. Bunu yaparken aklım yerinde değildi. Kardeşim evde yanlız. Yanına gitmek için sadece acele ediyordum." Göz ucuyla kitaplara baktım. Ne yaptmaya çalıştığımı onlar da anlamaya çalışıyordu. Rahat durmaları konusunda kaş göz bile yapamıyorudum. Ahter yüzüme o kadar dikkatli bakıyordu ki bunu aniden fark ederdi. "Kaçmaya çalışırsan seni buna pişman ederim Ivy. Sakın bunu aklından dahi geçirme." Önüne düşmem için kenara çekildi. Göz temasını kesmeden yavaşça yürüdüm. Bakışları sırtımda kalınca kitaplarla aceleyle sessiz durumları için parmağımı dudaklarımın üstüne bastırıp gözlerimle yalvardım. Ahter'in onları fark edip etmediğini anlamak için omzunun üstünde ona baktım. Gözleri sadece beni izliyordu. Rahat bir nefesle önüme baktım. Onu kitaplardan hemen uzaklaştırmam için öncelikle benim hızlı olmam gerekiyordu. Salona açılan dar uzun koridorlara gerginlik, tedirginlik ve en çokta orada başıma ne geleceğini bilememenin korkusuyla adım adım yürüdüm. Bir nefes kadar yakınımda yürüyen Ahter, en ufak ters hareketimde beni rahatça ensemleyebilirdi. Salona girdiğimde Efendim bacak bacak üstüne atmış sinirli bir şekilde her zaman ki koltuğunda oturuyordu. İçeri girmemle ayağa fırladı, bana doğru adeta koşturdu. Geriye dönmek için hamlede bulunduğum gibi Ahter iki yandan kollarıma yapıştı, beni olduğum yerde sabit kalmaya zorladı. "Nerde o?"diye bağırdı efendim. Tam karşımda duruyordu. Geniş, tombul yüzü öfkeden kıpkırmızı kesilmişti. Eli ayağı titriyordu. Çantamı almak için ayrıldığım o kısacık zamanda büyük bir şey kaçırmıştım. "Kim?" diye sordum. "Bu eve soktuğun o sokak köpeği! Nerde o?" Matt. Ne yaptın yine kahrolasıca herif. "Bi-bilmiyorum." dedim. Saçlarını yolmak istiyormuş gibi kafasına yapıştı elleri. "Yalan söyleme bana or***!" diye haykırdı. "Onun fa** olduğunu biliyorum. Söyle çabuk." "En son iki önce gördüm."Bu doğruydu. Parayı toplamak için evime gelmişti. Bu ay göz dolduracak kadar iyi bir miktar elde edemediğimi öğrenince küplere bindi. Ama sonunda evcil köpek yavrusu, tıpış tıpış geldiği deliğe döndü. Tabii bir hafta sonra yine geleceğini dair bir söz vermeyide ihmal etmedi. Alçak herif, sürekli başıma bela olup duruyordu. "Nerede gördün?"diye Kulağımın dibine soludu Ahter. Tüylerim diken diken oldu. "Evime gelmişti." "Neden?" "Onu be*** için, neden olacak."dedi efendim iğrenç bir şekilde. Yüzümü buruşturdum. Suratına tükürmeyi aç vahşiler kadar arzuluyordum. Ya da sivri tırnaklarımla derisini yüzüp acı çektire çektire ölmesine sebep olmayı. Ahter'in koluma yapışan güçlü büyük elleri baskısını artırdı." Bu doğru mu?"diye sordu. Aşağlayıcı sözlerine kulağımı tıkadım. Sessizlik uzadıkça uzadı ve son dayanamayan efendim sinsi sinsi sırıttı."Öyleyse bende sevgili kardeşine ufak bir ziyarete bulunurum. Belki o biliyordu." Kalbim sıkıştı. "Hayır, lütfen."Telaşla başımı iki yana salladım."O hiçbir şeyden anlamaz."diye yalvardım."Size doğruyu söyledim ama onu nerede bulacağınızı biliyorum." Sırıtışı ucunda kan damlayan güneşte patlayıp duran sivri bir kılıcı anımsattı. "Nerdeymiş bakalım söyle?" "Leşler sokağında bir meyhanesi var. Orada yaşıyor." "Meyhanin adı ne?" diye sordu Ahter. Elleri hâlâ çok sertti. Kıpırdamama izin vermiyordu. "Şeytanlar Bahçesi," Ahter kolumu bıraktı ama uzaklaşmadı. "Onu bulana kadar burada kalacaksın."dedi efendim." Eğer dediğin yerde onu bulamazsan.. "Üstüme doğru iğrenç yüzünü eğdi. Göz bebekleri genilşmişti. Ayrıca yakından yüzü daha çökmüş ve yaşlanmış görünüyordu. Bunu yüzüne vursam bana tam olarak ne yapardı?"... sevgili küçük kardeşinle küçük bir sohbet geçireceğim." Gülümsedi ve üst dudağının üzerindeki yara izi ona yırtıcı bir görüntü verdi. Hizmetçiler o yarayı öldürmek üzere üstüne atladığı gariban bir köylünün savunmak için kullandığı bacağın izi olduğunu söylediler. Bir çeşit uyuşukluk haliyle tenimin altında biriken kanını hissediyordum. Kardeşime en ufak bir zararın dahi dokunması hepsini tek tek çıplak ellerimle boğmam için gayet yeteri bir sebepti. Ahter kasvetli ve soğuk bir sesle, "Eminim Ivy bunu düşünerek bizi yönlendiriyordur? Öyle değil mi Ivy?" diye alay eder gibi sordu. O esnada salona uzun, ince ve solgun yüzlü bir adam girdi. Bakışları tek tek üzerimizden geçtikten sonra, "Umarım rahatsızlık vermiyorumdur." dedi. Küçük kül rengi gözleri haddinden biraz fazla üzerinde kaldıktan sonra efendime döndü. Tuhaf bir gülümsemeyle başını hafifçe öne eğip selam verdi. "Hayır Brooklyn, bende ne zamandır uğramıyorsun diye sitem ediyordum sana. Bu süpriz ziyaret beni fazlasıyla memnun etti." İkisinin arsında anlaşılması zor kısa bir bakışma oldu. Sonra efendim ona koltuklardan birini işaret edip oturması için rica bulundu. Salondaki tüm o ağır hava aniden tuzla buz olmuş, eski her şey yolundaymış havasına tekrardan bürünmüştür. Adam arkasını dönüp oturmak için koltuğa yöneldiği sırada,"Bu güzel bayan da kim?"diye sordu. Gerilediğimi hissettim." Daha önce kendisini görmedim." Dönüp koltuğa oturunca gözlerini üzerime dikti. "Ona daha önce görmüş olsaydım eğer..."Aç bakışlarıyla dilini üst dudağının üstünde usulca gezdirdi."... asla unutmazdım." Ahter'in arkamdan, "Haklısın Brooklyn. Onu unutmak kolay değil."dediğini duydum. Lakin sözlerinden ki yersiz imayı anlamayacak kadar kafam karıştı. Hareketlendi ve yanımdan geçerken bilerek omzuyla bana çarptı. Heybetli bedeninin baskısı cılız bedenimi yana doğru bir kaç adım tökezletti. O da gidip adamın sağ tarafında bulunan boş koltuğa kuruldu. Efendimde o arada oturmuştu. Üçünün bakışları da üstündeydi. Gerginlik en sonunda beni şuracıkta öldürüp gidecekti. Odama dönmeliydim. Topuklarımın üstünde geriye döndüm. "Umarım gitmiyorsunuzdur hanımefendi."dedi yabancı adam." Sizinle karşılıklı oturup sohbet etmek isterim." Sessizce yutkundum. "Hayır ben size rahatsızlık vermeyeyim." "Onu da nereden çıkardın."dedi Ahter. Alaycı kahverengi gözlerinde eğlenceli bir ışık parlıyordu. Bacak bacak üstüne attı. Aniden dışarda bastıran yağmur pencerenin camlarına gürültüyle çarpmaya başladı. Kafamın içinde ki sisten duvar her şeyi detaylıca algılamama engel oluyordu. Mesela neden şimdi böyle davrandığını anlamakta zorlanıyordum. Evin hizmetçisi olduğumu bildiğinden emindim. Ve bir hizmetçinin o lüks koltuklarda oturamayacağınıda bildiğinden emindim. Efendim bile şaşkındı. Ahter yan tarafında oturmam için yer açarken bile efendim sessiz kaldı. Elbette onun yanına oturmayacaktım. Geçip karşındaki koltuğa oturduğumda yüz ifadesini asla bozmadı. "Nerde yaşıyorsunuz hanımefendi?"diye sordu yabancı adam kibar bir şekilde. "Fakirim ben. Eminim nerede yaşadığımı tahmin etmekte zorluk çekemezsiniz." Ellerimi birbirine yapıştırıdığım dizlerimin üstünde birleştirdim. Dudakları tek çizgi haline geldi. Gözlerini kısıp başını anlıyorum dercesine aşağı yukarı doğru salladı. Bana olan ilgisini kaybetmeye başladığını düşündüm. "Zor bir hayat olmalı."diye dalgınca mırıldandı. "Anladığınızdan eminim." Neşesi arttı. "Emin misiniz?"diye sordu. Gözleri bir şeyler ima ediyordu. Göğsünde bağladığı ellerine baktım. Gayet sağlıklı ve nasırsızıdı. Kusursuz temiz ve pahalı giysiler içinde tam bir şehir beyefendisi gibiydi. Doğduğu andan itibaren kuş tüyü yastığı ona hep eşlik etmiş gibiydi. "Eminim." dedim tekrardan gözlerine bakarken. Güldü. "Tanımadığınız bir insanın giysilerine bakarak mı nasıl bir yerden geldiğine karara veriyorsunuz?" Rahatsızca yerimde kıpırdandım. Gözlerimi telaşla başka yöne odaklamaya çalıştım. "Gözlerinizi kaçırmayın lütfen. Çok güzel bir rengi var."dedi derinden gelen tok ve kararlı bir sesle. Kalbim hızlandı, nefeslerim sıklaştı." Ben öyle biri değilim. Sadece kusura bakmayın ama hiç o hayatın içinden çıkmış birine benzemiyorsunuz. Eğer oradan çıkıp zengin olmuş olsanız bile bu kadar farklı durmazdınız. Ve teşekkür ederim." Gözlerime güzel olduğunu söylediğiniz için. Ama ne yazık ki bunu söyleyen siz tek değilsiniz. Ona soğuk ve mesafeli baktım. İleri gitmemesi için bir uyarıydı ona. Fakat durum tersine aktı. Bakışlarında ki ilgi iyice arttı. Ahter'e baktım. Yüzü kayıtsızdı. Bakışları ikimizin arsında uzanıyordu. Sonra efendime baktım. Konuşmamızı aşırı sıkıcı bulmuş olacak ki surat asıyordu. Gözlerimi devirip yabancıya döndüm. "Benimle neden sohbet etmek istediniz bilmiyorum ama bence gereksiz. Bu yüzden,"Ayağa kalktım."Sizi yanlız bırakmak istiyorum. Geç oldu hem zaten, uykum geldi." Ağır hüzünlü bir bakış atıyor. "Peki," Sesi kısık. "Size iyi geceler dilerim güzel bayan. Umarım sizinle yine sohbet etme fırsatım olur." O günün hiç gelmemesi için bütün gece kalbimle dua edeğim."Umarım," diye mırıldandım ve arkama hiç bakmadan salondan ayrıldım. Üstüme sinen korku, buhar olup yok olmasa da artık daha iyimser düşünecek kadar rahatlamıştım. Işıklar sönüp ev derin bir sessizlik ve karanlığa gömüldü. Ayağı gıcırdayan yatağım bile bu gece susmayı tercih etmişti. O adi herifin Zloganlara bulaşma gibi bir hata yaptığına hâlâ inanamıyordum. Ayağa kalkıp odanın içinde volta atmaya koyuldum. Ne yapmış olabildiğini delice merak ediyor ama aynı zamanda bunun başıma daha fazla bela açacağı gerçeğiyle duvara toslmış gibi olduğum yerde kala kalıyordum. Kendimi silkeleyeyip başka bir şeyler düşünmeye çabaladım. Ama ne mümkün. Ona bir şey olması ucu belirsiz geleceğimi tehlikeye atıyordu. Karnımın tok olması onun varlığıyla garantiye alınmıştı. Cesede dönüşen bif beden sadece sokak köpeklerinin tokluk sebebiydi. Ben sadece o leşe tükürebilirdim. Hoş bunu fazlasıyla istediğimi de inkar edemem. Ama çıkarım doğrultusunda bana inanılmaz bir nimet sunduğu için itin  teki de olsa bendeki değeri içi altın dolu keseden daha kıymetliydi. Gidip yatağa uzandım. Başım ağrıyordu. Kahrolasıca beynim bugün tembel ayağına yatmış, bana en ufak bir yardımda bile bulunamayacağını açıkça beyan etmişti. Çözüm üretme konusunda tam bir eziklik yaşıyordum. Ona zarar vermemeleri konusunda dua etmekten başka hiçbir şey kalmamıştı elimde. Kendi kendine kaşındı. İşin ucunda böyle yaparken işin sonunda da kaşınması gerektiğini çok iyi bilmeliydin. İçimdeki ses zaten biliyordu, değince işin için daha korkunç olasılıklar giriyordu. Belki her şeyi bile isteğe yaptı. Saçlarımı çekiştirmeye başladım. Canı cehenneme! Umurumda değil. Yerini söylemek zorundaydım. Kardeşimi kaybetmek bir yana dursun ufacık bir yaralanmada dünya benim için içi boş bir levhaya dönüşüyordu.Dertlerim arsında o en dikkat çeken tek ve önemli bir sebepti. Herkesi uğrunda satmam için geçerli tek sebebimdi. Eğer kralın bahsettiği hastalık gerçekten ciddiyse buralardan en kısa sürede ayrılmamız gerekecekti. Ve benim yolculuk için kullanmam gereken beş kuruşum bile yoktu. Eskiden olduğu gibi hırsızlık yapmayı her ne kadar istemesemde şartlar beni ona doğru itiyordu. Ve o yola tek bir kere düştüm mü, yolun sonunu görene kadar asla durmazdım. Sonunda iyi ya da kötü şeylerin beni bulacağı aslında aklımı kurcalayan bir soruydu eskiden. Şimdi ise bunun sonuçlarına katlanamayacağıma dair tüm endişelerimi yok eden her defasında gülümseyen sadece benim olmamdı. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD