2

1795 Words
İçime sicim gibi işleyen bir ağrı vardı. Olmayan sesler, bozuk zihnimin içinde durmadan yankılanmaya başladı. Ve bu lanet döngü öyle şiddetliydi ki, başımı koparıp atma isteği uyandırıyordu. Ben en son vurulmamış mıydım? Gözlerimi zorlukla aralayıp etrafa baktım ama zifiri karanlıktı, ötesi yoktu. Burnuma dolan küf kokusu midemi bulandırdı. Sadece küf değil... Kan kokusu da vardı. Ama bu bozuk kan kokuları bana ait değildi, ben kendi kanımın kokusunu bilirdim. Ve uzaktan gelen sesler... Siktir! Neresi burası? Neredeyim ben? Ne oldu bana? Sahi... Ne oldu bana? Ben en son... En son o lanet mafyanın sitesine sızmış ve kodları ele geçirmiştim. Sonra... Sonra yakalanmıştım! Daha da ötesi... Beni silahla vurmuşlardı! Ama yaşıyordum? Başımdaki şiddetli ağrıya rağmen bir şekilde hayattaydım. Ama bu imkansız... Hareket etmek için doğrulmaya çalıştığımda nafile bir çaba olduğunu anladım. Ayaklarım, elim, kolum... Hepsi bağlanmıştı. Şeytanlarım bunu sevmedi. Tutsaklık bana göre değildi. Biraz daha zorladım kendimi ama bu lanet olası ipleri kim bağlamışsa, iliğime kadar sıkmıştı! Bırak kalkmayı, kıpırdayamıyordum bile. Üstelik... Ağzımda da bant vardı! Yutkundum. Vurulmadan önceki son sözler birer birer zihnime nüksetti. Başta Jin diye bir adam vardı. O bana mesajı atan kişiydi. Sonra... Eli silahlı, yüzü maskeli dört kişi odamın camlarını kırıp beni vurmuşlardı. İsimleri neydi? Yaramazlar Çetesi? Hayır... Yalancılar Çetesi. Siktiğimin çetesi... Onlar yüzünden üç yıllık emeğim çöp olmuştu. Aslında... Hayır, olmamıştı. Buradan kurtulursam emeklerim çöp olmazdı çünkü bütün şifreleri kendi kurduğum özel sisteme yüklemiştim. Bilgisayarım bozulsa da kurduğum özel sistem kendini korurdu. Başka cihazdan şifreleri yönetebilirdim. Mafyaların kendilerine ait sistematiği olan kodları olurdu. Özel kodlar ve kimsenin çözemeyeceği bir şekilde şifrelenirdi. Bununla yer üstü ve yurt dışı bağlantıları kurup birbirlerinden haberdar olurlardı. Ve ben bu kodların hepsini çözmüştüm. Çünkü sistemin analitiğini bozmuştum. Eski dosyalarından, işledikleri suçlardan ve planların hepsinden haberim olabilirdi. Zira hepsi kod üstünden yönetiliyordu ve bunu internetin gizli sitelerine yükleyip yurtdışı, yer üstü bağlantılarını sağlıyorlardı. Ben eğer istersem bu bağlantıları tek hamlede bozabilirdim. Ve yalan bir haberle bütün yer altı dünyasını birbirine katabilirdim. Gözümü kırpmadan yapardım gerekirse. Ben kötüydüm. Ait olduğum karanlık ve içimdeki şeytanlar beni korkutmuyordu. Ve kilit, artık benim ve şeytanlarımın elindeydi. Tabii bu lanet yerden kurtulabilirsem... Umarım... Sonum kötü olmazdı çünkü ilk kez korkuyu damarlarımda kötülük için akan kanda hissettim. Ben korkmazdım ama şimdi... Bozuk zihnimin işleyişi tersine dönmüştü. Eğer Jin denen o aptal adam beni fark etmeseydi şuan çetelerini çoktan çökertmiştim! "Sence Kutay, bu kıza ne yapacak?" Uzaktan gelen sesleri duyduğumda susup dinlemeye başladım. Hoş, istesem de konuşamazdım çünkü bu pislikler ağzımı bantlamıştı! "Öldürecek." Ne... Ne dedi o? Kalbim korkuyla tekledi ve başımda şiddetle yankılanan acı, bedenimdeki her bir uzuva teker teker nüksetti. Duyduklarıma hazmedemiyordum. Ve iyi değildim. Yemin ederim iyi değildim. Beni... Ciddi ciddi öldürecekler miydi yani? Ayrıca Kutay kimdi? Jin denen adamla bir ilgisi olabilir miydi? "Emin misin?" "Eminim, kesinlikle öldürür kızı. Hem de tek hamlede." "Bence silahla..." "Belki de yakarak." "Susun artık ve sakin olun!" "Sakin falan olamayız! Kodları yeniden kurulması lazım ve bu çok zamanımızı alacak. O fahişe bütün sistemi çökertti!" Sensin fahişe! Piçe bak. "Toprağa mı gömeceğiz?" Beni mi? Hayır, şaka mı bu? Lanet olsun! "Onu canlı canlı yakacak." Baştan aşağı titredim. Söyledikleri, zihnimin girdaplarını darmaduman edecek kadar şiddetli bir şekilde yankılandı. O an ağlamak istedim ama şeytanlarım buna izin vermedi. Ben nasıl bir belanın içine düşmüştüm böyle? "Sırf sistemi çökertti diye mi onu yakacak?" "Bence yapmalı, gerekirse yakmalı. Tehlikeli. Bu kız çok tehlikeli." "Şifreleri alması, kodları çökertmesi ne demek biliyor musun? Eğer başka kişilerin eline geçerse Kutay'ın yıllardır üzerinde çalışıp sıfırdan inşa ettiği ve sahip olduğum her şey yok olur! Çete biter! Bu aptal kızın amacı bizi öldürtmek!" Evet, doğru biliyordu. Amacım tam olarak buydu. "Peki Kutay'ın onu öldürmek istediğine emin misin?" "Evet. Hatta işkenceli bir ölüm yaşatacaktır kesin. Aletleri getirelim." Ne? BU ADAMLAR CİDDİ Mİ? İşkenceli ölüm falan? Oyun mu oynuyoruz, ne oluyor?! Tam o an, küfle karışık kan kokan duvarları aydınlatacak kadar şiddetli bir ışık haznesi soğuk depoyu doldurdu. Her yer aydınlanmıştı, artık karşımdakileri görebiliyordum. Ve onlar da beni... "Uyanmış!" Esmer bir kız tam önümde durdu ve ağzımdaki bandı koparacak kadar sert bir biçimde çıkardı. "Yavaş olsana be!" Acıyla inleyip öfkeyle bağırdım ama sanki muhattabım o değilmiş gibi güldü. Evet, güldü! Şeytanlarım bu kızı sevmemişti. "Neden buradayım?" "Siz beni vurmadınız mı, nasıl hâlâ yaşıyorum?" "Bana ne yapacaksınız?" Art arda sıraladığım soruları umursamadan karşımdaki sandalyelere dizildiler. Tam dört kişiydiler. Yani benim odamın camlarını kırıp kafama ateş eden mahluklar... Bunlardı! "Neden burdasın bilmiyor musun seni küçük aptal?!" Kızıl saçlı kız, iğrenen bir ifadeyle bana baktığında ateş saçan buz mavisi gözlerimi ona çevirdim. Kimse beni aşağılayamazdı! "Sözlerine dikkat et! Sen bana aptal diyecek son kişi bile değilsin." Güldü. Alaycı bir sırıtış belirmişti dudaklarında. "Aptalın tekisin!" "Yanlız hatırlatırım ki... O aptal dediğin kız, sizin yıllarca üstünde çalıştığınız siteyi tek seferde çökertti." Söylediğim ağır sözler üzerine ortam buz kesti ama onların aksine ben, sadist bir şekilde mutluydum. Çünkü bana çektirdikleri acının çok daha fazlasını onlara yaşatacaktım. Ne olursa olsun bir şekilde buradan kurtulacaktım. Ve ben, aklıma koyduğum her şeyi yapardım. "Birazdan öleceksin zaten. Bu boş sözlere gerek yok." Konuşan kişi bu sefer esmer olan, uzun boylu çocuktu. Soğuk depoda dört kişi vardı. İkisi kız, diğer ikisi erkekti. Kızlardan biri kızıl, diğeri esmer; erkeklerden biri sarışın, diğeri de esmerdi. Esmer çocuğu ve diğer iki kızı şeytanlarım sevmemişti. "Kafama silah sıktığınızda neden ölmedim?" "Çünkü..." dedi hiç konuşmayan sarışın çocuk aniden söze girerken. "Kafana sıktığımız ateşli silah değildi, şok cihazı gibi bir şeydi. Tenine temas ettiği an bayılırsın." "Grubumuzun kendi tasarladığı, kimsede olmayan özel silahları var. Ateşsiz ama en tehlikelisini senin üzerinde denedik. Ve pişman değiliz." Hepsi bir ağızdan bana gülmeye başladı ve onlar gülmeye devam ettikçe içim, alev alev yanan bir intikam hırsıyla tutuştu. Baştan aşağı titriyordum. Ama bu korkudan veya acizliğimden değildi. Öfke... Hissettiğim sarsıcı öfke o kadar baskındı ki, beni serbest bıraktıkları an hepsini tek hamlede yere serecek güçte hissediyordum kendimi. Ve yeminim olsun ki sizi kendi ellerimle batıracağım Yalancılar Çetesi. "Başka sorun var mı?" Kızıl saçlı kızın aşağılayıcı gözlerle bana bakması ve kibirli bir ses tonuyla bana soru sorması... Şeytanlarım bu kızı hiç sevmedi. Elime geçirdiğim an ölecekti. "Beni çözmek için neyi bekliyorsunuz?" Güldüler. Yine. Bana. Güldüler! "Kutay'ı?" "Kutay kim?" Meraklı sorum onların hoşuna gitmişti. "Kutay bu çetenin lideri ve yer altı dünyasının en güçlü mafyası." "Ve..." dedi işaret parmağıyla beni göstererek. "Birazdan senin ecelin olacak kişi." "Kutay'ı sikeyim." Kendimin bile zor duyabileceği bir sesle homurdanarak söylemiştim bunu. İçim yanıyordu, böyle elimin kolumun bağlı olması canımı sıkıyordu. Bozuk zihnimi yöneten şeytanlar, her zamankinin aksine şimdi susmuştu, konuşmuyordu. Bana yardım etmiyorlardı, oysaki onların yardımına ihtiyacım vardı. Bu suskunluk, içimdeki sıkıntıyı tahammülü zor bir boyuta soktu. İyi değildim. Ve şu Kutay denen heriften kurtulana kadar da iyi falan olmayacaktım. "Nerede kaldı patroncuğunuz?" Ağzımdan alaycı bir kahkaha koptu. Bozuk zihnimin çarkları ters yöne dönmeye başladı. Bu, iyiye işaret değildi. Çünkü çarklarım ne zaman ters işlemeye başlarsa o zaman etrafımdaki herkesin canını sıkardım. "Onunla ilgili konuşurken sözlerine dikkat et!" Alaycı bir sesle güldüm. "Beni bir şeye zorlarsan, tam tersini yaparım." Ve ortamı kızıştırmak istercesine devam ettim. "Piç Kutay." "Sen kesin öleceksin. Canına susamışsın." "Evet, susadım. Hadi o meşhur patronunuz gelsin de söndürsün ateşimi." "Aptal!" Öfkeyle kaşlarımı çattım. Zira karşımda susmak bilmeden bana sataşan biri kızıl, diğeri esmer iki şırfıntı sinirimi bozmuştu. Buz mavisi gözlerimin eşlik ettiği soğuk bakışlarımı, aşağılayıcı gözlerle teker teker üzerlerinde gezdirdim. "Size laf sokmaktan sıkıldım. O yüzden cevap vermeyeceğim." "Kimsin ya sen?" Dediğimi yapıp sorusuna cevap vermedim, bir süreliğine susma hakkımı kullandım. Çünkü kimliğimi ifşa etmem tehlikeliydi. Gerçekte kim olduğumu bilmemeleri gerekiyordu. "İplerimi çözerseniz, size kim olduğumu göstereceğim." Dövüş yeteneklerime güveniyordum. Şayet iplerimi çözerlerse buradan kurtulabilirdim. Küçüklüğümden beri tehlikeli insanlarla dolu bir sürü kavgaya karışmıştım. Bu yüzden karşıma çıkan herkesle dövüşebilirdim. Kendime ve şeytanlarıma güveniyordum. Birbirlerine baktılar ve başlarını olumlu anlamda salladılar. Kızıl saçlı kız bana doğru yürümeye başlayıp sandalyenin arkasında durdu ve beni tutsak eden ipleri çözdü. Birkaç saniye durup yavaşça ayağa kalktım. Bozuk zihnimin çarkları, tekrar dönmeye başladı. Kızıl kız yakınımda, diğerleri bana yaklaşık beş metre uzaktaydı. Eğer kızılı alt edip hızlı bir şekilde çıkışa doğru kaçarsam kurtulabilirdim. Seytanlarım bu fikri sevdi. Sevmeseler bile yapmak zorundaydım çünkü başka çarem yoktu. Zira bu çete çıldırmışın tekiydi ve beni öldürmek, tek niyetleriydi. Ya ölecektim, ya kaçacaktım. Kaçmayı seçtim. Az sonra olacaklardan bihaber derin bir nefesi içime çektim ve dirseğimi, kızın yüzüne geçirip karnına doğru sert bir tekme savurdum. Kızıl kız, olayın şokuyla geriye doğru adımlarken diğerleri son sürat bana doğru gelmeye başladı. Bense çıkış kapısına doğru, bütün gücümle koşuyordum. İsteseler de bana yetişemezlerdi. Harika bir koşucuydum. "Yakalayın şu salağı!" Dövdüğüm kızıl saçlı kızın sesiydi bu. Ağzımdan bir kahkaha koptu. Benimle birlikte şeytanlarım da gülüyordu. "Nah yakalarsınız!" Nefessizlikten tıkanıp kalp ritmimi rotasından çıldırtacak kadar hızlı koşuyordum. Ayağımdaki siyah postallar, soğuk deponun kan kokan zemini titretecek kadar hoyrat ilerliyordu. Mecburdum. Tek kurtuluşum buydu. Kaçmazsam yakalanırdım. Ve yakalanırsam... Beni öldürürlerdi. Şeytanlarım daha hızlı koşmamı söyledi. Onları dinledim. Bedenimde çarpan kalbimden başka hiçbir uzuvumu hissetmiyordum. Benimle birlikte yer bile titriyordu. Ve biraz önce peşimden gelen çeteye izimi kaybettirmiştim. Evet, biliyorum. Fazla iyiyim, mükemmelim, şahaneyim. Çünkü ben Esila Balanis'im. Çıkış kapısına birkaç adımım kalmıştı. Bütün gücümle kendimi dışarı atacakken benden çok daha güçlü olduğunu hissettiğim bir el, sertçe saçımı kavradı. "Bir yere mi gidiyorsun?" Kusursuz bir diksiyonda çıkan ve bir o kadar da erkeksi bir ses... Ve bir koku... Büyüleyici, etkisi altına alan ama tehlikeli bir koku... Bunların hepsi, saçlarımı tutan adamdan geliyordu. O kadar sert çekmişti ki, saç diplerim feryat etti. Altın sarısı saçlarımın tutamları, ellerinde kalmıştı. Attığım acı dolu çığlıkların hiçbiri bu karanlık kişiyi durdurmadı. Ve... Boğazımdan tutup duvara yapıştırdı. Aramızdaki mesafeyi sıfırladı. Haddinden fazla uzun boyuyla üstüme eğildi. Bu adam, şeytanlarımı korkutmuştu. Tam o an göz göze geldik. Üstümüze vuran ışık, yüzünü görmemi sağladı. Evet, bugüne kadar birçok insan görmüştüm. Çoğu karanlık, çoğu tehlikeli. Ama hiçbirinin gözleri, şuan karşımda duran adam kadar öfkeli değildi. Çünkü bu adamın gözlerinde, şeytanlarıma hakim olup onları kendi cehenneminde tutuşturacak kadar şiddetli yanan bir ateş vardı. Bu adam şeytan değildi. Bu adam, beni hakimiyeti altına alacak kadar güçlü bir cehennemdi. O kadar karanlık, o kadar ateşli... Ve bir o kadar da tehlikeli... "Kimsin sen?" Sorum, gözlerinde tutuşan alevi harladı. Boğazımda duran elleri, soluğumu benden çalacak kadar sertleşti. Kusursuz hatlara sahip yüzü gerildi. Öldürecekmiş gibi bakıyordu. "Seni küçük aptal." Jin: Beni yenebileceğini mi sanıyorsun? Jin: Seni küçük aptal. Saatler önce bana gelen mesaj... Bu adam... Jin... O kişi, karşımda alev almış kehribarlarıyla bana bakan bu adam olabilir miydi? "KİMSİN SEN?!" Kan ve küf kokan duvarları inletecek kadar hoyrat bir çığlık, dudaklarımdan infilak etti. Şeytanlarım sinirlenmişti ama onun cehenneminde yanmaya cesaretleri yoktu. Şeytanlar, cehennemi severdi. Ama bu adam öyle bir cehennemdi ki benimle birlikte bütün şeytanlarımı yok ederdi. Korkmuyordum. Ben yanmaktan korkmazdım. Ama şeytanlarım korkardı. Çünkü onlar, yanmak yerine benim içimde olmayı seçmişti. "Kim olduğumu merak ediyorsun demek?" Cebinden bir çakı çıkardı. Çakı, boynumda yavaş yavaş gezinmeye başladı. Tenimde gezinen bu soğuk cisim, beni titretiyordu. Ama beni asıl titreten onun dudaklarından dökülen sözlerdi. "Ben Kutay Alavaris. Ölümünün sebebi olacak kişi..." ⌛
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD