Efsun, gerginlikten bayılmak üzereydi.
Diğerlerinden tuvalet bahanesiyle sıyrılmayı başarmıştı.
Eli ayağı titriyordu.
Yorgundu.
Yapayalnız ve tamamen çaresiz hissediyordu.
Düğün kalabalığından uzaklaşarak tuvaletlere değil ikinci kata yöneldiğinde korumalar önünü kesince korkuyla kalakaldı.
Ne diyeceğini bile bilmiyordu.
Tek yapmak istediği şey bir an önce uzaklaşmak, kaybolmak, hatta bu dünyadan hiç var olmamış gibi silinmekti.
Tek yapmak istediği şey bir an önce uzaklaşmak, kaybolmak, hatta bu dünyadan hiç var olmamış gibi silinmekti.
Her şeyi göze almıştı artık…
“Misafirlerin bu kata çıkmaması gerekiyor. Otelde kalan diğer misafirlerin rahatsız olmaması için emir aldık efendim. Herhangi bir şeye ihtiyacınız varsa biz yardımcı olalım,” dedi koruma.
Efsun, adama istemsizce alıcı gözle bir baktı.
Yardım edilmesi gereken bir konusu vardı.
Kocası, onu güzel bulmuyor, hiçbir şekilde yatağına almıyordu.
Bir varis vermesi de gerekiyordu.
Adam onunla birlikte olmadığı için bebeği nasıl yapacağını sorduğunda yine dayağını yiyip oturmuş, üzerine onu becermek isteyecek bir enayi bulup işi çözmesi yönünde telkin edilmişti.
Efsun, bunu başta öylesine, sırf onun namuslu olup olmadığını anlamak, belki de onu denemek için kocası tarafından sarf edilmiş düşmanca kelimeler olarak ciddiye almadıysa da zaman geçtikçe yanıldığını anlamıştı.
Bader Başaran, kocası, onunla çirkin olduğu için birlikte olmuyordu.
Onu karısı olarak görmekten tiksiniyordu.
Ama aşiretini memnun etmek için de bir çocuk talep ediyordu.
Çocuğu kimden yaptığı da umurunda değildi.
Onunla sokağı bırakın, koridora bile adım atmayan, tek icraatı onu dövüp hakaret etmek olan kocası tarafından şimdi de düğüne getirilmişti.
Başta, onun aldığı elbisenin bir barış çubuğu olduğunu, artık kendini beğenmeye çalıştığını sanacak kadar saf olan Efsun, işin aslını anlayınca üzerindeki pahalı elbiseden bile nefret etmişti.
Adama ne cevap vereceğini bilemediği için pahalı elbisesini tutarak gerisin geriye döndü.
Adımları bu kez de onu insanların giriş yaptığı büyük giriş yerine dar, personel servisi için ayrılmış olan çıkışa yönlendirmişti.
Kocasının talebi, ailesine kocasını şikayet ettiğinde yediği dayak, kaçmaya çalıştığında başına gelenler…
Hepsini aynı anda zihninden geçiriyor, yine yakalanırsa ne olacağını düşünürken tir tir titriyordu.
Daha on dokuz yaşındaydı.
Evli olduğu altı ay içinde hayattan soğumuş, bütün ümitleriyle vedalaşmıştı.
Hiçbir çıkar yol bulamıyordu.
Yaptığı hiçbir şey kaderini değiştirmesine yardımcı olmuyordu.
Şansı ilk defa yaver gitti.
Bu kapıda onu kimse durdurmaya çalışmadı.
Ama az önceki koruma peşine takılmıştı.
Belli bir mesafeden onu izliyordu.
Ne dur diyordu.
Ne nereye gittiğini soruyordu.
Sadece adım adım onu takip ediyordu.
Efsun, bunun nedeninin eşinin ailesi olduğunu anlayacak kadar olaylara vakıf olmuştu.
Görümcesi, bu cehennemden kaçıp kendini Avan ailesine atmayı başarmıştı.
Ama o bekardı.
Gençti.
Güzeldi.
Adamı kendisiyle evlenmeye ikna edecek meziyetteydi.
Bir kere okumuştu da…
Efsun, kafasına yediği darbelerden sonra bildiklerini bile unuttuğunu düşünüyordu.
Aptal etmişlerdi onu…
Aptal olmasa, canına susamasa şimdi kaçmaya çalışır mıydı?
İnsanların ikramlıkları hazırladığı, mutfağa bağlı büyük odanın kapısına geldiğinde aniden durdu.
Ne yapacağını bilemeyerek sağa sola koşturan insanları süzdü.
Çıkış yok gibiydi.
Geri dönünce olacakları da biliyordu.
Gergince, korkudan donup kalmışken koruma “Hanımefendi, derdiniz ne? Nereye gitmeyi amaçlıyorsunuz? Yardımcı olayım…” dediğinde çekinerek adama döndü.
Bir kez daha tepeden tırnağa baktı. Karasız ve korku dolu saniyelerde ela gözlü, kumral adamın takımının kumaşını, düğmelerini süzerken mantıklı bir şeyler düşünmeye çalıştı.
Başaramayınca omuzları alışık olduğu pes etmişlikle indi. Bakışlarını ayağına çevirdi.
Adam, “Hanımefendi, çıkış mı arıyorsunuz?” diye sorunca bakışlarını bir daha kaldırdı.
Uzun boylu ve yakışıklı adamın yüzünden hiçbir şey okuyamıyordu.
Duygusuz bir maske kuşanmıştı.
Bakışları bile tehlikeliyim diye bağırıyordu.
Normaldi.
Kocası, yakışıklı sayılan bir adamdı.
İlk gördüğünde nasıl şanslı olduğunu düşünmüş, ne hayaller kurmuştu.
O yüzden yakışıklı adamların kendine biraz korkutucu geldiğini düşünüyordu.
İstemsizce kocasının korumalardan birine bari kendini becerttir de hamile kal, emri kulağında çınladı.
Gebe kalırsa Bader artık onu dövmezdi.
En azından bebek doğuncaya dek…
Düşüncelerinden kurtulmak istercesine kirpiklerini kırpıştırıp hala cevabını bekleyen adama hafifçe başını salladı.
Bir yandan gitmeyi, bir yandan kalmayı kuruyordu kafasında ama umurunda olan artık dayak yemeden, küfür işitmeden, insan yerine konularak hayatına devam edebilmekti.
Adamın mesafeli de olsa saygılı tavrı bile, aylardır maruz kaldığı aşağılanmadan sonra iyi hissettirmişti.
Ağa gelini olmaktansa az da olsa maaşı olan, ona insan gibi davranan bir adamın karısı olmayı binlerce kez yeğler durumdaydı.
Adamı onaylarken bunları düşünüyordu.
Ama onun gibi birinin bile hayal edemiyordu.
Güzel değildi ki beni yanına al, kaçalım diyebilsin…
Bu olsa bile, güzel olsa bile bulunurlar, öldürülürlerdi de…
Maceraları pek uzun sürmezdi.
Eve dönmekten başka seçeneği yoktu.
Adamı onaylarken yeniden adamı süzmesinin de nedeni buydu.
Bedenine, ona dikkatle bakışlarından az da olsa ümitlenmişti.
Namustu, sevgiydi, insanlıktı artık hiçbir şey umurunda değildi o dakikada…
Adam onu beğenirse tüm sıkıntıları çözülürdü.
“O zaman bu taraftan geçebilirsiniz, orası gördüğünüz gibi çalışanlar için ayrılmış bir yer,” dediğinde işaret ettiği yere baktı.
Temkinli adımlarla koridora ilerlemeye başladı.
Adam ona tecavüz etse neydi, öldürse neydi…
Zaten her gün ölüyordu…
Koridoru geçip arka bahçeye çıktıklarında etrafta dolanan başka korumalar da görünce yine duraksadı.
Ona yol gösteren korumaya bir bakış attı.
Şimdi nereye gideyim dercesine bakıyordu.
Ki adam da onu anlamış gibiydi.
“Sanırım nefes almak istiyorsunuz, şuraya geçin, kimse sizi rahatsız etmeyecek, rahat olun,” deyince adamın işaret ettiği yere döndü.
Bir masa vardı.
Üzerinde kola şişesi, bardaklar, bir de dolmuş kül tablası…
Personellerin molalarında kullandığı belliydi.
Ki birisi hala telefonuyla mesajlaşırken oturmuş sigarasını içiyordu.
Adam, diğer korumalara gitmesini söyleyip masadakini işaret ettiğinde şaşkınca baktı.
Diğerleri ikiletmeden emrini yerine getirip masada oturanı da önlerine katıp gittiğinde tereddütle masaya doğru yürümeye başladı.
Korumanın gitmeye meylettiğini fark edince durdu.
Kendini cesaretlendirmek istercesine bir nefes aldı.
En fazla “Yalnız korkarım,” diyebildi.
Adam düşünüyormuş gibi durup “Burada kimse size yaklaşamaz, herhangi bir sorun yaşamazsınız, rahat olun,” deyince gideceğini sanarak başını eğdi.
Kendini rezil hissederek masaya yerleşti.
Başını ellerinin arasına alıp birkaç uzun saniye boyunca küllüğe bakarak durdu.
Sonra hüngür hüngür ağlamaya başladı…