'Kaza Kurşunu'

2572 Words
Bölüm şarkılarımız; Cem Adrian & Mark Eliyahu - KÜL Taladro - Yarım Kalanlar Alec Benjamin - If I Killed Someone For You Candan Erçetin - Kırık Kalpler Durağında  1.BÖLÜM Akrep ve yelkovan birbirlerinin peşine takılmış kovalamaca oynuyordu. Saatlerdir gözlerimi ahşap tavana dikmiş zamanın beni öldürmesine izin veriyordum. Derin sessizliğin ortasına düşen telefon sesi, bütün şehri etkisi altına alan çan sesi gibi doluşmuştu odaya. Kırgın bedenim yatakta doğrulurken dudaklarımın arasından yorgun bir inilti kaçtı. Sıkıntıyla göz kapaklarımı gözlerime bastırdım ve komodinin üzerinde gürültülü bir şekilde titreyip düşmek üzere olan telefonu olduğu yerde yanıtlayıp hoparlöre aldım. "Saye, seninle ilgili endişelerimi büyütüyorsun." Saçımda sarılı duran havluyu yatağın üzerine bıraktım. Tam olarak kurumamış saçlarımı elimle karıştırdım ve telefonun tehdit içeren sesine karşın cevapsız kaldım. "Bu akşam sadece bir kişinin canı yansın. Anlatabiliyor muyum?" Bu tehdidine alaysı bir şekilde güldüm. "Adi herif." diye mırıldandım ama onun duymayacağı tondaydı. "Bugün için düzenlediği organizasyona katılacaksın. Kalabalık olacak, kendini açık etme." Ruhsuz bir sesle sordum. "Konum?" "Yeri ve saati mesaj olarak gönderdim zaten." Sesi inanamıyormuş gibiydi. Mesajı görmemiştim, bunu beklemediğini belirtiyordu. Herhangi bir şey daha söylemeden görüşmeyi sonlandırdığında oralı olmadım. Belime bağlı duran kuşağı çözüp ayağa kalktığımda havlu bedenimi okşayarak ayaklarımın ucuna yığıldı. Çıplak ayaklarımla ahşap zeminde yürürken kendimi sürünüyor gibi hissetmiştim. Dolabın önünde durdum, uzunca bir nefes çektim içime. Bu gece ne giyeceğime kadar her şey çoktan hazırdı. Bu gece birinin ölümü için düzenlenmiş bir tören vardı ve katılımcıların gözleri önünde unutulmaz bir gösteri yaşanacaktı. Kanlıydı, zihnimin duvarlarından oluk oluk akan kan bu geceye sızıyordu ve her yer kanlıydı. Aynanın karşısında dimdik durup bedenime baktım. Karnım iyice içe çökmüştü, son zamanlarda hızla zayıflıyordum. Göğüslerim büyük değildi ama ince bedenimde kendini göstermeyi başarıyordu. Vücudumu deri gibi saran siyah elbise de buna yardımcı oluyordu. Boyum ortalamanın altında değildi. Başımı yana eğip omuzlarıma baktım. Köprücük kemiklerimi uzun parmaklarımla hissetmek istedim, birer çukur gibiydiler. Yüzüme baktım. Gördüğüm ifadeye yabancıydım, garipsedim. Yorgundum, mutsuzdum, kendim gibi değildim. Sanki aynada gördüğüm bu kadına yabancıydım. Daha önce böyle görünmemiştim hiç. Kendime bu kadar uzaklaşmamıştım. Olduğum insanla savaşmamış, ona karşı galip gelmemiştim. Gözlerimin altında belli belirsiz duran halkalara parmak uçlarımla dokundum. Dokunduğumda yaşadığım ve mecbur bırakıldığım her şey bir film şeridi misali gözlerimin önüne gelince elimi korkakça çektim. Silahını kuşanan bir asker gibi kırmızı ruju iki parmağımla çevirerek yükselttim. Çenemi hafifçe yukarı kaldırıp dudaklarımı kırmızıya boyadım. Aynanın hemen önünde duran siyah çantayı aldım. Sıkıca at kuyruğu yaptığım saçlarım sırtımı döverken otel odasını terk ettim. Beyaz, yerden yüksek arabamı valeye teslim ettikten sonra ihtişamlı ve devasa salonun kapısında durup soğuk havanın ciğerlerime sertçe dolmasını istedim. Topuklu ayakkabımın üzerinde kendinden emin adımlarla yürüyüp geniş ama az basamaklı merdivenleri aştım. Hemen girişte davetli listesinin başında duran iki genç adam beni kibarca karşıladı. "Hoş geldiniz efendim. Kontrol edebilmek adına isminizi söyler misiniz?" Tebessümle karşılık verdim ama bunu hiç düşünmemiştim. Görevliler yüzüme cevap arar gibi bakmaya devam edince ifadesizce ismimi söyledim. "Saye Erkutlu." Kısa süren kontrolden sonra mahcup ve çekimser bir şekilde baktılar. "Listede isminiz yok Saye Hanım. Davetiyeniz yanınızdaysa bu yanlışlığı düzeltelim." Unutmuş gibi elimi alnıma vurdum. "Ah, aceleyle çıktım. Maalesef yanımda değil." "Efendim üzgünüm, bu şekilde yardımcı olamam." O cani herifin her şeyi düşünüp böyle önemli bir detayı atlamış olmasına göz devirdim. Ne yapacağımı bilemez bir halde kıpırdanırken siyah smokinli, esmer ama beyaz tenli bir beyefendinin yaklaştığını gördüm. "Saye Hanım benimle beraber. Kontrol edebilirsiniz." Sesin sahibini görünce bir elini ceketinin düğmesine götürdü genç adam. "Derhal Cesur Bey, iyi eğlenceler." Daha sonra da bana hitaben "Saye Hanım." dedi ve başıyla içeri buyur etti. Gözlerimde parıldayan soru işaretlerine rağmen kibarlıkla tebessüm etmekle yetindim. "Sizin gibi birinin davetli olmaması büyük kayıp." Erkeksi ve tok bir sesi vardı ve ikinci kez görseniz hemen hatırlayacağınız bir yüze sahipti. Yüzü kalabalığa dönük olsa da bakışlarımın onda birkaç saniyedir oyalandığını görebiliyor gibiydi. Akabinde memnuniyetle güldüğünü gördüğümde ise bu düşüncemi doğruladı. "Anlaşılan bu gecenin keyfini en çok ben çıkaracağım." Alaysı bir şekilde dudaklarımı kıvırdım. "Karşılığında size eşlik edeceğimi düşünmediniz herhalde." "Lütfen." dedi Cesur isimli adam, biçimli dudakları sahte bir küçümseme edasıyla hafifçe kıvrıldı. "Teşekkür etmek için daha güzel yöntemler biliyorum." "Yöntemlerinizle ilgilenmiyorum." diye kibarca reddettim. "Ama kırıyorsunuz beni. Yerinizde olmak isteyen kaç kadın var biliyor musunuz?" Sahici olsaydı göz devirme isteği uyandırırdı ama sesinde alaycılık vardı ve kaynağının kendine olan güveni olduğu belliydi. Arkamızdan "Cesur!" diye bir serzeniş geldiğinde davetli kontrolünden geçemeyen kadına baktı Cesur. Sonra pişkince gülerek baş parmağını havada ters çevirdi. Kadın inanamayarak ayağını yere vurunca kaşlarım havada önüme döndüm. "Davetiyesini çaldığım kadın o mu?" diye sordum bu durumdan sorumlu hissederek. "Yani yerimde olması gereken." Cesur, sözlerime güldü. "Size, yerinizde olmak isteyen başkaları da var demiştim." Dudaklarımı birbirine bastırırken başımı yavaş yavaş salladım. Salona doğru yürümeye devam ettim, yaklaştıkça gürültü yükseliyordu. Cesur, bir şey söylemek istediğini belli ettikten sonra uzun boyu dolayısıyla kulağıma eğildi. "Bu gece benimle dans edeceksin." Bu iddialı tavrı beni güldürmüştü. Geri çekildi, "Bu arada sizli hitap etmeyi bıraktım ama..." diye yoklarken dudaklarını kıvırdı. Tek kaşımı kaldırırken yüzünü izledim. "Her şeyine varım seninle asla dans etmeyeceğim." Bu sorusuna karşı senli hitaba geçtiğimde keyifle güldü. Buraya eğlenmeye gelmemiştim ama şu an öyle olmasını dilerdim. Mat siyah rengindeki, yırtmacı neredeyse kasığımdan başlayan elbisemin ince askılarını düzelttim. İki göğsümün arasından aşağı doğru incelerek inen dekoltede ise zarif bir kolye parıldıyordu. Cesur dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini devirdi. "Kahretsin, çok güzelsin." dedi bir savaşı kaybetmiş gibi. Etrafı kolaçan eden gözlerimi Cesur'a çevirme gereği duymadım, onu dinlemiyordum. Müzik bir anda durduğunda mikrofona konuşma hazırlığı yapıldığı ses denemesinden belli olmuştu. Gözlerimi sahneye çevirdim. O an nefesimi kesen ağrı beni kıvrandıracaktı neredeyse. Çünkü oradaydı. Kanlı canlı oradaydı ve onu görüyordum. Bir anda güçsüzleşince tutunacak yer aradım. Cesur'un kolunu sımsıkı tuttuğumun farkına asla varmamıştım. Cesur memnuniyetle yanımda durmaya devam ederken olacakları tahmin bile edemezdi. Savaş Karan, fotoğraflarında gördüğümün aksine bir beyefendi gibi ceketinin kenarından tutuyor ve tebessüm ediyordu. Konuşma yapmak için mikrofonu yerinden çıkarıp eline aldı. "Sevgili misafirler, hepiniz hoş geldiniz." Sesi kalın ve ürkütücü derecede sakindi. Yapılı bedeni takım elbiseyi tam anlamıyla taşıyordu. Gözlerimi kırpmadan onu izledim. Söyledikleri uğultudan başka bir şey değildi ve bu konuşma onun için de samimi görünmüyordu. Dikkatimi içeriye yayılan kısa ve güçlü alkış bozduğunda elimi Cesur'un kolundan pardon der gibi çekip yönümü değiştirdim. Bakışlarımı izleyen bir çift göze denk geldiğimde onu onayladım. Ardından bana işaret ettiği arka çıkış kapısını kullanarak otoparka yöneldim. Onlarca lüks ve heybetli otomobilin arasında kaybolmuş gibiydim. Topuklu ayakkabılarımın bu beton zeminde gürültü çıkarmaması için ekstra bir çaba gösteriyordum. Otoparkı bloklara ayıran yuvarlak kolonun hemen arkasına sakladım bedenimi. Çok geçmeden bir çift ayak sesi yankılanarak otoparka girdi. Elimde tuttuğum siyah çantayı usulca açtım. Ellerim silahı net bir şekilde kavramıştı ama çantanın içinde gizlemeye devam ettim. Kuru bir sesle yutkundum. Soluğum havada bir bulut oluştururken birazdan her şeyin biteceğini tekrarladım içimden. Savaş Karan bu gece ölecek ve kâbus bitecekti. Olduğum yerden usulca başımı uzatıp onu gördüm. Onu buraya çeken tuzaktan habersiz saatine bakıyor, hiç gelmeyecek birini bekliyordu. Sırtımı tekrar beton kolona yasladım, başımı geriye atıp gözlerimi kapattım ve sakin olmayı diledim. Silahı tutan elimi çantanın içinden kararlılıkla çıkardım ve çantayı usulca ayaklarımın dibine bıraktım. Derince bir nefes çektim içime. En az bir çığlık kadar şiddetli aldığım nefesimi tuttum. Sırtımı çekip bedenimi tamamen ona döndüm ve iki elimle sıkıca kavradığım silahı ona doğrulttum. Arkası dönük, huzursuzca kıpırdanıyordu yerinde. Adını haykıracak ve bana baktığı anda onu yere serecektim. Bu, aynı zamanda ayaklarımın altındaki idam sehpasına attığım güçlü bir tekme niteliğindeydi. Çünkü bu silahı elime aldığımda her zerresiyle adalet arayan o güçlü kadını, kendi benliğimi de öldürecektim. "Gerçek yüzün, sınandığında ortaya çıkandır." dedi henüz benliğini kaybetmemiş olan Saye. Bu halime acımasız bir kahkaha attı ama mezarlığın içine kurduğu salıncakta hâlâ umudu var gibi sallanıyordu. "Ellerinin arasında tuttuğun silahla, bunca zaman savunduğun adaleti hedef aldığını bilmiyor musun?" Bütün gerçekler, zihnimin duvarlarına birer çiviyle asıldı. Adeta avuçlarımın içinde bir kalp atıyordu ve birazdan duyuracağım silah sesiyle o kalbi durduracak, bir hayata son verecektim. Bu gerçek tokat gibi yüzüme çarptığında gözlerim cehennem gibi kavrulmaya başladı. Ellerim titriyor, dudaklarımın arasından sert bir rüzgâr geçiyordu. Ağzım sıkıca kapatılırken güçlü bir kol beni iri kolonun arkasına gizlediğinde kalbim ağzımda atıyordu. "Kim var orada?" Bu soruyu soran Savaş'tı, sesimi duymuş olmalıydı. Nefes alışverişimi kontrol altına alamadım, duygularıma hükmedemiyordum. Gözlerim fal taşı gibi açılırken avucunu hâlâ dudaklarımdan çekmeyen Cesur'a baktım. Yüzünde en az bende olduğu kadar hayret duygusu hakimdi. Başını olumsuzca iki yanına sallayarak gözlerimin içine bakıyordu. Savaş'ın adımları yeniden duyulmaya başladığında Cesur elimdeki silahı çevik bir hareketle alıp beline yerleştirdi. "Kim var orada dedim?" Savaş'ın sesi tereddütlü, adımları tedbirliydi. Cesur işaret parmağını dudaklarına bastırıp susmamı istedi. İçim korkuyla yıkanıyorken haklı olduğunu itiraz edemedim. Belinden silahı almak için harekete geçsem de Cesur buna izin vermeyecek kadar güçlüydü. Beni sertçe bastırınca sırtım soğuk betona çarptı. Savaş'ın adımları iyice yaklaştığında endişeyle harmanlanmış bir korku gözlerimi yakmıştı. Cesur aceleyle gözlerime baktı, hiç konuşmadı ama bir şey için özür diledi. Akabinde dudaklarını dudaklarıma bastırdığında özrünü bunun için dilediğini anladım ama kaşlarım öfkeyle çatıldı. Ufuklardaki Saye, bu ne cüret diye hesap sordu. Elimi göğsüne sertçe vurup onu itmek istediğim sırada elimi havada yakaladı ve durdurdu. Göz kapakları koyu kahverengi gözlerinin üzerine devrilirken yüzünde hangi duyguyu barındırdığı, neyi amaçladığı okunmuyordu. "Cesur?" dedi soran bir ses. Cesur üzerimden çekildi ve Savaş'a onu yeni fark etmiş gibi bakarken baş parmağının tersiyle dudağının kenarını sildi. Bunu yaparken yüzüne çarpık bir gülümseme serdi. Durumu özellikle bu şekilde yansıttı Cesur, Savaş da anladı elbette. "Sen miydin? Bir gürültü duyunca." diye açıklama yaptı. Zehir kadar keskin gözleri bir iki saniyeliğine bana döndüğünde içimde bir vazo gürültüyle düştü ve kırıkları etrafa saçıldı. "Hakan, işle ilgili önemli bir şey konuşacağını söylemişti. Gelmeyecek herhalde, döneyim en iyisi." Cesur, elini belimin kavisine yerleştirip kendine yaklaştırdı. "Biz de kaçacağız zaten." Göz kırptı. Ben bu hareketlerin ve cümlelerin hesabını dakikalar sonrasına saklarken Savaş, arkadaşının omzuna dostça vurdu ve arkasını dönüp gitti. Belimi Cesur'dan sertçe sıyırıp ona güçlü bir tokat savurduğumda güzel yüzü yana düştü. "Sen ne yaptığını sanıyorsun? Beni tıpkı bir fahişe gibi gösterdin!" Bu cümlem onu huzursuz etti. Gözlerimden ateş fışkırırken sesimi biraz daha yükselttim. "Nasıl bir açıklaman var çok merak ediyorum." Cesur, yüzünü doğrulttuğunda az önceki rahat hareketlerinin aksine gerçek bir ciddiyete bürünmüştü. "Burada açıklanacak bir şey varsa o da budur." Belinden çıkardığı silahı çenesiyle işaret etti. "Seni ilgilendirmez." Almaya yeltendiğimde bir adım geriledi. Dudaklarını bir yay gibi büküp ellerini iki yana açtı. "İlgilendirmez?" dedi hayretle. Başını yavaş bir hareketle çapraz köşeye çevirdi. "Kamera kayıtlarına bakacak olursak birçok kişiyi ilgilendirir bence." Yutkundum. Pekâlâ bunu düşünmemiştim. Daha doğrusu sonrasını hiç düşünmemiştim. Dibine kadar çamura batmışken elinin yüzünün kirlenmesini kim önemserdi? "Şimdi anlatacak mısın?" "Sana nasıl güveneceğim?" "Güvenemezsin." dedi omuz silkerek. "Ama başka şansın yok gibi duruyor." Sabır diler gibi yukarı baktım. Kısa ve sert soluklar alıyordum. "Bana neden engel oldun?" "Savaş'ı neden öldürmek istedin?" Ellerimi yüzümde sertçe gezdirdim. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp başımı iki yana salladım. "Savaş Karan bu gece bitmeden ölecek. Duydun mu? İstesen de engelleyemezsin." Alaysı bir şekilde güldü. Beni ciddiye almıyordu. "Bu konu burada kapanması şartıyla aramızda kalacak." "Anlamıyorsun..." dedim panikle hareket ederken. "Kumar oynatıyorsun bana." Bunları daha çok kendime söylüyor gibi sessizce mırıldanıyordum. "Bana bak." dedi iki parmağıyla çenemi kavrayıp kendi yüzüne çevirirken. Yüzüme dokunan eli sert ya da baskılı değildi, aksine parmaklarıyla hassas bir çiçeğe dokunuyor gibiydi. Gözleri bana hiçbir şey olmamış kadar sakin bakıyordu. "Anlatma tamam. Önemsemiyorum zaten, oluyor böyle arada." Tek nefesle güldü ama sahici bir gülümseme değildi. "Oluyor böyle arada mı?" dedim şaşkınlığımı gizlemeden. Ne kadar da rahattı. "Şimdi benimle dans et ve kayıtları silelim." Bunu söylerken yüzüne muzip bir gülümseme yayıldı. Ona inanamayarak baktım ama o çenemdeki elini indirip bileğimden nazikçe tuttuğunda kurulu bir robot gibi onunla yürümeye başladım. "Kayıtları silmek o kadar kolay mı?" dedim şüpheyle. Adımları benden büyük olduğu için bir adım önümden yürümesine rağmen güldüğünü görebiliyordum. "Paranın silemediği hiçbir kayda rastlamadım daha önce." Suratımı gören az önce ruh gördüm sanırdı kesin. Bunca zaman böyle işlere bulaşanlara kafa tutan bir avukat olarak geldiğim bu acınası nokta bütün gücümü emiyordu sanki. Duvarlarının üzerinde ayaklarını sallarken şarkı söyleyen bir kadından, neredeyse birinin ölümüne alet olacak bir kadına dönüşmüştüm. Ve ben ne yapmam gerektiğini artık bilmiyordum. Salona yaklaştığımızda normal görünmeye zorladım. Kalabalığı yararak ilerlerken bazı gözlerin üzerimizde olduğunu görmek ürperticiydi. Buradaki hemen hemen herkes aynı sektörde olduğu için ve bu organizasyonun amacı zaten iş olduğu için birbirini tanıyorlardı. Aralarında tek sırıtan bendim ve gözleriyle bunu sorguluyor olmalıydılar. Bakışlarımı kaçırmaktan başka bir şey yapamadığım yetmezmiş gibi sahnenin tam ortasında dans edenlerin arasına karışmıştık bile. Cesur ona yakışan gülümsemesiyle belimi kavrayıp kendine çektiğinde bir an ona çarpacağım sandım. Bir elim omzuna yerleşirken diğer elimi avucunun içine hapsetmişti. Büyük bir ustalıkla sergilediği dans oyununa elimden geldiğince uyum sağlıyordum ama kalbimin atışı dışarıdan duyuluyordu kesin. Birazdan olacakları ben bile hesap edemiyordum ama yavaş yavaş bir ruhsuzluk beni ele geçirmeye başlamıştı. Cesur'un hemen önümde duran kusursuz güzellikteki yüzüne bakarken ona anlatsam bana yardım edebilir miydi diye düşünüyordum, deneyecek hiçbir yolum yoktu. Olacakları kabullenmek en büyük aptallık olurdu. Bu zehirli düşünceler bedenimi bir sarmaşık gibi ele geçirirken gözlerim bu zehri kusmak isteyince bu isteği yutkunarak erteledim. "Sana bu gece benimle dans edeceksin demiştim." Cesur zafer kazanmış gibi keyifliydi. Beni bu kadar sükunetle karşılaması ağzımı açık bırakıyordu. Ya gerçekten beni tehlikeli kılan herhangi bir şeyin olmadığını düşünüyordu ya da bir tür oyun oynuyordu. Hemen yanımızda dans eden çifte gözlerim tesadüfen değdiğinde tedirginlikle duraksadım. Cesur beni kol uzunluğum kadar geriye savurup tekrar çektiğinde ani bir hareketle ellerimden sıyrıldı ve yerini Savaş Karan'a bıraktı. Onun bedeni karşısında hazırlıksız yakalansam da olumsuz herhangi bir şey yokmuş gibi uyum sağlamaya çalıştım. Gözlerini bir an bile gözlerimden çekmiyor, tek kelime etmiyordu. Belirgin çene kemiklerinin hakimiyeti ele aldığı kirli sakallı yüzünden hiçbir şey okunmuyordu. Apaçık bir kitap gibiydi aslında ama sayfaları tozluydu. Az önce ona silah çektiğimi ve onu öldürmek için burada olduğumu bilseydi parmaklarını tenimde böyle güzel gezdirir miydi? Dizini kırıp belimi geriye attığında saçlarım aşağı sallandı. Bir eli belimi sıkıca tutarken diğer eliyle çıplak bacağımı yukarı çektiğinde dokunduğu yerlerde sızı hissettim. Müzik bitmişti ve fazladan on saniye kadar geçmişti. Ona bu kadar yakınken ahenkli kirpiklerinin arasındaki gözlerinde ölümü görüyordum. Az önce aptalca bir mecburiyetle son vereceğim, son vermek zorunda olduğum hayatı izliyordum. Göz bebeklerinde bir ayna gibi kendimi gördüğümde korkmuş gibi doğruldum. Soluk soluğa kalmıştım. Savaş ise istifini bozmadan iki yanına düşürdüğü ellerinden biriyle ceketini üzerine oturttu. Aramızda santimetrelerce boy farkı vardı, soğuk rüzgârların estiği gözlerini görebilmek için kafamı dimdik tutuyordum. Uzun boyu, karşısında daha da küçülmeme sebebiyet veriyordu çünkü ben birini öldürebilecek biri değildim ve tam şu an bununla el ele, göz göze yüzleşiyordum. Terlediğini ışıldayan teninden ve ıslak saç diplerinden görebiliyordum ve bu görüntüsü karanlık gökyüzünde sönmeye yüz tutmuş yıldızların varlığını anımsatıyordu. Öyle dikkatle bakıyordu ki, ne düşündüğünü soracaktım neredeyse. Aniden bir gürültü koptuğunda yerimde sıçradım. Patlayan silah sesi kan beynime sıçramış gibi hissettirirken çığlık çığlığa koşuşturmalar başlamıştı bile. Savaş tam karşımdaydı ve omzunun üstünden gördüğüm kadarıyla bir adam elinde doğrulttuğu silahla tam gözlerimin içine bakıyordu. "Savaş Karan!" sesiyle inledi tüm salon. Çattığı kaşlarıyla silaha dönerken Savaş'ın ne olduğunu anlamasına bile müsaade etmeden bir silah sesi daha duyuldu. Saniyeler içinde olan olmuştu. Bedenimi bir anda tökezleten acı içinde, titreyen elimi karnıma götürdüm. Tüm vücuduma yayılan ılık sıvı ellerime de bulaştığında göz kapaklarım gözlerimin üzerinde erimişti sanki. Bütün hakimiyetimi saniyeler içinde kaybettim ve olduğum yere yığıldım. Oysa ben buraya onu öldürmeye gelmiştim. Onun için ölmeye değil. ——— Selam bebeklerim. Aşırı heyecanlıyım! İlk bölüm düşünceleriniz neler? Daha onlara uzaktan baktık, tam olarak göremedik bile ama zihninizde bıraktıkları ilk izlenimi merak ediyorum. Bilgilendirme: Her gün ya da en fazla iki günde bir yeni bölüm gelecek. Bu sebeple bölümler aşırı uzun olmayacak. İlerleyen süreçte belli zaman aralıklarla ve belli uzunluklarda olur tabii ki. Bu serüveni şey gibi düşünün; uzun bir yolculuğa beraber çıkıyoruz ve çok eğleneceğiz. Öptüm!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD