-Onur Kurt-
Sabah daha güneş doğmadan rock parçası olarak ayarladığım alarmın sesiyle esneyerek uyandım. Mutfağa ağır adımlarla ilerleyip buzdolabını açtım ve soğuk su şişesini alarak bardağa döktüm ve ufak tefek atıştırmalıklar yiyerek dolabı geri kapattım. Soğuk su yavaşça mideme doğru inerken kıyafet dolabıma doğru ilerleyip eşofmanlarımı üzerime geçirdim. Bu sırada geçen akşam özenle çıkarmış olduğum simsiyah takım elbisesine bakınca gülümsedim. Arabam ile onu evine götürürken mırıldanarak da olsa adresi alabildim. Banyoya girip elimi yüzümü yıkadım. Camdan dışarı baktığımda havanın usul usul çiselediğini fark ettim. Kulağıma kulaklığımı yerleştirip rastgele bir müzik açtım ve cebime de telefonu sıkıştırdım. Kapüşonun şapkasını geçirerek evden çıktım.
Yağan yağmurla beraber kendimi müziğe vererek koşmaya başladım. Sahile ulaştığımda yağmur daha da hızlandı. Sabahın bu saatinde sokaklar ve sahilin bomboş olmasını ayrıca severdim. Sokak lambasının yanında nefeslenmek için durduğumda cebimdeki telefon titremeye başladı. Arayanın kim olduğuna baktığımda Savaş olduğunu gördüm. Yanıtlayıp kulağıma götürdüm.
"Günaydın abi nasılsın?" Diye sordu. Savaş'ın kişiliğini kimseyle bağdaştıramamıştım. Birime yeni atanmış, görevleri çabucak kapan yardımcım niteliğindeydi ama yardımcı olmaktan çok lider olmayı severdi. Bunu her zaman dile getirmişti. Birime atanmadan önce subaydı. Sınavlara girerek istihbarat birimine atanmıştı. Adam zaten lider vasıflı olarak yetiştirişmiş, böyle davranması normaldi bu konuda onu suçlamam yanlış olurdu. Savaş'ı severdim. Teknolojiden benim kadar iyi anlardı ve biz ona Casper derdik. Hayalet kadar sessiz olup işini kısa sürede bitirirdi.
"İyidir Savaş senden n'aber? Bir şey mi oldu? " diye sordum.
"Uyurken aklıma şu görevle ilgili birkaç şey geldi ben birimdeyim eğer işin yoksa gelsene durum değerlendirmesi yapalım."
Uyurken aklına soruların takılması sadece Savaş'a özgü bir şeydi. Uyurken dinlenmek yerine kafasını daha çok meşgul ettiğini biliyorum. İşte Savaş'ın bu özelliği ona farklılık kattığını düşünüyordum. Subayken neden istihbarata geldiğini sorduğumuzda bakışları donuklaşmıştı ve aynen şöyle söylemişti 'orada daha fazla devam edemezdim, istihbarat ajanı olmak için geçerli sebeplerim vardı' Onun bu tavrı sonucunda bizde fazla üstüne gitmemiştik. Bir şeyler yaşadığı anlaşılıyordu onu mesleğinden edecek şeyler.
"Tamam, hemen geliyorum görüşürüz." Diyerek telefonu kapattım. Cebime sıkıştırdım ve eve doğru koşmaya başladım. Eve geldiğimde kurduğum tuzaklardan geçerek parmak izimi okutarak kapıyı açtım. Teknolojik aletlerden anlardım, arkadaşlarımın evlerinde bu tür şeyler olmasa da ben kurmuştum. Haliyle belirli oranda sevmeyenlerim vardı. Bu tür tuzaklar açık hedef olmamı önlüyordu. Her ne kadar deli olarak adlandırılsam da hayatımı korumaya alıyordum ve bunun sonucunda 'deli' olarak adlandırılacaksam varsın öyle olsun.
Üzerimdekilerden kurtularak kendimi soğuk suyun cazibesine bıraktım. Çok fazla oyalanmayarak duştan çıktığımda kıyafet dolabıma doğru ilerleyip kot pantolon ve siyah bir tişört giyerek mutfağa ilerledim. Buzdolabını açtığımda dünden kalma pizzayı görünce yüzümü buruşturdum. Boş mideyle birime gitmemek için bir dilimini ağzıma attım ve çıkarken de güveliğin alarmını etkinleştirip evden ayrıldım.
Arabama bakarak ne kadar güzel olduğunu düşündüm.
"Bebeğim nasılsın?" Diye sordum. Gururlu duruşuyla bana cevap verdi. O her zaman iyi olurdu. Hemen arabama atlayıp birime doğru yol aldım.
Girişte nöbet tutan bordo berelilere selam vererek garaja park ettim. Kornea tespitiyle birime tamamen giriş yaptım. Kahve makinasına giderek sert bir kahve aldım. Bu birimde çalışan herkes kahve delisiydi ve makine kahveleri tek kelime ile mükemmel yapıyordu. Savaş'ın her zaman mesken tuttuğu masaya gittiğimde heyecanla araştırma yaparken buldum. Kahvemi masaya bırakarak omzuna elimi koydum ve bilgisayara doğru eğildim.
"Erkencisin." Dediğimde yaptığı araştırmanın neresiyle ilgili olduğunu gördüm. Uzun zaman önce ağımıza takılan şirketi polis veri tabanında aratıyordu. Dün aldığım bilgiler sayesinde elimiz artık boş değildi. Birimin başkanı da bize bu yönde söz edemeyecekti. Yavaş ilerliyorduk, yavaş ama sert adımlarla.
"Erken kalkan yol alır. Polis veri tabanından elde ettiğim bilgilere göre uzun zamandır uyuşturucu operasyonundan kaçtıklarını buldum. Nasıl kaçtıkları ise daha önemli, teşkilatta adamları olması büyük olasılık. Şirkete baskın yaptıklarında her şey tuzla buz olmuş oluyor ama daha önemli nokta ise bizim muhbirimizin bize asla yalan haber vermeyeceği. Bu adamlar her zaman bizden bir adım önde oldular. Bir şekilde onları geçmek zorundayız." Dediğinde kendime bir sandalye çektim ve yanına oturdum. Masaya koyduğum kahveden bir yudum alarak yerine geri koydum.
"Savaş sen hiç uyuyor musun?" Diye sordum. Cidden uyurken bir insanın aklına bu tür şeyler gelmesi pek de normal değildi ama hangimiz normaldik ki? Bahadır mı? Engin mi? İlke ya da Ahenk mi? Hepimiz delinin önde gideniydik. Hayatımızı bu işe adamamız dâhilinde ne iş yaptığımızı açık bir dille ifade edemezdik, hatta sessiz kalırdık. Mesleğimizi soran kişi akıllı ise sessizliğimizden anlam çıkartabiliyordu. Bu her zaman böyle olmuştu görev sırasında can versek de şehit olmazdık olmamıza rağmen. Askeri tören yapılmazdı işte biz bu yüzden perdenin arkasında kalandık. Kimsenin bizden haberi olmazdı. Ölümümüz bile sessiz olurdu.
"Tabi ki uyuyorum. Neden ki?" Diye sordu. Uzattığı kraker paketinden iki tane alarak yemeye başladım.
"Hayır, uyuyorsun da uyurken aklına bunlar nasıl geliyor onu anlamıyorum. Nasıl bir bilinçaltın var senin abi?" diye gülümsedim.
"İşin aslı subayken uyuduğum sırada bir üst rütbe arkadaşım beni korkutarak, komutanın geldiğini söyleyerek uyandırırdı. Uyanma anında aklıma birçok soru gelirdi, olay da bu zaten ben uyurken düşünmüyorum. Uyandığımda düşünmüş oluyorum. Çok karışık oldu ama olay bu." Dediğinde anlattığı şeyler kafamı doldurmamak için düşünmedim.
"Bayağı karışıkmış dostum." Dediğimde kahveme uzandığım sırada elimden alınmasıyla kala kaldım. Alan kişiye baktığımda İlke olduğunu gördüm.
"Ne yapıyorsun kızım ya hoşlanmıyorum kahvemle arama girmenden." Dediğimde kaşlarını kaldırarak baktı.
"Hiç bana öyle bakma. Benim için önemli olan üç şey var; bir vücudum iki arabam üç kahvem. Dost'u bu üç şeye dâhil etmiyorum, o benim hayatım zaten. Lütfen bunlardan hariç olanlarla ilgilen." Dediğimde Savaş'la dalga geçmek için ona yaklaştı. Birimin başkanı gelmediği sürece burada at tepinse bir şey demezdim. Onlara bağırılacaktı değil mi bana değil.
Bazı konularda bencildim evet ve bunu kabul ediyorum. Hadi ama bu dünyada sadece benciller kazanırdı, bu her zaman böyle olmuştu. Mesela Adolf Hitler, hoş onlar milliyetçi olup kendi milletini kayırmıştı ve bunun sonucunda kazanamamıştı ama dünyada iz bıraktığı kesindi. Tamam, ben kendimi Adolf Hitler ile karşılaştırıp kendi seviyemi düşürmeyim.
"Yalnız kendinden büyük bir egoyu taşımak biraz zor olmuyor mu Onurcuğum?" Diye sordu İlke masasına ilerlerken. Pazularımı gösterdim ve konuşmaya başladım. "Bu kaslar babamın hayrına mı kızım?" Diye sinir olması için delirtmeye çalıştım. Gözlerini devirerek bana cevap verdi. Savaş kafasını kuma gömen deve kuşu gibi kafasını bilgisayara gömdü. Çalışma saati gelince ekibin geri kalanı art arda geldi. Herkes toplanınca toplantı masasına geçtik ve projeksiyondan resimleri açtım ve büyük duvara resimleri yansıttım.
"Evet, millet başlıyoruz. Dün yapılan görevde herkesin bildiği gibi şirket yöneticisinin asistanından yönetici ile ilgili bilgiler almaya çalıştım. Bazı bilgiler elde ettim bu adamın" diyerek duvardaki resmi gösterdim. "Kendi asistanından bile sakladığı dosyalar var ki bu dosyalar bizim için hayati önem taşıyor. Dosyalardaki bilgiyi bir şekilde kopyalayabilirsek onlardan bir adım öne geçebiliriz. Unutmamak gerekir ki bu işte batarsak başkan da bizi batırır ve biz batarsak birçok da kişi batar. Adamın uyuşturucu depolarını bulabilirsek zehirlenecek onca kişiyi de kurtarmış oluruz ama ne yazık ki bu adam uyuşturucuyla kalmıyor polis veri tabanında arattığımıza göre aklınıza gelen tüm suçlar bu adamda mevcut, diğer önemli kısım ise çalışanların bile bu suçları bilmemesi bu adam ve ekibi hayalet gibi çalışıyor ve hatta bizim içerde bulunan muhbirimiz bile yeterli bilgi sızdıramıyor bundan dolayı da sahaya bir ajan daha indirmek gerekiyor. Bizim için önemli olduğu için hemen bu gece içimizden biri o dosyalardaki bilgileri çalacak. Bir saha ajanı daha gerekiyor. Bu ajanı ise dün konuştuğum Bahar Zorlu'ya yakın olacak." Diye dün konuştuğum asistanın adını verdim. Bana adını söylememiş olması onu bulamayacağım anlamına gelmiyordu. Eve geldiğimde kısa bir araştırma sonucu tüm hayatını öğrenmiştim.
"Dosyaları çalacak olan ben olabilirim." Diye el kaldırdı Ahenk. Ahenk bu tür görevlerde gayet iyiydi. Hızlıca alıp kopyalayıp çıkmak onun işiydi. Eli her zaman çabuk olmuştu, hemen hemen tüm dövüş tekniklerini biliyordu. Onlarca adamın yere sermesi sadece üç dakika gibi kısa bir süre içinde gerçekleşiyordu. Bazen kızıldan korkmuyor değildim. Ellerini beline yerleştirir ve kafasını havaya kaldırır bana meydan okurdu. Bu işi yapmasında bana göre mahsuru yoktu.
"İtirazı olan? " diye sordum. El kaldıran olmayınca "itiraz olmadığına göre bu gece için hazırlanmaya başla kızıl." Dediğimde başını tamam anlamında salladı. Kızıl saçlarını savurarak ekrana odaklandı.
"Şimdi de Bahar'ın yanında casusluk yapacak biri gerek. Bahadır ne dersin?" Diye sordum. O da kabul edince iş çözülmüştü. Şimdi sahaya iniyorduk ve onları çökertecektik. Kısa sürecek olmasını umdum. Zira biz aldığımız görevleri kısa sürede tamamlardık.
"Seni bir şekilde şirkete sokacağız. Unutma Bahar'ın ağzından laf alacaksın. Her bilgi altın değerinde."
Bahadır'ın bu görevden başarıyla çıkacağına emindim. Daha doğrusu tüm bu ekibin başarıyla çıkacağına inanıyordum. Belki biraz Altan'dan da yardım isteyebilirdim ama beyefendi beni rahatsız etmeyin moduna girmişti. Altan sadece çok özel görevler için çağırılırdı şimdilik ona ihtiyacımız yoktu. Eva gibi birisini bulduğu için şanslı olmalıydı. Ne şanslı olması adamdan şans akıyordu. Eva Altan'ın ne kadar burnundan getirdiği aklıma geldikçe gülmekten yerlere yatıyorum. Hoş hala sevgili gibi değillerdi ama onun da zamanı yakındır.
Eva'ya yenge dediğimde kafama kask fırlatmışlığı vardı, hatta gökyüzündeki kuşları bana karşı kışkırtabilir diye düşünmedim de değil. Altan'la Eva'nın aşkı zordu ama ikisi de zoru seviyordu. Her ne kadar birbirlerine aşık olduklarını itiraf etmeseler de.
Onların aşkı Gökten Düşen Aşktı. Her ne kadar onlara özenmiş olsam da kızlar gibi evde kaldım modunda da değildim. İlke 'ye de söylediğim gibi benim süper üçlüm bana yeterdi ve ben Yalnız Kurt'tum. Dost bana her şey olmuştu arkadaş, eş, dost. Beyaz minik gözlü kızım benim.
Kızıl hazırlanmak için masadan kalkarken masama gidip çekmecemdeki dosyayı çıkardım ve tekrar toplantı masasına giderek elimdeki dosyayı Bahadır'ın önüne bıraktım. Bu ne der gibi baktığında ona sevmediği bir işi vermiştim. Dosyalardan nefret ederdi, dosyaların olduğu yerde Bahadır olmazdı ama bu sefer olmak zorundaydı.
"Okuman gereken bir dosya. Göreve çıkmadan önce dersine iyi çalış dostum." Diyerek toplantı masasından ayrıldım.
Masama geri dönerek Baharla ilgili daha fazla araştırma yaptım. Gayet başarılı birisiydi. Genel müdür bile olabilirdi düşüncelerime göre. Bahar'dan kalan zamanla şu ünlü şirketi araştırdım. Bilgisayarın ışığı gözümü almaya başlayınca dizüstü bilgisayarı kapatıp birimin en sevdiğim köşesine ilerledim. Daha kahve almadan kokusu burnuma ilişti. İki kahve alarak İlke'nin yanına gittim. Kahveyi önüne bırakınca dikkatini bana verdi.
"Kurt baksana şurada bir tutarsızlık var. Adam sanki tüm o ele geçirmek için çırpındığımız dosyalar varmış gibi bilgisayarında olan hareketliliğe bak. Peki, biz Doğan şirketine baskın yaptığımızda nerede oluyor da bu belgeler işte bunu çözemiyorum!" diye bağırdı. Cidden bu işte İlke'nin sinirleri harap olmuş durumdaydı. İlke'nin sesine gelen Savaş ona çubuk kraker paketini uzattı. Paketten birkaç kraker almak yerine tüm paketi aldı ve hepsini ağzına tıkarken bizde Savaşla birbirimize bakıştık. Savaş kulağıma eğildi ve fısıldadı.
"O iyi mi?" bu ikisi arasında bir şey vardı ama henüz çözebilmiş değildim. Yakında çıkardı kokusu.
"Dostum, onun iyi olup olmadığından bende emin değilim. Bu şirket vakası sinirlerini bozmuş olmalı. Tabi koskoca birim kıytırık bir şirketi bile batıramazsa etkisi bu olur." Diyerek İlke'yi gösterdim.
"Ah hadi ama bu işi elbette çözeceğiz bu kadar karamsar olmayın." Tek karamsar olmayan Savaş'tı zaten.
Sinirden çubuk kraker hastalığına yakalanmış İlke 'ye bakınca tüm krakerleri ağzına sıkıştırdığını gördüm. Savaş'ın suratını İlke 'ye döndürdüğümde kısa bir aksiyon sahnesi yaşanacak gibi gözüküyordu.
"Sana kraker falan yok kızım bitirdin hepsini daha sabah aldım onu ben nasıl dayanacağım mesai sonuna kadar?" diye sormaya başladığında tekrar bilgisayarımın başına kuruldum. Aslında şu anlık yapacak iş yoktu. Akşam Ahenk göreve çıkıyordu herkes o zamana kadar dinlense hiç fena olmazdı. Ayağı kalkıp iki parmağımı dudağıma götürüp ıslık çaldım ve herkesin dikkatini topladım.
"Evet, millet bu gece önemli bir gece bu yüzden kızıl sahaya indiğinde bizimde dinç olmamız gerekiyor. Herkes mola versin, zaten yapılacak pek de bir iş kalmadı. Herkese iyi dinlenmeler. He bakın gece biriniz uyuklarsa gözlerini oyarım o yüzden ya gidin şimdi uyuyun ya da sahada gözüme gözükmeyin." Diyerek deri ceketimi alarak çıktım.
****
Şirketin karşındaki terasta kurduğumuz alanda herkes bir işle uğraşıyordu. Savaş şirket boşaldıktan sonra kameralara sızmış yanımızda getirdiğimiz iki dizüstü bilgisayarına ekranlarını yansıtmıştı. Bahadır Ahenkle konuşup kıkırdarken Savaş yerinden kalktı ve Ahenk'e kulaklığını vererek krakerine yeniden gömüldü. İlke Savaş'ın yanına gidip neler yaptığına baktığı sırada başka bir baskın yapsak tüm belgeler havaya uçacağı için yapmakla yapmamak arasındaki o ince çizgide gidip geliyordum. Eğer yapacak olursak adamların daha da gözü korkar daha temkinli hareket ederdi.
Bu seçeneği es geçerek Ahenk'in bütün belgeleri kopyalayacak olmasını diledim. Bilgisayarın hard diskini kopyalayacaktı, İlke bu tespiti bugün yapmıştı. Dosyaları yakıp yok edebilirdi ama bilgisayar har diski daha güvenliydi.
Eğer şansımız yaver giderse yakın bir zamanda bu şirket her türlü bataklığa girmekten batacak ve yöneticileri hapsi boylayacaktı ama bu o kadar kolay mıydı bilmiyordum. Ayağa kalkıp ellerimi çırptım, saat gelmişti. Tüm şirket bomboş olmasına rağmen fazla paralarının olduğunu belli edercesine tüm ışıklar yanıyordu.
"Evet, millet işte başlıyoruz. Herkes çok dikkatli olacak ama sen kızıl ne yapman gerektiğini nasıl davranman gerektiğini biliyorsun ve ben bu yüzden herkese yaptığım o klasik konuşmayı sana yapmayacağım. Buraya sağa salim geleceksin." Diyerek duvara oturdum.
Kızıl üzerine siyaha yakın üzerini sımsıkı saran bir tulum giymişti. Nedendir bilinmez ama bunu görevlere çıkarken giymeyi çok seviyordu, eline aldığı ok ve yayla karşısındaki şirketin çatısına bakıyordu. Ona özel ok ve yaydı bu. Yay özel yapımdı, attığı yere sanki kanca gibi yapışıyor onu karşı tarafa geçiriyordu. Atlanılacak kadar yakın değildi ama yeterli malzemeyle elbette atlanılabilirdi. Ahenk kafasını bana çevirdi boşta kalan elinin işaret ve orta parmağıyla asker selamı vererek gülümsedi. Okunu diğer eline aldı ve herkesin yüreğini ağzına getiren o hareketi yaptı. Duvarın üstünden atladı, herkes korkuyla bakarken özel üretim okunu yaya yerleştirip fırlatmış ve ok duvara sabitlenmiş yay ile beraber Yukarıya tırmandığında gülümsedi yayını göğsüne taktı ve havalandırmadan içeri girdi.
"İçerideyim." Dediğinde herkes rahat bir nefes almış olsa da en zor kısım şimdi başlıyordu.
"Şirket yöneticisinin odasına doğru ilerliyorum burada can sıkıcı bir sessizlik var. Acaba biraz müzik nasıl olurdu?" diye sorduğunda kulağıma yerleştirdiğim kulaklıkla seslendim.
"Sadece belgeleri kopyalayıp çıkacaksın. Başka bir şey yapmak yok!" diye uyardığımda ortamda acı bir sessizlik çığlık atıyordu. Ahenk bizler gibi değildi yaptığı işi bize sormaz, aksine kendi yapardı ki bu kadar sessiz olmasına alışmıştık. Ortamda yıkıcı bir fırtına gibi kol gezinen sessizlik beş dakika sonra bozuldu.
"Hard diski kopyalamaya başladım her hangi bir hareketlilik var mı millet? Burada çok meşgulüm de." Dediğinde tüm ekip gülümsedik.
"Hayır, bir şey yok kopyalanmasını bekle." Dediğim sırada bana inatmış gibi iki gece nöbetçisi kızılın olduğu yere birbirleriyle konuşarak ilerlerken kulaklığa konuştum. Kahretsin! Bunların ne işi vardı?
"İki nöbetçi sana doğru geliyor saklansan iyi edersin." Diyerek uyardım.
"Ben böyle işin..." dediği sırada kameralara odaklanmış iğne atsan sesi duyulurdu. Bellek bilgisayara takılı bir şekilde bırakıp masaların arkasına saklandı. Bu hareketi hepimizi gülümsetse de o adamlara herhangi bir şey yapsa bu bilgi yüksek mercilere gidip adamların daha da emin adımlar atmasına yol açacağı için masanın arkasında sakince beklemeye başladı. Adamlar açık olan bilgisayarı görmedi ve kapıyı kapatarak çıktılar. Ahenkle beraber hepimiz derin bir nefes alınca hemen yerinden kalkıp işine döndü. Birkaç dakika sonra başparmağını kaldırıp tamam işareti yapınca toplu olarak rahatladık. Cebine attığı bellekle adamlara yakalanmadan en üst kata çıkınca elektriklerin kesilmesi üzerine herkesten kısık sesli küfürler yükseldi. Nedeni ise jeneratör çalışmaya başlamamıştı ve gördüğümüz kadarıyla jeneratör çatı katındaydı.
Ahenk hemen duvara tırmandı ve kendini boşluğa bıraktı. Ne zaman hazırlamış olduğu oku duvara fırlattı ve çıktı kimse fark edemese de nöbetçi iki adam geldiğinde Ahenk ve tüm ekip yerle bütünleştik. Sessizce beklememiz üzerine adamlar devreye jeneratörü sokup çatı katından indiler. Herkes yerinden yavaşça kalkarken iki şirket arasını neden bu kadar yakın yaptıkları ise muammaydı. Ahenk eşsiz bir şekilde gülümseyerek cebinden çıkardığı belleği elinde sallarken görevin bitmiş olması hepimizi rahatlattı.
****
Kum torbasını yumruklarken ensemden süzülen bir damla teri bandajıma silip yumruk atmaya devam ettim. Sıkı bir tekme attığımda kum torbası ileri geri sallanmaya başladı. Bu kadar sabah sporunu yeterli gördüm ve elimdeki bandajları çözerken panoma iğnelediğim 'Bahar Zorlu'nun resmiyle göz göze geldim. Ağır adımlarla panonun yanına gittim. Bandajdan kurtardığım elimin işaret parmağıyla resme iki kez vurdum. İkinci kez karşılamamız pek de güzel olmayacaktı fakat o zamana kadar işler değişmiş olacağından dolayı gülümsedim ve kendimi soğuk suyun kollarına bırakırken aklımdan da 'Bahar Zorlu'yu çıkarmaya çalıştım. Soğuk suyun altında kafamı iki yana sallayarak düşüncelerimden kurtuldum ve duştan çıktım. Belime sardığım havluyla tam giyinmek için odama koyulmuştum ki kapının çalmasıyla yerimde dönerek bilgisayarlara baktım. Ahenk bugün erkenciydi. Kafasını kaldırıp kameraya eliyle 'A' işareti ve Red Kit'in yaptığı silahının ucunu söndürme işareti yaptığında gülümsedim. Bu kızılla benim aramdaki bir şakadan kaynaklanıyordu.
Kapıya gidip açtığımda gözleri belimdeki havluyu buldu ve ben içeri buyur etmeden içeri geçti, koltuğa oturup ayaklarını sehpaya yerleştirdi.
"Sen kapıyı hep böyle mi açarsın?" diye dik dik bakarak sordu. Benim bu tavırlarıma alıştığından dolayı tepki vermiyordu. Ekipteki diğer kişiler gibi sıkı dosttuk ama Savaş ve İlke'yi bilemem tabi.
"Hayır, aslında direk anadan doğma olarak açıyorum ama bu sefer buna denk geldin ne yapalım. İdare et." Dediğimde dizüstü bilgisayarlardan birini kapıp elinde tuttuğu belleği bilgisayara taktı, bende bu sırada dar bir kot pantolon ve siyah tişört giyerek saçlarımı kurularken yanına gidip oturdum.
"Hard diski kopyaladık ama şifre olmadan giremiyoruz ve bu hiçbir işimize yaramıyor." Diyerek belleği gösterdi.
"E kızım hani sen hacker gibi her şeyi çözerdin?" diye sorduğunda bilgisayarı masaya bıraktı ve mutfağa giderken panonun yanında durdu, kafasını yavaş hareketlerle çevirdi ve Bahar'ı işaret ederek ters bir şekilde gülümsedi. Bu gülümsemeyi o kadar iyi tanıyordum ki bu gülümseme ve Ahenk bir olmuş bütünleşmişlerdi. Gözlerimi devirince mutfağa gitti ve dolaptan ikimizin de bayıldığı elma suları şişesini alarak bana fırlattı. Tam da bunu beklermiş gibi havada kaptım ve kapağını açıp içerken Ahenk'e baktığımda mutfak tezgâhına yaslanmış elma suyunu ağır ağır yudumluyordu.
"Oğlum şifre diyoruz. Kaç bin tane kombinasyon olabileceğinden haberin yok oraya otur boş boş konuş. Ayrıca bu şifreyi çözmek için bir muhbir daha mı edinsek acaba şirketten?" diyerek panoyu gösterince kafamı yana yatırdım ve işaret parmağımı ona doğrulttum.
"Sakın kızıl. Nerde çokluk orada bokluk ilkesini yaşamak istemiyorum o yüzden muhbir falan yok." Diye kesin bir ses tonuyla konuşunca olduğum yere daha da yayıldım.
"Birlikten kuvvet doğar cümlesini duymadın sanırım." Deyince kaşlarımı kaldırdım ve ona dik dik bakmaya başladım. Bunu kızıl söylüyordu, kafamıza taş yağmazsa iyidir. Ellerimi havaya kaldırdım ve ayağa kalktım.
"Teslim oluyorum polis hanım. Ama ben istihbarat biriminden Onur Kurt, ben suçsuzum gerçekten. Biz sadece bir şirketi çökertmeye çalışıyoruz hepsi bu."
"Kes tatavayı. Bu deyim benim için değil sizin için bilirsin ben tek çalışırım o yüzden bana sökmez. E ne diyorsun. Söylesek şifreyi bize söyler mi?" diye sorduğunda çenemi sıvazlamaya başladım.
"O zaman Bahadır'ı oraya yollamamızda ki amaç da ortadan kalkıyor. Kızım olmaz öyle iş. Kız kabul etmez de bizi deşifre ederse ne halt edeceğiz onu düşündün mü?" kimse deşifre olma ihtimalini düşünmeden mi hareket ediyordu yoksa sürekli ben bunu mu düşünüyordum?
"Ya niye deşifre etsin biz devletin bir kurumuyuz. Hapse attırırız diye tehdit etsek?" dediğinde şişeyi çöpe attı. Odanın içinde volta atmaya başladığında bu işten sıkıldığını anlamıştım. Bende sıkılsam da elimizi her attığımız yerde koparılmış ipin ucunu tutuyorduk.
"Yok, hatta öldürürüz de de tam olsun." Dediğimde yanıma oturdu ve başını ellerinin arasına aldı.
"Kurt bu işten çok sıkıldım. Neden bu kadar yavaş ilerliyoruz? Biz olayları iki güne çözer davayı kapatırdık ne oldu bize? Paslandık mı?"
"Kızım ne paslanması ya. Bu adamlar bu sefer fazla dişli çıktılar hepsi bu. Emin ol bende bu işten kurtulmaya can atıyorum ama bu adamlar bizden daha akıllı hareket ediyorlar. Düşmanımız gibi hareket etmeliyiz. Enselerine binmek için onlara gölgeleri kadar yakın olmalıyız. Ama Bahar'ı bu göreve bize yardımcı olarak getirmek bize faydadan çok ona zarar verebilir." Dediğimde sinirle yerinden kalktı. Ahenk her zaman işini çabuk halletmek isterdi ama bu işte hızlı attığımız her adım girdiğimiz bu bataklıkta bizi daha da derine çekiyordu.
"Tamam, tamam. Kabul ama önce Bahadır'ın bu işi başarıp başaramayacağına bakacağız. Eğer Bahadır şifreyi çözecek bilgiyi bize getiremezse Bahar'dan yardım isteyeceğiz ki bu durumu hiç tasvip etmiyorum." Diyerek düşünmeye başladım.
"Sen neyi tasvip ediyorsun ki?" dediğinde üzerime deri bir ceket alıp evden lazer sistemi ve tuzakları çalıştırıp evden çıktık.
Birime geldiğimizde kornea onayı ile giriş yaptık. Herkes toplantı masasında bizi beklerken Bahadır simsiyah bir takım elbiselerini çekmiş kollarını birbirine bağlamış oturuyordu.
"Vay vay vay vay. Oğlum bu sen misin?" diyerek kaşlarımı kaldırdım. Bahadır yerinden yavaşça kalktı ve modellere taş çıkartacak şekilde podyumda yürür gibi bana doğru geldi ve kollarını iki yana açarak etrafında döndü.
"Tanıyamadın değil mi? Dolabımda duran takım elbiseyi bugün giyeceğim kimin aklına gelirdi ki?" diyerek masaya oturdu.
"Oğlum sen hep takım elbise giy o zaman." Dediğimde herkes sustu. Kafamı ne oldu anlamında İlke'ye çevirince ciddileşti. Açılan kapıdan gelen kişiye bakınca herkes ayağa kalktı. İçimden tüm küfürleri sayarken işi batırdığımızın farkına varmış oldum. Yoksa istihbarat birim başkanı kolay kolay gelmezdi. Bahadır bana doğru eğildi.
"Oğlum bu adamın burada ne işi var? Sıçtık valla çok kötü hem de." Dediğinde başımı iki kez salladım.
"Aynen kardeşim aynen. Öldük helvamızı kavurmaya bunlar geldi." Dediğimde birim başkanı hepimize masayı gösterdi ve izin verince dikkatle oturduk. Ah hadi ama bu adam buradayken masaya bile dikkatle oturuyorduk.
"Evet, arkadaşlar. Sizden beklenmeyecek bir kötü performansla on beş gündür dava kapatamamanınız üzerine buraya geldim. Ekip lideri kim?" deyince içimden 'daha fena sıçtın oğlum Kurt' dedim içimden. Ben daha Bahamalara gidecektim ölmek için çok gencim diye sızlandım. Maalesef Bahamalar, Kurt'un ruhuna El-Fatiha.
İşaret parmağımla orta parmağımı birleştirerek kaldırdım.
"Adın?" diye sordum sanki mezar taşıma adımı yazacak.
"Kurt."
"Kurt. Peki, bu ekibin hali ne? Siz bir iki güne dava kapatırdınız, çok iyi istihbarat toplardınız ne oldu size! Ne biçim istihbaratçısın sen?" diye bağırınca İlke yerinden sıçradı. Dişlerimi birbirine bastırdım. Şu yaşa gelmişim azar yiyordum, çok iyi. Bir de istihbaratçılığıma laf etti yeme de yanında yat. Senin o rütben olmayacak ben seni o zaman görürdüm yerden bitme seni! Konuşmak için ağzımı açtığım sırada Ahenk benden çabuk davranarak konuşmaya başladı.
"Başkanım. Aslında dün geceki operasyonda şirket yöneticisinin bilgisayarına sızıp hard diskini kopyaladık. Şifreyi çözmemiz bir gün şirketi batırmak ise beş gün sonra gerçekleşecektir." Dediğinde sinirle Ahenk'e baktım. Tüm ekip şok olmuş bir şekilde ona bakarken başını 'ne yapabilirdim' dercesine eğdi. Asıl şimdi öldük. O kadar kötü öldük ki kimse bizim cenazemize gelmeyecek.
"Umarım öyle olur. Beş gün sonra dava dosyası kapanmış bir şekilde masamda istiyorum." Diyerek yüksek egosunu da alarak ortamı terk etti. Yerimden sakince kalktım. Masanın yanından ilerlerken ekipten çıt dahi çıkmıyordu. Kızılın yanına geldim ve kollarımı hemen onun yanına, masaya dayadım.
"Ne yapıyorsun kızım sen manyak mısın? Kafayı mı yedin? Beş günde dava kapatmak ne demek?" diye bağırınca Ahenk gözlerime baktı ve gözlerini kısıp başını sola eğdi, elini yumruk yaparak kaldırdı.
"Kurt sana buradan bir çarparım duvardan spatulayla kazırlar. Ne yapsaydım? Şifreyi çözmek için Bahar'a ihtiyacımız var bitti!" diyerek masadan kalktı. "Bahadır kıza adam akıllı anlat her an tetikte ol ispiyonlanmak istemiyorum Kurt beye kalsa oho." Diyerek elini salladı.
"Hadi millet kendinize dikkat edin geldiğimde sağlam olun. Kız İlke sana yakışıklı bir iş adamı ayarlayım mı oradan?" diye sorduğunda Savaş gözlerini kıstı ve İlke 'ye bir elma fırlattı.
"İlke al elma ye. Bazılarını saçma sapan konuşmalarına aldanma. Beynine glikoz gider daha doğru çalışır." Diyerek Bahadır'a gözlerini kısarak baktı. "Sen bana salak mı dedin Savaş?" diye kaşlarını kaldırarak sordu. Çıkacak herhangi bir tartışmayı kaldıramazdım.
"Hayır, tabi ki de. Bazıları beynini bulandırmasın istedim hepsi bu." Diye Bahadır'ı belirttiğine adım gibi emindim.
"Allah Allah." Diyerek diklendi.
"Hadi millet ben kaçtım. Ne de olsa ünlü bir iş adamıyım. Sizinle önemli vaktimi harcayamam. Gidiyorum." Diyerek kapıya doğru giderken peşinden Savaş bağırdı. "Arkandan Emrah'ın götür beni gittiğin yere parçasını ister misin?" diye sorduğunda içimde tutamadığım kahkahamı serbest bıraktım.
"Biz bu gidişle bu davayı kapatamayız." Dedi Ahenk başını ellerinin arasına gömerken.
"İyi hadi ben kaçtım." Diyerek iki elini de sallayarak birimden çıktı. Ayağa kalktım ve toplantı masasının önüne geldim. Ellerimi çırptım.
"Evet, beyler bayanlar. Elimizde bir şey var mı?" diye sorduğumda İlke konuşmaya başladı. "Aslında elimizde bir şey var. Şirket düzenli olarak her ay buradan Almanya'ya sevkiyat yapıyormuş. Ne sevk ettiği ise daha önemli bir konu. Kodein, kokain, morfin, eroin, LSD, metamfitamin ve insanlarda çok çeşitli etki bırakan halüsinojenler. Bunları nasıl sevk ediyor konusuna gelirsek. Hiç zorlanmadıkları kesin. Gönüllü olan kuryeler var. Kuryeler bunları hap halinde ya da başka bir şekilde midelerine gönderiyorlar. Su içerse paket dağılacağı için susuzluğa dayanabilen kuryeler birinci tercihleri oluyor. Kuryelerin dikkat çekmemesi için daha çok kuryeler bir bayan bir erkekten oluşuyor. Yani sevgili gibi davranıyorlar. Tabi bunun haricinde kuryeler sadece midelerinde uyuşturucu taşımıyorlar. Boş bulunan vücut boşlukları onlar için çok önemli bir yer tutuyor. Bir sonraki sevkiyat üç gün sonra." Dediğinde ellerimi masaya yaslamış dinliyordum.
"Benim düşüncelerim şu yönde. Bizim muhbirler bizden iki kişiyi ne kadar iyi oldukları ne kadar sadık oldukları hakkında şu şirket yöneticisine haber versin. Bizden bir kız bir erkek bu kuryeciliği yapsın. Tam da suçüstü yapılacak zaman. Sizin düşünceleriniz neler?" diye sorduğumda Engin başıyla onayladı ve elindeki kalemi çevirirken konuşmaya başladı.
"Bence gayet mantıklı. Eğer suçüstü yaparsak daha kısa sürede şebeke çöker, bu dava kapanır. Ama önemli nokta o şanslı kişiler kim olacak?" diye sorduğunda gözüm hemen İlke ve Savaş'a kaydı. Savaş pakette kalan krakeri ağzına doldururken bir anda durdu. Gözlerimle ikisini gösterdiğimde Savaş omzunu kaldırdı.
"Kurt adam gibi söylesene aklındaki kişiler biz miyiz?" diye sordu İlke.
"Tam üstüne bastın kaldır ayağını."
İlke moral bozukluğuyla başını masaya yasladı. "Bari Engin'le yapsam." Diye sordu. "Ne o İlke Hanım beni beğenmiyor musun?" diye sordu. "Kurt şuna baksana lütfen. Daha beş dakika önce bir kraker paketi bitirmişti. Ne kadar su içtiği ise aşikar. Orada da su falan içer görev batar söyleyeyim şimdiden." Diyerek ellerini kaldırdı.
"Yaparsınız yaparsınız siz. Hadi göreyim sizi aslanlarım." Dediğimde masadan kalktılar. Herkes işinin başına dönerken Ahenk yanıma geldi ve konuşmaya başladı. "Birim başkanıyla konuşacağım. Dosyanın kapanma süresinin uzayacağından ve suçüstü yapacağımızdan bahsedeceğim. Bu şekilde bize biraz daha sürecektir." Dediğinde başımı tamam anlamında salladım.