KARAKÖY POĞAÇASI

1884 Words
-Onur Kurt- Herkes aynı hayatta Kendini bir şey sanma demişti Mehmet Erdem. Herkes aynı hayatta yaşıyordu. Yaşayacağımızın garantisi yoktu. Bir dakika sonra ölebilirdik. Hayatımızda olan sıradanlıktı bu ama bu sıradanlık git gide unutulup eskiye karışmıştı ve ölüm bize kendini gösterdiğinde ise biz şaşıp kalıyorduk. Her zaman yanımızda olan ölümü köşeye fırlatmamız normal miydi? Bahar hayata tutunmuştu. Güçlü olup yanımızda kalmayı seçmişti. Zor olanı başarmış, bizi hayattan soğutacak o darbeyi vurmamıştı. Dağılmamıştık. Soyadı gibiydi, zorluydu. Zor olanı yapıyordu. Karşımıza ne tür zorluklar çıkarsa çıksın ayakta dimdik durmalıydık. Düşmanlarımıza karşı. Bak ben yıkılmadım imajını kafalarına sokmalıydık. Bahar kucağımda uyurken ben de gökyüzüne bakmaya devam ettim. Bir hayli kırılgan olan bedenini göğsüme saklamıştı kaybolmak istercesine. Soğuk rüzgâr sırtıma vurmaya devam ederken hasta olabileceğini düşünerek yerimden yavaşça kalktım. Hastane koridoruna girdiğimde loş ortamda sert adımlar atmaya başlamıştım. Odasına geldiğimde kapıyı açıp yatağına yavaşça yatırdım. Anlamsız sözcükler mırıldandığında bacaklarını yavaşça kendine çekti. Anlaşılan böyle uyumayı seviyordu ama bu hareketi yapması demek dikişlerini zorlamak olurdu. Bende ayak bileklerinden tutup bacağını düzelttiğimde homurdandı ve geri çekti. Tekrar aynı şeyi yaptığımda pes etmiş olmalıydı ki elini karnının üzerine koyup derin nefesler almaya başladı. Aldığı nefeslerde zorlandığını biliyordum. Şu anda uyuyor olsa bile acıyı hissetmese de acıyordu canı. Üzerini örtüp gözünün üzerine düşen saçları çektim. Bir şeyler mırıldanıyordu ama bunu anlamam imkânsız da olabilirdi. O kadar karışık söylüyordu ki anlayamıyordum. Sanki başka bir dili konuşuyormuş gibiydi. Kulağımı dudaklarına yaklaştırdığımda bile anlayamamıştım. Kendinde gizli kalmasını istiyordu belki de bende zorlamadım öğrenmek için. Oturduğum koltuğa tekrar geçtiğimde saatin tik taklarını duymaya başlamıştım. Gözlerimi kapattığımda saat üç buçuğa geliyordu. *** Günün erken saatleri gibiydi. En azından ben öyle hissediyordum. Kaşlarımı çatıp gözlerimi açtığımda Bahar inleyerek yürümeye çalışıyordu. Bir eli karnında bir eli ile duvardan destek alıyordu. O kadar sık nefes alıyordu ki canının yandığı belli oluyordu. Yerimde hızla kalkıp yavaşça kucağıma aldım. Bu kadar hızlı hareket etmiş olmama şaşırmıştı ki şaşkınlıkla baktı. "Bahar ne yapıyorsun? Ne yürümesi? Yaralıyken ne yürümesi Bahar?" diye bağırdım. Sanki ona hiç bağırmamışım gibi bana bağırmaya başladı. "Güçlü olmak zorundayım Onur duydun mu? En az senin kadar güçlü olmalıyım. Bir an önce yanınıza gelmeliyim. Daha fazla zaman kaybedemem. Yürümeyi bile beceremezken sizden olmamı nasıl beklersiniz ki?" diye bağırdı. Kıza bak sen! "Bahar! Farkında mısın bilmem ama sen yaralısın. Yeni ameliyattan çıktın. Uyanmış olman mucizeyken şimdi gelmiş bana yürüyemediğinden gem vurma. Kuşlar bir anda mı uçuyor zannediyorsun sen? İyileşmeden o birime geleceksen hiç gelme!" diye bağırdım. "İyi!" diye bağırdı. Elleri boynumdayken. "İyi!" diye bağırdım. Yavaşça yatağa bırakırken. "Babam nerede?" diye bağırdı. Ne harika bir iletişimimiz vardı bizim? Karşılıklı bağırmalar falan. "Dinlenmesi için eve gitmesini önerdim o da senin başında kalanın olmasını gerektiğini söylediğinde bende kibarlık yapıp kaldım. Senin aksine baban burnunun dikine gitmiyor." Diyerek koltuğa oturdum ve sol bacağımı sağ dizimin üzerine attım. "Ben Karaköy poğaçası istiyorum." Dediğinde kaşlarımı çattım. "Bende çok istiyorum ama hayat ne yazık ki." Diyerek gülümsedim. Ne istediğini biliyordum ama kibar olabilirdi değil mi? Hem bayan olan oydu. Zarif ve rica eden taraf o olmalıydı. "Ben Karaköy poğaçası istiyorum." Diye diretti. "Papağan mısın kızım?" diye konuştum. "Ben senden Karaköy poğaçası almanı istiyorum!" oldu başka. "Vallahi Baharcığım bende senden çok şey istiyorum ama inatla yapmıyorsun ne yapalım hayat işte." Dediğimde başımı koltuğa yaslamış tavana bakıyordum. Üzerime atılan yumuşaklık ile karnıma baktım. Bana yastık fırlatmıştı! Bu kız zor mu nefes alıyordu güldürmeyin beni. "E yuh ama yani. Kızım sen nefes alıp verirken canının yanması gerekiyor ama sendeki nasıl bir güçse yastığı kaldırıp atıyorsun helal vallahi sana. Ne diyeyim ayakta alkışlıyorum." Diyerek ayağa kalktım ve siyah deri ceketimi giyerek odadan çıkmak için hareketlendim. Nereden bulacaktım ben Karaköy poğaçasını arkadaş? İlla Karaköy'e gitmem gerekmezdi umarım. Kapıyı kapatıp çıktığımda peşimden gülen bir Bahar bırakmıştım. Gülümseyerek koridordan çıktığımda seri hareketlerle arabama bindim. Motoru çalıştıracağım sırada elim anahtarda kaldı. Gözlerimin önünden Bahar'ın yaralı bir şekilde kucağımda yattığı geldi aklıma. Zihnimde canlandı bir an için. Elimi yumruk yaptım. Ardından gözlerimi kırpıştırmam ile her şey normale döndü. Deli kız! Hemen ayaklanmak istiyormuş, göreve gelmek istiyormuş. Gülümsemekle yetindim. Sert bir yapısı vardı. Uzaktan bakıldığında sevecen olmadığı belli oluyordu hatta bazılarına göre itici bile olabilirdi ama yüreğinde sakladığı minik kız çocuğunu görmüştüm. Görürdüm. Çünkü bende onlardandım. Benim annem ve babam yokken Bahar'ın annesi ölmüştü. Aynı şeyler değildi ama aynı duyguları hissedebilirdik. Bende onun gibiydim. Dışarıdan bakıldığında sert görüntüm ile itici bakışlarım vardı ki bu yüz tipimden kaynaklanıyordu. Sert yüz hatlarım beni dışarıdan korkutucu ve ciddi biri olarak görülmeme neden oluyordu. Öyle miydim denirse belki de öyleydim kim bilir. *** Bulduğum Karaköy poğaçalarının paketine bakıp gülümserken 'senin elinden kim kaçtı be Kurt!' diye kendi kendimi öven zihnime güldüm. İnsanın zihni bile kendini över miydi, evet psikolojimin bozuk olduğunu biliyordum. Hastaneye geldiğimde koşar adımlarla merdivenlerden çıkıp Bahar'ın odasına geldim. Kapıyı çalıp yavaşça içeri girdiğimde yatakta mışıl mışıl uyuyan bir Bahar beklemiyordum. Elini karnına koymuş ritmik bir şekilde nefes alıp veriyordu. Gülümsedim. Yanına gidip etajere elimdeki paketi bıraktığımda bir şeyler mırıldandı ve ben her zamanki gibi ne dediğini anlamadım. Gülümsedim. Yaşamak güzel şeydi. Nefes aldığımız için bile sevdiklerimiz yanımızda diye bile mutlu olmalıydık. Yaşamak için neden arıyorsak bu büyük bir neden olabilirdi. Yatağın ucuna oturdum yavaşça, derin bir nefes aldı bana söz söylermişçesine. Gözünün önüne gelen kısa kahverengi saçlarını kenara çektim. Burnunu kırıştırdı küçük bir kız çocuğu gibi. Benim yanımda olan herkes bana göre küçük kalıyordu ve bu cidden sinirlerimi bozuyordu. Ama İnanç onlara laf edermişçesine hayatıma girmişti. Benden kısa da olsa- birkaç santim- benziyorduk ve en önemlisi kardeştik. Ben kendimi bildim bileli yalnızdım yanımda sadece Altan vardı ama bu benim ruhumun yalnız olmadığını göstermiyordu. Altan candı, kandı, adamdı, kardeşti ama öz kardeş değildi. Kan kardeşiydik evet ama aynı biyolojik genleri taşımıyorduk gerekte yoktu belki ama düşünsenize sizin gibi olan biri vardı. Sizin kanınızdan. Aynı karında nefes almıştık zamanında. Öte yandan Bahar'ın bir kardeşi yoktu ama sarsılmaz bir şekilde ayaktaydı. Yaşamak istiyorsak ayakta kalmalıydık. Güç damarlarımızda akan kan gibi olmalıydı. *** "İstersen benim poğaçamı da yiyebilirsin." Diyerek elimdeki paketi Bahar'a uzattım. Başını iki yana salladı. "Hayır Onur. O senin. Sen yemelisin ve sende güçlü olmalısın." Dediğinde hafifçe gülümsedim. Beni düşünen biriydi. Tuhaftı, şu zamana kadar karşı cinsten biri benim için endişelenmemişti. "Bu arada hastaneden ne zaman çıkacağım? Cidden sıkıldım duvarlar üzerime geliyor Onur. Lütfen çıkalım artık. Söz bak beni buradan çıkarırsan ne istersen yapmaya hazırım." Diye hızlıca konuştu. Bu kadar hızlı konuşması ile canı yanmış olmalıydı ki derin derin nefeslenmeye başladı. Canı yanmıştı. "Ne istersem yapar mısın sahi?" diye sordum. Bu sahte dünyada fazla masumdu. Hızla başını salladı. "Belki senden çok zor bir şey isteyeceğim?" diye sordum tek kaşımı kaldırarak. "Benim aklıma koyup da yapmadığım bir şey olamaz Onur Kurt. Belki cesaret edemediğim şeyler olur ama onları da zamanı gelince yaparım elbet." Kaşımı kaldırıp gülümsedim. "Fazla iddialıyız." "Eğer bu dünyada iddialı olmazsan yapmadığın şeylerden dolayı pişman olursun. Sen iddialı olduğunu karşı tarafa göster ki rakiplerin korksun ve sen bir adım önde ol." Diyerek sütünü yudumladı. "Cidden bana süt içirdiğine inanamıyorum Onur." Diye mırıldandı. "O bardak bitecek Bahar Hanım ve ben doktorla konuşmaya gidiyorum. Geldiğimde o bardak boş olmazsa hastaneden dışarı adım atmayı unut." Diyerek ayaklandım. Üzerimi silkeleyerek kapıdan çıktım. Doktorun yanına gittiğimde İnanç da hocasına bir şeyler soruyordu. Tam İnanç ağzını açmıştı ki açık olan kapıyı çalarak içeri girdim. "Gelebilir miyim?" diye sordum. Uzman doktor eliyle boş koltukları gösterdi. "Hocam. Abim Onur Kurt." Diyerek tanıştırdı. Uzman doktor gülümsedi. "Demek meşhur Onur Kurt sensin. Önemli konferansları elinin tersiyle itip seni bulmak uğruna kaç defa Amerika ve Türkiye arasında mekik dokudu bu deli oğlan." Diyerek sırtına vurdu. Gülümsedim ama mutluluktan değildi. Canımın yandığındandı. Bazen acıdan da gülerdi insan. "Sağ olsun. Hocam ben Bahar Zorlu'nun taburcu olup olamayacağını sormak için gelmiştim." "Aslına bakılırsa bende taburcu olabilir hocam. Burada geçireceği zamanı evinde dinlenerek geçirirse daha faydalı olacağını düşünüyorum." Dediğinde deli yüreği desteklercesine başını evet anlamında salladım. "İki Kurt da onay verdiğine göre bana laf söylemek düşmez." Diyerek gülümsedi. "Estağfurullah hocam o nasıl söz? Biz düşüncemizi belirttik sadece. Değil mi abi?" diye sorduğunda içim acıdı. Her abi deyişinde can yanar mıydı? Benim yanıyordu. Dişlerimi birbirine bastırıp yavaşça başımı evet anlamında salladım. "Peki, o halde. İnanç hemşire hanımlara söyle çıkışı için gerekenleri hazırlasınlar ve dosyasını kapatsınlar." Diyerek konuştu. "Anlaşıldı hocam." Diyerek İnanç gitmek için kapıya ilerlediğinde bekle dedim işaret ederek. "Sağ olun hocam." Diyerek selam verdim. "Geçmiş olsun tekrar ve bu oğlandan ayrılma bir daha." Diyerek İnancı gösterdi. İçimden ayrılamam ki bir daha derken hafifçe gülümsedim ve başımla onayladım. İnançla beraber odadan çıktığımızda bana fizikken uyan tek insandı. Karamel-sarı saçlarını karıştırarak kollarımı sırtına doladım. "Gitmek yok İnanç, gitmek yok. Bundan sonra gitmek yok koçum. Bundan sonra ikimiz varız unutma." Diyerek sırtına vurdum. "Sen varsın abi, biz varız." Diyerek destek çıktı bana. "Biz varız aslanım." Diyerek ayrıldık. "Şimdi çıkış işlemlerini halledip Bahar'ın odasına geliyorsun. Daha seninle biz adam gibi konuşamadık bile. Bahar'ı evine bırakalım sonra bana geçeriz olur mu aslanım. Konuşacaklarımız var." Dediğimde gözlerime öyle bir baktı ki öldüm sandım. "Peki abi." Diyerek yanımdan ayrıldı. Ağır adımlarla Bahar'ın odasına gittiğimde kapıyı çalıp içeri girdim. Kollarını birbirine bağlamış sütünü bitirmiş bir Bahar beni karşıladı. "Bitirmişsin." Diye dalga geçtim. "Bitirmezsem hastaneden çıkamazsın diye tehdit yedim. Mecburen yani." Diyerek gözlerini devirdi. "Gözlerini devirme İnanç çıkış işlemlerini halletmeye gitti. Yavaş yavaş toparlanalım bakalım. Babana sürpriz yaparız." Dediğimde Bahar'ın babasının getirmiş olduğu çantaya birkaç parça dahi olsa Bahar'ın kıyafetlerini yerleştirdim. Bahar'ın giyinmesi için bir eşofman ve bir tişörtü yatağa bırakıp çantayı kapattım. Etajeri odanın köşesine çekip daha fazla alan sağladığımda bir eli karnında diğer eliyle de destek yataktan destek alarak yatağa oturdu. Hızlı hızlı solumaları sonucu yorulduğunu ve acı çektiğini anlamıştım. "Canının yanmaması için kıyafetlerini giyinmene yardımcı olmak isterdim ama bana bakışından bile sapık dediğini anımsayabiliyorum bu yüzden odadan 'sapık' damgası yemeden çıkıyorum." Diyerek ellerimi havaya kaldırarak odadan çıktım. Kapıda bana çarpan güzel ile kendime geldim. "İlke hanım buralara gelir miydiniz?" diyerek dalga geçtim. "Of Kurt yani of, bazen şöyle saçma sapan konuşuyorsun ya yaptığın takip cihazları bozulsun diye dua etmiyor değilim." Diye homurdandı. "Ş kız o nasıl dua öyle. Beddua o resmen. Deme öyle şeyler." Diyerek kahkaha attım. Kim demiş beddua yedim diye takip cihazlarımın bozulacağını? "Bu arada Bahar taburcu oluyor. Şimdi de içeride üzerini değiştirmeye çalışıyor yardımcı olur musun?" diye sorduğumda yanıma geldi, hatta bayağı bayağı yaklaştı ve parmak uçlarına çıkıp yanağımdan makas aldı. Kaşlarımı çattığımda konuşmaya başladı. "Çok mu seviyoruz Bahar'ı Kurt Efendi?" diye sorduğunda içimden besmele çekerek sabır diledim. "Kızım bak sinir etme beni yardım et diyorum, sabrımı taşırma." Diye bağırdığımda o da benden geri kalmayıp bağırdı. "İyi be ne bağırıyorsun?" diyerek odaya girdi. İlkeyle bağırıp çağrışsak da iyi olurduk her zaman. Kızmazdı, darılmazdı bana. Kapının önünde beş dakika beklediğimde derin bir nefes aldım. Beş dakikadır bunlar içeride ne yapıyordu yahu? Hepi topu kızın üzerini değiştirmesinde yardımcı ol demiştim. Kıyafetleri yeni baştan dikiyor olmalıydılar. Dayanamayıp kapıyı çalacağım sırada ellerim havada kaldı ve kapı açıldı. İlke Bahar'a yardım ederek kapıdan çıkması için yol gösteriyordu, bu sırada İlkenin elinde bir de Bahar'ın çantası vardı. yanlarına gidip Bahar'ı kucağıma aldığım gibi ikisi de bana şaşkınlıkla bakmaya başladılar. "Hadi hadi. Şaşkın şaşkın bakacağınıza harekete geçin. Bahar senin harekete geçmene gerek yok. Neyse hastaneden çıkıyoruz millet." Diye kahkaha atıp İnancı yol üzerinde bulduğum gibi iki adımla yanıma geldi. "Epikriz raporunu aldım abi. Çıkış işlemleri de tamam. Taburcu oldunuz Bahar hanım." Diye gülümsedi onlar geride İlke ile beraber konuşurlarken bende hastaneden çıkıp arabamın yanına gelip Bahar'ı arka koltuğa oturttum. İnanç arabanın yanına geldiğinde İlke yoktu. "İlke gelmiyor mu?" diye sorduğumda başını iki yana sallamakla yetindi. Şoför koltuğunun yanındaki yerini aldığında arabayı çalıştırıp Bahar'ın evine doğru sürdüm. ...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD