-Onur Kurt -
Zamanın durma hissini çok iyi bilirim. Şu an gözlerim mavilere kitlenmiş kalmıştı, buz mavisi gözlerine, o... Neden buradaydı? Neden delici gözleri bana hüzün ile bakıyordu? Bu birimde benden habersiz ne dönüyordu? Lider bendim ama her şeyden en son benim haberim oluyordu. Gözlerimi Ahenk'e çevirdiğimde ben masumum dercesine omuzlarını kaldırdı.
"Ahenk neler dönüyor burada ve benim neden en son haberim oluyor? Bahar neden burada?" Dediğimde ellerini teslim oluyorum dercesine kaldırdı. Sadece öfkeliyken ona adıyla hitap ederdim. Bunu çok iyi bilirdi. " Azıcık daha insan içine çıksan haberin olur Kurt. Bahar bizimle tanışmak için burada." Dediğinde Bahar hızla arkasına dönmüş birimin ortak merkezine doğru hızlı bir koşu tutturmuştu. Onu kırmış mıydım? Ama ben hep böyleydim ne Ahenk ne de İlke bana bozulmazdı. Ne yapmıştım ki ben? Eva'nın dediğine göre odunluk tüm erkeklerin genine işlemişti. Kadınların deyimiyle odunluk mu yapmıştım? Hadi canım. Olduğum yerde kalıp neler döndüğünü anlamaya çalıştım. Bahama adaları beni beklerken ben gereksiz işlerle uğraşıyordum.
Ahenk ve ben sessizce birbirimize bakarken Bahadır, Bahar'ın kolundan tutmuş bizim yanımıza getiriyordu. Lanet olsun isimleri bile uyumluydu. Bahar'ın kolunu bırakıp ellerini havaya kaldırdı, çarpıkça gülümsemeye başladı. Bunun arşivde işi yok muydu? Kızı zorla buraya sürüklediği çok belliydi.
"Evet, millet bende sizi gördüğüm için çok mutluyum. Arşivde sizin muşmula suratlarınızı özledim kabul. Veee size çok manyak bir haberim var." Dediğinde kısa kesmesi için ters ters baktım.
"Neler olduğunu söylersen daha iyi olur Baho." Diye konuştum. Burada neler olduğunun hemen açıklanması gerekiyordu. Ben bas bas 'bu işe Bahar Zorlu karışmayacak' demiştim. Peki ya onlar ne yapmıştı? Kızı kolundan tutup birime getirmişti. Birime. Bizi deşifre etme şansı vardı, ne yani bütün bunları ben mi düşünüyordum? Düşüncelerim herkese paranoyakça gelebilirdi ama değildi.
"Bahar Zorlu bugünden itibaren istihbarat birimine en yüksek puanı alarak bizim gibi bir ajan olma yolunda en büyük adımı atmıştır." Dediğinde Bahar, Ahenk ve ben otomatik olarak Bahadır'a baktık. Saçma şakalarından olma ihtimali yüzde kaçtı? İçimden bir ses 'karşında gördüğün kadınlara deliren ama ertesi gün çöp gibi atan adam gerçeği söylüyor' diyordu. Lanet olsun. Bahadır neden Bahar ile birlikteydi ki? Kokteylden sonra beni bu görevden almaları için birimdekilerin fikrini sormuştum-biraz gürültülü hatta vurdulu kırdılı bir konuşma olmuş olabilirdi ki sadece erkekler vardı- bunun sonucunda benim yerime Bahadır'ı sahaya göndermiştik. Acaba ben mi gitmeliydim? Bahar ile ne kadar da iyi anlaştığını kendi gözlerimle görmüş, aslında ne kadar çekilmez biri olduğumu o zaman anlamıştım. Annem bile beni bırakıp İtalya'ya gitmişti. Ne kadar yalnız olduğumu işte o zaman anlamıştım.
Bu yüzden Yalnız Kurt'tum. Yalnızlığa mahkûmdum. Adım gibi yalnız olmayı Altan ile öğrenmiştim. Hayır, bu kadın delisi adam bile Bahar ile anlaşmıştı ki Bahadır'dan bahsediyoruz. Ona asılmamıştı bile her ne kadar tuhaf olsa da.
Kanımda Bahadır'a karşı öfke dolaşıyordu. Hayır, hayır bir kadın için Bahadır'a öfke beslemem saçmaydı. Hatta saçmalığın dik alasıydı. Her ne kadar çapkınlığı genlerine yerleştirmiş bir adam olsa da ona canımı hiç şüphesiz emanet ederdim.
Peki ya bana olan şey neydi?
Neden sinirliydim?
Bahar gözlerini art arda kırpıştırdı ve kekeleyerek konuştu. "Şa... Şaka değil mi Bahadır?" Evet, bence de şaka.
"Görende katilsin dedik sanır. Babana mutlu haberi verebilirsin. Ben sana söylemiştim, sınavların sonucuna bakmanı. Hemen yarın eğitimlere başlıyorsun beş gün gibi kısa bir sürede eğitilip göreve verileceksin. Bu arada bir de kötü haberim var. Bahar elimden gelen her şeyi yaptım ama seni bizim birime aldıramadım. Onların deyimiyle salak şövalyelerdesin, ama sen üstüne alınma sen salak değilsin."
Evet, bugün ölmezsem başka bir gün hayatta ölmem diye tahmin ediyorum. Hem şövalyelerdeydi, üstüne üstlük Bahadır bizim birime aldırmak için uğraşmıştı. Dünya tersine dönmeye başlamıştı sanırım.
Bahar'ın her şeyini araştırdım derken istihbarat sınavlarına girdiğinden neden haberim yoktu? Neden her zaman olduğu gibi bir adım geriden geliyordum ben?
Cidden sıkılmaya başlamıştım. Derin bir nefes aldığımda herkesin gözünün Bahadır'ın üzerinde olduğunu fark ettim. Yanıma geldiğinde 'bu işe Bahar Zorlu karışmayacak ' demiştim. Kırılmış olması olasıydı. Bizimkiler beni en iyi tanıyanlar olduğu için onlara ne söylersem söyleyeyim kırılmadıklarını bilirdim.
Şakaklarımı ovalayarak atış poligonundan çıktım. Masama geçip istihbarat biriminin aranacak kişileri kolayca bulabilmemiz için geliştirdiği özel arama motoruna Bahar'ın adını ve soyadını yazdım. Bu kız benim kafamı bulandırıyordu. Bahar'a bakarken kendimi bir labirentin içine hapsolmuş gibi hissediyordum. Çıkışı olmayan bir labirent.
Ekrana bakarken aklıma birden birim başkanının sözleri geldi. İstihbaratçı olanlar ya da sınavına girenler bile gizli tutulup siciline yazılmazdı. Tabi ya. Neden aklıma gelmemişti ki?
Ciğerlerime derin bir nefes çektim. Hala daha buraya gelmemişlerdi. Hayır, anlamadığım konu Bahadır Bahar'ın sınavlara girdiğini nereden biliyordu? İsimleri bile uyumlu olması damarıma daha da basıyordu.
Sakin ol Kurt. Sakin ol Onur Kurt.
Şimdi sıkı bir eğitimden geçecekti. Her gün ayakları su toplayacaktı. Elleri soğuktan moraracaktı. Kelimenin tam anlamıyla ölüp de yaşadığına inanamayacaktı. Duygusalsa o duygular silinecekti. Tabi bazıları duygularını istemese de kaybeder, robot gibi olurdu. Duygularımı ben de sildim. Komik olabilirdim, zamanı geldiğinde neşeli olabilirdim ama acıma duygusu, aşk duygusuna yer yoktu. Dayanıklı olup olmadığı bunun sonucunda belli olacaktı. Duygularına yenilirse bizden olamazdı. Kafamı kaldırıp Engin'e baktığımda elinde ki kurşun kalemi çeviriyordu. Şu sıralar bir derdi vardı ama...
Atış poligonuna baktığımda buraya geldiklerini gördüm. Başımı başka bir tarafa çevirdim. Gözlerimi ağır ağır yumdum. Ahenk masama oturduğunda başımı ona çevirdim. Gözlerim Bahar ve Bahadır'ı aradığında kızıl sorulmamış sorumu yanıtladı.
"Mülakat için Bahadır çalıştırmaya gitti." Diye konuştu. Gözlerimi sıkıntı ile kıstım. Bizim Bahadır. Karşılıksız iyilik mi yapmıştı?
"Niye öğretmen olmaya mı karar vermiş?" Diye sorduğumda masada soğumaya yüz tutmuş kahvemi alarak bir dikişte içti. Sakin ol Kurt. Yeni bir kahve alabilirsin. Kızıl suratıma gülümseyerek bakıyordu.
"Kahveni içip de seni delirtmeye bayılıyorum Kurt." Dediğinde başımı sola çevirdim. Masamın üzerinde olan dosyalardan bir tanesini alarak incelemeye başladı. Masamın üzerindeyken dosyaları inceliyordu, ben ise bilgisayarın ekranına boş boş bakmakla meşguldüm. Kızıl bacağını diğerinin üzerine atmış rahat bir şekilde dosyalara bakarken başını kaldırmadan konuşmaya başladı. "E ne diyorsun Bahar konusunda? Kız hepimizi şaşırttı öyle değil mi? Kim derdi bizden biri olacak diye." Dediğinde başımı kaldırıp dik dik baktığımda elini dosya ile kaldırıp masadan atladı. Kendi masasına geçerken çaresizce dönüp durduğum labirentte çıkış aramak üzere başımı masaya gömdüm.
TTTTTTTT
Eve geldiğimde ılık bir duşun beni kendime getirebileceğini bildiğimden dolayı üzerimdeki çıkararak duşa girdim. Su üzerimden kirleri atmayı bırak düşüncelerimi silmesini isterdim. Gözümü kapattığımda neden Bahar'ın o sözleri söyledikten sonraki hüzünlü hali beliriyordu ki? Çıkış yolları kapatılmış gibiydi. Sonuca ulaşmak için nereye gitmem gerektiğini biliyordum. İçimden şimdi o ne yapıyordur diye düşünmeden edemedim. Bana kırılmış olması muhtemeldi. Birilerini kırmayalı uzun zaman olmuştu, hayatıma yeni birileri girmeyeli çok olmuştu. Belki de uzun zamandan beri arkadaşlarımla olmak beni onlara göre uyarlamış olabilirdi. Kafam karışmayalı uzun zaman oluyordu. Ben her zaman mantıklı bir açıklama bulup çözüme ulaşan taraf olmuştum.
Peki ya şimdi neden Bahar aklımı karıştırıyor? O buz mavisi gözleriyle bana suçluymuşum gibi bakıyordu?
Suyu kapatıp duştan çıktığımda belime bir havlu sardım. Başım ağrımakla ağrımamak arasında direniyordu. Elimden bir şeyler gelmeliydi. Bir şeyler yapmalıydım ama ne yapacağımı bilmiyordum. Saçlarımı havluyla kurularken hızla üzerimi giyip Dost'u da alarak arabama atladım. Belki ayaklarım beni yanlış yere götürüyordu ama doğruyu yanlış yaparak bulmaz mıydık?
Bahar'ın her şeyini bildiğimden dolayı-araştırmalar sayesinde- evini bulmam zor olmamıştı. Fazla büyük bir apartman değildi. Yalnız yaşayıp yaşamadığını bilmiyordum, araştırmalarım burada son buluyordu.
Arabamı park edip indiğimde Dost'un inmesi için kapıyı açıp bıraktım, inince ardından kapatıp apartmana girmek için zillere gittiğimde Dost havlamaya başladı. Eğilip tüylerini okşadım. "Sakin ol kızım bir şey yok Bahar'ın evine geldik. Sakin olabilirsin." Diyerek zillerden 'Bahar Zorlu'yu' bulup bastım. Kapının açıldığını duyduğumda içten içe sinirlendim. Ne yani gelen belki hırsız, belki tecavüzcü. Kim olduğunu bile sormadan açması fazla güvensizdi. Ben evime bubi tuzakları, lazer sistemleri döşerken o kapıyı birden açtı. Öylece.
Dördüncü kata koşar adımlarla çıktığımda peşimden Dost'un da geldiğini biliyordum. Sessiz apartmanda yalnızca benim soluk alıp-verişlerim ve Dost'un hırlaması yankılanıyordu.
Kapıya geldiğimde tam kapıyı çalmak için elini kaldırmıştım ki açılan kapının ardından beyaz askılı bir atlet ile siyah daracık bir şortla açmasını beklemiyordum. O da beni beklemiyordu anlaşılan. Kaşları yukarı kalktı ve kapıyı suratıma geri kapattı. Acaba üzerini giyinmeye mi gitmişti?
Kapı yaklaşık olarak kırk beş saniye sonra tekrar açıldığında altına uzun siyah bir eşofman giymişti. "Özür dilerim kapıyı kapatmak istemedim. Pizza siparişi vermiştim, seni o sandım." Dediğinde hafifçe gülümsedim. "Demek sen pizzacıya kapıyı öyle açıyorsun?" dediğimde başını yana çevirdi ve gözlerini devirdi. Bunu görmediğimi sanmıştı ama ben etrafa fazlaca dikkatli bakan bir adamdım. "Beni içeri almayacak mısın?" diye sorduğumda bakışları Dost'u buldu ve kapıdan ayrılarak bir adım geriye gitti, korkmuş olmalıydı. İşaret parmağını Dost'a uzatıp konuşmaya başladığında korkudan pek de başarılı olamadı.
"O... o da mı gelecek?"
"Merak etme yanımdan ayırmam. Ben olmadan hiçbir yere gitmez. O yüzden eve beni alacaksan otomatik olarak Dost'u da almış olursun." Dediğimde cebimden Dost'un tasmasını çıkardım ve taktım. Tasmayı sevmezdi, takarken her defasında huylanırdı başını sağa sola sallardı. Eve adımı attığımda eşsiz bir koku beni karşıladı ama durmadım, salon olarak tahmin ettiğim yere doğru ilerledim. Korkusunu tetikleyecek bir şey yapmayacaktım. Bana daha da öfkelenmesi istediğim en soy şeydi.
Yavaş adımlarla salona doğru ilerlediğimde eve beyaz ve gri tonların hâkim olduğunu gördüm.
Dost tasmasında huysuzlanıyor ben ise eve kaçamak bakışlar atarken yavaş bir şekilde koltuklardan birine oturdum. Dost tasma takılıyken acı içinde bakışlar atardı, o bakışlarını sevmezdim ama en azından şimdilik katlanmak zorundaydım.
Bahar kaçamak tavırlar ile karşımdaki beyaz koltuğa oturdu, oturuşu rahat değildi diken üzerinde oturur gibi bir hali vardı.
"Bir şey ister misin?" diye sordu. Başımı iki yana salladım. Buraya gelmemdeki asıl amaç bir şeyler yiyip içmek değildi. Koltukta dikleştim ve Dost'u tek elimle tutarak konuşmaya başladım.
"Aslına bakarsan senden özür dilemeye geldim. Bak Bahar bizim işimiz tehlikeli bir iş. Bir mimar, mühendis ya da doktor gibi değiliz biz. İçimizden biri deşifre olursa biz o kişiyi daha doğrusu kanunlar o kişiyi ölmüş sayar. Çünkü varlığı bilinen bir ajan bizim işimize yaramaz. O kokteylde senden bilgi almaya çalıştım doğru, ama bunu insanların iyiliği için yaptığımı unutma. Bizi deşifre edebilecek her bilgiye sahipsin. Birimi biliyorsun, bizi biliyorsun, en azından kızıl sana her şeyi anlattı. O insanlara çabuk ısınabilir, ama ben tedbirli davranırım. Yani poligonda söylediklerim için özür dilerim." Diyerek ayağa kalktım ve Dost'un tasmasını tuttum. Kapıya gitmek için hareketlendiğim sırada ayağa kalktı ve önümde durdu. Titreyen elini havaya kaldırdı ve yavaşça eğilerek Dost'un başını okşadı. Korktuğu her halinden belliydi ama yavaş yavaş ona ısındığını söylemem gerekirdi. Tek eliyle korka korka başını okşadığında Dost'un sevildiğinde çıkaran mırıltılar çıkarmaya başladı. Elini kaldırıp bana baktığında söyleyeceklerini tartıyor gibi bir hali vardı.
"Onur." Adım dudaklarının arasından çıkarken o sözcüğün bana ait olup olmadığına emin olamadım. O benim adım mıydı? Kulağım 'Kurt' kelimesine o kadar alışmıştı ki artık ismim olmuştu. Onun dudakları arasından çıkan o iki hece sihirliymişçesine büyüledi beni.
"Sizden biri olabilecek miyim?"
"Eğitimler herkes için zorlu olmuştur ama senin soyadın Zorlu, sana pek etki edeceğini sanmıyorum. O eğitimlerden geçtiğinde tamamen farklı biri olacaksın. Farklı biri olduğunu fark edeceksin zaten. Olaylara bakış açın, insanlara bakış açın. Her şeyinle daha farklı biri olacaksın, daha sert olacaksın. Yumrukların sertleşecek, birine vurduğunda onu devirebileceksin. Senin için önemli olan tek bir şey olacak; istihbarat toplamak."
"Peki, yumruğumla seni devirebilecek miyim?" diye gözlerime bakabilmek için başını inadına yukarı kaldırdı. Beni devirmek istemesi hoşuma gitmedi değil ama bu cümlenin altında bir anlam aramalı mıydım? 'Senin kadar başarılı olmak istediğim için seni devirmek istiyorum' gibi ya da 'senden nefret ettiğim için seni devirmek istiyorum' gibi.
"Çok çalışırsan neden olmasın." Diyerek gülümsedim.
"Senin gibi mi olacağım Onur?" adım dudaklarının arasından tekrar çıkarken bu hitap şeklinin sadece Bahar'a özgü olduğunu anladım. Bana herkes Kurt diye seslenirken o Onur diyordu. Hoşuma gidiyordu, değişik duygular tattırıyordu bana ilk ismim dudaklarından süzüldüğünde. Bazen annemin sözlerini de hatırlatıyordu ama maziyi ve annemi hafızamdan sildiğim için bana ilk defa 'Onur' diyen birini duymuştum.
"Benim gibi olamazsın Bahar, ben yalnızlığa mahkûmum. Herkes beni bıraktı, sen de mi öyle olmak istiyorsun? Güzel bir şey değil bu." Dediğim sırada annemin beni babamın yanına bırakıp İtalya'ya gitmesi gözümde tekrar canlandı. Ardından babamın da onun peşinden gidip beni yapayalnız bırakmaları. Üzülmüyordum, sadece geçmişe baktığımda gülümseyebiliyordum her şeye inat. Her şeye inat yaşamak gerekiyordu. Annemin babamın beni bırakıp terk edip gitmesi beni üzmüyordu, kendi başımın çaresine elbette bakabilmiştim.
"Kim bıraktı?" diye acı ile parlayan gözleri ile sordu.
"Annem ve babam. Daha doğrusu önce annem sonra babamın bırakması." Diyerek konuyu kısa kestim. Yalnızlığımı tanımadığım birine dökmek istemiyordum. Başını öne eğip mırıldandı. "Özür dilerim."
"Seninle alakası olmayan bir konu için neden özür diliyorsun Bahar. Onların sorunu."
"Merak etmemem gerekirdi."
"Önemi yok boş ver. Artık kalksam iyi olur. Bu arada şirkette çalışmaya devam edeceksin. Dışarı bir yerde sana mesleğini sorarlarsa istihbaratçı olacağım diyemezsin. Gerekirse sessiz kal." Kapıya doğru yürürken Dost'u de çekiştiriyordum. İnatla gelmek istemiyordu. Kapıda huysuzlanırken şimdi ise evden çıkmak istemiyordu. Kapıyı açıp çıktığımda da Dost hüzünlü hırıltılar çıkarmaya başlamıştı. Bahar eğilip Dost'u okşarken korkusunun azaldığını anladım. Ayağa kalktığında Dost Bahar'ın bacaklarına dolanıyordu. Ne çabuk da benimsemişti.
"Görüşmek üzere." Diyerek merdivenlerden aşağıya ineceğim sırada bir anda döndüm. "Aklıma gelmişken pizzacı bile olsa kapı öyle yarı çıplak açılmaz." Dediğimde tam gaz merdivenlerden inmeye başladım. Apartmandan çıkıp arabama yaklaştığımda Dost'u şoför koltuğunun yanındaki yolcu koltuğuna bıraktım. Direksiyonun başına geçtiğimde apartmana son defa bakıp gazı kökledim.
TTTTTTT
Eve geldiğimde sistemleri devre dışı bırakarak kapıyı açtım. Şakalarımı ovarak içeri girdiğimde kendimi koltuğa attım. Üzerimde bir kırgınlık hissediyordum acaba hasta mı olacaktım. Tamda grip mevsimiydi. Birkaç saat sonra kendimi toparlayıp üzerime gri bir hırka altıma ise siyah bir eşofman geçirerek cebime telefonu sıkıştırdığım gibi evden çıktım. Dost evde kendine meşgale bulmuştu bile.
"Dost ben gelene kadar şımarmak yok. Anlaştık mı kızım?" diyerek evden çıktım. Sahile kadar koştuğumda nefeslenmek üzere durdum. Derin derin nefesler alırken aklım şirkete kaymıyor değildi. En sonunda aklımdaki düşünceleri def edip koşmaya başladım. Dayanıklılığımı arttırmak için altı kilometre koşmayı her gün boynumun borcu bilirdim. Şu aralar her ne kadar boşlasam da bir şey kaybetmemiştim.
Yavaş tempoda başlayıp koşarken yağmurun atıştırmaya başladığını fark ettim. Koşarken ıslanmak bana göre tarif edilemez olaylardan biriydi. Gökyüzünden her düşen yağmur damlalarıyla ağlarken içimi hüzün kaplardı, her zaman. Annem ve babamda beni yağmurlu havada terk edip gidişlerini aklımdan silinmiyordu. Aklımdan silemediğim tek anılar yağmurlu havalarda terk edilmem. Sonrası ise yetimhanede Altan ile tanışmış olmamdı. O bana nazaran yalnızlığını kırmış biriyle beraberdi. Altan Hacettepe'de jeoloji okumuştu. Ben ise teknoloji alanında uzmanlaşmak için teknoloji ile alakalı bölüm seçmiştim. O zamanlar Altan çok dağınıktı, dağınıktan kastım her şeyi oluruna bırakmış, arkadaşsız-ben hariç- yaşayan biri olmuştu. Fazlasıyla zekiydi ama bazı konularda su geçirmez aptal olabiliyordu. Bir adım attığında sonraki iki adımını düşünürdü. Hayatı bir satranç tahtası olarak görürdü. Zaten fakülteyi de ikincilikle bitirmişti. Strateji planları sayesinde hayatında başarılı olmuştu zaten şimdiye kadar ama Eva tüm tabularını yıkmıştı.
Sonra ise her ne kadar onu toplamaya çalışsam da yanlış yollara saptı. Sokak dövüşüne merak saldı. Ardından onu ve beni hayata bağlayacak o darbeyi aldı. Adamın biri onu yüzü gözü kan içindeyken bulmuş ona istihbarata katılmasını önermişti. Altan ise eskiden subay olduğundan dolayı içindeki asilikten dolayı önce kabul etmemiş, sonra adam onun her şeyine dair bilgisi olduğunu kanıtlayınca kabul etmiş ardından beni de sürüklemişti. Aslında iyi de olmuştu, ikimizde kendimi toparlamış hayata tutunmuştuk.
Altan boşu boşuna sokaklarda dövüşmemiş ben ise teknoloji zekâmı boşa yormamış olmuştum. İstihbarat birime girerken tercihe göre bir alan seçer o alanda fakülteyi bitirmiş kadar uzmanlaşırlardı. Ben herhangi bir alan seçmezken Altan tıbbı seçmiş sonuç olarak hem subay hem jeoloji mühendisi hem de doktor olmuş sayılıyordu.
Hızlı soluklarım arasında ciğerime çalınan soğuk hava içimi kısa bir süre titretti. Çiseleyen yağmur damlaları gözüme girerken başıma kapüşonun şapkasını geçirdim. Hızımı orta seviyeye çıkardığımda iki kilometre bitmiş üçüncüsüne yeni başlıyordum. O kadar alışmıştım ki koşmaya kilometreleri sayabilir olmuştum. Saliseler saniyeleri, saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovalamış ama ben hala hırsla koşmaya devam ediyordum. Hedefim olan altı kilometre bitmiş nedenini bilmediğim sinirden, öfkeden, her şeyden dolayı koşmaya devam etmiştim.
Hayat annemin ve babamın beni terk edişiyle yeniden başlamıştı. Hani her zaman işte bu son bitti derdik ya ama öyle olmuyordu. Her zaman olmayacak yerden başlıyorduk hayatın acımasız koşusuna. Yılmadan, bıkmadan, usanmadan koşmak için devam ediyorduk. Bitti dediğim yerde bitmemişti hayat aksine yeni başlamıştı. Belki yalnızlığım bu yüzdendi. Kimseye güvenmek istememem bundan kaynaklanıyordur. Kendime itiraf edemesem de belki de yine terk edilmekten korkuyorumdur. Yine başa sarıp en zorlu yerleri geçmek. Tekrar yalnız Kurt olabilmek için çabalamak. İnsan hayata kanatlarını açtığında bir kuş gibi yanında destek çıkan birilerinin olmasını istiyordu. Ben hayata yeni kanat açtığımda annem ve babam yanımda yoktu. Terk edilmiştim, Yalnız Kurt olarak kalmıştım. Bu süreç boyunca Altan, Eva, kızıl, Bahadır, Savaş, İlke, Engin hepsi yanımda olmuştu. Onlar da benim gibiydi. Biz hep yalnızdık.
Çevrem insanlarla dolu olmasına rağmen benim yalnızlığım çevremdeki insanlarla doluydu.