-Bahar Zorlu-
Hayat bazen size sormadan sizin adınıza kararlar alabiliyordu. Rüzgârın savurmasıyla amaçsızca savrulan hindiba gibi hissediyordum kendimi. Rüzgâr savurdukça başka bir yere sürükleniyordum. Ama iyi ama kötü. Benim için çizilen yolda emin adımlar atmak isterken kafam karışmış hangi mesleğe mensup olacağımı karıştırmıştım. Daha düne kadar yönetici sekreteriyken şimdi ise sınavlara, mülakatlara hazırlanıp Onur gibi Bahadır gibi Ahenk gibi olmaya çalışıyordum. Zaman kaybı mıydı kader miydi bilmiyordum.
Onur gibi...
Onur. Gözleri gökyüzünün en güzel renklerini almış, devasa denebilecek uzun boyuyla sarı saçlarıyla dağınık bir görüntüye sahip olan adam. Sert ama bir o kadar yalnız adam. Zaman gibiydi hem eşsiz hem de değerliydi. Bunu onun yüzüne bakarak da anlayabiliyordunuz. Sarı kirli sakalları ile sert bir mizaca bürünse de ekip arkadaşlarının yanında sert ve yalnız görünümünü bir kenara koyuyordu.
Gözlerine baktığında her kadını etkileyecek bir büyüye sahipti. Uzun boyu dikkat çeken ikinci özelliği olabilirdi ama listenin başını gözleri çekiyordu.
Aynı göz renklerine sahipken o gökyüzü kadar canlı bir maviye aitken benim ise donmuş bir buz kütlesi kadar donuktu mavi gözlerim. Aynı şeylere sahipken farklı yerlerde adımlar atar gibiydik. Tüm ekip arkadaşları ona bakmak için başını havaya kaldırması gerekiyordu. Onun yanındayken kısa kalıyordum omuzlarına bile zor geliyordum. Kafamı allak bullak etmesi ise cabasıydı. Aklıma her estiğinde onu düşünmem başıma ağrılar girmesine yol açıyordu. O bana bu denli kafa yormazken ben neden böylesine körü körüne onu düşünüyordum, kendime bir türlü anlam veremiyordum.
Bahadır beni bir sonraki sınavlara ve mülakatlara hazırlarken herkesten bahsetmiş ama tuhaf bir şekilde Onur'dan söz etmemişti.
Fazla dikkatli olmama lanet ederek önüme gelen saçı geriye doğru ittim ve elimdeki kalemi boydan boya çevirerek uzaydan gelmiş bir nesneymişçesine dikkatli incelemeye başladım. Bahadır ekip ile beraber olduğu görevleri anlatırken kahkaha atıyor yer yer gülümsüyor bazen ise kaşlarını çatarak jest ve mimikleriyle anlatışını destekliyordu.
Sol elimi masaya dayadım ve iki defa şaklattım, iki yana elimi salladığımda Bahadır susmuş dikkat kesilmişçesine bana bakıyordu. Kendime lanetler savurarak büyük pot kıracak olan o cümle dudaklarımın arasından hiç acele etmeden gayet naif bir şekilde çıktı.
"Onur'dan neden bahsetmedin?" dediğimde kaşlarını kaldırmıştı. Tamam, bende bilmiyordum bu kadar dikkatli olduğumu ama ne yapabilirdim ki baştan sona tüm ekibi anlatmış en çok dikkatimi çeken kişiyi es geçmişti. Durumu düzeltebilmek adına şirince gülümsedim.
"Fazla dikkatliyim." Diyerek kalemi masaya bırakıp ellerimi iki yanağıma koydum. İçimden 'lütfen anlat, lütfen anlat' diyen Bahar'ın sesini kesmek için nelerimi vermezdim.
"Sen Onur'a, Onur'da sana biraz fazla takılmadı mı ne?" diye sorduğunda Onur'un da beni kafaya takmış olduğunu anladım. Yani en azından Bahadır'ın kurduğu cümlenin altından çıkan anlam buydu. O da mı benim gibi düşünüyordu? Karşılıklı olarak birbirimizi mi düşünüyorduk yani? İnanamıyordum.
"Her neyse söylemekten zarar gelmez ama Kurt kendini anlatmayı sevmez. Yani onun hakkında çok fazla bir bilgiye sahip değilim bunu söylemeye çalışıyorum. Nerede ya da ne zaman doğduğunu bilmiyoruz, bize söylemez. Bildiğim kadarıyla annesi babası onu terk etmiş, yetimhanede Altan'la berber büyümüşler. Altan her ne kadar başarılı olsa da yoldan çıkarak sokak dövüşlerine merak salmış daha sonra ise bu pis işlere daha da battığında Altan'a bir teklif gelmiş 'bizimle çalış' diye. Bizimle çalıştan kastımı artık biliyorsun ne olduğumuzu ne yaptığımızı kimseye söylemeyiz Bahar. Altan başta kabul etmezken daha sonra kabul etmek zorunda kalmış ama bir şartı varmış. Bilgisayar dehası Kurt'u da yanına almak. E haliyle adamda kabul etmiş. Kurt ve Altan'ın istihbarat macerası böyle başlamış işte." Dediğinde yine yeniden onu yalnızlığa iten o anne babaya sinirlendim. Bazı geceler aklıma geldikçe sinirden yastıkları duvara fırlatıyordum. Hangi anne baba evladını terk edip gidebilirdi ki? Kendi canından kendi kanından birini.
O senin bir parçan, ona hayat veren sensin.
Peki ya Altan kimdi?
"Altan kim peki Bahadır?" diye sorduğumda bacağına bir tane vurdu ve gülümsedi.
"Nerede o hayırsız kim bilir? Altan, Kurt'un arkadaşı hatta kardeşi desek daha doğru demiş oluruz. İstihbarat için özel görevlere çıkan bir ajan. Şu an kendisinin firarda olduğuna bakma yeri geldiğinde terör estirir. Birbirlerine ne kadar sinir olurlarsa olsunlar öyle değiller. Kızsalar, bağırsalar da, birbirlerine küfür de etseler birbirlerinden başka kimseleri yok. Birlikte büyümüşler aynı odalarda uyuyup aynı yemekleri yemişler. Hoş artık Altan yalnızlığı limanda bırakıp şehre ayakbastı ama... Tamam, anlamamış gibi bakma. Sevgilisi var gibi Altan'ın ondan bahsediyorum." Başımı anladım anlamında salladım.
"Gerçekten... Adı gibi yalnız mı?" diye sorarken sesim titredi. Neden mutlu olmak yerine çabalamıyordu? Neden inatla yalnız kalmayı seçmişti ki? Evlenebilirdi. Bu mesleğe mensup olanların evlenemez gibi bir kuralı da yoktu. Neden kendine acı çektirip inatla yalnız kalmayı düşündüğünü anlamıyordum.
Bahadır dudaklarını birbirine bastırıp düz bir çizgi haline getirdi. Başını aşağı-yukarı sallarken konuşmaya başladı.
"Evet. Adı gibi yalnız. Kurt gibi. Aslına bakarsan herkes yalnız Bahar. Ben, İlke, Engin, Ahenk, Savaş herkes. Bu birimde olan herkes yalnız." Ne diyebilirdim ki bu sözlerinden sonra? Neden onu düşündüğümü bırak neden onun yalnızlığını düşündüğümü bile anlamıyordum. İki şekilde de Onur'u düşünüyordum.
Ben düşünce denizimde Onur'la boğuşurken Bahadır ayağa kalkıp belinden çıkardığı silahı bana uzattı. Silaha ve Bahadır'a ters ters bakarken silahı elime tutuşturdu. Anlamamış gözlerle silaha baktığımda Bahadır ellerini kalk dercesine hareket ettirdi. Ayağa kalktığımda omuzlarımdan tutarak beni yönlendirmeye başladı ve Onur'un daha önce atış yaptı poligona geldik. Bahadır beni birime aldırmak konusunda ısrarcıydı.
Aksi halde ben öyle değildim. Belki de bu yere ait değildim kim bilir.
Kulağıma sesten etkilenmemesi için Onur'un ki gibi kırmızı kulaklıklardan taktı. Elimi tutup nasıl silah tutacağımı gösterdi. Kollarım silahla beraber uzanırken sağ elim silahın gövdesini sararken sol elim ise silahı desteklercesine kabzada hazır bekliyordu. Silah elime ağır gelmişti. Her defasında ucu yere bakıyordu. Bahadır ise bıkmadan usanmadan silahın ucunu kaldırıyordu.
Birkaç defa Bahadır'ın gösterdiği gibi tutmaya çalıştım. Ağır olmasına rağmen inatla dik tutmaya çalıştım. Silahla ilgili bütün kısımları anlattığında işi pratiğe dökmek kalmıştı.
Önce Bahadır bana nasıl atış yapıldığını daha doğrusu isabetli atış nasıl yapıldığını göstermek için elimden silahı aldı ve üç defa art arda on ikiden vurdu. Şaşırsam da duygularımı arka plana attım. Her zaman ifadesiz bir yüze sahip olmanın öneminden büyük bir heyecanla bahsetmişti Bahadır.
Silahı elime verince hafifçe dengesizlikler yaşasam da kollarımı öne uzatarak doğru pozisyonu aldım. Bahadır yanımda nasıl ateş etmem gerektiğini anlatırken bir gözüm de hedef tahtasındaydı. Gözümden birini kapatıp nişan aldığımda her zaman böyle mi ateş edeceğim diye düşündüm. Bahadır soru duymuşçasına yanıtladı.
"Alıştıktan sonra gözün kapalı bile ateş edersin rahat ol."
Çalan telefonuyla beraber cebinden çıkardığı telefonu açması bir oldu.
"Efendim. Hayır, neden? Sana öyle yapılmayacak demiştim ama sen inatla doğrusu bu demiştin. Tamam geliyorum. Gitme bir yere." Dediğinde telefonu cebine attı.
"Bahar benim ufak bir işim çıktı. Bir saat sonra burada gelir seni eve bırakırım olur mu? Ama önce dediğim gibi atış çalışmaları yapman gerek." Dediğinde akşamın bu saatinde burada yalnız kalmaktan ürpermiştim. Dediği gibi atış çalışması yapmam gerekiyordu ama birimdeki herkes bomboş binada sadece nöbetçiler ve ikimiz kalmıştık. Şimdi ise sadece ben kalacaktım. Aklımın bir yanı 'hadi be Bahar en fazla ne olabilir ki?' diyordu. Burada güvendeydim evet ama aklımda soru işaretleri yine de vardı.
"Sakin ol. Bomboş binada ne olabilir ki? Ayrıca buraya kimse gelemez. Kornea tespitiyle ancak biz ve bizim gibiler gelebilir o kadar, panik yapılacak bir durum yok hadi kaçtım ben. Çalış bir saat sonra buradayım." Diyerek koşarak gri kapıdan çıkarken peşinden bakabilmiştim. Hedefe döndüğümde saçlarımı düzelterek silahı kavradım. Ateş etmeye başladığımda dizilerde, filmlerde kolayca ateşlenebiliyordu ama gerçek hayatta ise tetiğe basmak için bile kuvvet gerektiriyordu.
Kollarımı yere paralel tutmak o kadar zorlamıştı ki yorulmuştum. Silahı iki elimle tutarak indirdiğimde daha da ağırlaştı. Masaya bıraktığımda nefeslendim. Babama bu haberi verdiğimde havalara uçmuştu. Denemekten zarar gelmez diyerek bir defa olsun onun istediğini yapacaktım. Bir defa dahi olsa onu hayallerine ulaştıracaktım. Belki de ben mutsuz olacaktım ama en azından denemiş olacak babama gidip ben bu mesleğe ait değilim dediğimde yapmış olmamdan gurur duymaz mıydı?
Hayatımda şu zamana kadar beni koruyacak tek bir şey vardı; inancım ve küçüklüğümden beri süre gelen yapmış olduğum dövüş sporlarıydı. Dövüş sporu için burada fazladan zaman geçirmem gerekmeyecekti. Çünkü her dövüş dalıyla uğraşmış maçlarına katılmıştım. Atışlarım isabetsiz olunca sinirimden silahı yere fırlatasım geldi. Bahadır'ın söylediği gibi yapıyordum, söylediği gibi ateş ediyordum. Neden olmuyordu ki?
Ensemdeki tüylerim havaya kalktı. Takip mi ediliyordum? Arkamda biri mi vardı? Sesli bir şekilde yutkunarak dudaklarımı birbirine bastırırken kollarım öne uzatılmış silahı kavramış ve ateş etmeye hazır bir vaziyette duruyordum. Damarlarımda adrenalin kol gezinirken silahı daha da sıkarak ellerimin titremesini gizlemeye çalıştım.
Bahadır sadece sen ve nöbetçiler var demişti. Nöbetçiler burada olmadığına göre kim gelmişti?
Ensemde bir buz dağı kadar soğukluk hissedince otomatik olarak elimdeki silahla beraber arkama dönüp önümdekine doğrultmuştum.
Delici mavi gözler, köşeli bir çene elbette beklemiyordum.
Derin bir nefes alarak silahı indirdim ve nefeslendim. Onur uzansam dokunacak kadar yakınımdaydı. Sakinleştiğimde başımı kaldırdım.
"Burada ne yapıyorsun?" diye sordum her ne kadar benim için sorulacak bir soru olsa da. O da öyle yaptı. Aynı soruyu bana sordu. "Asıl sen burada gecenin bir yarısında ne yapıyorsun?"
"Bahadırla beraber atış çalışması yapıyordum ama acil bir telefon geldi çıktı. Bir saat sonra gelip beni alacak bende bu sırada atış çalışması yapıyordum." Diyerek silahı gözünün önünde salladım. Başını hafifçe yana çevirdi ve dişlerini birbirine bastırdı. Durup dururken neden sinirlenmişti ki?
"Bu saatte mi?" diye sinirle soludu. Kolumdaki saatime bakınca dokuz buçuğa geldiğini gördüm. Bana göre akşam olsa da erken bir saatti.
"Evet." Diye umarsızca yanıtladım. "Her neyse. E atışlar nasıl peki?" diye tepeden sormuştu. Hoş o her zaman boyundan kazanarak bana tepeden bakıyordu, orası ayrı mesele. Bahadır'ın kalktığı yere oturarak koltukta yayıldı ve reverans yaparcasına 'hadi' diyerek hedef tahtasını gösterdi.
Ne yani evinden sırf bana bakmak için mi gelmişti? Akşamın bu saatinde. "Ben buradayım geçerli bir sebebim var peki sen neden buradasın?" diye sorduğumda belli belirsiz gülümsedi. Tabi benim bunu sormam biraz tuhaf olmuştu. Defol git der gibi hissetmiştim.
"Çalıştığım birime gelebilmek için saate bakmama pek de gerekli olduğunu düşünmedim Bahar."
Beni sessiz bırakacak o sözleri söylemişti. Haklıydı, burada yer işgal eden bendim. O zaten burada çalışıyordu. İstediği zaman gelir istediği zaman giderdi. Her ne kadar cümlesi beni susturmak olsa da cümlesinin sonuna adımı eklemesi hoşuma gitmişti. Adım dudaklarının arasından çıkarken değişik duygulara kapılmıştım.
"Haklısın Onur." Diyerek masaya silahı bırakıp çıkmak için arkamı döndüğüm sırada sert ama bir o kadar da naif sesi beni bulunduğum yere mıhladı. "Madem buradasın biraz öğretmencilik oynamanın kimseye zararı olmaz. Bahadır bir işi yarım bırakmayı sevmez hadi eline silahı al ve ateş etmeye başla." Dediğinde şok geçirmeme neden olan sözler sarf etmişti. O değil miydi 'bu işe Bahar Zorlu karışmayacak!' diyen daha sonra gelip özür dileyen neden şimdi ruh halini değiştirip birden bire bana iyi davranmaya odaklanmıştı anlamamıştım.
"Gerek yok. Hem geç olmuş eve gitmem gerek." Diyerek onun uydurduğu bahaneyle kapıya doğru ilerlediğim sırada önüme bir kalkan gibi dikildi ve ne zaman ne oldu bilinmez ama elimde silah karşımda hedef tahtası hemen yanımda kollarını önündeki masaya dayamış benimle aynı hizadan hedef tahtasına bakan hareket etsem kollarına dokunacağım adam bir soluğum kadar uzağımda duruyordu.
"Hadi" diye uyardığında elimdeki silahı yere paralel olarak tuttum. Tek gözümü kapatarak hedef tahtasına odaklandığımda silahın ucu her zamanki gibi düşmeye başladı. Onur başını iki yana salladığında inadına silahı dikleştirdim. Hadi ama bu kadar zor olmamalıydı. Herkes bu kadar iyi tutarken bende neden ucunu düşüyordu?
Silahı dikleştirip havaya kaldırdığımda gözümden birini kapatarak ateş etmeye başladığımda hedef tahtasını bile tutturamamıştım. Ne kadar güzel!
Onur çevremde dolanırken soğuk nefesini bir an için ensemde hissettim ve vücuduma korku yayıldı. Kollarımı iki yandan tutup nasıl ateş etmem gerektiğini gösteriyordu. Tam arkamdaydı evet ama herhangi bir tensel temas yoktu. Sadece kolları kollarıma değişiyor, yanağını yanağımda hissediyordum. Mesela kalbinin sesini duymuyordum, hızlı mı yoksa yavaş mı atıyor bilmiyordum.
"Kolların her zaman kuvvetli dursun. Silahın ucu yere bakmasın. Silahı kendinden uzak tut ki geri sıçrarsa canın yanmasın. Nişan alırken sağ gözünü kapat. Silahı ne çok sıkı tut ne de gevşek bırak tam ayarında tutarsan yorulmazsın aksi halde sıkı sıkıya tutarsan elin ağrıyabilir. Bacaklarını iki yana açabilirsin, rahat olmak için yeri geldiğinde yürüyerek de ateş edebilirsin. Hadi şimdi dene." Dediğinde sözlerine odaklanmaya çalıştım çünkü bu kadar yakınımdayken sözlerine odaklanmak bir hayli zordu. Göz alıcı yakışıklılığı ile göze batıyordu. Kim hemen yanak yanağa duran birisinin sözcüklerine odaklanabilirdi ki?
Kalbim göğüs kafesimden çıkacak gibi atarken ellerim terlemiş, stres yapmıştım. Vücudumda adrenalin kol gezinirken Onur benden uzaklaşarak yeniden çevremde dolanmaya başladı. Her ne kadar uzaklaştı diye sevinsem de diğer yanım çığlık çığlığa bağırıyordu. Bir insandan hem uzaklaşmak isteyip hem de uzaklaşmak istememek normal miydi? Neydi bunun adı? Paranoya? Şizofreni?
Güç bela sakinleşip ateş etmeye başladığımda dediği gibi de olmuştu. Sağ gözümü kapatıp ateş ederken daha başarılı olmuş en azından hedef tahtasını on derecesinden tutturabilmiştim. Sanırım yavaş yavaş ısınıyordum.
Şarjördeki mermiler bitince silah geri saptı ve geri sapmasıyla ne zaman gövdesine dokunduğum silahın arasına elim sıkıştı anlamamıştım ama sıkışan etim koparılıyormuşçasına bir etki bıraktı ki inledim.
"Tamam, sakin ol." Diyerek silahı elimden almaya çalışan Onur'la beraber elim daha çok acımaya başlamıştı. Hafifçe kan sızmaya başladığını bile görmüştüm. Neden tüm aksilikler benim başıma gelirdi ki?
Tabancaya elim sıkışmış bir şekilde dururken tetiğe basıp silahın geri yerine oturmasını sağladı. Elim kurtulmuştu ama kan akmaya başlamıştı.
Onur beni kolumdan tutup silahı rastgele bir yere koyarken kolumdan çekiliyordum. Onur'un masası olarak tahmin ettiğim yere kadar gelmiştik. Döner koltuğa oturtunca kendimi bir an için robot gibi hissettim. Çekmecelerden minik bir sargı bezi buldu ve ona göre küçük gelen elim kocaman avcunun içinde kaybolmuştu. Yavaş hareketlerle bastırırken dikkatimi yüzüne çektim. Onu tanımlayacak kelimeler lugatımda yoktu. Acaba kendisi de biliyor muydu diğer insanlardan farklı olduğunu.
Gözleri eşsiz kelime gibiydi. Anlamlı bakıyordu, sanki bir şey söylemek ister gibi. Gözlerimizin farklı olduğunu biliyordum. Onun gözleri eşsiz bir renkti, kimsede olmayan var olduğunda ise anlamalı bakamayan başkalarında olmadığını biliyordum. Kelimelerim düşüncelerim onu tarif etmeye yetmiyor, gözleri daha ağır basıyordu. O kadar değişik bakıyordu ki, sabahtan akşama kadar baksam sıkılmazdım o gözlerden.
"Elin orada olmamalı Bahar. Lanet olsun sana nasıl silah tutmayı öğretti o Bahadır?" diye sinirle konuştu. Abartılacak bir durum olmamasına rağmen elimi sargı beziyle sarmıştı. Oysaki fazla kanamamıştı.
Gözleri belki öfkedendi ya da başka bir şeydendi ama renk değiştirip buz mavisi olmuştu.
"Elimi sarmana gerek yoktu. O kadar fazla kanamıyor." Dediğimde tek kaşını kaldırarak burada herkes beni dinler lider benim sende beni dinleyeceksin havasına bürünmüştü. Bakışlarımı elime çevirdiğimde ikinci katı sarıyordu. Cidden gerek yoktu.
Sargı işi bitince aniden ayağa kalktım ve zoraki bir gülümsemeyle konuşmaya başladım. "Ben artık gitmeliyim saat geç oldu. Hem burada gecenin bir yarısında tek olmak iyi hissettirmiyor." Diyerek hareketleneceğim sırada kalbimi yakan ve aynı zamanda da donduran ve hatta değişik duygulara bürünmesini sağlayan o cümleyi kurdu.
"Burada ben varım. Ben varken yanımdaki her zaman ama her zaman güvende olur. Bunu iyi öğren Bahar ve o silahı doğru düzgün tutmayı öğrenip on ikiden ateş edene çalışacaksın ve Bahadırla değil benimle. Şimdi poligona yürü. Yoksa emir mi vermeliyim?"
Onur Kurt. Bunu söyleyen Onur Kurt muydu? Cidden o muydu yani? Hafifçe gülümserken karşıma geçti ve bana Bruce Willis gülümsemesiyle güldü. Bu adam karşısındakini kalpten götürmek istiyor olabilir miydi? Bruce Willis'dan bile güzel gülümsüyordu. Gözlerimi yere eğip poligona doğru yürümeye başladığımda peşimden geldiğini biliyordum. Emin basan adımları 'seni takip ediyorum Bahar' diyordu.
Poligonun serin ortamına geldiğimizde istemsizce titredim. Bunu başaracaktım. Onur gibi Ahenk gibi olacaktım. İşler bu seviyeye geldiyse başarmak zorunluktu şu anda. Nedense şimdi verdiğim kararların arkasında duruyordum. Hayatımın her bir zamanında verdiğim kararlarda geri adım atardım bu belki kişilikti belki de benim yapıma bağlıydı ama bu sefer bunu yapacak hem babamı mutlu edecek hem de istediğim hayatımda istediğim bir şeye bir mesleğe sahip olacaktım, her ne kadar kimseye söyleyemeyecek olsam da. Perdenin ardında saklanan olacaktım.
Masanın üzerinde olan silahı gözleri ile gösterdiğinde omuzlarımı dikleştirerek elime aldım. Bu atış gibi öğreneceğim çok şey vardı.
Belinden çıkardığı silah ile kollarını öne doğru uzatıp başını hafifçe eğdi ve bana baktı. 'beni izle' dercesine bir bakış atıp gözlerini hedefe kitledi. Art arda yaptığı beş atışta tam on ikiden vurmuştu. Milimlik bir sapma bile olmadan. Hayretle izlerken silahın geri atıp namluya yerleşmesiyle kol kasları hareketleniyordu. Silahı aniden indirdi ve masaya bıraktı.
"Sıra sende. Dokuzluk onluk atışlar isterim ona göre." Diye gülümsediğinde bende hafifçe gülümsedim. "On ikiden vaz geçtin yani." Diye konuşarak elime aldığımda bu sefer dik tutmanın verdiği heyecan ile sağ gözümü kapadım. Gözümü son defa kırpıp açtığımda silahın babamdan dinlediğim 'gez göz arpacık' kuralını uygulayarak-bunu biliyordum- ateş etmeye başladım. Silah her defasında geriye atış namluya yerleşiyordu. Atış yapmak zevkliydi ama bilmeyen için tam bir eziyetti.
On birlik bir atış yaptığımda silahtaki son mermiyi de kullanmıştım ki geri attı. Tam da alışmaya başlamıştım.
"Lanet olsun bitecek zamanı buldu." Diye silahı masaya bıraktım. Bu sırada kaşlarını kaldırmış gülümseyen bir Onur görmeyi elbette beklemiyordum. "Alıştın sanırım." Diye sorduğunda başımı evet anlamında salladım. "Daha her şey yeni başlıyor." Dediğinde sustu.
"Onur. Atışları yaptığıma göre artık gitsem iyi olacak, saat geç oldu." Dediğinde elimdeki silahı ona uzattım. Elimden aldığı gibi emniyetini kapatarak beline yerleştirdi. Boş şarjörlü silahı yerleştirmişti. Herhangi bir zamanda ihtiyacı olabilecek silahı.
"Şarjörün boş olduğunu hatırlıyorsun sanırım." Dediğimde Onur reverans yaparcasına bana yolu gösterdi. Önde ilerlerken yanıtladı. "Evet, biliyorum." Diyerek kısa konuştu.
Ben birimden çıkmak için kapıya doğru giderken kolumdan tuttuğu gibi çevirdi. Kaşlarını çatmış sinirli bir edayla bakıyordu.
"Nereye?" diye sordu.
"Eve." Diyerek yanıtladım. Garaj burada diyerek eliyle arkasını işaret etti. "Benim arabamın olmadığını biliyorsun sanmıştım."
"Zaten senin olmayan arabanla değil benim arabamla gideceğiz Bahar." Dediğinde kaşlarımı kaldırdım. Bana emir mi veriyordu yoksa tamamen centilmence mi davranıyordu tam anlayamamıştım.
"Hadi takip et beni." Dediğinde sözlerine uydum. Sinirlenince korkunç birine döndüğünü hatırlayabiliyordum. O gördüğüm tam da sinirli kısmı sayılmazdı ama yine de görmemek en iyisiydi. Arabaya gittiğimizde en az Savaş'ın arabası kadar muhteşem ve siyahlara bürünmüş pırıl pırıl parlayan bir araba bizi karşıladı. Onur kendi tarafına gittiğinde ben hala arabaya bakıyordum. Onur arabaya binmeden önce bana ters bir bakış attı ve konuşmaya başladı.
"Binmeyeceksin sanırım." Dediğinde aylak aylak bakıyordum. "Buna binmeye kıyılmaz ki." Diye konuştuğumda Onur'un sert bakışları bir anda yumuşadı. Belirgin bir gamze ortaya çıkınca aha önce görmemiş olduğum için hayıflandım. Gözleri mavi ve gamzeli bir erkek. Hem de sırlara bürünmüş.
Daha fazla bakmadım-ki bakarsam deli olduğum zannedilebilirdi- ve arabaya bindim. İçerisi eşsiz bir parfüm kokuyordu ama tanımlayamıyordum. Savaş'ın da yapmış olduğu gibi Onur da ne koktuğunu söylese fena sayılmazdı aslında. Koltuğa yaslanıp emniyet kemerimi bağlayınca Onur kapıda nöbet tutan iki borda bereliye selam vererek birimden çıktı. Gözlerim yola odaklanmıştı ki telefon çalmaya başladı. Cebimden çıkardığım telefonu yanıtlayıp kulağıma tuttuğumda Haktan beyin gecenin bu saatinde ne istediğini merak ettim.
"Rahatsız ettiğim için özür dilerim Bahar ama yarın işe erken gelebilir misin diye soracaktım." Dediğinde gülmemek için dudağımı ısırdım. Gerçekten bu Haktan Bey miydi? Ben onu hayatım boyunca bu kadar kibar görmemiş ya da duymamıştım. Kekeleyerek konuşmaya başladım ki bu Onur'un dikkatini üzerime topladı.
"T-Tabi Haktan Bey. Mesai başlamadan bir saat kadar önce orda bulunurum. Sizin için uygun m?" diye sorduğumda üzerimde bulunan bu kadar dikkatten ötürü rahatsız oldum.
"Evet, uygun olur. İyi akşamlar Bahar."
"Size de Haktan Bey." Diyerek telefonu kapattığım gibi cebime yerleştirdim. Onur'un dişlerini birbirine bastırıyor oluşu yüz hatlarını daha da sert ve öfkeli kılmıştı.
"Neden kekeledin?" diye sordu tüm umursamaz halini korumak istercesine. "Haktan Bey çalıştığım bu zamana kadar benimle rica cümlesini bir arada kullanmadı ondan dolayı." Diyerek konuyu kestirip attım. Onur da öyle yaptı. Neden aradığını sormadı. Bende söylemedim. Gözlerim karanlık yolun arabanın farları sayesinde ışıklandırılmış yoldaydı.
Eve gelene kadar ne Onur konuştu ne de ben konuştum. Aramızda olan gerilimin nedenini anlayabilmiş değildim. Bir adım yakın hissederken Onur tüm dengeleri yıkıp üç adım gerilememe sebep oluyordu. Lider gibi davranarak tüm halatları kendi tutuyordu.
Eve geldiğimde teşekkür edip arabadan inerken kolumdan tuttu ve dikkatimi ona toplamama neden oldu.
"Bahar, o tehlikeli biri bunu unutma. Senden artık daha fazla dikkatli olmanı istiyorum. Sen artık bizden birisin. Nasıl davranman gerektiğini az çok biliyorsun. Bu yüzden seni sınava sokmadan birim başkanı ile konuşup direk olarak birime aldıracağım. Zaten kazanacaksın bunu biliyorum. Beni buna pişman etmezsin öyle değil mi?" diye sorduğunda bana neden bunu yaptığını merak ediyordum. Bir yanım mutluydu evet ama diğer yanım öfkeliydi. Mutluydum evet beni yanında istiyordu öfkeliydim çünkü onu pişman edeceğimden korkuyordu. Mutluluğuma limon sıkılmıştı resmen. Aslında olaya bakınca şunu anladım mutluluğu yaratan da oydu limonu sıkan da.
Tüm ciddi ifademi takınarak kaşlarımı çattım ve konuşmaya başladım. "Gerek yok. Kimsenin yardımına ya da torpiline ihtiyaç duymadım bu zamana kadar, şimdi de duymam. Ben giriştiğim işleri pişmanlıkla değil mutlulukla bitiririm." Diyerek arabadan indim. Ellerimi yumruk yaparak kapıya gidip apartmana girdim. Asansöre bindiğimde aynaya bakmıyordum. Resmen beni aşağılamıştı. Kibarca.
Derin bir nefes alarak eve girdiğimde üzerimdekileri değiştirerek yatağa girdim. Soğuk yatağın verdiği etki ile ellerimi ovuşturdum. Ne zaman nereye koyduğumu önemsemediğin telefonumu komodinden alarak Ahenk'i aradım.
"Uyumuş muydun?" diye sorduğumda esnedi. "Hayır, ama tam uyumak için yatağa girecektim. Ne oldu önemli bir şey mi var?" diye sorduğunda hemen konuşmaya başladım.
"Birime isteseler birini getirtip çalıştırabilirler mi?" diye sorduğumda kendime lanet ettim. O kadar karmaşık anlatmıştım ki ben bile anlamamıştım dediğimden. Ahenk uykulu uykulu "Ha?" sesi çıkardığında kahkaha attım. "Onur bana seni sınava girmeden birime aldırabilirim ama beni pişman etmezsin değil mi? Dedi" dediğimde Ahenk'in erkeklere sıraladığı küfürleri duymamazlığa geldim.
"Ben diyorum arkadaş. Erkek değil mi bunlar hiçbiri insan değil. Yok, gerçekten bir Onur diyordum o da milli öküz çıktı. Bunlar olduğu sürece biz uzaya falan çıkamayız." Diye küfürsüz saydırmalarını söyledikten sonra yine büyük bir heyecanla konuşmaya başladı.
"Neden böyle bir şey söyledi?" diye sorduğunda anlatmaya başladım.
"Haktan Bey yarın şirkete herkesten erken gelmemi söyledi. Bir şey isteyecekmiş onun üzerine bunu söyledi ama kim olduğunu ne konuştuğumu sormadı. Haktan Bey rica edince bende haliyle şaşırdım ve kekeledim benim heyecandan kekelediğimi sandı."
"Yok, artık ama. Onur'a akıllı derdik o da salak çıktı iyi mi? Evet, soruna gelirsek Onur isterse her şeyi halleder."
"Peki, sana iyi uykular tam da uyuyacakken rahatsız ettim ama."
"Önemli değil Bahar. Ay bir de sen çıldırtma insanı her gün bu düşük çenelilerle beraberim zaten sen gel de İlke sen ben şunlara ayar çekelim bir." Dediğinde gülümsedim ve iyi geceler dileyerek telefonu kapattım. Gözlerimi yumarken Onur'un 'beni pişman etmezsin değil mi?' deyişi aklıma kazındığında büyük bir karanlığa kollarımı açmıştım.
***
Deliksiz bir uykunun ardından gözlerimi açtığımda uykumu alamadığımı anladım. Rüyalarımda bile rahat bırakılmamıştım. Onur'un sözleri bilinçaltıma o kadar işlemişti ki rüya da bile aynı şeyleri söylüyordu. Kalkıp elimi yüzümü yıkayınca üzerime siyah bir pantolon ve tişört giydim. Yönetici sekreteri oluşum elbiseler giyip topuklular giyme zorunluluğu sağlamıyordu. En azından şimdiye dek öyle bir şey olmamıştı. Saçlarımı geriye atıp düzene soktum. Kısa bir kahvaltının ardından bulaşıkları makineye yerleştirip hızla evden çıktım.
Şirkete geldiğimde kimse yoktu. Hemen asansöre binip Haktan Beyin odasına çıktığımda çantamı masama bırakarak açık olan kapıdan içeri süzüldüm. Geniş deri koltuklara oturmuş bacak bacak üstüne atmış Haktan Bey başını kaldırdığında nezaketen gülümsedim.
"Bahar Zorlu." Diye bana bakıp pis pis gülümseyeme başlayınca bir şeylerin olduğunu anlamıştım. Tamam, Haktan Bey her zaman psikopattı ama bu seferki daha farklıydı. Sanki bir şeyler biliyormuşçasına bakıyordu bana.
"Buyurun?" diye sorduğumda ayağa kalktı ve bana adım adım yaklaşmaya başladı. Nefesim dudaklarımın arasından yavaşça ve ses çıkarmamak için sessizce çıkarken tırnaklarım siyah deri kaplı deftere geçiriyordum. Anlamıştım! Bir şeyler biliyordu, biliyordu ve benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu. Belki de Onur'u öğrendi. Belki de benim istihbarata kabul edildiğimi öğrenmişti. Saçmalamaya başlamış olabilirdim hadi beni öğrendi diyelim Onur'u nereden bilebilirdi ki?
Aklıma neden Onur geliyordu ki? Mavi gözlü dev!
Lanet olsun adam etrafımda bir şeyler biliyorum edasıyla dolaşırken aklım neden Onur'a gidiyordu?
Bana yakın olup etrafımda yavaş adımlarla dolanmaya başladığında güçlükle yutkundum.
"Biliyorum Bahar." Diyerek fısıldadı kulağıma. Sesi korkutucuydu. Gözlerimi yumup beni birinin kurtarması için beklerken aklıma bir anda ondan kurtulabileceğim aklıma geliyordu. Yanımda silahım yokken ve karşımda benden güçlü bir adam varken nasıl kurtulabilirdim ki?
Kan damarlarımdan çıkmak ister gibi hızlı akarken çok hızlı nefes alıyordum. Öleceksem nedeni aşırı heyecan olabilirdi. Ambulans buraya gelene kadar yaşar mıydım? Dişlerimi sıkarken gözlerim benden izin almadan açıldı. Karşımda gördüğüm adam benim Azrail'im olabilir miydi?
"İstihbaratçı olacağını biliyorum Bahar Zorlu." Dediğinde damarlarımdaki kan adeta dondu. Akmadı. Korku ile çalışan beynim o an çalışmadı.
Ağzıma ve burnuma kapatılan bezle aldığım alkol kokusu beni uçsuz bucaksız bir karanlığa gömdü ve ardından da soğuk yerle bütünleştim.
**
Gözlerimi açtığımda karanlık bir odadaydım, hafif bir ışık odayı aydınlatıyor ama duvarlar 'korkun benden' dercesine karanlığa gömülüyordu. Ellerim sıkı sıkıya bağlanmıştı. Kan akışı sınırlıydı. Kalbim büyük bir gümbürtü ile atıyordu. Burası neresiydi, burada ne yapıyordum? Haktan bozuntusu neredeydi ve en önemli soru beni buradan kim çıkaracaktı?
"Bahar! Bahar uyandın mı?" diye tanıdık bir ses duyunca kafamı hemen yana çevirdim. Tanıdık kızıllar beni karşıladı.
"Kızıl! Senin ne işin var burada?" diye bağırdığımda boş oda sesimle yankılandı. Ne yani koskocaman şirketi olan uyuşturucu bataklığına saplanmış adam koya koya bizi bodruma mı koymuştu? Ne kadar da güzeldi!
"Şştt bağırmasana. Gerzek herif gelecek." Dediğinde ona yaklaşamaya çalıştım ama ellerimi daha da zorlayamadım. Odanın bir köşesinde ben diğer köşesinde Ahenk vardı. En azından yalnız değildim ama ellerimiz bağlıyken buradan kurtulmak da kolay olmayacaktı.
"Sen buraya nasıl düştün?" diye fısıldayarak sorduğumda umarım bizi kurtaracak bir şeyler biliyorsundur diye içimden dua etmekle de meşguldüm.
"Dün şu herifin seni çağırdığını söylemiştin ya anladım bir kıllık yapacağını seni bayılttığında odaya daldım ama nasıl olduysa bende bayılmıştım." Dediğinde alt dudağımı ısırdım. Nasıl kurtulacaktık ki şimdi! Ama kızıl şimdiye kadar grubun hep en zekisi olmuştu buradan mutlaka çıkacaktık. En azından bu adama av olmayacaktık.
"Kızıl günün sorusunu soruyorum. Peki, buradan nasıl kurtulacağız?" dediğimde gülümsedi. Hayır bende mi problem vardı arkadaş? Gülümsenilecek zamandaydık da benim mi haberim yoktu! Neden delilerin arasına düşmüş gibi hissediyordum kendimi.
"Kurt'un şu takip zımbırtılarını ilk defa almadım onlara işimiz düştü iyi mi?" dediğinde aklıma Onur geldi. Bizi kurtarır mıydı? Ya da o gelene kadar biz burada çürüyüp gider miydik? Güneşe yüzünü dönen ayçiçeği gibi Onur'a döndük. En azından benim yokluğumu fark etmeseler bile kızılın yokluğunu fark ederlerdi. Peki ya yanımda kızıl olmasıydı o zaman Onur benim yokluğumu fark edip beni aramaya koyulur muydu merak ediyordum. Of aptal Bahar. Ne düşünüyorsun sen kaçırıldın senin düşündüklerine bak.
Önümde bağlanmış olan iplere baktım. İki elimi de ters tarafa hareket ettiriyordum. Çıkmak zorundaydı. Ellerim bu iplerin arasından çıkmak zorundaydı. Ahenk ses çıkarmayıp beni izlemeye başladığında yaklaşık içimden saydığım saniyelerle beş dakika olduğunu varsaydım. En sonunda ipleri gevşetebilmiş olmanın mutluluğu ile gülümseyerek kızıla baktım.
"İplerden elimi kurtarabilirim." Dediğimde kızıl kaşlarını çattı.
"O iplerden kurtulabileceğini düşünmeni sağlayan şey ya sihirbaz olman gerek ya da deli." Dediğinde kaşımı kaldırdım. Tabi tabi dercesine başını salladı. "Bizden olanların deli olduğunu unutmuşum kusura bakma." Dediğinde gülümsedim. Başımı iplere bakmaya koydum.
"İplerden kurtulmak için tek yapmam gereken işaret parmağımı yerinden çıkarmak." Dediğimde sen deli misin dercesine bana baktı. "Kızım sen kafayı mı yedin? Parmağını yerinden çıkartacaksın ve gıkın çıkmayacak öyle mi? Bahar tamam istihbarata kabul edilmiş olanlar genelde pek akıllı olmaz ama senden böyle bir şey beklemezdim açıkçası." Dediğinde alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. Bunu yapmak zorundaydım. Ekip bizi bulamayabilirdi. Şimdilik tek mantıklı şey benim parmağımı yerinden çıkarıp Haktan'ın üzerine çullanmaktı.
"Ben parmağımı çıkardığımda sende ona bağıramaya başlayacaksın ama bana biraz zaman ver ki parmağımı geri yerine takabileyim. Sen onu oyalarken ben onun arkasından yaklaşacağım anlaştık mı?" dediğimde tamam anlamında başını salladı. "Bahar dikkatli ol." Dediğinde tamam diyerek alt dudağımın arasına dişlerimi aldım. Üç defa derin derin nefes aldım. Parmağımı yerinden çıkardığımda keskin bir çıt sesi ile dişlerime bastırdığımda gözlerimden yaşlar döküldü. Derin nefesler almaya başladığımda parmağımı usulca ipin altından kurtardım. Acıdan ölüyordum belki de. Ama hayır kolum kırılmıştı ve onu yerine oturtmak içinde acı çekmiştim. Buradaki terk fark parmağımı yerine takan ben olacaktım.
Gözlerimden ardı sıra yaşlar boşalırken etrafı puslu görüyordum. Acıdan ölmezdim değil mi? İstihbaratçı olacaktım değil mi? Daha fazlalarını yaşayacaktım. Bu amansız acıya katlanabilirdim. Güçlüydüm ben! Gırtlağımdan çıkan sesler ortamın ölüm sessizliğini bozuyordu. Çıkan sesler inleme sesi gibiydi. Acıdan kulaklarımda uyuşmuştu belki de!
Kızıl hareket etmeye çalıştı yanıma gelmeye çalıştı ama olmadı. Elleri sıkı sıkıya bağlıydı yanıma gelemez gelse de acımı onunla paylaşamazdım. Bu yola adım atmıştım bir kere. Ölüm ancak ayırırdı beni bu davadan. Sadakatim ile bağlı olmalıydım. Güçlü olmalıydım. Ekipteki herkes gibi güçlü olmalıydım.
"Bahar... İyi misin?" diye sorduğunda kendimde yanıtlayacak güç bulamadığım için gözlerimi yumup dudaklarımı ısırmaya devam ettim. Eğer ağzımı açarsam büyük bir çığlık koparabilirdim. Bu riski almaktansa konuşmamayı yeğliyordum.
"Bahar cevap ver iyi misin?" dediğinde gözlerim kapalı 'evet' anlamında başımı salladım. Cevap veremezdim. Bunu yapabilecek gücü kendimde bulamıyordum.
Parmağımı yerini oturttuğumda acı azalmadı yalnızca parmağım hissizleşti. Ellerimi ipten kurtardığımda kızılın ellerini de çözdüm, bağlıymış gibi bıraktım ki Haktan dikkatini çekmemeliydi. Kapının arkasına geldiğimde kızıl bağırmaya başladı.
Onun bu sesine ben bile dayanamazken kapı gıcırtılar ile açıldığında hızla Haktan'ın boynuna atladım. Nasıl oldu bilmiyorum ama beni kendine çevirip yerimde donup kalmama neden olan o hareketi yaptı. Defalarca silahtan mermi ateşlendi. Karnıma baktığımda üzerimdeki kıyafetin koyu kızıllığa gömüldüğünü gördüm.
Bacaklarım tutmadı ve dizlerimin üzerine düştüm. Gözlerimden istemsiz yaşarırken bir elimi yere diğer elimi karnıma koydum. Başımı güçlükle kaldırdığımda Haktan'ın silahı bana yöneltmiş olduğunu gördüm ve tekrar ateşledi.
Etrafımdaki sesleri boğuk duyuyordum. Kızılın haykırışları kulağımdaki tek sesti. Haktan konuşuyordu ama duymuyordum. Silahı son defa ateşlediğinde yerle bütünleştiğimde kızılın yeşil gözlerini gördüm.
Başımı Haktan'a doğru kaldırdığımda onu da tek kurşunla vurduğunu gördüm.
Karnımdaki büyük sızı beni ele geçirebilecek kadar güçlüydü. Dayanabilir miydim bilmiyordum ama neye dayanacaktım ki? Duvar dibinden kızılın yanına gittim iyi olup olmadığını kontrol etmek amacı ile ama yerde sürünmek o kadar büyük acı çektiriyordu ki derin derin nefesler eşliğinde gitmeye çalışıyordum. Gözlerini kapatmıştı bayılmış mıydı yoksa ikinci ihtimal miydi bilmiyordum ama ikinci ihtimali es geçmeye karar verdim.
Kapatılmış kapıya baktığımda ise açmak için yanına gitmeye çalışıyordum ama nafileydi. En fazla odanın ortasına kadar gidebilmiştim. Gözlerimi karanlığa kapatmak zorunda kaldım.