-Onur Kurt-
İnsan en sevdiğiyle uğraşır derlerdi. Kim bilir belki de öyledir. Bahar'ın salondan çıkışının üzerine ek olarak kum torbasına sıkı yumruklar atmış yaklaşık kırk beş dakikamı kum torbasını karşısında harcamıştım. Yerdeki tişörtümü alarak omzuma attığımda ne kadar terlediğimin farkına varıp spor salonunun duşuna girip rahatladığımda üzerime siyah bir pantolon ve siyah tişörtümü giyerek geri kalan kıyafetlerimi spor çantama atıp salondan ayrıldım.
Eve geldiğimde İnanç her zamanki gibi başını kalın kitaplara gömmüş elindeki kalemi çeviriyordu. Dost bir o yana bir bu yana gidiyor İnancın dikkatini çekmek istiyordu ama pek de başarılı olduğunu söyleyemezdim. Zira İnanç önündeki kitaplara ameliyat edermiş gibi bakıyordu. Çantamı yere koyup Dost'u kucakladığım gibi koltuğa oturup tüyleri okşadım. "Seninle ilgilenmiyor mu o kızım? Boş ver o hayırsızı. Baban var burada kapı gibi." Diyerek burnunu öptüm. İnanç sonunda yakarışlarımı anlamış olacak ki başını kitaptan kaldırdı. "Ne laf ettiniz be? Ders çalışıyoruz şurada ne var?" diye homurdandı. Beyefendiye bak sen.
"Allah Allah bizimle ilgileneceksin değil mi kızım? Boş ver dersi falan. Yüzünü gören cennetlik olacak kaldır kafanı kitaptan." Dediğimde elindeki kalemi art arda çevirip kafasını kitaba gömerek konuşmaya başladı. "Yarın çok önemli bir sınavım var. Kalamam mecburum. Ve susun." Dediğinde yanımdaki yastığı kafasına fırlattım. "Oğlum bak seninle konuşacağız. Bir aydır erteliyorsun karşında salak mı var senin, anlayabiliyorum." Dediğimde kafasını kaldırarak piercingi olan kaşını çattı.
"Çok mu belli ettim?" diye sorduğunda 'evet' anlamında başımı salladım. "Abi." Dedi içim yandı yine. "Konuşmasak olmaz mı? Zaten konuştuk işte. Ne kaldı ki konuşacak abi? Ben seni buldum halimden mutluyum. Başka konuşacak konumuz olmasa olmaz mı?" dediğinde yanına gidip sarıldım. "İyi olmasın lan seni kıracağıma kafamı kırarım." Dediğimde Dost da bu anı beklermiş gibi bize sarıldı. Resmen bize sarıldı ya. İnsanlardan daha akıllıydı diyordum da kimse inanmıyordu. "Biz bize yeteriz ya baksana kadroya. Süper üçlüyüz." Dediğimde Dost yüzümü yaladı bana cevap olarak. İnanç bu duruma kahkaha attığında Dost onu da fark edip kucağına atladı ve boynunu yaladı. "Eh şunu yapmasaydın süper olurdu be kızım."
"Gözlerinin içine baktığımda ne anlatmak istediğini anlayabiliyorum abi. Dert etme." Dediğinde gülümsedim. Gözlerine baktım. "Ne anlatıyorum şu anda mesela?" diye sorduğumda aklımdan benim yaşadığım zorlukların onun da yaşadığı geldi. Aynı şeylerin, aynı geçmek bilmeyen acıların, korkuların.
"Senin yaşadığın zorlukları bende yaşadım. Yetiştirme kurumu pekiyi bir yer değil ne yazık ki. Zamanlarım oradayken mutlu geçmedi tıpkı senin gibi. Karanlıktan korkardım biliyor musun, ceza için karanlık odamız vardı beni hep oraya hapsederlerdi. O zamanlar neyin ne olduğunu bilmiyorum tabi. 'anne gel beni kurtar bu karanlıktan' diye kendi kendime mırıldanırdım ama kimse gelmezdi. İnsanlara yardım etmem bu yüzden. Neden tıbbı seçtim sanıyorsun insanların geçmek bilmeyen acılarını, korkularını def etmek için. Onların karalığıyla meşgul olurken kendi karanlığımı unutmak istediğim için." Dediğinde gözleri yaşardı. Bize bu yaşamı neden reva görmüşlerdi? Ne yapmıştık ki? Ailemizin yanında olsak delicesine sevebilecek potansiyele sahiptik.
"Ama biz varız. Artık yalnız değiliz. Şimdiye kadar bende kendimi hep yalnız bildim. Unutma Kurtlar yalnız dolaşmaz. Meğer yanımda sen varmışsın. Varmışsın da ben bunu bilememişim de kendime Yalnız Kurt demişim. Bizde yalnız dolaşan o kurtlar değiliz." Dediğimde başını boynuma gömdü. Her ne kadar büyümüş de olsa içinde yaşayan o küçük ve yaralı çocuğu gözlerinde görmüştüm. İnanca kadar hayatımda önemli bir şey yoktu. Ama artık İnanç var, kardeşim var, hayata karşı İnancım var.
Akşam olmuş gözlerim televizyondaki saçma sapan kanallarda gezinirken çalan telefonum ile yerimden kalkıp sehpadan aldım. Telefonu açtığım gibi konuşmaya başlayan müdürümü dinlemeye başladım.
"Kurt. Gece gece rahatsız ettim ama haber bana da şimdi ulaştı. Bizden bir ekip kurmamız istendi, senden beş kişilik bir ekip istiyorum, siz altı kişisiniz ama ekibe katılmayan bir kişi merkezden size destek olacak. Ekibin lideri sensin. Altan zaten her zaman sahaya çıkmasa da destek olarak yanımızda, kimi seçeceğine karar verip yarın akşama kadar bize yazılı olarak bildirirsen çok iyi olur. İyi geceler." Diyerek yüzüme kapanan telefona bakıp yerine geri koydum.
"Adam konuşturmadı bile ya. Niye ekip kuruyoruz arkadaş? Yetmiyor mu bu istihbarat birimi? Hey Allah'ım ya." Diyerek homurdandığımda bilgisayarı açıp bizimkiler ile kurduğumuz haberleştirme sistemini açıp ortak bir mesaj yazdım.
*Millet, müdür haber verdi. Beş kişilik bir ekip istiyor. Bizden bir kişi dışarıda kalacak. Ekibin lideri benmişim ama siz gene de kendi aranızda hallederseniz iyi olur. Neden kurulduğunu sormayın bende en az sizin kadar hiçbir şey bilmiyorum. İyi geceler.* diyerek mesajı yazıp yolladım. Gözlerimin kapanması ile Dost'u kucağıma aldığım gibi odama geçmeye karar kıldım. Kahvelere boğulan bir İnanç görünce uyumamak için direndiğini gördüm. Yanına gidip saçlarını karıştırdım.
"İyi misin? Bu kadar ders çalışmak pekiyi olmaz İnanç hadi uyu istersen sabah erken kalkıp çalışırsın." Dediğimde başını iki yana salladı. "Olmaz. Bu sınavı geçmem gerek. Sabahlayacağım abi. Hadi sen uyu." Dediğinde hafifçe gülümsedim. Saçlarını iyice karıştırıp omzuna masaj yapıp sırtına vurdum.
"Peki bakalım, kolay gelsin. İyi geceler." Diye mırıldanıp odama giderken o da peşimden mırıldandı. " Sağ ol sana da iyi geceler."
Sabah uyandığımda elimi gözlerime kapatıp güneş ışınlarından kısa bir süreliğine korundum. Gözlerimi kırpıştırdığımda yorucu bir güne uyandığımı biliyordum. Yavaş hareketlerle yerimden kalkıp banyoya gittiğimde dağınık sarı saçlarımın arasına elimi atıp biraz daha karıştırdım. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra dolabımdan beyaz bir tişörtü üzerime geçirip kot pantolonu giydikten sonra odadan çıktım. Dosttan ses seda yoktu, etrafa bakıp nerede olduğunu anlamaya çalışırken bilgisayar parçalarını birleştirdiğim masaya başını koymuş, kitaplardan kendine battaniye yapmış İnanç uykusunda dersle ilgili kelimeler mırıldanıyordu.
"Paroksismal ventriküler taşikardi, ventriküler fibrilasyon..." diye mırıldanırken mutfağa geçtim.
Onu uyandırmadan çay koyup tost yaptım. Masaya her şeyi yerleştirdiğimde geç kalmış olduğumuz aile düzeninin oluşturma yolunda adımlar atmaya başlamıştık. Ben ne zaman kahvaltı yapmıştım ki? Belki de yapmamıştı bile. Sırf Onur var diyeydi bu hazırlık. Yemekleri evde değil, ya dışarıda ya da merkezde yerdim.
Masa tamamlandığında yanına gittim. Yattığı şekle bakıp gülümsedim. Boynu ağrımış olması yüksek bir ihtimaldi. Kardeş kandı, candı. Aynı karında nefes aldığındı.
Kulağına yaklaştım ve adını yavaşça söyledim. Hiçbir zaman uyuyan birisini-tanımadığım biri dahi olsa- dürtükleyerek uyandırmadım. İsmi ile çağırıp uyandırmak en doğrusuydu.
"İnanç. İnanç hadi kalk abicim. Kahvaltı yap daha sonra devam edersin." Dediğimde başını yavaşça kaldırdı ve kolundaki saate baktı. "Of uyuyakalmışım ya. Daha bir sürü yer var. Ne yapacağım ben?" dediğinde son gün ders çalışan öğrencilerden mi olduğunu teyit etmeye karar verdim.
"Neden son güne bıraktın ki?" dediğimde "Kim son güne bırakmış önümde altı yüz sayfalık üç tane sınav gelecek. Ben bir hafta öncesinde başladım ama bitti mi tabi ki hayır. Bazen diyorum yeter doktor falan olmayacağım diye düşünmüyor değilim." Dediğinde kaşlarımı çattım.
"Ne o hani insanları kurtarmak en asli görevindi?" dediğimde gözleri öylesine açıldı ki şaşkınlıktan yere düşüp bayılabilirdi. "Sen benim onu dediğimi nerden duydun?"
"Ara ara mırıldanıyordun. Unutma benim her yerde elim, kolum, gözüm, kulağım vardır." Dediğimde şakaklarını ovalamaya başladı.
"Abi hallederim değil mi? Geçerim ben bu sınavı?" diye sorduğunda elimi omzuna atarak sıvazladım.
"Tabi ki koçum. Sen buraya kadar gelmişsin. Bir sınavdan kalıp mı gideceksin. Geçemezsen de adam ölüsü değil ya. Geçemezsen geçeme. Ne olacak bir daha yapılmıyor mu bu sınavlar? Yapılıyordur elbet. Takma kafana bu kadar. Çalış olmadı başka zamana." Dediğimde başını tamam anlamında sallayıp elini yüzünü yıkamaya gitti. Sandalyeye oturup çayımı yudumlamaya başladığımda İnanç geldi. Tostunu hızlı bir şekilde yemeye başladığında çayını bir anda diklediği için ağzı yandı.
"Yavaş ye kovalayan yok." Dediğimde "Kovalayan var kalan iki saatimde de o lanet sınavı verip geçmek istiyorum. Eve geldiğim gibi uyuyacağım." Dediğinde çalan telefonum ile yerimden kalktım. "Efendim Hayalet?" dediğimde İnanç kaşlarını çattı. Kaşındaki o piercing de neydi arkadaş!
"Burada mısın? Tamam bende daha çıkmadım gel istersen." Dediğim gibi kapı çalındı. "Bu kadar çabuk beklemiyordum." Diyerek telefonu kapatıp cebime attığım gibi kapıyı açtım. Kapıyı açıp içeri geçtiğimde Savaş hemen masaya kuruldu. Getirmiş olduğu poğaçaları masanın ortasına koyup İnanca baktı.

"Naber dostum ben Hayalet. Adım Savaş ama herkes Hayalet diyor. Ve sen de Kurt'un kardeşi İnançsın değil mi? Ben bu iki metrelik adamın arkadaşıyım." Diyerek elini uzattığında İnanç da elini uzatıp ayağa kalktı. "Anladım sizin genlerden o zaman." Diyerek sandalyeye oturdu. Bir kupa çay doldurup Savaş'ın önüne bıraktığımda benim tostum ortadan kaybolmuştu bile.
"Boğazında kalsın Savaş. Tamam mı boğazında." Dediğimde gülümseyerek tostumu yemeye devam etti. İnanç yerinden kalktığı gibi koşarak kitaplarını kucağını topladı ve deri ceketini kaptığı gibi ayakkabılarını giyinmeye başladı. "Savaş abi tanıştığımıza memnun oldum. Benim kaçmam gerek önemli bir sınavım varda, arkadaşlarla buluşup son defa gözden geçireceğiz. Abim görüşürüz. Dikkat et kendine." Dediğinde hafifçe gülümsedim.
"Sende dikkat et. Soruları da dikkatli oku." Dediğimde işaret ve orta parmağıyla asker selamı verip evden çıktı. Sahiden burası 'ev' gibi olmuştu.
***
Merkeze geldiğimizde hemen kendime kahve alıp masaya geçtim. Herkes gelmiş bizi bekliyorlardı. "Engin şu kızdan ne haber?" diye sordum. "Hangi kız abi?" dediğinde kaşlarımı çattım. "Kaç tane kıza korumalık yaptığını sorabilir miyim?" dediğimde elindeki kalemi masaya vurdu.
"O mesela. Gül gibi geçinip gidiyoruz be abi ne olsun." Dediğinde boğazını temizledi. "Manyak işte çıldırtıyor beni. O yarı pembe yarı sarı saçlarını duvara sürtmek istiyorum." Dediğinde hafifçe gülümsedim.
Müdür içeri girdiğinde herkes ciddileşti. Masanın başına geçtiğinde konuşmaya başladı.
"Merhaba. Dün Kurt'u arayıp bir ekip oluşturmasını istedim. Haber bana da geç geldi bu yüzden düşündünüz mü bilmiyorum ama ekibin listesini alsam iyi olacak." Dediğinde Ahenk herkesin merak ettiği o soruyu sordu.
"Müdürüm bu ekip ne için kuruluyor?" bu soru karşısında müdür gülümsedi ve yanıtlamaya başladı.
"Bu ekip niye kuruluyor inan bende bilmiyorum. Bu ekip ne işe yarayacak onu da bilmiyorum. Yani benim de sizden kalır yanım yok. Elimize görevler geldikçe öğrenmiş olursanız bana da haber verirsiniz." Dediğinde Bahadır konuşmaya başladı.
"Müdürüm ekip kurulmasına gerek duymuyorum. Zaten biz görev geldiğinde koordine olmuş bir takım olduğumuz için herkes göreve çıkıyor ve aldığımız görevi de layığı ile yerine getiriyoruz." Dediğinde kaşlarını çattı.
"Senin gerek duyup duymamanın bir önemi yok Bahadır Günatan. Yüksek merciler böyle istedi böyle de olacak. Hani emir demiri keser derler ya askeriye de öyle. Bu ekibin kurulmasındaki tek amaç herkesin göreve çıkmaması, herkes göreve çıkınca merkezdeki işlerin aksamasına bağlı olarak operasyonlar aksayabiliyor değil mi Savaş?" dediğinde eski operasyonları hatırlattı.
"Öyle müdürüm."
"En azından benim tahminlerim bu yönde. Ekip listesini bu geceye kadar istemiştim ama fikrimi değiştiriyorum bir saat içinde masamda istiyorum. Bu arada hazır ol da bekleyin her an görev gelebilir." Diyerek birimdeki salondan ayrılınca alnımı kaşıdım.
"Duyan da istihbarat birimi değil saha görevleri için oluşturulmuş bir birim zanneder." Diyerek kahveyi dikledim. "Evet millet. Saha görevi dışında olmak isteyen gönüllü var mı? Yani biz görevdeyken merkezde olup bizi idare edecek biri." Dediğinde Savaş önündeki dizüstü bilgisayarı açmış listeyi yazmaya başlamak için hazırda bekliyordu.
"Ben olabilirim. Saha görevlerine oranla sizi idare etmek daha kolay olur diye düşünüyorum." Dediğinde diğerlerine bakındım.
"İtiraz yoksa yazmaya başla Savaş." Dediğimde listeyi oluşturma adına bilgisayarın klavyesine art arda vurmaya başladı.
Onur Kurt(Teknoloji)-Kod Adı: Kurt
Savaş Tuna(Casus)- Kod Adı: Hayalet
Bahadır Günatan(Okçu)- Kod Adı: Eros
Engin Doruk(Bombacı)- Kod Adı: Red Kit
Ahenk Göktürk(Casus)- Kod Adı: Gölge
"Beynime ağrılar saplandı. Eros ne oğlum Eros ne? Ben Robin Hood diyorum ne Eros'u? Allah'ım küfür eder gibi." Diye sızlandı Bahadır. "Lan istemiyorum böyle kod adı falan olmaz olsun. Hem kod adı da neymiş film mi çekiyoruz abi?" dediğinde kafasına bir tane.
"Gerizekalı onların telsiz kodu olduğunu bilmiyor musun?" diye sordum. "Bana ne abicim Eros diye telsiz kodu mu olur. Baştan yaz Casper. Allah aşkına ya!" dediğinde ters ters baktım.
"Millet bak son defa soruyorum. Görevinden memnun olmayan var mı? Herkes operasyonda parantez içine yazdığımız görevde çalışacak. Diyelim ki bomba var ben müdahale etmeyeceğim. Bu Engin'in uzmanlık alanı değil mi?" dediğimde onaylar sesler çıktı.
"Ben hepinizin görevini yaparım yeter ki telsiz kodumu değiştirin." Diyen Bahadır'a herkes kahkaha atarak bakıyordu. "Oğlum ne yapalım. Attığın oklar düşmanı tam kalbinden yaralayacak daha canın ne istiyor?" diye kahkaha atan Savaş'a ters ters baktı.
"Arkadaş Kurt'un kod adı neden Kurt o halde? Oh lider istediğini kullansın bize gelince Eros. Ulan ben böyle işin içine." Diyerek merkezden ayrıldı Bahadır.
"Listeyi götürüyorum millet." Diyerek ayağa kalktı kızıl.

"Götür de görelim neymiş şu operasyonlar."
**
Gömleğin üstten iki düğmesini açıp sarı saçlarıma hacim verdiğimde tam da düğüne gidiyor gibi olmuştum. Biraz daha spor mu giyinmeliydim acaba diye düşünmeden edemedim.
"İnanç. Gelsene bir abicim bir şey soracağım." Dediğimde elinde kitapta geldi. İki dakika ders çalışmadan duramıyordu bu çocuk.
"Oğlum tamam anladık sınavın var da bu biraz fazla değil mi? Ders çalışırken nefes almayı unutma." Dediğimde başını kaldırdı.
"Hiç komik değildi abi. Ne var ne oldu?" diye sorduğunda bakışları üzerimde gezindi. "Ne o düğün davet falan mı var?" dediğinde elimi alnıma vurdum. Düğüne gidiyor gibi olmuştum işte.
"Olmuş mu? Bir restoranda Bahar ile yemek yiyeceğiz. Çok mu ciddi? Daha spor giymeliydim değil mi?" dediğimde başını iki yana salladı.
"Gerek yok bence böyle gayet şıksın. Oha Bahar mı yengem mi?" derken saçlarını karıştırdı. Bu çocuğa böyle şeyler söylemek gerekiyordu demek ki.
"Ne yengesi ya? Deli deli konuşma. Yemeğe gidiyoruz o kadar." Dediğimde "Aslında bende çok açım da fark ettirmiyorum. Sence ben bunu yer miyim abi? Ben seni Amerikalardan bulmuşum yer miyim bak bakayım, dikkatli bak." Dediğinde kahkaha attım.
"Oğlum ya. Hadi oyalama beni. İyi olmuş değil mi?" dediğimde başını evet anlamında salladı. "Sana şu tiple tav olmayacak kız bilmem ben. Abi bu arada düğün ne zaman? Sağdıcın benim hiç itiraz istemiyorum." Dediğinde kaşlarımı çattım.
"Sen gömülsene şu kitabına." Diyerek tuğla kadar ağır kitabı kafasına fırlattığımda kahkaha atıp ders çalışmaya devam etti. Parfümü üzerime boca ettiğimde aynaya son bir defa bakıp masanın üzerinden telefonu ve anahtarı alıp cebime attım.
"Yengeme selam söylee." Diye bağırdığında kapının çıkışında olan basketbol topunu kafasına fırlattım ama havada yakalamıştı.
**
Arabamın kaputuna yaslanmış kollarım birbirine bağlıyken Bahar'ı bekliyordum. Parmağımı koluma vururken farkında olmadan gerilmiştim. Hadi ama ben en son ne zaman gergin olduğunu bilmeyen adam bir kadını beklerken gerilmem normal değildi açıkçası. Kapının açıldığını duyunca o tarafa döndüm ve ayağa kalkarak kollarımı indirdim. O anda vücudumda elektrik gezindi.
Buz mavisi bir elbise ile beni karşılayan Bahar düşüncelerime kadar sızıp engelliyordu beni. Dilim tutulmuştu.
Buz mavisi gözler ve ona eşlik eden aynı renk elbise ve beyaz yazlık topuklu ayakkabı ile afet-i devran olmuştu. Dalgalı bıraktığı kısa açık kahverengi saçları ile fazla... Güzel olmuştu. Yanıma gelene kadar gözlerini gözlerimden ayırmadı. Yanıma geldiğinde konuşmak için ağzımı açsam da konuşamadım. Dilim resmen tutulmuştu.
Gülüp dudağımı ısırdım. "Çok... Çok güzel olmuşsun." Dediğimde dudağını ısırıp başını eğdi.
"Sende fena sayılmazsın." Dediğinde kahkaha attım. "Yanına yakışmaya çalışıyorum güzel bayan." Diyerek kapıyı açıp binmesi için yardımcı oldum. Arabaya bindiğimde eşsiz kokusu burnuma doldu. O kadar güzeldi ki kokuyu tarif edecek sözleri zihnimde bulamıyordum.
"Çıktığın görevleri biraz daha anlatır mısın?" dediğinde başımı tamam anlamında salladım. Suyundan bir yudum alıp beni dikkatle dinlemeye odaklandı. Diğer yandan ise yemeğini yavaşça yiyordu, dikkatinin çoğu benim üzerimdeydi.
"İlk operasyonumda kolumu mermi sıyırmıştı. Hiç unutmam, ayaktaydım elimde silahımla kitlenip kalmıştım. Mermiler tepemden vızır vızır geçerken ben aptal gibi ayakta bekliyordum. Kurtarıcı biri işte o anda geldi. Mermilerin arasına atlayıp kolumdan tuttuğu gibi çekip yere yatırdı. Altan. Can dostum, her daim yanımda olan korkusuz adam." Dediğimde gülümsedi.
"Uzun boyuna rağmen sadece kolundan mermi almış olman sence de şans değil mi? Açık hedef halindeyken hem de." Dediğinde suyumdan bir yuduma aldım. "Kesinlikle öyle. Hayatın bana gülümsediği anlardan biriydi diyelim." Dediğimde gülümsedi.
"Bu yüzden görevlere çıkarken her zaman hazır olmak önemli, benim gibi ilk vuruluşunda şoka girersen ölüm; 'gel bakayım buraya' der." Diyerek şakaya vurdum.
"Onur, kurduğunuz o ekip var ya hani. O ekibin ilk görevinde bende olacağım." Dediğinde yutmakta olduğum lokma boğazımda kaldı. Zor da olsa yuttuktan sonra konuştum. "Ne?"
"Ben istemedim. Görevlere biraz daha hazır olma taraftarıydım ama birilerinin benden tuhaf bir şekilde yüksek beklentileri var. Buna anlam veremesem de göreve çıkamam gibi bir şey diyemem. Bunun için eğitim aldım." Dediğinde Bahar'ın bizim gibi olacağı yüzüme soğuk bir su gibi çarptı. "Bizim gibi" olacaktı. "Benim gibi"
"Mutlu musun?" diye sordum. Hesap sorar gibi olmuştu ama daha kibar nasıl sorulur bilmiyordum. "Ne için mutlu muyum?" diye sordu bana karşılık. "Birimde çalışmaya başladığın için." Dediğimde çatalı bıçağı bırakıp ellerini birbirine kenetledi. "Her zaman insanlara yardım etme taraftarı olmuşumdur. Her zaman insanların iyiliğini istedim. Onları tanımasam bile. Onların iyiliğini istemem için tanımama gerek yok ki. Ben insanlar iyi olsun diye bu mesleğe baş koymaya geliyorum. Elimden ne gelirse yapmaya hazırım. Kendimi geliştirebildiğim kadar geliştirip büyük bir donanımla insanlara zarar verenlerin karşısına çıkacağım." Dediğinde hafifçe gülümsedim.
İnsanları dış görünüşüyle yargılamamak gerektiğini bir kez daha anlamıştım. Bahar o denli sert bakıyordu ki gözlerinde hem donmuş bir deniz hem de ateş topu barındırıyordu. Dış görünüşü sert olsa da içinde nasıl biri olduğunu keşfetmiştim. O buz mavisinin derinlerinde sıcacık sevgi vardı. Saf sevgi. İnsanlara yardım etmek istediğini sözlerinden anlayamazdınız. Ses tonuydu onu ele veren. Sesi o kadar içten ve samimiydi ki dış görünümüne tezatlık oluşturuyordu.
Bu yola baş koyduğunda ne kadar başarılı olacağı aşikardı. Gözler ruhun aynasıdır derlerdi. Bahar'ın ruhu gözlerine yansımış ama derinlerde kalmıştı, dikkatli bakanlar görebilirlerdi. Yakından bakanlar.