-Bahar Zorlu-
O kadar güzel bir geceydi ki kelimelerle anlatılamazdı. Bazen öylesine inatçı, öylesine kaba olsa da bazen de o kadar içten, yürekli ve kibar davranıyordu ki aklımın sürekli ona gitmesi içten bile değildi. Sanki Kurt sürekli zihnimde dönüp duruyor, sürekli onu aramam, mesaj atmam ya da onu görmem gerek gibi hissediyordum. İnsanlarda tuhaf bir izlenim bırakıyordu. Onunla konuşmak, bir şeyler paylaşmak dudaklarınızın arasına bir çikolata parçası alıp üzerine güzel bir kahve yudumlamak gibiydi. Kahvenin sertliği ile çikolatanın eşsiz uyumuydu.
Hastaneden çıkarmasına verdiğim o söz sayesinde yemeğe çıkmıştık ama ben pişman değildim. Şimdi ise en zor göreve çıkmak üzere geri sayıyordum.
Yataktan kalktığım gibi duş alıp üzerime rahat bir şeyler geçirip merkeze geçtim. Herkes bir işle meşgulken bende Ahengin yanına gittim.
"Nasılsın çaylak?" diye sorduğunda yüzümü buruşturdum. Çaylak da neyin nesiydi? Kalmış mıydı böyle hitaplar? Ama anlaşılan kalmıştı ve en son buraya benim geldiğime göre bu lakap üzerime yapışacaktı.
"İyidir de çaylak demesen daha iyi olur."
Gülümsedi. "işte ondan emin olamayız çaylak."
"Sizin şu ekipte bende olacağım, sadece bir operasyona dâhil olup benden ne isterlerse onu yapacağım. Yani temelli kalmayacağım." Dediğimde kızıl ellerini havaya kaldırdı.
"Sakin ol bakalım çaylak. Ekipte olman ya da olmaman bize artı sağlamaz." Diyerek kahkaha attı. Anladım bu sözleri daha çok duyacaktım. Benim herhangi bir etkimin olmayacağını düşünüyordu. Bu düşünceye gülümsedim.
"Şaka bir yana cidden hiç operasyon havamda değilim." Dediğinde saçlarımı geriye attım. "Sen mi?" diye sordum. "Bende insanım Bahar." Diyerek kahvesini yudumladı. "Senden daha dayanıklıyım Ahenk Göktürk." Diyerek sırıttım.
"Onu da kim demiş?" diye sorduğunda önündeki kahveden bir yudum aldım. "Benim acı eşiğimin daha yüksek olduğunu kanıtlamıştım diye hatırlıyorum. Hani şu vurulma meselesi." Dediğimde kaşlarını kaldırarak gülümsedi.
"Çaylak vururlar eyvallah da ölmezsem sıkıntı büyük. E ölmediğime göre şimdi onlar düşünsün." Diyerek yerinden kalktı. Masadaki sıcak kahveyi sinirden diklediğim gibi yuttum.
Operasyona çıkalım bakalım neler olacaktı. Umulmadık taş baş yarardı değil mi?
Bahadır'ın yanına geçtiğim gibi dikkati üzerime topladım. "Nasılsın Baho?" dediğimde gülümsedi ve önündeki dosyayı bırakarak kollarını birbirine bağladı. Asker yeşili uzun kollusu ile muazzam bir görüntü sergiliyordu.
"Dökül bakalım ne istiyorsun çaylak?" dediğinde elimi diğer elime vurdum. "Neden herkes çaylak diyor?" diyerek kaşlarımı çattım. "Çünkü çaylaksın." Dedi tüm pervasızlığı ile.
"Ben sana çapkınsın diyor muyum?" diye sorduğumda kollarını havaya kaldırdı.
"Ohoov yavaş gel istihbaratın çaylağı. Nereden biliyorsun sen bunları?" dediğinde ona yaklaştım. "Bildiğin üzere çaylak olsam da artık bende sizden biriyim." Diyerek gülümsedim. "senden çok iyi Arabistanlı Lawrence'ın kadın versiyonu olur. Sende o ışığı görüyorum Bahar." Dediğinde işi dalgaya vurduğunun farkındaydım.
"Şu yapılacak olan operasyon hakkında bilgi istiyorum. Toplantılara katılamadım ve hiçbir şey bilmiyorum." Dediğimde önündeki dosyayı kapattı. "Kurt'tan neden bilgi almıyorsun çaylak?" dediğinde sinirle soludum. "Canım senden bilgi almak istedi çapkın. Ne yapacaksın?" dediğimde kaşlarını kaldırdı.
"Burada senden kıdemli olduğuma göre o bilgileri Kurt'tan almanı emrediyorum. Canım çaylakcığım." Dediğinde dudaklarımı sinirle birbirine bastırdım ve gülümsedim. Sinirlenirsem gülümserdim.
"Tamam, Bahar gel ben sana bilgileri aktarayım. Boş ver Bahoyu." Dediğinde başımı kaldırdım. Yerimden kalkarak Kurt'un yanına gittim. Bahadır çapkınca gülümserken gözlerimi kıstım.
"Ah ah. Neler oluyor bu birimde böyle? Birim birim değil aşk yuvasına döndü. Şimdi yalnız kurt da aşk sapağına girdi. Yoksa aşkın şarampolüne yuvarlandı mı demeliydim?" dediğinde nefesim hızlandı. O bütün bunları Kurt dolası ile bana mı söylüyordu.
"Birim ilan ediyorum artık yalnız kurt benim!" dediğinde yerimden kalkıp masasına fırtına gibi giderken Kurt belimden yakaladı. Sinirden vücudum titrerken bugün herkesin bana ters olduğunun farkındaydım.
"Bahadır. Telefonunun rehberinde olan milyonlarca kızlardan biri ile ilgilensene operasyon öncesi antreman olur." dediğimde Bahadır yerinden öyle bir kalktı ki Kurt büyük elini dudaklarıma kapatıp beni birimin kapısından çıkardı. Bu sırada Engin ve Savaşta Bahadır'ı tutuyordu. Damarıma basan oydu ve haklı olan taraf bendim. Resmen Kurt'un bana âşık olduğunu söylüyordu.
Kurt beni sorgu odalarından birine gelişi güzel fırlatırken sinirle soluyordum. "Bırak beni çıkacağım." Dediğimde kapının önünde cehennem zebanisi gibi dikildi. O kapının önündeyken imkânı yok bu odadan çıkamazdım.
"Sakinleş Bahar. Bahadır'ın her zaman yaptığı şey bunlar. Sen alışkın olmayabilirsin ama Bahadır hep böyleydi." Diyerek beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Sinirden kudururken sorgu odasında volta atıyordum.
"Nasıl sakinleşebilirim Onur? Anlatsana. Ahenk oradan benimle dalga geçsin. Tamam, her yerde çaylak esprileri yapılır ama varlığımla yokluğumu bir saydı. Bahadır desen senin bana âşık olduğunu iddia etti. Burası ciddi bir yer değil mi? İnsanlar bizim aldığımız bilgiler sayesinde hayatta değiller mi? Bu işte ciddiyet olması gerekmiyor mu? Bunu da ben mi söyleyeyim? Ben nasıl sakin olayım? Tamam, yeni olabilirim ama ilk günden bir insanın üzerine bu kadar gelinmez." Diyerek yerimde durdum ve soluklanmaya başladım. Onur kapının önünden çekilip büyük adımlar atarak yanımda belirdi.
Sorgu odasının ışığının altındayken okyanus mavisi gözleri Prusya mavisine dönmüştü.
"Belki de bir iddia değildir." Diyerek fısıltı eşliğinde konuştu. Kaşlarımı çattım. Başımı biraz daha kaldırıp gözlerine kenetlendiğimde aralanmış dudaklarının arasından çıkan sıcak nefesi yüzüme çarpıyordu.
"Belki de gerçektir." Dedi. Ne? Gerçek olan neydi?
"Ne iddia değildir?" diye sordum. "Benim sana âşık olmam bir iddia değildir belki. Kim bilir belki gerçektir." Dediğinde nefesim kesildi. Ne demişti o? Konuşmaya çalışırken sözcükler boğazımda düğümlendi. Kafam kısa süreliğine kısa-devre yapmıştı.
"Gerçektir?" diye sordum.
"Gerçektir." Diye diretti. Yutkunamadım o an. Boğazıma acı bir tat geldi.
"Gerçekten mi gerçektir?" diye saçma bir soru attım ortaya. Kalbim bayrak koşusuna çıkmışçasına depar atıyordu. Rakiplerinden daha önce takım arkadaşına bayrağı ulaştır diye bas bas bağırıyordu kalbim.
"Gerçekten gerçektir." Diyerek buna devam etti Onur da.
Sana birisi aşkını itiraf ettiğinde ne söylenirdi ki? Ne söyleyebilirdim şu an? Zihnim kilitlenip kalmıştı. Nasıl bir çıkmazdaydım.
Kabul etmek gerekirse Onur'u daha ilk gördüğüm andan itibaren etkilenmiştim. Kim etkilenmezdi? Olağanüstü bir takım ile elinde şampanya, saçlar hafif dağınık, boşta kalan eli cebinde ve gözleri insanı büyülercesine bakarken kim etkilenmezdi. Göz rengi değildi mühim olan. Bakışlardı. Bakışları gökyüzüydü, sesi, davranışları.
Gözleri ruhunu yansıtacak kadar derin ve mavi.
Kum saatindeki tanecikler kadar sessiz.
Uzayın derinlikleri kadar çekici.
Cesareti kadar deliydi.
Ve şimdi karşıma geçmiş dolaylı yoldan da olsa bana âşık olduğunu söylüyordu. Ya da söylemiyordu zihnimin bir oyunuydu.
"O... Onur." Diye konuşmaya çalıştığımda beni susturdu.
"Bir şey söyleme. Düşün. Ve aramızda çekimi yok sayma. Yalnız Kurt yalnız ölmesin olur mu Bahar?" diye sorduğunda işte o anda karşımda olmasa yere oturup hıçkıra hıçkıra ağlardım. Yalnız ölmek istemediğini belirtiyordu, kalbimden yaralamıştı beni. Gözlerim dolarken yanaklarımı avuçlarının içine aldı. Bana yetişmek için olabildiğince eğildi ve alnıma derin bir öpücük kondurup kulağıma fısıldadı.
"Yalnız Kurt yalnız ölmesin Bahar." Diyerek sorgu odasında beni yalnız bıraktı.
O çıktıktan sonra bacaklarım beni taşımadı ve dizlerimin üzerine düştüm ardından duvara yaslanıp bacaklarımı güçlükle de olsa kendime çektim.
Yanlış anlama ihtimalim yoktu değil mi? Yalnız Kurt yalnız ölmesin derken dolaylı yoldan da olsa bana beni sevdiğini söylüyordu değil mi? Nefesim kesilmişti, nefes alamıyordum burada.
İlke odaya girince bir an için beni duvara yaslanmış görmeyi beklemediğinden dolayı hemen yanıma koştu.
"Bahar iyi misin?" dediğinde başımı zorlukla da olsa salladım.
"Neyin var?" dediğinde mırıldandım. "Yalnız Kurt yalnız ölmesin dedi."
"Ne?" diye sordu.
"Onur, Yalnız Kurt yalnız ölmesin dedi. Bana âşık olduğunu söyledi." Dediğinde İlke bana sarıldı. Ben olayın şoku ile İlke'ye sarılırken yüzümdeki şok ifadesi dağılıp büyük bir gülümseme yayıldı.
Bana beni sevdiğini söylemişti!
**
"İlk görev. Hazır mıyız millet." Dediğinde herkes müdüre odaklanmıştı. Onur'a bakamazdım görev vardı. Göreve çıkıyorduk. Olmazdı!
"Adamımız bu. Ares Duman. Duman Holdingin en fazla hissesine sahip olan bir beyefendi ama aynı zamanda da en kirli işlere bulaşmış biri. Böyle beyefendi görüldüğüne bakmayın." Dediğinde aklıma istemsizce Haktan gelmişti.
"Tarih tekerrürden ibarettir." Diye mırıldanıp gözlerimi ekrana çevirdim. "Sahaya önce Kızıl inecek. Ortamı sizin için uygun hale getirdikten sonra baskını yaparsınız. Ekip, operasyon zamanı!" dediğinde hafifçe gülümsedim.
**

Üzerimde dört tane silah vardı. Buna ek olarak ayakkabılarımda iki bıçak bulunuyordu. Şimdi eğitimlerin hakkını verme zamanıydı. Silahlardaki şarjörleri tekrar kontrol edip yerlerine yerleştirdim. Onur hemen yanımda yer alsa da dikkatimi dağıtmamaya çalışıyordum. Bahadır diğer yanımda bilgisayara bile bağlanan Kurt'un ona özel yaptığı yayı ile bakışıyor oklarının tam olup olmadığını kontrol ediyordu.
Engin ise bir bombacı olduğunun hakkını vererek yanına her türlü patlayıcı maddeyi almıştı. Kısa sürede bomba yapmada Engin'den iyisi yok demişlerdi. Savaş ise keskin nişancı tüfeğini boynuna asmış buna ek olarak bacağına yerleştirdiği fazladan silah ile elimden kim kaçtı ki kurtulsun izlenimi veriyordu.

Kurt işte ona bakamasam da herkese özel kulaklıklar hazırlamış masanın üzerine bırakmıştı. Benim gibi dört tane silah alırken kolundaki dijital saat ve cebine sığdırdığı minik dizüstü bilgisayarı ile ben teknoloji dehasıyım diye bağırıyordu.

Kızıl ise görev esnasında herkesten farklı olarak lacivert üzerine tam oturan bir tulum giymişti. Casus olarak bizden önce içeri gireceğinden dolayı her şey onun üzerine odaklanmış durumdaydı.
"Millet elimden geldiğince sessiz olmaya çalışacağım ama oldu ki bir şey olursa ben gir diyene kadar içeri girmek yok. Anlaşıldı mı? Gerekirse ben giderim kim vurduya ama siz ben gir diyene kadar bekleyeceksiniz. Anlaşıldı mı?" dediğinde herkesin dikkati kızıla toplanmıştı.
Engin; "İstihbaratın kızılını kimseye yem etmeyiz." Dediğinde gülümsedi.
"Önce dosyaları kopyalayıp ardından size haber vereceğim. Sakın ola ki ben tamam girin içeri dediğimden önce hareket etmeyin. Ve Bahar beni yanlış anlama ama en arkadan gel." Dediğinde hafifçe gülümsedim. Kısaca söylemek gerekirse operasyonu senin gibi acemi birisinin batırmasını istemiyorum diyordu. Tamam, anlamında başımı salladım.
İlke herkese iyi dileklerini yollarken bilgisayar başında hazırda bekliyordu. Savaş hemen yanındaydı ve alnına derin bir öpücük kondurdu. Bunu gören Engin hemen konuşmaya başladı.
"İstihbaratın tatlı âşıklarıydı onlar; İlke ve Savaş. Yılın aşkı." Dediğinde Savaş Engin'i kovalamaya başladı.
Ekip hazır bir şekilde birimden çıkarken istemsizce gülümsüyordum.
Binaya gelmek için helikopterle yolculuk etmiştik. Fazla uzun sürmese de bana güvenmeyenlerle beraber olmak sinir bozucu geliyordu. Elime aldığım fazladan mermi ile oynadım durdum. Helikopter yere inince üzerimdeki montu çıkardığım gibi tüm gözler benim üzerime toplandı. Şu anda konuşmamak en iyisiydi. Suskunluğum operasyon anında bir bomba gibi patlayıp herkesi şaşırtacağı o anı bekliyordum.
Buraya gelebilmek uğruna çok mücadele etmiştim. Şimdi herkes Bahar Zorlu'nun kim olduğunu görmeliydi. Onlarda bu yollardan geçmişlerdi ve onların da benim gibi geride kalmadıklarına adımın Bahar olduğu kadar emindim.
Herkes gizlendiğinde başıma nöbetçi olarak Engin'i bırakmışlardı. Herkes ayrı bir yerdeydi. İçimden sinirden kahkaha atmak geçiyordu.
Ahenk kedi gibi tırmanıp binanın tepesine çıktığında bu iş için yaratıldığını fark ettim. Binanın tepesinden işaret ve orta parmağını birleştirip asker selamı verip içeri girdiğinde kulaklıktan "İçerideyim." Dediğini duydum.
"Her yer fazla sessiz. Sanki bir şeyler olacağını tahmin etmişte saklanmış gibiler." Dediğinde kaşlarımı çattım. Durum buydu ve biz kızılı yem diye oyuna mı sürmüştük?

"Bilgisayarların olduğu ana odaya geçtim." Dediğinde ne kadar hızlı olduğunu anlamıştım. Aynı görevde Savaşta vardı ama öncelik her zaman kızılın olmuştu. Yani dediklerine göre. Savaş daha çok keşif yapan hayalet oluyordu.
Uzun süren sessizliği yırtarak konuştu. "Naber millet? Dosyalar başarıyla kopyalanmıştır." Dediği gibi içeri girmek için hazırlanmıştık. Arka kapıdan ben ve Engin girecektik.
Çelik kapıya tekmeyi savurduğu gibi kapı açıldı. Vay canına.
Reverans yaparak "Bayanlar önden." Dedi gülümsedim ve kaşımı kaldırdım. Önce ben gireceğim için daha fazla dikkat etmeliydim. Silahımı çıkardığım gibi içeri girdim. Ve işte o anda pusuya yatmış olan aslan üzerime savruldu. Boğazımdan yakaladığı gibi geriye savurdu.
Boşta kalan elimle kanına vurup geriye savurdum. Tekvandodaki gibi tekme attığımda yerle bütünleşti. Uzun borulardan birine kelepçelediğimde Engin şaşırmış olsa da gardını düşürmemişti.
Elimde silahla o önde ben arkada yürürken gözümü dört açmıştım.

"Fazla sessizsiniz millet durum raporu verin." Diye konuştu Kurt.
"Lara Croft az önce birini etkisiz hale getirdi." Dediğinde gülümsedim. Kod adı olarak Lara Croft'u düşünmüşlerdi.
"Millet şu anda yana döne Ares Duman'ı arıyorum. Hatırlatıyorum Ares Duman benimdir, kimse üzerine alınmasın." Diyerek konuştu kızıl.
"Anladık Gölge senindir." Diye konuştu Savaş.

"Sizce fazla sessiz değil mi?" diye sordu kızıl. Adım adım ilerlerken yavaşça yerimde durdum. Hem arkada olan bendim ve durduğumda fark edilmezdim. Dediği gibi fazla sessizdi ve bu durum tuhaftı. Başımı kaldırdığımda Ninja gibi havada asılı bir adam gördüm. Nişan aldığım gibi iki el ateş ettim. Silahın sesi yankılanırken Onur tekrar durum raporu istedi.
"Lara Croft birini eşek cennetine yolladı." Dediğinde gülümsedim.
"Allah aşkına Red Kit Lara Croft'un ağzı yok mu? Avukatı falan mısın?" dediğinde gömün beni diye düşündüm. Düşünülenin aksine konuşmayacaktım. Mevlana'nın bir sözü buraya tam oturuyordu.
"Hayalet mevzi de misin?" diye sordu Onur.
"Mevziye konuşlandım Kurt tamam." Dediğinde keskin nişancı görevini üstlendiğini biliyordum. "Tehlikeli bir unsur görüyor musun?" diye sordu.
"Lara Croft heyecan yapma tam arkanda zebani gibi bir herif var." Dediği gibi hızlıca dönüp adama tekme attım. Tam ateş edeceğim sırada silahıma vurmuş benden uzaklaştırmıştı. Beni yakalayıp duvara fırlattığında kaşım patlamıştı, kan şakağımdan akıyordu. Engin bacağına ateş ettiği gibi yere düştü ama üzerime gelmeye devam ediyordu. Bu nasıl bir kuvvetti?
Yanıma geldiğinde saçlarımdan kavrayıp havaya kaldırmıştı ve o anda nasıl olduysa ayağımdaki bıçaklardan birine ulaştım ve adamın karnına sapladığım gibi yere düştü.
"Vay anasını sayın seyirciler." Dedi Savaş. "Kız döktürüyor. Zebani gibi herifin işini bıçakla bitirdi. Analar neler doğuruyor hey yavrum hey!" diye kahkaha attığında nefes nefeseydim.
"Çok sevdin izlemeyi galiba." Diye sordu Kurt. "Yok, be Kurt Lara Croft dünya ahiret bacımdır." Dediğinde Bahadır öyle bir kahkaha attı ki herkes kulaklıklardan duydu.
"Eros 'un sesi de çıkarmış." Diye konuştu. "Hay sizin Eros'unuza." Diye mırıldanıp sustu. Herkesin işi bitmiş ortada buluşmuşlardı ama biz en arkada kalandık. Silahımı indirip onların yanına doğru yürürken Kurt'un arkasında bir adam belirdi. Onu kurtarmak için yere ittiğimde benimle beraber yere düşmüştü. Ben üç el ateş ederken adam yere düşmüştü.
Herkes şok içinde olup biteni izlerken Kurt'un üzerinden kalktım ve elimi ona uzattım. Kaşlarını çatmış bana hayretlerle bakıyordu. Bahadır sırtına astığı ok çantasından okunu çıkardığı gibi uzaktaki adamı öldürüp yayını sırtına astı.

Bana mahcubiyetle bakarken iki parmağını kapatmış olduğu atıcı ok eldiveni ile burnuna dokunmuştu.
Kızıl adamın ensesinden sürükleyerek adamı ortamıza fırlattığında bir kez daha hayran kaldım.
"Bakın burada kim var? Ares Duman." Diyerek gülümsedi.
"Bana bakın büyük bir hata yapıyorsunuz ben daha burada ne olduğunu bile bilmezken hangi suçla itham ediliyorum?" diye sorduğunda kızıl adamın yüzüne yaklaşıp öldürücü bakışlar atmaya başladı.

(ARES DUMAN)

"Büyük bir hata yapıyor olsaydık şimdi yerlerde sürünmezdin o çok sevdiğin kıçın o rahat koltuğunda olurdu." Diyerek adamı yerden kaldırdığı gibi sürüklemeye başladı.
Burayı bizden sonra gelenler toparlayacaklardı. Biz sadece Ares Duman'ı alıp gidecektik. Helikopter bizi beklerken herkes toplanmış helikoptere doğru ağır ağır yürüyorduk.
Bahadır koşarak yanıma geldi ve yanağımdan makas aldı. Başımı tüm ciddiyetimle ona çevirdiğimde gülümsedi. "Operasyon anında neden hiç konuşmadın?" diye sorduğunda aklıma ikinci defa gelen sözleri söyledim.
"Suskunluğum asaletimdendir! Her lafa verilecek bir cevabım var. Lakin bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye!" dediğimde kaşlarını hüzünle çattı.
"Kalbimi kırıyorsun ama." Dediğinde ses çıkarmadım. Helikoptere bindiğimde kızıl da bana bakarak gülümsüyordu. Başımı salladım. Bu sırada helikoptere Engin binmişti, ardından Onur ve en son binen ise Bahadırdı. Bana bakıp gülümserken geriden gelen adam kaldırdığı silah ile yerimden fırladım.
Bahadır gözlerimin içine bakarken öne doğru savruldu. Helikopterin sesinden hiçbir şey duyulmuyordu ama adam silahı ateşlemişti.
Bahadır Onur'un kucağına savrulurken Onur onu hemen yakaladı ve sarıldı, gözleri merminin nereden geldiğini arıyordu. Helikopterin kapısına doğru gidip silahımı çıkardığım gibi dört defa ateş ettim. Herkes şok içerisinde yerinde kalırken Onur Bahadır'ı kucaklayıp helikopterin içine çekti.
Savaş pilotla konuştuğu gibi helikopter havalandı. Onur onunla ilgilenirken bende hemen yanındaydım. Bahadır konuşmak istiyor gibiydi ama sözcükler dudaklarından dökülmüyordu. O hissi bilirdim aynısını bende yaşamıştım. Onur uçuş teknisyeninden aldığı sağlık ekipman çantasından tamponları çıkararak eline aldı.
"Bahar Savaş, Bahadır'ı kucaklayıp kendinize doğru çekin. Sırtına yakın olup yaraya baskı yapmam gerekiyor." Dediğinde Bahadır'ı tuttuğumuz gibi yaraya bastırmaya başladı Onur. Bacaklarını iki yana açıp Bahadır'ın sırtını kendi göğsüne yasladığında olabildiğince baskı yapıyordu.
Onur sürekli olarak onun kulağına bir şeyler mırıldanıyordu.
Bahadır'ın elinden tuttuğum gibi bana bakmasını sağladım. Kulağına yaklaştım. "Eğer seni affetmemi istiyorsan bir yere gidemezsin Bahadır." Dediğimde gülümsedi.
"Asıl Yalnız Kurt sensin ama bizi de yalnız bırakıp gidemezsin." Dediğinde üçümüz de gülümsedik. Savaş sürekli olarak pilotla konuşuyor, Engin ve Kızıl Ares Duman'a saldırmak ister gibi bakıyordu.
Hastaneye geldiğimiz gibi Altan bizi kapıda karşıladı. Dediklerine göre burası istihbarat birimi için hazırlanmış özel bir hastaneydi ve Altan da doktor olduğundan dolayı buradaydı. Bahsettikleri ajan, subay, jeoloji mühendisi ve doktor olan adam buydu demek ki.
Onur bir doktor edası ile konuşmaya başladığında şaşkınlıkla onu dinliyordum. Bahadır ise sedyede gözlerini kapatmamaya çalışıyordu.
"Sırtından giriş yapan bir mermi. Sağ skapula(*) altı diye tahmin ediyorum. Nabzı dakikada yaklaşık yüz yirmi beş atıyor. Solunumu ise hızlı. Akciğerlerde kollebe(**) olma durumu gözükmüyor bu da merminin akciğerlerini es geçtiği anlamına geliyor. Sağ kolunda uyuşma olduğunu söyledi. Büyük olasılıkla sağ kola giden sinirlerden biri hasar aldı." Dediğinde şaşkınlıkla Onur'a bakındım. Doktor falan mıydı?
"Anladım. Hemen Bt'(***)ye alıyoruz. Ameliyathaneye söyleyin hazır olsunlar." Dediğinde ameliyathanenin kapısına geliyorduk. Son defa kulağına eğildim.
"Kendini affettirmek istiyorsan o masadan kalkacaksın öyle asıl yalnız kurt benim deyip gitmek olmaz." Dediğimde hafifçe gülümsedi, ben yaşayacağım der gibi. Ameliyathaneye girerken Onur elimden yakaladığı gibi sımsıkı sarıldı. Gözlerim dolarken ondan ayrıldım.
"Yalnız Kurt yalnız ölemeyecek Onur. Sen yalnız ölmeyeceksin. Eğer ölüm varsa ikimizde beraberiz bundan sonra. Ben varım." Dediğimde gülümsedi ve alnıma derin bir öpücük kondurdu.
(*) skapula: kürek kemiği
(**) kollebe: sönme
(***) Bt: Bilgisayarlı tomografi