Yüreğin tam ortasına düşen bilinmezlik bazı zamanlar felaketiniz gibi hissettirebilir. Koca bir ateşe benzeyen güneş rüzgar etkisiyle saçlarımı yüzüme perdeleyişiyle günümüzü aydınlatıyordu. Bana kalbin ortasında bir siyah leke olabileceğini söylediler. O leke gittikçe büyürse eğer; o zaman içindeki güzelliğin ağırca senden sökülüşüdür demektir, senin artık başka bir insan olduğundur.
Karanlık bir günde değildim ama çok karanlıkta kalmış gibi hissediyorum.
Geriden gelen havlama sesleri, karşımdaki yabancı adamın her an taak yapacak gibi vahşi bakışları altında savunmasızca bahçenin ortasında duruyordum. Bu adam kim bilmiyorum ama havlama sesleri yükseldikçe sanırım bahçesindeki bu kızı fazla önemsemedi. Bana baktı ve bir anda bahçe kapısına adımlamaya başladı. Adımları yere sert basıyordu, gözleri bir felaket koparmak ister gibi kapkaraydı ama gözleri yeşildi. Gözleri bir bataklık yeşiliydi.
"Asaf!" İri avucu demir kapıyı kavradı. Kalın sesi yeniden,"Asaf!"diye tekrarladı.
Karşı apartmanın en alt katındaki cam açıldı. Adam bağırmadı, atletli olan başı kel adam yeni uyanmış gibi gözlerini kırpıp esnerken henüz neler olduğunu göremiyor gibiydi. Temiz yüzü dünden tıraşlı gibiydi.
"Ne oluyor, Arman?" İsmi Arman'dı.
"Hayvanını evimin önünden al." Artık bağırmasa da o tehditkari sesi bir zorunluluk yaratıyordu. Gözleriyle dişlerini açmış havlayan köpeği işaret edip,"Al yoksa bu sefer hayvan barınağına gitmesi için elimden geleni yapacağım!"dedi.
"Dostum o sadece bir köpek. Size bir zararı olmaz."
Sadece köpek olan o hayvan biraz önce beni yemek için kovalıyordu. Canımı zor kurtarmıştım. Nasıl zararı dokunmazdı?
"Hala duruyor musun?"
"Tamam, bekle geliyorum." Camı kapattı ve tül perdeyi çekti.
Köpeğin dişleri üzerinden çenesine akan salyadan gözlerimi çektiğimde gözleri anında bana dönmüş olan adama bakıyordum. Derin bir soluk verdi. Konuşmasa da gözleri net ve net bana başına bela almış gibi bakıyordu.
Apartmanın kapısı açılırken adamı gömleğin düğmelerini yarım yamalak düğmelemiş kareli bir gömlekle ve bir şortla gördüm. Avucuna doladığı bağ ile geliyor, kendisinden önce hareket eden göbeğiyle köpeğine koşturuyordu. Yanımdaki adamla köpeğinin yanına gelip tasmasına bağı takışını izledik. Köepk ileri ve geri hareket edip sahibini uzaklaştırmaya çalışıyordu ama tasmaya takılan bağ ile bağı çekip hızla geriye çekti köpeği. Havlamaya devam etti.
"Cesur, oğlum az biraz dur!"
Köpek yere devrilip ayağa kalkıp havladı. Kapıya koşturmaya başladığında adam bağı çekip köpeği yerde sürükledi. Bu köpeğin aşılarının tam olduğundan şüphelerim var benim.
Adama bakıp,"Bence barınak meselesini kapattık, dostum. Ne dersin?"diyerek sırıttı.
Adam ters bir bakış atarak,"Seninle ne gibi bir samimiyetimiz var? Benimle bu tür yakıncıl ve yılışık konuşmaları kes!"dedi.
"Ama ben," Bağı avucuna dolayarak başını havaya kaldırdı adam. "Komşu komşunun külüne muhtaçtır derler. Bir daha böyle bir uyarı yapmazsın diye konuşuyorum sadece."
"Sen belki ama ben kimsenin bir şeyine muhtaç olmam."dedi, sesi haddinden fazla kararlıçıkmıştı. Gözlerini bana çevirdi ve,"Gel."dedi.
Beni yeni fark eden adamı bozuntuya vermezken, yürümeye başlayan adamın arkasından yürümeye başladım. Üçlü basamağa adımladığında bahçeyi yeni yarılamıştım. Aralık kapıyı açtığında kapanmadan kapı kolunu tuttum. Bacakları benimkilerden uzun olduğundan mı bu kadar hızlı yürüyordu? Sinirden olabilirdi belki.
Kapıyı ses çıkarmamaya çalışarak kapadım, iç geçirir gibi bir gıcırtı ilişti kulaklarıma. Dilimi ısırdım. Bedenimi çevirdiğimde gözlerim şok etkisiyle geniş koridorun ortasında duran adam üzerinde dolandı. Etraf sabah olmasına rağmen aydınlık değildi. Salonun kapalı kalın perdeleri güneşi içeri alamıyor ve tek ışık huzümesi mutfaktan gelen o aydınlıktı.
"Köpekten kaçtığın için bahçeye girdin."diye durum önizlemesi yaptı. Gözleri beni seyir eyleyip gözlerime döndü. "Muhtemelen evin buralarda da değil. Hatta uzak bir yerdensin ama yolunu kaybettin."
"Evet." Sesim şaşkınlık doluydu.
Bana bakarak bunu anlayabilmişti.
"Evimin çevresinde izinsiz dolaşan insanlardan hoşlanmam." Temkinli sesi tüylerimi diken diken ediyordu. Adam dik dik baktı. "O geçtiğin kapı kimse içeri girmesin diye yapıldı. Anlatabiliyor muyum?"
"Korktuğum için girdim bahçenize. İsteyerek yapılmış bir şey değildi, beyefendi."
"Korku..." Burnunu çekti, gözleri sola kaydı ve ardından hızla bana baktı. Adam,"Tehlikeden kaçıp felaketin kollarına düştün. Kim olduğumu bilmiyorsun ve benim sınırlarım içindesin."dedi.
Onun sınırları içinde.
O kimdi, peki?
"Bu ne demek?"diye sordum.
"Kim olduğunu bilmediğin insanların bahçesine girmen sakıncalıdır demek." Boşça baktım adamın yüzüne. Derin bir iç çekip,"O adam kafes dövüşçüsüdür. Köpeği bırakmamasının tek sebebi de bu. O köpek her gece dövüşe gidiyor."
"Anladım," Adam bana tuhaf bir bakış attı. "Bahçe kapısını açıp içeri girmem büyük hataydı. Özür dilerim, hala bir sorun var mı?"
Kaşlarını çattı. "Her zaman çabuk mu vazgeçersin?"
"Ben,"dedim. Anlamsızdı bu genellemeler benim için. Her zaman deyimi benim dışımda herkes için yazılmış bir vaka gibiydi. "Ben bilmiyorum."
"Neyi?"diye sorduğunda, söylemesi en güç şeyle karşı karşıya kaldığımı fark ettim. "Neyi bilmiyorsun?"
"Ben bilmiyorum."dedim yeniden. "Kim olduğumu bilmiyorum. Gerçekten ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Sadece hatırlamaya çalışıyorum ama...kafamda koca bir boşluk var ve bir türlü dolmuyor."
Adam, bana inanamıyormuş gibi kafa salladı,"Bu ne demek?"diye sordu.
Ben bir gün bir kaza geçirdim. Anlatması zor ama hatırlamadığım bir şey yüzünden anılarımı aldılar benden. Uyandım ve bana kimliğimle paltomu verip hastaneden uğurladılar. Bilmediğim şeyleri bilmiyordum, bilseydim anlatırdım. Ama hayır, tek bildiğim şey bir bilinmezlik içinde yüzdüğümdü. Kaba bir şey kafama ya baskı yapmıştı ya da beynimin idrak edemediği bir travmayla anılarımdan silinmişti o kareler. Bilmiyorum, anlamıyorum ve anlamadığım şeyleri anlatamıyorum.
Bir gün uyandım ve artık yumuşak yatağımda değil, ağzımda bir solunum cihazıyla bir sedyede yarı uyanık yatıyordum.
"Hatırlamıyorum."dedim. Başımı salladım. "Nerede yaşadığımı hatırlamıyorum. Evden çıktım ama tam olarak neresi olduğunu bilmiyorum. Telefonum yoktu. Birkaç gündür belki tanıdık bir şeyler görürüm ümidiyle sokaklarda geziniyorum ama çok yabancı geliyor. İnsanlar çok kabaydı. İnanın ben izinsiz bir şeyler yapma derdinde değildim. Sadece kendimi bulmaya çalışıyorum, beyefendi."
Gözlerini kısarak,"Hafızanı kaybettin yani."dedi, durum tespiti tam olarak doğruyu gösteriyordu. "Bir şey hatırlamıyorsun ve günlerdir sokakta aylakça geziyorsun. Sonunda bu sokakta köpek seni kovaladı ve bahçeme girdin. Öyle mi?"
"Sanırım bu anlaşılması zor olan bir şey değil." Histerik bir nefes firar etti dudaklarım arasından. "Evet,"diye itiraf ettim. "Köpek kovaladığı için girdim bahçenize ve hiç şüpheniz olmasın şimdi de geldiğim gibi gideceğim."
Arkamı döndüm. Kapı kolunu tuttum ama, adam,"Bir evin yoksa bulana kadar burada kalabilirsin."demişti.
Dona kaldım. Yutkundum, gözlerimi geri çevirdim ve adamın bataklık gözlerine şaşkınlığımı göstermek istercesine bir dakika boyunca göz süzdürdüm.
"Bir dakika," Elimi öne uzattım konuşmaması için. Gözlerine bakarak,"Yani biraz önce bahçenize girdiğim için beni azarlayıp sonra evinizde kalabileceğimi mi söylüyorsunuz? Doğru mu anlıyorum ben?"diye sordum.
"Öncelikle ben seni azarlamadım. Sadece bahçeme girenlerden rahatsız olduğumu ifade ettim."diyerek kendisini açıkladı. Ardından bir adım attı ve,"Evet kalabileceğini
söylüyorum."dedi. "Koridorun sonundaki sağdaki oda boş. Benim odama girmediğin ve salonun perdelerini açmadığın sürece kalmanda bir sakınca yok."
"Ciddisiniz." Dudaklarım aralandı.
"Ne o?" Kaşları alnına kalktı. Çenesini dikleştirdi ve,"Epey şaşırmış görünüyorsun. Yardım edemez miyim yani?"dedi.
"Ben,"dedim. Güldüm. "Çok teşekkür ederim."
"Sana hoşlanmadığım bir başka şeyi söyleyeyim mi," Bir adım geldi ve karşımda durup sesini açtı bana. "Teşekkür eden insanları sevmem."
Ona garipseyerek,"Nasıl yani?"diye sordum, biraz da anlamamış gibi görünerek. "Teşekkür eden insanlarla derdin ne olabilir ki?"
"Fazla," Sırıttı. "Aptallar."
Belli etmez gibi alttan vurduğu laflar resmen üzerime çullanan kar yığını gibi kafamda soğukluklar bıraktı.
"Peki," Evinde kalmama izin vermişken ters bir şey yapıp kendimi buradan
kovdurmayacaktım. Derin bir nefes vererek,"Perdeler konusunda ısrarcı mısın?"diye sordum. "Boğucu bir hava veriyor."
"Aksini mi düşünüyorsun?" Bakışları sanki aksini söylesem kapıyı açıp beni dışarı koyacak gibiydi. Kim bilir, aklında da bu vardı belki.
"Detaylar kişilere özeldir." Gülümser gibi dudaklarımı esnettim. "Elbette sorun yok." Aslında kocaman bir sorun vardı. Ev duvarların krem rengine bürünmüş gibi duruyordu. Koyu kahve kumaş koltuklar ve siyah parlak biblolar. Neyseki garip ışıklandırmalar evi bozmuyordu.
Hayatımda garip bir şekilde değişimler hissediyordum. Olabilecek en garip şeyler beynimi dumura uğratmıştı.
"Neyse," Arkasını dönüp salon kapısına yürümeye başladı. Girmeden önce,"Odayı bulursun diye tahmin ediyorum."demişti. Bu...fazla mı rahattı?
Arkasından,"Tabii bulurum."dedim. "Sen hiç geçirmeye zahmet etme. Hemen burada zaten, zahmet etme yani!"
Gülüşünü duysam da göz devirişime dönüp bakmamıştı bile. Onun duymayacağı bir tonda,"Küstah."diye söylenerek koridorda yürümeye başladım. Bir gün evine bir kız geldi ve odasını verdi ama sadece biraz konuşup sonra yerine, salonuna dönmüştü. Benim gerginliğime aksin adam çok rahat davranıyordu.
Koridorun sonundaki sağ kapıyı açtım. Odanın perdeleri yoktu çünkü bir camı da yoktu. Bu evde hiçbir perde açılmıyor, hiçbir cam aralanıp da o rüzgarın kadifemsi okşayan dokusunu hissedemiyor ve güneşin mucizevi umut saçan güzelliğini hissedemiyordu. Bu onun için büyük şanssızlık olmalıydı. Bence ben aydınlığı sevenlerdenim. İçeri girdiğimde kapıyı kapatmadım, koridorun ışığının içeri vurmasını diledim.
Işıksız kalan bu adam ruhunu da mı karartmaya çalışıyordu yoksa?
Kapının hemen sağında bir gardırop vardı. Solumda aynalı bir çekmece ve boş bir kitap rafı vardı sol köşede. Adımlarımın duraksadığı yatağa bakındım. Koyu kahve çarşaflar üzerinde iki tane krem yastık vardı. Beyaz komodin odadaki tek aydınlık saçan renkti sanki. Kahve ve siyah renkler fazla ağırlıktaydı.
Yatağa oturdum. Ellerimi çarşafın üzerine koyduğumda iç geçirişim firari bir yangın gibiydi ağzımdan kaçan. İçimde bir yangın vardı ve sanki nefeslerimi saldıkça o yangının kıvılcımlarıetrafımı dört bir yandan kuşatıyordu. Başımı kaldırıp tavana baktım; bir avize vardı ve o günü aydınlatacak olan tek ışık huzümesini bana verebilirdi. Bu evdeki tek ışık benim odamdan çıkacaktı.
Başımı yastığa devirip bacaklarımı karnıma çektim. Yumruklarım birlenip çenemin altına iliştiğinde gözlerimi sıkıca yumdum. Uykum yoktu. Sızlayan kemiklerim sadece yatağın yumuşaklığına ihtiyaç duymuştu. Sadece yumuşamaya ve o ısıya ihtiyaç duymuştu.
İçimde kalan tüm iyi dileklerim sadece anın boşluğuyla bir bir kayboldu.
Güneşin yeniden bir çiçek gibi açtığı o yeni günde gözlerimi aynı sıradanlıkla açtım. Mutfağın arka kapısına yürüdüm. Cam kapı dışından bahçenin yeşil çimlerine ve çam ağaçlarına bakıyordum. O yeşil bana merhameti, güneşin sarılığı hassasiyeti ve göğün maviliği umudu yansıtıyordu.
Kahve makinesinin düğmesine basıp beklerken içim kıpır kıpırdı. O güneş almayan her alanın aksine güneş veren bu alan benim dünyam gibi olmuştu. Rüyamda bir şeyler görmek isterdim geçmişe dair. Belki bir rüya kesiti bana güzel bir anı paylaşır ve ilk hatıra başka bir hatırayla güzelleşirdi ama...gördüğüm tek şey denizdi. Bu göğün maviliğinde olan şiddetli dalgaları olan bir deniz sadece.
Kafamın içindeki okyanus bulanıklaşmıştı. Ne tarafta kaya ne tarafta uçurum vardı göremiyorum. Dalgalara tutunarak kendimi akışa bıraktığım bu okyanustaki tek çıkış yolum gerçeklerin acıtıcı olmamasıydı. Diğer türlüsü zaten bir düş alemiydi.
Kahveyi porselen fincana aktardım. Yüzeye çıkan köpüklere iştahla baktım. Tabağına fincanı koyarak yürürken koridora geçtiğim o an bir sese tanıklık etti kulaklarım. Bir mırıldanış, bir ağlayış sesi...
Merakım beni yokuşa sürüklediğinde ağırca salonun kapısına adımladım. Eşikte duraksayan adımlarıma öncülük eden bakışlarım koltukta yatar pozisyonda oturan adama kaydı. Sol elinde bir kadeh vardı. Dirseği koltuğun koluna dayanmış, elindeki kadehin içindeki sıvı yere dökülecek gibi her nefes alışverişinde dalgalanıyordu. Arka fonda anlamadığım bir dilde şarkı çalıyordu. Son mırıldanış gibi gelen sözlerle adamın sol gözünden bir yaş süzüldü. Ağlıyordu. Zihnim, erkekler ağlamaz, diyordu ama o ağlıyordu. Zihnim, kırılmış kalpler ağlar, diyordu ve adam gözyaşlarını akıtıyordu. Yavaş ve duyguyla.
Bataklık yeşili gözler gözlerini kapattığı için görünmüyordu. Şimdi sadece koyu kahve dağınık saçlarının alnına saçılmış o halini fark edebiliyordum. Yanık bir teni vardı. Uzun kirpikleri göz altlarına uzanır gibi yatmış, zarif gül kurusu dudakları birbirine kapanmış halde duruyordu. Kirli sakalları vardı; tenindeki tek kusur gibi görünen bu şey mükemmelleyitçi bir etki yaratıyordu. Sanırım bunu sevdim, sanırım bu kusursuzluk garip bir şekilde çekici görünüyordu. Bunun dışında geniş omuzları ve heybetli bir bedeni vardı. Gözlerinin yanlarındaki çizgiler yaşını almışlığından olsa gerekti. Otuzu devirmiş gibi görünüyor.
Bir anda gözleri açıldığında korkarak geriye adımladım. Saklandığımı düşünsem de beni görmüştü ve,"Ne yapıyorsun sen orada?"diye sormuştu. Eyvah, fark etti beni.
Birkaç adım attım. İçeri yönelen ayaklarımın ifadesiyle,"Şey,"dedim. Kahveyi öne uzattım ve,"Sana kahve getirdim."diye mırıldandım.
Elindeki kadeh salonun ortasındaki ahşap sehpaya gitti. Ayağa kalktığında bana
bakıp,"Kahve?"dedi sorarcasına. Bir adım attı ve gözyaşının silinmiş olan ıslak yoluna bakarken dudaklarının açıldığını fark ettim. "Saat kaç? Neden erken uyandın?"
"Bilmiyorum. Uyandığımda hava karanlık gibiydi zaten." Saat dörtten itibaren ayaktaydım zaten. Dilimi ısırdım. "Kahve içer misin?" Tatlıca gülümseyip,"Yeni yaptım."dedim.
"Geç, otur." Koltukları işaret etti. "Ayakta dikilme."
Ağırca yürüdüm. Fincanı bir an elimden bırakmadan tekli koltuklardan birine oturdum. Odaya girmeyen ışıklarla bayağı basık duruşu içimdeki karamsar kızı biraz ortaya çıkarıyordu. Şuan pek tanımadığım, hiç tanımadığım, bu adamla karşılıklı oturuyorken fazla gergin ve düşünceliydim. Acaba aklından ne geçiyordu?
Bakışlarım havaya kalktı. Adamın gözleriyle buluşurken kadehi dudakları arasına yerleştirişini seyreyledim. Büyük bir yudumla sıvıyı yuttu. "Ee,"derken bana viski şişesine uzandı. "Ne yapacaksın bugün? Tüm gün yatıp yemek ihtiyacıyla mutfağa girmeyeceksindir umarım."
Gerçekten merak ettiğinden sormadığına emindim. Kendisini gördüğümü fark etmişti ve bunu konuşacağımı sanki bilir gibi araya benim gündelik işlerimi katmıştı. Yine de konuşacak bir arkadaş bulduğuma sorusuyla çok sevindim.
Boş duvarla konuşmaktan iyidir herhalde.
Düşündüm, uzun süre. Bilmediğim bir evrene gelmiş gibi hisseden beynimin yöneldiği tek gerçeklik; her şeyi hatırlayana kadar hayata tutunmak için bir iş bulmaktı. O zaman yeni giyisiler alabilirdim.
"Bir iş bulacağım."dedim, kararlıydım. Ama daha ne iş yapabileceğimi bile bilmiyordum. Neyde başarılı neyde başarısızdım bilmiyordum. Belki alerjim olan şeyler vardır, belki hoşlanmadığım şeyler, belki iğrendiğim ve utanç duyduğum şeyler vardır. Hatırlamıyordum, dünyaya yeni gelmiş gibi hepsini tadarak öğrenecektim.
"Ne iş yapacağını biliyor gibi konuşuyorsun," Alaycıl bir ifadeyle döndü bataklık yeşili kara gözleri. "Kaç yaşında olduğunu biliyor musun? İsmini yeni öğrenmiş gibi söylemiştin. Muhtemelen de yeni öğrenmiştin. Başarılı olman düşük ihtimal, Leyal."
İsmim...evet buydu. Ama bana yabancı gibi gelmişti.
Dudaklarım aşağı kıvrıldı. Huzursuzca,"Biliyorum."dedim. "Hastane görevlisi söylemişti ismimi. Ama acıtan şey ismimi görevliden duymak değildi."
"Neydi?"diye sordu.
Gözlerine baktım. "Bir süre komada kaldığımı söyledi, doktor. Üç ay kadar bir süre." Başımı salladım. "Ama kimsenin ziyaretime gelmediğini öğrenince çok daha kötü oldum. Bir ailem varsa da gelmemişti. Belki arkadaşlarım bile yoktu ki gelmemişti. Kimsesiz gibi hissettim kendimi. Gidip geldiğim yerler de pek iyi gelmedi bana."
"Belki de seni düşünen kişilerin yapmacık bir ziyaret yapacağına uzak durmaları daha iyidir."diye yorumladı durumumu. Yatıştırır gibiydi ama sözleri sadece gerçekleri dile getirmekti. Omuz silkti ve,"Dost acı söyler."diye mırıldandı.
"Yani biz dost mu olduk?"
"Artık öyle." Kadehinden bir yudum aldı. Dudaklarını açarak,"Kafası yerinde olmayan bir kıza kaba davranacak değilim."diye konuştu. Tebessüm etmiyordu, gülmüyordu. Sadece bakıyordu. "Biz insanız. Biz kötü şeyler yaşayabiliriz. Gerçek insan olduğumuzu da kötü zamanda anlayışlı davranarak gösteririz."
"Doğru." Gülümsedim. "Çok doğru."
"Biliyor musun," Bedeni koltukta öne kaydığında gri rengi gözlerimi gözlerine çevirdim yeniden. "Çok masum bir yüzün var. Küçük bir ergen gibi görünüyorsun ama değil gibisin de. Araf...araf gibi. Aynaya baktığında görebiliyor musun?"
"Aynaya bakmadım." Fincanın sıcaklığını avuçlarıma hapsettim. Başımı yere
düşürüp,"Bakmak istemedim."diye devam ettim. "Bazen aynadaki yansımalar gerçeği söylemiyor."
"Dış görünüş önemli değil midir sence?"
"Değildir." Netçe bakışlarımı gözlerine diktim. Hızla konuyu değiştirerek,"Sen içmiyorsan ben içiyorum."dedim kahveyi kast ederek. Gözleri tepkisiz kaldı. Arkama yaslanıp fincanı dudaklarım arasına yerleştirip küçük bir yudum aldım. Acı kahve tadı boğazımdan süzülüp mideme iniş yaparken tadı her ne kadar acı olsa da sevdiğimi biliyordum. Kalktığım ilk an bunu yapmak istemiştim.
Uzun süren anlamsız bir sessizlik oldu aramızda. Ama ben fark ettim, anladım ki bu evde bu sessizlik olağan bir durumdu. İsmi Arman olan bataklık yeşili gözlü güzel adam sadece gözlerini kadehine devirdi ve sarhoş olmayı düşünmeden içti. Kadehler yenilendikçe içiyor ve her seferinde daha net bakan gözleriyle bir bana bir kadehine bir de boş ekranıyla duran televizyona dönüyordu. Koca bir boşluk vardı. Kocaman bir bilinmezlik vardı.
Bu adam ağlamıştı. Tek bir gözyaşı damlası olsa da acı kırıntılarıyla dökülmüştü o yaş. O ağlayabiliyordu ama benim ağlayabilecek bir nedenim yoktu. Bu bilinmezlik içinde çalışırken sadece çabalayacaktım. Sadece yeni güne alışırken hayatıma dahil ettiğim ilk kişiye kim olursa olsun hayranlık duyarak geçirecektim saatlerimi. Bana tehlikeli olduğunu ima etmişti. Evinde izinsiz misafirler görmekten hoşlanmayan, teşekkürleri sevmeyen bir adamdı o. İsmi Arman, evinde yalnız ve içkisiyle memnuniyetsiz bir yaşam süren bir adamdı. Tıpkı birçok romana konu olmuş o mutsuz hayatına alışmış erkek karakterler gibiydi. Gerçeküstü gibiydi. Yabancı ama çok tanıdık bir anlayış içinde.
Dilimi yakan o acı tada alıştım. Sık sık göz göze geldiğim adamın inceleyiş harektine alıştım. Gözlerimdeki bilinmezliğe, içimdeki boşluğa ve evin bu karanlığa gömülüşüne kolayca alıştım. Tıpkı yalnız olduğumu sezdiğim an gibi, tıpkı boş bir hayat süreceğimi sandığım o anlar gibi alıştım.
Bazen kendinizi başka bir zaman diliminde bulmak istersiniz. Bazen aşık olmak istediğiniz bir an, bazen aşktan kurtulmak istediğiniz bir an. Bazen umut ettiğiniz ve bazen bundan kurtulmak istediğiniz. Hayat çelişkilerle doludur. Hayat bir medcezirdir ve siz nerede olduğunuzu anladığınız o an hayatta yerinizi bulmuşsunuzdur demektir.
Bende tam olarak onu bulana kadar çabalayacağım.