4. Bölüm | Avukat Rüzgar Esenler

2314 Words
Saçlarımı topuz yapmaktan vazgeçip omuzlarımın üstünde serbest bıraktım. Koyu kestane tonundaki dalgalı saçlarımı seviyorum. Kimi zaman sarı saçlarım olmasını istesem de bu fikirden kuaföre gitmeyi pek sevmediğim için vazgeçmiştim. Aslında saçımla oynanmasını sevmiyorum. Kuaföre saç kestirmeye gittiğimde sanki kasten çekip canımı acıtıyorlarmış gibi geliyor. Ama aslında saç diplerim hassas. Çocukken bir defasında kuaförde ağlamıştım. Saçımı çok çekiştirdiği için... Annemde o zaman benim için kuaförle tartışmıştı. Oysa sorun bendeymiş. Dolaptaki kıyafetlerimden bir tişört bir kot pantolon çıkarıp hızlıca giyindim. İş görüşmesine giderken daha resmi giyinmek gerekli aslında ama işi almam garanti olduğu için umursamadım. Canım Şinasi amcam. Babaannem kahvaltıyı Güler yengemle birlikte hazırlarken uyuz Özge kanepede yayılmış oturuyordu. İnsan kalkıp yardım eder. Mutfağa gidip çaydanlıkları aldım. Kalabalık olduğumuz için çaydanlık oldukça doluydu haliyle ağırdı. Ellerim titreye titreye masaya kadar ulaştırdım. Can merdivenlerden inerken ıslık çalıyordu. "Günaydın Yarenimiss, bugün yine çok güzelsiniz." "O senin güzelliğin beybisi." Can yüzünü buruşturdu. "Beybisi ne ya? Sen de çok yakışıklısın Canımcan demen lazımdı." "Affedersin. Her zamanki gibi çok yakışıklısın Can'ımız." Tuba'ya pijamayla yanımıza geldi. Esneyerek başını abisinin omzuna doğru bıraktı. Koluna ahtapot gibi sarıldıktan sonra "Yaa ben uyumak istiyorum." diye mırıldandı. Dedem arkadan bastonunu kaldırıp "Bu evde kurallar var! Herkes saat sekizde kahvaltıda hazır olacak!" dedi katı bir tavırla. Dedemin bir dönem komutanlık yaptığını hatırlayınca korkmaya başladım. Ya bizi askerleri sanıp evin içinde idman yaptırırsa. Bittik. Rüya'da dedemizi destekleyerek "Aynen, dedemin askerleriyiz!" diyerek hazır ola geçti. "Aslan torunum." Torunum dediğine göre bugün aklı yerinde. Çok şükür. *** Kahvaltı sırasında babam amcama dönüp "Arsaları satalım." dedi. "Anlamadım." "Arsaları satalım." "Ne dediğini duydum ama neden satacağımızı anlamadım." "Gak Tavukçuluğu ipotekten kurtarmak için paraya ihtiyacımız var. Bu yüzden gayrimenkul olarak elimizde ne varsa satmalıyız." "Banka zaten bizim üstümüze olan her şeye el koydu. Neyimiz var ki neyi satalım?" Amcamın sert tepkisi üzerine babam dedemi işaret edip "Arsalar babamızın üstüne, iyi fiyata alıcı bulursak o arsalar işimizi görebilir." dedi düz bir sesle. Özge bunu duyunca heyecanla ayağa kalkıp "Harika! Hemen satın öyleyse! Ohh nihayet bir yol bulundu. Bu kabus hiç bitmeyecek sanmıştım." diyerek boş boş konuşmaya başladı. Sedat dedem çayını yudumlarken "Eskiden o arsalar hep dutluktu. Dedim bu dutlukları bileziklerini satıp alalım Rüviş. Kırmadı beni. Verdi elinde ne var ne yoksa. Ben de biriktirdiklerimi koydum ortaya. Doğukentin taaa en sonunda ne kadar dutluk varsa hep aldıydık. Ama onları artık satamazsınız." dedi. Dedemin bu hastalığı bazen hiç yokmuş gibi hissettiriyordu. Öyle güzel aklı başında konuştu ki onun alzheimer hastası olduğuna kırk şahit lazımdı. Babam gerilmişti. Yüz ifadesinden belliydi. "Neden satamayız baba?" "Çünkü o arsaları senle abin iş kurarken satıp parasını abine yolladım. Söylemedi mi?" Babam şaşırmıştı. Amcam ise umursamazca peynirini çiğniyordu. "Özcan, babam doğru mu söylüyor?" Amcamdan evvel Rüviş yanıtladı. "Baban doğru hatırlıyor. O zamanlar Özcan aradı. Çok para lazım dedi. Bizimde elimizden gelen arsaları satmak oldu." Amcam ise ayağa kalkıp "Doğru söylüyorlar. Seninle ortak olmak için param yoktu. Babamlardan yardım istedim. Bir itirazın mı var?" dedi sert bir tonda. Babam artık kızgındı. "Neden benim haberim yok? Ne hakla babamın malını kafana göre benden gizli harcayabilirsin? O arsalarda benimde miras hakkım vardı!" "Babam ölmemişken neyin miras hakkı bu? Sen söyle Yaren, avukatsın bilirsin. Deden sağken istediğine istediği malını veremez mi?" "Amca ben aranıza girmek istemiyorum. Sonuçta aile gelenekleri, miras kanunlarına göre şekillenmiyor. Elazığ'da kimi aileler geleneksel olarak kızlarına miras bırakmazken kanunlar kızlarında eşit pay sahibi olduğunu söyler. O yüzden kanunlara göre konuşmanın anlamı olacağını sanmıyorum." Amcam cevabımdan hoşnut kalmamıştı. "Her neyse geçti gitti. Şimdi önümüze bakmalıyız. Şirketi kurtarmak için ne yapabiliriz, nasıl ipoteği kaldırabiliriz, bunu düşünelim." Babamın öfkesi daha geçmemişti. "Onu sen arkamdan iş çevirmeden önce düşünecektin. Bu saatten sonra Gak Tavukçuluk umurumda değil. Otur düşün, bulabiliyorsan bul bir yolunu!" Babam kahvaltıyı terk edip dışarı çıkarken Özge'de kindar bakışlarını amcamın üstüne saldı. Sanki onun banasının arsaları elden gitmiş gibi "Hiç beklemezdim! Gerçekten olacak iş değil! Oldu olacak bu dubleks evide satıp kıçınızı kurtarmaya bakın. Zaten benim kocam enayi ya yıllarca bunu da saklarsınız! Ayıp ayıp!" diyerek çemkirmeye başladı. İlk defa cici anneme hak veriyordum. Amcamın yaptığı hiç hoş değildi. En azından babamdan saklamasaydı bugün babam bu kadar kötü hissetmezdi. "Gelin hanım sen karışma. Kocanı düşünüyorsan git onun yanına. Haydi." Güler yengem Özge'nin yanına gelip "Özge gel biz biraz dışarı çıkıp hava alalım." dedi kocasının kaba davranışını affettirmek istercesine. Can ile Tubiş'de benim kadar şaşkındı. Güzel başlayan kahvaltımız olaylı sona ermişti. Ayağa kalkıp "Herkese afiyet olsun." deyip odama çıktım. Hazırlanıp aşağı inince beni Can karşıladı. "Nereye?" "İş görüşmesine gidiyorum." "Nerede o iş görüşmesi?" "Adresi burada yazıyor. Minibüs geçer mi oradan?" "Gel ben seni bırakırım." "Harikasın Canım Can!" Tubiş mutfaktan çıkıp kapıda bizi yakaladı. "Yaa bensiz nereye!" "Yaren'i iş görüşmesi için götürüp hemen dönerim. Kapalıçarşıya uğrarım belki, ordan var mı isteğin?" "Orcik şekeri istiyorum." "Ayy benimde canım çekti. Payımı ayır Tubişkom." "Göbeğimi korumam lazım. En iyisi abim senin içinde bir paket alsın." Rüya'nın hangi ara yanımıza geldiğini bilmiyorum ama "O halde 3 paket alacak." dediğini duyunca varlığını fark ettim. "Üç cadıya üç paket orcik şekeri siparişi alındı. Daha fazla masraf artmadan gidelim Yaren." Rüviş bizi son dakika yakalayıp "Harçlığın var mı bakim?" diyerek çıkıştı. "Rüviş o kadarda fakir değiliz. Kredi kartım var." "Olsun sen bu yirmiliği al yanında bulunsun." Rüviş parayı zorla elime verip "Allah hayırlı kapılar açsın sana yavrum. Gül yüzün daima gülsün, kötülükler senden uzak dursun." dedi içten bir duayla. Canım babaannem. "Amin." dedim ben de haliyle. Böyle güzel dualara amin denilmez mi? Bir de her tuttuğun altın olsun deseydi iyiydi. Bir gram altın 550 tl olmuş. Evlensem millet gram altın dahi takamayacak bu gidişle. *** "Can motosikletini nasıl Elazığ'a getirdin? İstanbul'dan sürüp getirmedin herhalde?" "Kamyoncu tanıdıklarım var." dedi alaycı bir tınıyla. Motosikleti park edecek yer zor bulmuştuk. Gazi Caddesi diye bir yer var, sanki tüm Elazığ burada. Kalabalık arasında güçlükle yürürken bir yandan Can'ın canını sıkmak için "Kamyoncu arkadaşlarına söyle de seni yanlarına alıp çalıştırsınlar. Hazır 7 yılda üniversiteyi master yapıp bitirmişken seni kaçırmasınlar." dedim aynı alaycılıkla. "Allah'ım ya gören diyecek üniversiteyi 7 yılda bitiren tek benim. Aynı babam gibisin. Amcasının yeğeni!" "Benle Tubiş senden iki yıl sonra üniversiteye başladık ama aynı yıl mezun olduk. Tembelsin işte kabul et." "Yaa ne tembeli, bölüm hocaları bana kafayı takmıştı o yüzden mezun etmediler." "Hep böyle derler." Can kaşlarını çatıp adımlarını hızlandırdı. Arkasından koşturmak zorunda kaldığım için içimden ona bildiğim tüm küfürleri sıraladım. Örneğin; Çam Yarması, Katıksız öküz, Dana yavrusu, Miskin kedi... Bel altı küfürleri lügatımdan çıkaralı çok oldu. Mesleğim gereği o tür küfürlere karşıyım. Zaten salak birine salak demek suç. İçinden de, kimse duymasın. "Can ya! Yoruldum!" "Geldik zaten." "Bu bina mı? Belediye İş Merkezi deyince başka bir yerde sanmıştım." "Bu binanın adı Belediye İş Merkezi. Burada çalışacaksan eğer ilk başta bunu aklında tut Yaren hanım." "Oldu Canımcan!" Belediye İş Merkezi kısaltsam BİM oluyor. Aa yoksa BİM'in açılımı bu mu? Belediye İş Merkezi'nin merdivenlerinde ilk gözüme çarpan girişteki çiçekçiydi. Sevgilim olsa beni ziyarete gelse 'çiçek almayı unuttum' deme lüksüne sahip olamayacak. Yazık yazık. İçeride ise Fenerbahçe forma ve onunla ilgili lisanslı ürünler satan bir dükkan vardı. Neden ilgimi çektiyse. Fener'li değilim. Yaşasın Elazığ Spor. "Aaa baksana burada bir çok mağaza varmış. İş çıkışları alışveriş yapmak için ideal bir işim var." "İşe alındında sanki." "Şinasi amcaya güveniyorum. Beni buraya boşuna yollamamıştır." "İyi bakalım." Asansöre binip üst katlara doğru çıkarken "Ya sen niye bindin ki?" dedim. "İşin iyi mi bakmam lazım." "Çocuk muyum ben ya? Elimden tutup öğretmenime teslim et oldu olacak." "Mantıklı aslında. Ver bakalım elini." Elimi tutunca eline vurdum. "Bırak be, kısmetlerimi daha fazla kapatma. Üniversitede zaten huzur vermedin. Bari iş hayatıma karışma." Alıngan bir tavırla; "Ben sadece kız kardeşimle kuzenimi çakallardan korudum." dedi. "Ya senin yüzünden koca fakültede erkek sinek bile yanımızdan geçmez oldu. Hadi herkese sevgilim olduğunu söyledin, ya Tuba senin kardeşin kardeşin! İnsan kardeşiyle sevgili olduğunu söyler mi? Yalanın ortaya çıksaydı vallahi daha kendine iftira attığını söyleyemeden baban kalpten giderdi." "Ben mi dedim? Tuba'nın yanında beni görenler sevgilisi sandı ben de bozuntuya vermeyelim demiştim. Ne bileyim dört yıl boyunca millet öyle sanacak." "Yaa bi de işin komik tarafı ikimizde yanındayken 'vay be iki sevgilisiyle birlikte takılıyor, ne günlere kaldık' diyenleri duydum. Acaba diyorum, biz deli miyiz? Ne diye seni ifşa etmedik?" "İşinize geldi çünkü! Üniversitedeki çakalların peşinize düşmemesi için beni kullandınız. Kabul et." Biraz düşününce Tuba ile girdiğimiz iddia aklıma geldi. Gerçekten Can Arıkan kuzenlerim kurbanı olmuştu. İddiamız ise şöyleydi. 'Can'ın gerçek kimliğini ilk ortaya koyan kaybeder. Kazanan ise kaybeden kişiye üniversite boyunca her işini yaptırabilir.' Bu yüzden ne ben arkadaşlarıma Can'ın kuzenim olduğunu söyledim. Ne de Tuba arkadaşlarına onun abisi olduğunu söyledi. Böylece dört yıl geçip gitti. *** Can'ı ikna edip Hayal cafeye yollamıştım. İş görüşmesinde yanımda olması abes kaçardı. Önüme çıkan kapıyı çalıp içeri girdim. Avukatın odasını görmeye beklerken dört oda kapısı ve bir sekreter ile karşılaştım. Kot pantolon ve tişört ile sekretere göre oldukça sıradan görünüyordum. Onun giydiği kumaş pantolon ve beyaz gömlek kadına oldukça yakışmıştı. "Merhaba, Avukat Rüzgar Esenler ile görüşebilir miyim?" "Randevunuz var mı?" dedi kibar bir sesle. "Hayır yok." "O halde randevu oluşturalım." "Randevuya gerek yok. İş görüşmesi için geldim. Şinasi bey beni yönlendirdi." "Bir dakika." deyip telefonu eline aldı. Kısa bir süre sonra "Şinasi bey size birini yönlendirmiş. İş görüşmesi için. Peki efendim." deyip telefonu kapattı. "Görüşmek istemiyor. Yarın gelmenizi söyledi." "Şaka mı bu?" aniden sinirlenmiştim. Görüşmek istemiyor ne demek? "Odası hangisi?" "Hanımefendi, anlayışlı olun lütfen. Rüzgar bey müsait değil." Kapılara baktım Rüzgar Esenler yazan kapı gözüme çarpınca bir hışım içeri daldım. Arkamdan koşturan sekreter ise umurumda değil. Bir adam içeride pencere kenarında sandalyede oturmuş ellerini başının arasına almıştı. Kızarmış gözlerle bana dönünce içimde bir korku günyüzüne çıktı. Adam madde bağımlısı olduğu için gözleri kızarmışsa, sinirlenip beni pencereden atarsa ne olacak? Daha hiç aşık olmadan ölmek istemiyorum. "Ahsen! Görüşmek istemediğimi söylemiştim!" Sesi gergindi. Aynı zamanda çok sert çıkmıştı. "Özür dilerim Rüzgar bey Ahsen hanımın bir suçu yok. Ben sizi görmeden dönmek istemedim." "Sen çıkabilirsin Ahsen." Ahsen odadan çıkınca Rüzgar tekrar başını tutup şakaklarını ovdu. "Kimsin sen?" "Şinasi amca..." "Ahsen söyledi. Kimsin? Adın ne?" "Yaren Arıkan. Yeni mezun avukatım. İşe ihtiyacım var." "Benim bir avukata ihtiyacım yok. Gidebilirsin." "Ama Şinasi amca demişti ki..." "Elemana ihtiyacım var dedim. Avukata değil." "Peki ne elemanı olarak işe başlıyorum?" "Özel asistanım olarak çalışmayı kabul edersen iş senindir." "Kabul ediyorum." "İyi o halde şakaklarımı ovalayarak çalışmaya başlayabilirsin." "Ne?" "Kapı orada. İstediğin an gidebilirsin." Gururumun incinmesi kimin umurunda? Kapıya doğru iki adım atarken babam ile konuşmamızı hatırladım. Hem kendimi ispat etmeliydim hem de ailemin zor zamanlarında onlara ekonomik olarak rahatlatmam gerekiyordu. "Maaşım ne kadar olacak?" dedim arkam dönükken. "Yedi bin. Yemek ve sigorta." Yedi bin mi? Bir asistan bu kadar çok maaş mı alıyor? Vayy be! Ayda iki altın alınır bu maaşla. Asgari ücretin bir altın etmediğini düşününce bu gerçekten iyi bir rakamdı. "Peki, kabul ediyorum." Odanın içinde tekrar yön değiştirip serçe adımlarla hiç tanımadığım siyah saçlı adama yaklaştım. Madde kullanıp kullanmadığından nasıl emin olacağımı düşünürken dönen sandalye yavaşça bana doğru döndü. Ahh o kırmızı gözlerin içindeki kahverengi harelerin güzelliğini yeni fark ettiğim için kendimden utanıyorum. Ben hiç böyle sütlü kahve tonunda gözler görmemiştim. "Durup sadece bakacak mısın?" "Hımm şey, ben masaj yapmasını bilmiyorum. Hukuk fakültesinde bunun eğitimini görmedik malum." "Okul her şey değildir. İnsan kendini eğitmeli, devamlı hayata dair yeni şeyler öğrenmeli. O zaman yaşamanın anlamı olur." Karşımdaki avukat bozuntusunun başı ağrıdığı halde böyle mantıklı konuşuyorsa iyi günlerinde beni hayat tecrübesiyle ezeceği kesin. "O halde kendine masaj yapmaya devam edebilirsin. Ben de sana bakıp nasıl yapılacağını öğrenirim." Ayağa kalkıp ellerimi avuçlarının arasına aldı. Tam ona 'ne yaptığını sanıyorsun' diye çemkirecekken parmak uçlarımı şakaklarına koyup dairesel hareketler çizmeye başladı. Ben olayı idrak edemeden "En iyi öğrenme yöntemi izleyerek değil, yaşayarak öğrenme yöntemidir. Uygulamalı dersler bu yüzden var." dedi düz bir sesle. Aramızdaki mesafe o kadar az ki bir adım daha atsam bedenlerimiz çarpışacaktı. Bu yüzden olduğum yerde hareketsiz dururken nefes dahi almadığımı fark ettim. Ve aldığım ilk nefeste Rüzgar'ın ten kokusuyla harmanlanmış baş döndürücü derecede insanı etkisi altına alan parfüm kokusu ciğerlerime hücum etti. Ben ilk görüşte aşka inanırım. Ama ben Rüzgar'a değil sanırım kokusuna aşık oldum. Acaba parfümünün markasını sorsam mı? Parmaklarım hâlâ şakaklarında gezinirken ellerimin üstünden ellerini çektiğini fark ettim. Ben ise aynı tempoda ovmaya devam ediyordum. "İyi bir asistan olacaksın." "Hayalim iyi bir avukat olmak." "Yeterince rakibim var." dedi gergin bir tonda. İyi bir avukat olma düşüncem hoşuna gitmemişti. "Ha bir eksik ha bir fazla..." "Parfüm kokun başımı daha çok ağrıttı." deyip benden uzaklaştı. "Hay aksi! Tam da masaj yapmayı öğreniyordum." "Bu kadar üzülme. Bir süre sonra ortamdaki yeni kokulara alışıyorum." Umarım bu alışma durumu benim içinde geçerli olur zira bu parfüm kokusunu bulup tinerciler gibi çekesim var. Ertesi gün işe kırmızı gözlerle gelen ben alırım muhtemelen. Çekmeceyi açıp mavi bir hap aldı. Al işte bu avukat hapçı! Hiç de güvende değilim. "O içtiğin nedir?" "Majezik. Migren için kullanıyorum. Bunu not al. İlacımı istediğimde Majezik getirmelisin." "Aklıma yazdım." "Ee benim odam neresi?" Dört kapıyı hatırlayınca onlardan biri olabilir diye düşündüm. "Burası." "Nasıl yani?" "Özel asistanım olmak istiyorsan lafı bir kerede anla, tekrar sorup durma." Sert çıkışı yüzünden ben de gerilmiştim. "Asistan ile patronunun aynı odada olması gerekmez sanıyordum." "Odada yalnız kalmaktan hoşlanmıyorum. Yeterince açık mı? Başka sorun var mı?" "Yok." dedim. "Aslında var." "Nedir?" "Kaçta çıkabilirim?" "Ben kaçta çıkarsam." "O halde bugün kaçta çıkacaksın?" "İşim bitince." Bu kadar açıklayıcı konuşması neden sinirlerimi bozuyorsa artık. Telefonu elime alıp Can'a mesaj attım. "Sen git, ben işe alındım. Kaçta çıkarım belli değil." "Tamam." Telefonu cebime koyup Rüzgar'a taraf baktım. Beni izliyordu. Dikkatle üstüme başıma baktığını "Biraz daha resmi giyinmelisin." demeden de anlamıştım. "Bugün işe başlayacağımı tahmin etmemiştim." "Yarın diplomanı, kimliğini fotoğrafını getir. Özgeçmiş kaydını ve adli sicil kaydını getir. İşe başlayış işlemlerini yaparız. Ahsen'e verirsin o halleder sigorta işlemlerini." "Tamam." Rüzgar kartvizitini bana uzatıp "Kaydet numaramı." dedi. "Ve beni çaldır." Kısa bir duraksamanın ardından devam etti. "Aradığım zaman telefonunu hemen açmalısın. Beklemeyi sevmem." 'Emrin olur paşam' diyen iç sesime kulak versem ilk günden kovulurum. O yüzden "Tabii, zaten ben de bekletmeyi sevmem." diyerek huyuna gittim. Memnun bir gülümsemeyle bana baktı. "Dakik olman çok iyi." Kapı çaldı o esnada. Ahsen gayet tatlı bir ses tonuyla "Doktor Aslan bey geldi." dedi. "İçeri alabilirsin." "Hemen." ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD