2. Bölüm | Doğuya Yolculuk Başlasın

1311 Words
İki Ay Sonra Telefonun diğer ucunda babamın otoriter sesi kulağıma doluyordu. Sesini kaç gündür duymadığım için özlemiştim. Bu özleme işi hiç hoşuma gitmemişti. Annemi kaybettikten sonra babam ile abime daha düşkün olmuştum. Tabii Özge gelip babamın huyunu suyunu değiştirene kadar... Babamla Özge'nin saçmalıkları yüzünden bir dargın bir barışık yuvarlanıp gidiyorduk. Gerçi Elazığ ağzıyla şöyle olması lazım: gındırlanıp gidik... Elazığ'a eskiden gittiğimizde böyle konuşan kişiler çok hoşuma giderdi. Bir de orcik şekeri... "Evet baba, finaller bitti. Bu akşam uçağa binip geliyorum." "Tamam, binmeden önce ara beni, gelip seni alırım." "Peki baba." Babam ile cici annem iki ay önce bavullarını toplayıp gittiğinde beni de İstanbulda yaşayan İpek halama bırakmışlardı. Şimdi 21 yaşındayım. Annem vefat ettiğinde ve kırkı çıkar çıkmaz Özge ile dünya evine girdiğinde henüz 17 yaşında lise son sınıftaydım. Dört yıldır Özge ile yaşamak gerçekten korkunç. Bazen diyorum 18'ime bastığımda ayrı eve mi çıksaydım? Bu arada abim de yurt dışında doktorasını yapıyor. Üniversitede hoca olacakmış. Babama kalsa tavukların akıl hocası yapar abimi. Neyse ki tavuklar tarihe karıştı. Tabii babam planladığı gibi şirketi kurtarabilirse ben tavukların avukatı abimde onların hocası olabilir. Aslında beni de üniversiteyi abimin yanında okumam için ikna etmeye çalıştılar ama bunu kabul etmedim. Çünkü annemi terk edecek gibi hissetmiştim. Oysa ki nereye gidersem gideyim o hep benimle olacaktı. Çocukça bir düşünceydi. Abimin henüz olan bitenden haberi yok. Yani iflas ettiğimizden. Bekar olan dayımla birlikte İngiltere'de kalıyor. İngiltere'den doktorasını bitirip döndüğünde eminim ki şok olacaktır. Bu arada abim benden 4 yaş kadar büyük. Yani tam olarak evlilik çağında, 25'inde bir delikanlı. Tam bir ev erkeği. Elinden her iş gelir. Adeta doğuştan babalık hissiyatına sahip, çocukları çook sever. Her çeşit pasta börek çörek yapmasını bilir... Cam silme, halı sirkeleme, yer silme, evi süpürme, yemek pişirme gibi her işten anlar... Biraz abarttım mı sanki? İşin aslı: Yeğen sevmek istiyorum. Var mı tanıdığınız biri? Asıl meseleye dönecek olursak. Ben, Tuba ve Can İpek halamın evini öğrenci yurduna çevirmiştik. Sanırım mezun olmamıza en çok halamız sevinmiştir. Zaten kocası da garip bir adam, nasıl o adama katlanıyor anlamıyorum. Çocukları küçük olmasa belki... Allah'ım henüz boşanma avukatı olamadan herkesi boşamayı planlıyorum. Sanırım meslek hastalığına erken yakalandım. Halamı size daha fazla anlatmayacağım çünkü anlatılmaz yaşanır. Zaten kim bilir İstanbul'a bir daha ne zaman gelirim? En iyi bu son iki ayı yaşanmamış sayıp bavulumu toplamak. Can ile Tuba bütünlemelere kalmadığı için daha erken Elazığ'a gitmişlerdi. Ben ise bir hafta daha burada kalmıştım. Nihayet halamın tımarhanesinden kurtuluyorum. Bekle beni El-Aziz ben geliyorum! Elazığ'da boşanmak isteyen eşlerin favori avukatı Yaren Arıkan uçuşa geçiyor! *** En son ne zaman Elazığ'a geldiğimi hatırlamıyorum. Liseye gitmeden önce bayramlarda gider gelirdik. Liseye geçince ise özel dersler, sıkı ders çalışma programları derken babam yalnız gidip gelmeye başladı. Özge ise zaten Elazığ'ı sevmediği için beni yalnız bırakmak istemediği bahanesine sığınıp huzur vermiyordu. Elazığ Havalimanı merkeze yakın olan beldesi Yazıkonakda idi. Yarım saatlik bir yolum daha vardı. Babamı aradı gözlerim bir süre, ancak etrafta tanıdık kimseyi göremiyordum. Elimde iki bavulla yorgun bakışlarla etrafı kolaçan etmeye devam ediyordum. Telefonumu açmadığım aklıma gelince hemen çantamdan çıkarıp uçak modunu kapattım. Ardından babamı aradım. "Alo, baba. Ben geldim ama seni göremiyorum." "Araba arıza verdi. Beş dakikaya oradayım." "Tamam dışarıda beklerim." Havalimanın önüne gelen servise binen insanlara baktım. Onları karşılayacak kimse mi yoktu? Yoksa servise binmek daha mı iyi? Omuz silktim. Kalabalık yolcu taşıma araçlarını sevmiyorum. Düşünsenize herkesin oturduğu koltuğa oturuyorsunuz. Deri koltuk olsa silerim. Uçağa bindiğimde koltuğumu sildiğim gibi. Ama otobüs koltukları deri olmuyor ki ıslak mendille silelim. Ayakta giderim daha iyi. Babam gelince indiği arabaya baktım. Gördüğüm gerçek miydi. Resmen babam Audiden inip Dobloya biniyor. Fakirleşmek böyle bir şey mi? "O araba kimin? Hurdacıdan mı alındı?" "Hatırlamadın mı? Dedenin emektarı, kızıl sultanı." "Tabii ya hatırladım. O zamanlar beyazdı." "Kırmızıya boyattı. Neymiş beyaz renk arabasını yaşlı gösteriyormuş. Yaşlandıkça çocuklaşıyor." "Aksi olmasından iyidir." Arabaya binerken ilk başta koltuğa baktım. Kirli olmasını beklerken içi oldukça temizdi. Bir nebze rahatlayıp koltuğa oturdum. "Rahat otur kızım, arabayı yıkamaya götürdüm. Koltukları ilk gün alınmış gibi tertemiz." "Teşekkür ederim baba." "Aslında bu konuda destek almanı istiyorum. İşlerimi yoluna koyunca..." "Hasta değilim baba sadece kullandığım eşyaların temiz olduğundan emin olmak istiyorum." "Bu iyi bir şey değil. Bunu daha sonra tekrar konuşalım." "Kaju nasıl? Yeni evini sevdi mi?" "Oldukça sevdi." "Ya Özge?" "Alışmaya çalışıyor." Babamın ümitsiz çıkan sesi nedense keyif vermişti. Umarım buraya hiç alışamaz. O gidecekse ben bir ömür boyu Elazığ'da yaşamaya razıyım. Araba durunca uyuşan ayaklarımı hafifçe oynattım. Arabadan inip etrafa bakınırken her yer bana oldukça yabancı geldi. Doğukent eskiden hep buğday tarlasıydı. Şimdi ise binalar sarmıştı o buğday tarlalarını. Derin bir nefes alıp dedemin oturduğu millattan öncesine ait dubleks eve baktım. Bu eve döküntü demek döküntü evlere hakaret sayılır. Dış cephesinde boya namına hiçbir şey kalmamış, bahçe duvarları ise yer yer yıkılmış. Neden dışını tadilata sokmuyor ki? Tamam dedemin maddi durumu iyi değil ama iki oğlu ve iki kızının yardımlarını kabul edebilirdi değil mi? Sonuç olarak sevgili Dedem; fakir ama gururlu bir gençmiş zamanında. Halen genç olduğunu sanıyor. Sonra başımı yan dubleks eve çevirdim. Biraz daha bakarsam nazarım değecek. Sırf beyaz duvarlarından sarkan sarmaşıklar bile önünde durup fotoğraf çekilmelik bir kare oluşturyordu. Bahçeden içeri girer girmez bir bağırtı duydum. "İmdat! Yetişin komşular adam öldürüyorlar!" Kaju evden fırlayarak çıktı. Babamla birbirimize baktık. İkimizde bavulları bahçede bırakıp eve koşmaya başladık. Kapı açıktı neyse ki. Gördüğüm manzara aynen şu; Özge evin içinde can havliyle koşuyor, dedem ise elinde emektar tüfeğiyle 'gel buraya yavri ceylan, seni avlıyam kuş gibi' deyip koşuyordu. Babaannem ise dedemi tutmaya çalışıyordu. "Ayy, baban beni avlamak istiyor. Kurtar beni aşkım!" deyip kendini babamın kolları arasına attı. "Sakin ol canım. Sen bahçeye git, ben babamla konuşurum." "Tamam ama korkuyorum." "Korkma ben buradayım. Hem o tüfekte mermi yok." "Yaa!" deyip dedeme döndü. "Hadi avlasana beni. Bak kaçmıyorum." Dedem dudaklarını birbirine bastırıp omuz silkti. "Küstüm oynamıyom." Babam dedemin yanına gidip sarıldı. "Babacım, hadi gel ben seninle oynarım. Ama önce doktorculuk oynayacağız. Ben doktorum sen de hastasın. Hadi ilaç içme saati." "Hemşirem içirsin ilaçlarımı." Beni işaret ediyordu. Çekinerek yanına gittim. Büyükannem ilaçlarını avucuma doldurup "İçir kızım, korkma." dedi üzgün bir sesle. İlaçlarını içirdikten sonra babam dedemi alıp odasına çıkardı. Büyükannem Rüviş sıkıntıyla onların arkasından bakıyordu. Aslında adı RÜVEYDA ancak ben ona Rüviş demeyi seviyorum. Rüviş, babamlar gözden kaybolduktan sonra bana sarılıp defalarca öptü. "Gül kokulu torunum, seni nasıl özlediim." "Ben de Rüvişimi özledim. Ancak dedemin nesi var? En son gördüğümde böyle değildi." "Yaşlandık kızım. Deden bunadı. İlaçlarını içmediğinde kafası eski günlere gidip gelir." Özge oradan lafa atlayıp "İçtiğinde de kafası gidip geliyor. Ayrıca uyurken kapını kilitlemeyi unutma. Bir gece karabasan gibi çöktü üstüme. Yemin ederim Azrail beni almaya geldi sanmıştım." dedi korkuyla. "Cidden mi?" "Tabii ki ciddiyim. Burada güvende değiliz diyorum iki aydır ama dinleyen mi var?" Babam yanımıza gelirken kaşlarını çatarak sevgili karısına benim yerime cevap verdi. "Abartma istersen Özge. Babam sadece yatağını karıştırıp üstüne uzandı." "Ha ha! Aman ne güzel! Ancak babanı savun! Bir gün bu evde kalpten gidersem arkamdan ağlama!" Alayla gülüp "Ben ağlamam." dedim. "Ağlamaz mısın?" dedi Özge hayal kırıklığıyla. Babam bana ters bakış atınca büyükanneme doğru sokuldum. "Tamam tamam. Biraz ağlarım, ölen evimizde yaşayan bir insan sonuçta." Özge'nin yüzü iyice asılınca içimde bahar yelleri esti. Böyle bir rahatlama hissi dünyada yok. "Kapatın bu konuyu. Bavulları bahçeden alacağım. Yaren sen de gel yardım et." "Tamam baba." Babamın peşine takıldım. Her zaman Özge'yi koruması beni deli ediyordu. *** "Baba ben iş arayacağım." "Gerek yok kızım, işlerimi düzeltince zaten ihtiyacın olmayacak. O zamana kadar dedenlerde idare ederiz." Babam da işlerin düzelebilmesi için bir mucize olması gerektiğini biliyordu. Eğer umudu olsaydı pılımızı pırtımızı toplayıp buraya gelmezdik. "Üniversiteyi baba parası yemek için okumadım. Çalışmak istiyorum." Bu konuda ısrarcı olmazsam babamın rastgele bir işte çalışmama izin vermeyeceğini biliyordum. Babama karşı çıktığım ikinci konuydu. Tahmin edersiniz ki ilki Özge ile evlenme isteğine karşı çıkmıştım. Ancak başarılı olamamıştım. "Olmaz kızım, şirketi kurtardığımda benim yanımda çalışırsın." "Tavukların avukatlığını mı yapacağım?" "Tavukların Ceosu olursun. Konu kapanmıştır." "Ama baba!" "Kızım!" Son noktayı bu şekilde koymaya bayılır. Ancak ben de Yaren Arıkan isem kendime iş bulup çalışacağım! ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD