Yaren 1 / İflastan Önce

2058 Words
İSTANBUL Tuba ile görüntülü aramayla konuşup onun dilinin altındaki baklayı çıkarmasını bekliyordum. Daha fazla bu işkenceye tahammül edemedim. "Ayy ne diyeceksen de artık. İki saattir kem küm edip duruyorsun, gerçekten pat diye söyle kurtulalım ikimizde." Tuba gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. "Baban iflas etti Yaren, artık fakirsiniz. Tabii biz de..." dedi pat diye. İlk başta cümlesini ciddiye alıp kaşlarımı çattım ancak tarih aklıma gelince göz devirdim. "1 Nisan şakası mı? Hiç komik değil hatta bu şakayı geçen yılda yapmıştın. Biraz kendini geliştir. Mesela Özge ile baban boşandı diyebilirdin. Yemin ederim sırf babamı o kadından kurtarmak için boşanma avukatı olmaya karar verdim." Tuba telefonun ucundan bana el sallayıp "Beni dinle, Özge değil konumuz. Aslında baban iflas ettiğine göre Özge her an babanı boşayabilir," diyerek oyununu sürdürdü. Eğer böyle bir durum olsaydı dediği mantıklı olabilirdi ama babamın iflas ettiğini kuzenimden duymam gerçekten akıl işi değildi. Daha düne kadar Özge gidip yeni araba aldı. Pırlanta kolye aldı daha dün akşam... "Ya tamam inandım," diyerek göz devirdim. "Bak bu kez şaka değil. İnan ki doğru söylüyorum. Babam biraz önce evde annemle konuşuyordu. Her şeyimizi kaybettik, şirketi batırdık diyordu. Hatırlarsan babalarımız iş ortağı. Benim babam iflas ettiğine göre otomatikman amcam da..." Tuba'nın böyle bir habere tepkisi böyle rahat olmazdı. Salya sümük ağlayarak bana haber verse inanırdım. Sözünü kestim. "Öyle bir şey olsa babam bunu saklayamaz. Özcan amcam size 1 Nisan şakası yapmış olabilir. Sen de hemen inanıp gelip burada felaket tellallığı yapıyorsun." "Bana neden çıkışıyorsun ki? İkimizde aynı durumdayız değil mi? Amcama sor, hadi ben kapatıyorum. Annemin teselliye ihtiyacı var. Biraz dışarı çıkarsam iyi olacak. Babanla konuştuktan sonra ara beni canım." "Peki. Görüşürüz." Görüntülü aramayı kapatıp telefonu elimde çevirmeye başladım. Babama gidip direkt sorsam mı? Kumral saçlarımı parmaklarımın arasına dolayıp çevirmeye başldım. Stres yapınca ilk yaptığım şey saçımla oynamaktı. Eğer bu şakaysa Tuba'yı öldüreceğim. Cidden. Daha fazla dayanamayıp çatı katındaki odamdan çıkıp alt kata koşar adım indim. Babam bu saatlerde asla evde olmazdı. Özge muhakkak işin aslını bilir. Onu aramak yerine mutfağa gidip yardımcımız Aslı hanıma sordum. Arka bahçede olduğunu söyleyince hızlıca bahçeye çıktım. Özge çiçekleri suluyordu. Kaju'da bacaklarına dolanmış vaziyette onun yanındaydı. "Kaju buraya gel oğlum." dedim yumuşak bir ses tonuyla. Bana doğru yönelince yere çömelip bana gelişini seyrettim. Miyavlayarak kucağıma tembel tembel hareketlerle yayıldı. Gerçekten bu evin neşesi bu şişko ve tembellikte nirvana yapmış kedimizdi. Özge çiçekleri sulamayı bırakıp bize döndü. "Yarencim, bugün dersin yok mu?" "İki ay kalmış mezun olmama, devamsızlık hakkımı kullanıyorum." "Durduk yere devamsızlık hakkını kullanmazdın. Hasta mısın?" İlgili anne rollerini ne iyi oynuyor değil mi? Benim tatlı, iyi kalpli, süper cici annem. "İyiyim ama Tuba ile konuştuktan sonra okula gitmek istemedim." "O niye?" "Babam hakkında bir şeyler söyledi. Güya iflas etmiş." "Ne? İflas mı?" Küçük gözleri yerinden fırlayacak, yani neredeyse. Özge cidden şaşırınca içim rahatladı. Tuba'yı öldüreceğim. Hazır katil olmuşken Özge'yi de listeye alabilirim. "Tuba işte, şaka yapmış olmalı. Yine o 1 Nisan şakalarından biridir." "Dur ben Özkan'ı arayıp sorayım. İçime kurt düştü." Telefonu cebinden çıkarıp hızlıca babamı aradı. "Hayatım müsait misin?" Bir süre sonra "Tamam aşkım, sen işlerini aksatma eve gelmeni bekliyorum." deyip gülümseyerek bana döndü. Babama aşkım dedikten sonra acaba hala gözümde sevimli olduğunu düşünüyor mu? "Baban işteymiş. İflas etseydi işteyim demezdi değil mi?" "Haklısın." Özge çiçekleri sulamaya devam ettikçe benim aklımdaki şüpheler artıyordu. Sanki sulanan beynimdi. Babam son günlerde eve daha az geliyor, az konuşuyor ve çoğu zaman dalgın oluyordu. Özge ile boşanma haberi beklerken bu hallerine sebep iflas etmesi olabilir mi? "Kaju, sence babamın derdi ne?" 'Senin gibi akıllı kızı varken ne derdi olacak?' Özge üstüne alınıp "Bana mı dedin?" diye sordu. Kaju; 'Hadi oradan şırfıntı kadın, ben tatlı Yaren'ime söyledim.' diyerek tısladı. "Yok, Kaju ile konuşuyoruz." "Miyavlamayı mı öğrendin?" Aklınca espri yaptı köstebek. "Kaju'ya Türkçe konuşmayı öğretiyorum. İnanır mısın senden daha çabuk öğreniyor..." "Aaa ne güzel akıllı bir kedinin olması... Yakında şarkı da söyler mi?" Bir de saf ayağına yatmaz mı? Daha annemin kırkı çıkmadan babamı teselli ayağına ayartan sekreter o değilmiş gibi... "Neden olmasın." Özge'ye daha fazla katlanamayıp kedimi belimin tutulması pahasına kucaklayıp kaldırdım. Babamı ön bahçede beklemeye karar verdim. Gerçi akşama çok vardı ama en azından Özge ile muhattap olmayacaktım. *** Akşama kadar babamı bekledim. Kapı çalınca evin yardımcısına fırsat vermeden kapıya koştum. Babam değildi. Kapımıza gelen iki adam "Eve bakmak için geldik, izninizle." deyip evin her tarafına bakmaya başladılar. "What?" diyen Özge havalı görünmek için "Stop pliez!" dedi. "Anlamadım hanımefendi. İngilizce bilmiyorum." diyen orta yaşlı adama yaklaştım. Özge'nin telefonu çalınca "Van minüit!" deyip telefonu açarak uzaklaştı. Adamın şaşkın bakışları eşliğinde başka odaya geçen cici anneme göz devirdim. 'Hayatta üç çeşit insandan korkacaksın: Dağdan inme. Dinden dönme. Sonradan görme.' Necip Fazıl Kısakürek'in dedikleri tiplerden biri de net Özge... "O kadın bu evin delisi. Siz ona takılmayın da ne için evimize bakacaksınız ki? Babam mı sizi gönderdi? İç mimar göndermekten bahsetmişti bi ara, mimar mısınız?" "Hayır mimar değiliz. Haciz memuruyuz. Müsaade ederseniz içeride işimiz var." "Haciz memuru mu?" derken durumu idrak etmeye çalışıyordum. Tuba'nın doğruyu söyleme ihtimali beynimde şimşeklerin çakmasına sebep olmuştu. Adamlar içeri girerken Özge odadan çıkıp geldi. O berbat çingene sarısı saçlarını geriye doğru atıp "Yaren niye elin adamlarını içeri alıyorsun? Beni duymadın mı? Stop dedim adamlara! Önce neyci olduklarını anlasaydık." dedi kibarlaştırdığını düşündüğü sesiyle. Bir insanın her şeyimi itici olur. "Özge sana yol göründü." dediğimde bilinçaltımın bu habere tepkisi dile gelmişti. "Ne yolu Yaren? Kim bu adamlar?" Omuz silkip kenara çekildim. Özge artık müthiş ingilizcesini kullanmak yerine adamlarla Türkçe konuşmaya başladı. "Neden eşyalara bakıp duruyorsunuz? Evimiz satılık değil." dedi Özge. "Biliyoruz hanımefendi. Haciz işlemi yapıyoruz. Haberiniz yok mu?" dedi beyaz saçlı takım elbiseli adam. "Ne saçmalıyorsunuz! Çıkın evimden! Derhal!" "Zorluk çıkarmayın! Devlet memuruyuz. Polisi aramak zorunda bırakmayın hanımefendi." Özge hemen telefonu eline alıp muhtemelen babamı aramaya koyuldu. Ben ise kenarda öylece durmuş olan biteni film gibi izliyordum. Tuba'nın 'artık fakiriz' dediğini hatırlayınca boğazıma bir yumru takıldı. Özge'den kurtulma ihtimaline rağmen bu çok zordu. "Şeyy bu haciz sadece eve mi geldi? Arabamı alacak mısınız?" Özge'nin sorusu üzerine 1 haftalığına Can'a vermeye kıyamadığım kırmızı arabamı hatırladım. Sanırım evden çok arabama üzüleceğim. "Bu adreste kayıtlı görünen 3 plaka var. Plakalara bakmak ister misiniz?" 3 araba varsa babamın aldığı hususi tüm arabalara el koyuluyor demektir. Özge'de bunu anlamış olacak ki başını tutup kanepeye çöktü. "Ya mücevherler..." diye mırıldandı. "Onlara da el konulacak." "Ayyy Helgaaa! Yetiş!" Helga gelince "Su getir, yemin ederim ciğerim yanıyor!" diyerek ağlamaya başladı. "Ösge Hanim, suyunuzu kendi alcak. Ben istifa etmek, siz iflas ettiz." Helga önlüğünü çıkarıp yere attı. Özge ağzı açık kalmıştı. Helga bana dönüp "Ben üzgün Yaren hanim. Bay bay." diyerek çıkışa doğru yürümeye başladı. "Ayy özel hizmetçimde gidiyor! Nanköör! Nankör!" Özge ağlamaya devam ederken adamlar evde para eden her şeyi yazmakla meşguldü. Babam on dakika kadar sonra evdeydi. Haciz memurları da işini bitirmiş giderken babamla karşılaştılar. Kendi aralarında konuştular, babam biraz zaman istiyordu ancak adamların buna yetkisi olmadığını sözlerinden anlayabiliyordum. Ancak babam yine de ısrarcıydı. Adamlar gidince babam soluk bir tenle yanımıza gelip "Her şey buraya kadarmış, başaramadım." diyerek boynunu eğdi. Babama doğru birkaç adım atıp ona yıllar sonra ilk defa sarıldım. "Yeniden başlayabiliriz. Biz yanındayız baba." "Kızım..." deyip sımsıkı sarıldı. Annem öldüğünden beri hiç bana kızım dememişti. Annemle birlikte babamın bize karşı duygularıda gün geçtikçe katılaşmıştı ancak bugün başkaydı. Eskisi gibiydi. Özge topuklu ayakkabılarını yere vura vura dibimize gelince duygusal anımız sona erdi. Onlardan biraz uzaklaştım. Çünkü Özge'nin 'fakirliği' kaldıracak bünyesi olduğunu sanmıyorum. "Özkan, başaramadım da ne demek?" dedi burnunu çekerken. "Bankaya borcumuzu ödeyemediğim için her şeyimizi kaybettik demek. Daha ne diyeyim ki?" "Eve haciz geliyor, sen kalkıp bu kadar mı açıklama yapıyorsun! Ne yapacağız? Nereye gideceğiz?" "İstanbul bize yaramadı. Elazığ'a dönüyoruz. Babamla konuştum. Kalacak yerimiz var." "Ne? Delirdin mi? Ben o köy gibi yerde yaşayamam!" "Ömür boyu orada kalacak değiliz. Sadece yeniden toparlanmak için vakte ihtiyacım var. Hem sokakta kalmaktan iyidir." "Yani her şeyimizi geri alabilir miyiz?" "Babam yardım ederse eğer... Bunları daha sonra konuşuruz. Toparlanmamız lazım. Evi satılığa çıkaracaklar." "İyi o halde! Sen git toparlan, ben gelmiyorum." Özge resmen hayalimi canlandırıyordu. Babamın onu terk etmesiydi hayalim ancak tam aksi oluyordu. Sonuçta ayrılacaklarsa hayalim gerçekleşmiş sayılabilir. "Saçmalama Özge, sen benim karımsın elbette benimle geleceksin!" diye bağırdı babam. Niye kendini üzüyorsa, yol ver gitsin. "Ben İstanbul'u seviyorum. Gelmeyeceğim! Annemin yanına gideceğim!" "Öyle bir şey olmayacak! Sen benim karımsın! Benimle geleceksin!" "Hayır!" "Evet!" Benim oyum hayır, ama konuşursam babamın öfkesini üstüme çekeceğimden sözü size bırakıyorum. *** Aradan geçen günlerin ardından durumu aynen aktarıyorum: Özge'nin peşinden su döktüm. Gittiği gibi geri gelsin. Dönmesini gerçekten çok istiyorum. Hem de İstanbul'a... Bu ne yaman çelişki Yaren, diyecek olursanız aslında durum sandığınız gibi değil. Hiçbir şey umduğum gibi olmadı. Çünkü Özge babamla birlikte Elazığ'a gitmeye karar verdi. Ben de su döktüm arkasından. Tez vakit İstanbul'a dönebilsin diye... Avukat olma sebebim babam ile Özge'yi boşayan avukat olma hayalimdi. Ama Özge babamı fakir olduğunda bile boşamadıysa benim hayalim suya düşecek gibi. Ama Özge'nin fakir hayatına ne kadar süre dayanabileceğini merak ediyorum. Bugün değilse yarın... O boşanma olacak! Bunu hissediyorum. Suratımı asıp kara kara düşünürken kulağıma doğru "Efendimiisss Yarenimisss..." diye tıslayan sesle "Bismillah!" deyip sıçradım. Tam karşıma geçip, "Korkma korkma sadece Can'ın geldi." Gevrek gevrek gülerken sinirden tepem atmıştı. Sinirle ona çemkirdim. "Can bir daha kulağıma tıslarsan var ya seni lime lime doğrar, etini de kedilere köpeklere sevap kasmak için dağıtırım." İki elini göğüs hizasında birleştirerek, "Söz bir daha tıslamayacağım Yarenimiiissss!" derken tabii ki tısladı. Biri Can'a yılan olmadığını hatırlatabilir mi? Önce sabır diledim. "Off ya çok sinir bozucusun!" Gözlerimi devirdim. Burnunu havaya dikip "Gel sen onu benim peşimde koşan kızlara sor. İşin garibi fakir olduktan sonra taliplerim daha çok arttı. Zengin kız fakir oğlan klişesine meraklı bizim üniversitedekiler. Zengin kız bulup evlensem mi ya?" dedi ciddi bir tavırla. Salak şey. Ona iyi haberi vermenin tam zamanıydı. "Yok ondan değil. Herkese ayrıldığımızı söyledim." Can'ın gözleri kocaman açıldı. Düşüp bayılmasa bari. Yapmacık bir üzüntüyle kendini dizlerime atıp, "Neee ayrıldık mı? Bana bunu nasıl yaparsın Yaren? Benden ayrılırken hiç mi için sızlamadı! Şu kalbin biraz olsun cız etmedi mi? Ben sana yıllarımı verdim Yarenn!" dedi flash tv oyunculuğu sergileyerek. "Can hadi ama tiyatroyu kes. Cidden ayrıldığımızı söyledim. O yüzden kızlar peşine düşmüş olabilir. Sonuçta üniversitenin en yakışıklılarından olduğunu kimse inkar edemez. Eee haliyle taliplerinin niyetlerini belli etmeleri normaldir." Ona moral vermek için biraz durumu abartmıştım. Ancak kuzenim gerçekten yakışıklıdır. Genimiz güzel. Mesela Tubiş ile Rüya da en az benim kadar güzeller. Hatta Rüya yaşına göre oldukça göze çarpan bir ergen. Hem güzelliğiyle hem de ergenliğiyle anında dikkat çeker. Can biraz düşünür gibi yapıp "Haklısın yakışıklıyım. Ama konumuz bu değil. Niye ayrıldığımızı söyledin ki? Ne güzel ikimizin kafası da rahattı. Şimdi son iki ay kalmışken daha kızlara 'sen daha iyilerine layıksın' demekle uğraşmak zorundayım... Off söylesene birine mi aşık oldun? Eğer seninle gönül eğlendirecek biriyse elimde kalır! Benden söylemesi!" diyerek bir sürü şey sıraladı. Sanki beni tanımıyormuş gibi abuk subuk konuşuyordu. Ben aşkın olduğuna bile inanmıyordum ki. İlk kez aşık olduğum sandığımda çocuk sümüğünü önlüğüme sürmüş, üstüne bana sümüklü diyerek ilkokul yıllarımı bana zehir etmişti. O günden sonra aşkın saçmalık olduğuna kanaat getirdim. Çünkü aşk gerçekten olsaydı o çocuk da bana aşık olur, beni rezil etmezdi. Mesela ben bir insanı dostça sevdiğimde sevgim karşılık buluyorsa v aşk karşılık bulmuyorsa burada bir mantık hatası var demektir. "Aşk ve ben? Bak güldürdün beni. Aradaki bağlaç olmasa aynı cümlede bile yer alamayız. Haliyle elinde kalacak kimse yok. Hiç korkma tamam mı?" Can ikna olunca gevşedi. Sağımızdaki ağacın altına oturduk. "İyi o halde. Ama başkası yoksa niye bunu dedin?" Hala sorguluyordu. Cidden zoruna mı gitmişti? Onu sinir etmek için "Herkese ayrıldığımızı söyledim çünkü son iki ay seni kızlarla cebelleşirken görmek istedim. Biraz kafamız dağılır fena mı?" dedim dalga geçerek. "Hain! Pis kalleş kuzen!" Gerçekten kızmış gibi bir hali vardı ama umurumda mı? Asla! "Can'ım kuzenim!" deyip gülümseyerek ayağa kalktım. "Derse geç kalmadan kaçayım." Arkamdan seslendi. "Kaçta biter?" "Bir saat kadar." Derslerin niye bu kadar uzun olduğunu anlamak zor değil sanırım. Hukuk kitaplarını düşününce bir saatlik ders az bile. "Çıkışta alayım mı seni?" "Olmayan arabanla mı?" deyince benim tatlı kırmızı arabam aklıma düştü. Kim bilir bensiz ne haldedir? "Akbilim var olmaz mı?" Cebinden çıkarıp gösterdiği istanbul karttı ama sorsan o Akbil. Ağız alışkanlığı başka bir şeye benzemez. "Benim yerime sen basacaksan süper olur." Keyiflenmiştim. "Ayıpsın! Akbil senin kulun köpeğin olsun Yarenimisss!" Keyfim uzun sürmedi çünkü sinirden topuklu ayakkabımı kafasına geçirmeme ramak kaldı. Sabır diledim. Başımı sağa sola sallayıp "Delisin valla delisin." deyip yürümeye başladım. Can'ın bir saat boyunca beni beklemekten yapacak daha eğlenceli işi olmaması ne acı... "Deli diyene bakın." Bana deli demek istedi. Haksız sayılmaz. Özge sağ olsun. ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD