Bölüm 1

2322 Words
Selam! İlk bölümle merhaba. Bu hikaye için çok hevesli ve heyecanlıyız. Umarım istediğimiz gibi yazabiliriz ve siz de beğenirsiniz. Şimdilik günlük bölüm gelecek, aksaklıklar falan olmazsa.. Bilgilendirmeleri i********: hayal_atolyesi_26 hesabından yapacağım. Başlama tarihinizi şuraya yazın bakalım. 01.08.2025 Seviliyorsunuz. Keyifli okumalar. ____________________________ 2025 Ocak (21 ay önce) Kar lapa lapa yağıyordu. Elinde kahve fincanıyla, duvarı kaplayan pencereden zeminin karla kaplanmasını izledi. Evi sıcaktı ama dışarıdaki kesif soğuğun derisini kesişini ta içinde hissediyordu. Eskilerden içine sinen bir histi bu. Kolundaki siyah deri kemerli Raymond Weil saati kaldırarak zamanı kontrol etti. Henüz bir saati daha vardı. İliklerine kadar sıcaklığın tadını çıkartmak istiyordu. Mazinin paslı süngülerinden kurtulmak istiyordu. Ama iliklerine kadar sinen soğuk ne kadar unutmak istese de kendini hatırlatıyordu. Karlar içinde debelenen, kendisini birisi bulsun diye bağırmak isteyen oğlan çocuğunun sessizliği kulaklarında 20000 Hz aşkın yükseklikte çınlıyordu. Sağır olacaktı. Kahvesinden içti. Acı tadın damağından yayılışını hissetti. Sonra ısındı. Yüzeysel bir yanılgıydı bu. Saatli boş eliyle cebindeki telefonu çıkarttı ve mesaj bölümüne girerek tuşlamaya başladı. @Eflal: Hazır mı? Artık soğumuş olan kahveyi camın yanında konumlanmış sehpanın üzerine bıraktı ve bisiklet yaka kazağının uçlarını düzeltti. Altındaki gömleğin yakası içine girmişti. Sıvadığı kollarını geri indirdi ve içindeki kolları da tekrar düzeltti. Düzenli görünmeyi severdi. Sevmek zorundaydı. @Yasef: Hazır. Ama bir on dakika daha oyalan. @Eflal: Neden? @Yasef: Celasun homurdanıp duruyor. @Eflal: PEKİ! Parmakları tuşlarda gezinmeyi bırakınca telefonu tekrar cebine koydu. Henüz yeni sakal boyutuna ulaşmış sakallarını sıvazladı. Birkaç gündür tıraş olmayı bırakmıştı. Çelebi ile karşılaştığında sakallarına laf edecekti. Ama Eflal’in kişisel bakımına ihtimam gösterecek zamanı olmamıştı şu birkaç gündür. Aslında her şey bir aydan öncesinde başlamıştı. Ve Eflal o zamanlar kaygısız derecede mutlu bir adamdı. Başına örülen çoraptan habersiz mutlu bir milyarder. @Yasef: Hazırız. Hazırlardı. O halde gitmeliydi artık. Bu akşam önemli bir iş yapacaklardı ve o işin sonu boka sarabilirdi. İç çekti. Sadece kendisini değil arkadaşlarını da batıracaktı. Onlar sırf Eflal için girmişlerdi bu bok çukuruna ve artık çıkmasına asla izin verilmezdi. Kendisi olanca masumluğuna rağmen bir uçurumdan yuvarlanırcasına içine itilebilmişken ne Yasef’in ne Celasun’un ne de Azer’in şansı yoktu. Bu akşam gitmeli ve oyunu başlatmalıydı. Gerginlikle yakasıyla oynadı. O kadınla karşılaştığı, göz göze geldiği güne lanet etti. Pürüzsüz güzelliğe ulaştırdığı hayatının içine sıçılmıştı. Paltosunu giydi ve kendilerini kapıda bekleyen adamlarına doğru ilerledi. İki eskort araçla birlikte gidecekti. Güçlü, daha doğrusu taşşaklı görünmeliydi. Karşısındaki insanları sindirebilme, manipüle etme ve baskınlık yeteneklerine fazlasıyla ihtiyacı vardı. İçine binince Mercedes’in kapısı ardından kapandı ve Eflal kendi sonuna doğru yola çıktı. 2026 Eylül Güneş tüm ihtişamıyla parlıyordu. Hava Ağustostan kalan o sıcak günler stoğunu harcıyor gibiydi. Kalabalık İstanbul. Kalabalık sokaklar ve tüm kalabalığın canlı yayında izlediği Emniyet binası önü. Fatih’te tüm suçluların getirildiği, Emniyet müdürünün bizzat bulunduğu bu binada bugün bir aksiyon yaşanıyordu. 3 aydır aradıkları zanlılar bizzat binanın önüne dikilmiş ve teslim olduklarını açıklamışlardı. Bunu yaparken de ortalığı ayağa kaldırmışlar, herkesin her şeyden haberdar olmasını sağlamışlardı. Telefonlar ya da kamera kadrajları tüm ülkeyi bu teslim anından haberdar ediyordu. Baş manşetler yarın bu adamların adları ve resimleriyle dolacaktı. Geleneksel medya, yeni medya ya da sosyal medya adına ne dersen de günlerce konuşulacaktı. Emniyet müdürü Celalettin herkesin bundan nasıl haberdar olduğunu az çok tahmin ediyordu. Başı ağrıyacaktı. Şimdiden ağrıyordu. Terleyen alnını cebinden çıkarttığı mendiliyle sildi ve adımları koridorda yankılanarak yürüdü. Polisler adamların etrafını sarmış tutuklamak için bekliyordu. Temkinli davranmaya çalışmalarını Celalettin anlıyordu. Kaçarken yaptıklarından sonra polisleri korkuyordu. Kendi ayaklarıyla teslim olmaya gelmişlerdi. Bunun altından bir bit yeniği çıkmaması mümkün değildi. Hepsi şeytana pabucunu ters giydirecek hinlikte adamlardı ve bir araya gelerek feleğin tekerine çomak sokmuşlardı. Onların yaptıkları bir felaket çığı başlatmış, herkesi altında bırakmıştı. En tepeden en alta herkesi sallamıştı. Ana kapıdan çıktığında polisler onun için yol açmaya başladı. Bir tane amiri dikkatli olmasını tembih etti. Üzerinde çelik yelek yoktu. Gerek de yoktu. Celalettin çatışma olmayacağını, tek bir silah dahi patlamayacağını biliyordu. Yılların getirdiği bir tecrübeyle adının Celalettin olduğu kadar biliyordu. En ön sıradaki kendilerini korumak için çelik yelek giymiş polislere kadar ilerledi ve emniyet çemberinin ortasında kalan adamları izledi. Üçü de ellerini kaldırmış, üzerlerinde takım elbiselerle derli toplu duruyorlardı. Göz boyayacaklar, diye düşündü. Masum olduklarını iddia edip suçlamaları kabul etmeyecekler. Savcının arabasının gelişini izledi. Tepedeki helikopterin sesinden pek bir şey duyulmuyordu. Yabancı ülke temelli bir kanal, yandaş bir ajans ve muhalefete kaynak sağlayan bir medya şirketine ait üç helikopter havadan her şeyi çekiyor, yerde, gerilerde bir yerlerde spikerler heyecandan aç kurtlar gibi dolanıyordu. Her kanalda aynı haber verilecekti. Her kanalda başka cümleler kurulacaktı. Herkes aynı haberi farklı şekilde izleyip sadece gündemi iyi takip eden ve zeki olanlar doğru sonuçları çıkartacaktı. “Canlı bomba gibi sizi patlacağımızı mı düşünüyorsunuz savcı hanım?” diyen adamın gür sesi pervane sesleri arasında duyuldu. Savcı hanım eline aldığı megafonla konuşmak için hazırlandı. Eski savcı, aslında bu operasyonu başlatan savcı sürülmüştü. Şimdi halefi onun düştüğü hatalara düşmemek için son derece dikkatli davranmaya çalışıyordu. Yürüdüğü yol son derece kırılgan ve kaygandı. En ufak bir yanlış adımında ayağı kayıverir ya da tüm dünyası başına yıkılabilirdi. “Sizden her şeyi bekliyoruz artık Eflal Bey.” Dedi kadın güçlü sesiyle. Savcı hanım güzelliği bir yana otoritesi ve cesaretiyle ön plana çıkardı. Bu göreve onun getirilme sebebini onun adını daha önce iki defa dahi duyan halk kişisi bile anlardı. “Ben ülkemin polisine, savcısına zarar vermem savcı hanım. Hiç vermedim.” “Size güvenmiyorum Eflal Bey. Kaçarken arkadaşlarınız şiddete başvurdular.” “Ama kimse zarar görmedi değil mi? Adınızı bahşederseniz daha samimi muhabbet edebiliriz.” Savcı bir süre sessiz kaldı. Düşündüğü belliydi. “Sizinle kuracağımız samimiyet adımı bilmenizi gerektirmeyecek Eflal Bey.” “Heyt be!” diye coşan Azer’den başkası değildi. Bulundukları hale göre eğlenen ifadeleri son derece tedirgin ediciydi. Korkmuyorlardı. Korkacak bir şeyleri olmadığından mı? Korkacak çok şeyleri olduğundan mı? Savcı Münevver anlamadı. “Taşşaklarına beton yetmez!” diye bağıransa Celasun’du. “Hayatımda duyduğum en eril övgü.” Diye kınadı onu Eflal. “Biraz ataerkiden sıyrıl.” “Eflal bey şu an gözaltına alınmak üzeresiniz. Polislerim size yaklaşacak ve Emniyet binasına kadar eşlik edecek. Bana onlara zarar vermeyeceğinize dair güvence verirseniz kelepçe kullanmalarına gerek kalmaz.” Kadının uzlaşmacı tavrı polis kalabalığı tarafından hoş karşılanmadı. Homurtuyu bastırmak için birkaç uyarıda bulunmak zorunda kalan savcı hızlı olmaları gerektiğini biliyordu. Mit gelmeden adamların ağzından işe yarar bir bilgi almaları gerekecekti. Sonrasında adamların sorgulanması konusunda istihbarat başkanıyla sıkı bir kavga etmesi gerekecekti. Bildikleri MİT’i ilgilendirecek kadar önemli meselelerdi. Başka kurumlar da olaya dahil olacak ve akbabalar gibi bu üç adamın başına üşüşecekti. Savcı bizzat kendisi sorgulamak istiyordu. Öğrendikleri doğrultusunda bizzat kendisi operasyon düzenlemek ve ihtiyaç duyarsa işte o zaman MİT’e kendi uygun gördüğü kadarını anlatmak istiyordu. “Savcı Hanım ben ülkemin polisine, askerine ya da savcısına zarar vermem.” Diye yineledi Eflal. “Arkadaşlarım da öyle. Hiç vermedik.” “Hakkınızda yapılan savcılık suçlamaları öyle demiyor ama.” Diye paldır küldür daldı Emniyet müdürü. Savcının aksine bu üç ayaklı belayı karga tulumba almak ve göz önünden yok etmek istiyordu. “Celalettin bey,” diyen savcının uyarısına kulak asarmış gibi yapsa da polislerden iki adım öne çıkmayı ihmal etmedi. Korkmadığını göstermesi, polisler içinde süregelen namına nam katması etkiyi artıracaktı. Şöyle sağlam bir madalya, hadi en olmadı kallavi bir plaket hoşuna giderdi. Duvarında boş yerler vardı. “Oooo müdürüm de buradaymış. Merhabalar merhabar.” Diyen Eflal yüzündeki gülümsemeyi genişletti. Bu Celalettin köpeğini hiç sevmiyordu. Satılık köpekleri hiç sevmezdi. Satın alan Cerrah da olsa sevmezdi. “Şimdi polis arkadaşlar geliyor.” Diyen savcı kendisi de yanlarında dikilen üç adama yürümeye başladı. Altı polis iki yanına geçerek üç adamı ilerletmeye başladı. Savcı, Emniyet müdür ve çevrelerini saran polislerle binaya girdiler. Emniyet çemberi bozuldu ve geride kalan polisler de ilerlemeye başladı. Eflal, Azer ve Celasun üç ayrı sorgu odasına götürüldü ve bizzat savcı kapılarına polisler dikti. Sorguya girmeden bir süre önce hepsini sırayla izlemek istiyordu. Celasun odanın içinde geziniyor, elleri ceplerinde gergin ama rahat davranıyordu. Ya da sabırsız. Sanki bir an önce her şey bitsin ister gibiydi. Biteceğinden emin bir rahatlığı vardı. Neyin peşindesiniz? Neye, kime güveniyorsunuz? Diye düşündü savcı gerginlikle. Vakit kaybetmeden Azer’in bulunduğu odayı izlemeye başladı. Azer gergin değildi ama rahat da değildi. Daha şimdiden sıkılmış, bunalmıştı. Zayıf halka Azer olacaktı belli ki. Eflal ise sessizce oturuyordu. Ellerini masanın üzerinde üst üste koymuş, robot gibi hiçbir açık vermeden bekliyordu. Sabırlı olduğu ve beklemekten yorulmayacağı belliydi. Hislerini, gerginliğini, rahatlığını ya da mutlu-mutsuz ifadelerini iyi saklıyordu, en kapanık olanlarıydı. Zor olacaktı. Ama Münevver zoru severdi. Keza gelen avukatlar ordusu ve Cerrah dikkatini dağıttı. Eski zaman derebeylerinden olan babasının namını devraldıktan beri Çelebi Cerrah toplum içinde tanınan ve sevilen biriydi. Arkası sağlam değildi, bizzat birilerinin arkası olacak kadar sağlamdı. Savcı Münevver Eflal, Azer ve Celasun’un teslim olma sebeplerini anlıyordu. Çelebi kanıtlanmamış suçları kullanarak ellerini kollarını sallayarak çıkmalarını sağlayacaktı. Tabi Münevver kaçma ihtimalleri doğrultusunda tutuklu yargılanmalarını isteyecekti ama mahkemeden ne karar çıkacağını tahmin etmek kolay değildi. 2024 Ekim ( 2 Yıl önce) Eflal eğleniyordu. İçki gırla gidiyor, DJ müziğin ritmini her geçen saniye daha erotik bir notaya taşıyor ve insanlar dans ediyordu. Bazıları erotik danslar ederken içlerinde mesafeli olanlar da vardı. Saygın bir ortam olarak başlamıştı her şey. Kandaki alkol oranı ve diğer maddelerin varlığı arttıkça laçkalaşmıştı. Eflal içmemişti. Bir bardak bile. Kontrolünü yitirmeyi sevmiyordu. Alkol ya da uyuşturucu zihnini puslandırıyordu. En azından böyle toplum içinde ne yaptığına dikkat etmeliydi. Cerrah böyle cıvıklıklar sevmezdi. Beraberinde getirdiği sarışın manken, vücudunu kendine yaslamış, yanlarına gelen bir arkadaşıyla kendi dilinde muhabbet ediyordu. Eflal ’in aksine kadın çok eğleniyordu. Eflal’ de eğlenebilmek isterdi. Böyle yerlerde görünmesi gerekiyordu çünkü temsil ettiği Cerrah’ın vekiliydi. Berrak bakışları odada gezindi ve yine kendisi gibi ayık olan tek kişiyi buldu. Yeşil hareler kendisininkilerle buluşunca titreşti. İrkildi. İkisi de. Kadın güzeldi. Kızıl saçları omuzlarının ardındaydı ve cüretkar dekoltesini öz güvenle açmıştı. Eflal ince boynunu ve köprücük kemiklerinin döküldüğü gerdanını izledi. Kum saati gibi şekilli ama en ufak bir yağ öbeğine sahip olmayan beden ilgisini uyandırdı. Kadın da kendisini süzüyordu, biliyordu. Ayık olduğunu fark etmiş olmasından hoşlanmasa da kadının cazibesini inkar edemedi. Adı neydi acaba. Yanındaki kadını fark etmemiş miydi de şu an Eflal’e ilgiyle bakıyordu? Barbara’yı fark etmemek mümkün değildi. Kendisi de bakıyordu ama meraktan. Tamam beğenmişti de ama merakı daha baskındı. Kendisi gibiydi kadın. Böyle seviyesiz bir ortamda kendi duvarları içine girmiş ve kalkanlarını açmıştı. “Eflal Cerrah!” diyen gür sesle irkildi. Adam kahkahalarla yanına geldi. Neye güldüğünü anlamadı ama Karun böyle neşeli bir adamdı hep. Çelebi'nin arkadaşlarından olan adam, gecenin ev sahibiydi. “Karun.” Diyerek gülümsemeye çalıştı. Elini uzattı ve tokalaştılar. “Çelebi yine gelmemiş.” “Yasta o biliyorsun,” dedi Eflal. “Bilmem mi? Bitmek bilmez bir yas onun ki.” “İnsan çok sevince acısı da büyük oluyor.” “Tabi tabi.” Dedi Karun ama ilgisi çoktan Barbara’ya kaymıştı. O Barbara’nın aksine British aksanıyla konuşmaya başladı. Karun yıllardır İngilizlerle iş yapıyordu. Ne işi yaptığını pek bilen yoktu. Ama Eflal bir şeyler duymuştu. İkisi konuşurken Eflal tekrar etrafa bakındı ama az önceki kadını göremedi. Bir süre araştırsa da göremeyecekti. “Selam,” diye gelen Yasef, Eflal’in koluna vurdu. Aynısını öbürü de yapınca selamlaşmış oldular. “Çok sıkıldım.” Dedi Eflal, nihayet dert yanabileceği birini bulunca. Yasef’in bakışları Karuna kaydı. “Duymaz duymaz.” dedi sakince. “Bir iki tek atsan geçer sıkıntın. Yanındaki hatunla sen de sıkılıyorsan ne diyeyim.” “Sen yalnız mı geldin?” “Yok. Bade benimle. Ama kendi camiasından bir grupla koyu bir muhabbete daldı. Kopartamıyorum.” Bade pop dünyasını sallayan bir şarkıcıydı. Globale açılmış şarkıları vardı. “Yazık sana!” diyen Eflal tekrar gördü yeşil gözlü kadını. Elinde içki kadehi vardı. Dudaklarına götürdü ama içmedi. Yasef bir şeyler söyledi ama Eflal dinlemedi. “Kime bakıyorsun sen,” diyen adam merakla bakınsa da Eflal’in dikkatini çekebilecek kimseyi görmüyordu. “Şu kız. İçki içen. Bana doğru kadeh kaldırdı hani.” Kadın Eflal’i fark etmiş ve keyifli bir kahkaha atarak kadeh kaldırmıştı. Sarhoşmuş gibi yapıyordu ama asla değildi. Mükemmel rol yapıyordu sadece. Eflal de genellikle sarhoşmuş gibi davrandığı için anlamakta zorlanmamıştı. “Kim o?” “Bilmiyorum. Sen tanıyor musun?” “Yok be nerden tanıyacağım. Yatmadım da daha önce. Bilirim kime ne verdiğimi.” Eflal göz devirdi. Yasef, Eflal’in kızdan etkilendiğini düşünmüş ve bu yüzden de geçmişte ilişikleri olmadığını vurgulamıştı. Etkilenmişti elbette ama önceliği kadının güzelliği asla değildi. “Eflal,” dedi Barbara bozuk Türkçesiyle ve adam dönünce uzanıp öptü. İki sevgili için son derece sıradan bu hareket Eflal’i rahatsız etti. Gülümseyerek Barbara’ya birkaç şey söyledi ama döndüğünde kadın hala onları izliyordu. Kaşlarıyla imalı bir hareket yapınca Eflal yanlış anlaşıldığını düşündü. Oysa yanlış anlaşılmamıştı. Tam da göründüğü gibiydi her şey. “Hadi evimize gidelim,” dedi Barbara elini tutarak. Yanağıyla boynu arasına da bir öpücük kondurdu. “Gidelim.” Dedi adam diğer kadına ardını dönerek. Buğday tenli sevgilisinin, çıplak beline elini koydu. “Biz gidiyoruz,” “Oh ne ala kurtuldunuz. Ben de gideyim de bir Bade’ye bakayım. Belki o da sevişmek istiyordur artık.” Diyen Yasef göz kırptı ve uzaklaştı. Eflal ve Barbara mekandan ayrılmadan önce gidip mekanın sahibi Karun ile vedalaştılar. Onlar lüks araçlarına binerken magazinciler Barbara ve gizemli sevgilisini markajına almak için yarışıyordu. Yarın sabah tüm sosyal medyayı ve geleneksel medyayı süsleyeceğini biliyordu Eflal. Ancak adını bile bulamayacaklardı. Çelebi Cerrah onu güzel gizlemişti. Aracını Nişantaşı'ndaki rezidansına sürdü. Babara’yı evine götürecek değildi. Birkaç kez takıldığı kimseyi evine götürmezdi. Evi kişisel alanıydı. Barbara’nın da kişisel alanına girecek kadar özel olmak gibi niyeti yoktu zaten. Buradaki işleri bitene kadar biraz takılıp Avrupa’ya dönmek niyetindeydi. Daha asansörde öpmeye başladı Barbara. Eflal ana odaklanamıyor, öpüşürken gözlerini kapattığı her an akılını çelen yeşil hareler ve şarap kadehinin ardından görünen gülüş gözünün önüne geliyordu. Kızıl saçları ve beyaz teniyle şarap gibi kadındı. Anahtarını bulup içeri girdikleri anda kapıyı kapadı ve Barbara’yı kapıya yasladı. Bir bacağını beline sararak kendi bacağının onun arasına bastırdı. Öpüşleri derinleşi ve Eflal’ın beyni sadece penisini düşünmeye başladı. Adamın dudakları aşağılara kaydı ve kadının önünde diz çöktü. Eteğini sıyırırken de külotunu indirirken de göz gözeydiler. Barbara talepkar ve heyecanlıydı. Bir bacağını omzuna attı. Saçlarından kavradı ve adamı kadınlığına çekti. Eflal ikiletmedi. Dudakları, dili ve ağzı kadını talan ederken inlemelerin ve çığlıkların zevkini çıkarttı. İşini bitirmeden ayaklandı. Kendi üzerindekilerden ve kadının üzerindekilerden kurtularak yatak odasına ilerledi. Kapı kapanmadan önce Barbara’nın sütyeni de bedeninden sıyrılmıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD