Bölüm 2

3773 Words
Birkaç gün içinde sınavları başlayacaktı. Oturup ders çalışması gerekiyordu ama tersi gibi masaya ne zaman geçse ya uykusu geliyor ya da canı sıkıldığı için tekrar kalkıyordu. Yeterince tekrar yaptığından daha fazla çalışmasına gerek yoktu fakat her öğrenci kadar stresli olduğundan kendini yeterli görmüyordu. Yine aynı sirkülasyonun içine girdiğini fark edince saatin çok geç olmadığına karar verip üzerine bir kot ceket geçirerek kendini yine sahile atmak istemişti. Kapıdan çıkarken annesinin salonda kitap okuduğunu gördü. “Küçük hanım?” diye soran annesine masum masum gülümsedi. “Biraz hava almak istiyorum anne, buralarda olacağım, merak etme…” Başını okuduğu kitaptan kaldırmayan kadın “Geç kalma bebeğim,” deyince “Tamam,” diye karşılık verip biraz yürüyerek sahile yine o banka geldi. Adamın yine orada oturduğunu görünce şaşırdı. Kaç gündür okul dönüşü uğruyor onu bulamıyordu. Üzerindeki gömleğin kollarını sıyırmış, üstten birkaç düğmesini açmış ve kravatını avucunda buruşturmuş öylece oturuyordu. Usul adımlarla yanına yaklaşıp yavaşça yanına oturduğunda adam dönüp bakmamıştı. Çatık kaşlarıyla biraz ürkütücü gözüküyordu… Birkaç dakika sonra “Gelmeyeceksin sanmıştım,” diye mırıldanınca Belçim kaşlarını merakla kaldırıp adama dönmüştü. “Beni beklediğini bilmiyordum…” Omuz silken adam “Ben de seni beklediğimi bilmiyordum…” diye kısa bir cevap verip yine sessizliğe gömüldü. İkisi de bir süre denizin hırçın dalgalarını izleyip rahatlamaya çalıştı. Ara ara yan bakışlarla birbirlerini kestiklerinden habersizlerdi. Önce kimin konuşacağının bir önemi yoktu. Kim hazır hissederse o başlayacaktı. Dalgalar ikisinin ruh haline ayak uydurup zaman zaman coşuyor sonra yine sakinleşiyordu. “Bugünü yine istifa etmeden tamamladım.” Adamın sözleri üzerine onu baştan aşağıya inceleyen Belçim bunu yapmak için üstün bir çaba sarf ettiğini dağılmış halinden anladı. “Kesinlikle belli oluyor…” diye cevap veren kıza gülümseyerek dönen adam “Nasıl?” diye sordu. Belçim de gülümsedi ve “Üzerine başına baksana… Sen istifa etmemişsin ama bedenin firarda,” dedi. Elinde tuttuğu kravatı banka bırakan genç adam derin bir nefes alıp verdi ve dökülmeye başladı. “Babamın eskiden flört ettiği kadınlardan biriyle karşılaştım. Bu projede onunla çalışmak zorundaymışım. Kaç yaşındaki kadın beni babama olan benzerliğimden ötürü seçtiğini söyleyip benimle oynaşmaya çalıştı!” Son kısmı beklemeyen Belçim istemsizce kahkaha attı. Eliyle ağzını kapatarak “Özür dilerim,” diyerek toparlamaya çalıştı. Kızın gülen yüzüne dalıp giden genç adam, “Dileme, gülerken çok güzel oluyorsun,” dedi. Sonra ağzından kaçanları fark edince dudaklarını ısırdı. Kızla göz göze geldiklerinde ansızın kahkaha krizine girdiklerinde etrafta yürüyüş yapan insanların dikkatini çektiler. Bir süre sonra kıkırdamaya dönüşen kahkahalar üzerlerindeki stresi atınca durumla dalga geçmeye başladılar. Belçim adama “Ne güzel yediden yetmişe her kadının kalbini çalabiliyorsun işte daha ne?” diye sordu. Genç adam abartılı bir yüz ifadesiyle “Ya tabi ne demezsin! Gerçekten yediden yetmişe,” diyerek yetmişin üzerini vurgulamıştı. Genç kız yine kıkırdadı. “Sonra ne yaptın peki?” Omuz silken adam “Elimden geldiğince profesyonel davranıp babam olmadığımı ona kanıtlamaya çalıştım,” dedi. Merakla adama bakan Belçim, “Biliyor musun sorun ne?” diye sordu. “Ne?” “Sanırım babana benzemediğini kanıtlamak isterken daha fazla babana benziyorsun…” Yiğit de merakla ona dönmüş kaşlarını çatarak bunu düşünmeye başlamıştı. “Anlamadım…” “Neyden kaçarsan ona dönüşürsün demek istiyorum. Bu kadar kendine dert edinme ona benzemeyi.” Acı acı gülümseyen genç adam “Babamı tanımıyorsun... Söylemesi kolay,” diye cevap verdi. “Onu tanımıyor olmam ona kızgın olmadığım anlamına gelmesin!” diyerek söylenen kıza yine merakla bakan adam onun da babasını tanıdığını düşünüp gerildi. “Seni bu hale getirdiği için baban olacak herifin kıçını tekmeleyebilirim!” Genç adam ne duyacağını beklemiyordu fakat duyduklarını düşününce böyle bir şey beklemediğini kesinlikle biliyordu. Yine kendini tutamadan kahkaha attığında üzerindeki tüm kötü enerjinin kaybolduğunu hissetti. O kadar rahattı ki kızla orada oturup sabahlara kadar sohbet edebilirdi. Kızın sözleri hem yüreğine hem ruh haline çok iyi gelmişti. Onu tanımadan düşünen birileri olduğunu bilmek bazen insanı fazlasıyla rahatlatıyordu. “Seni babamın kıçını tekmelerken görmeyi isterdim!” Dişlerini göstererek kocaman sırıtan genç kız “Tavsiye etmem, kıç tekmelerken çok korkunç oluyorum,” dediğinde adam bir kahkaha daha attı. “Hep benden bahsettik… Seni hangi rüzgâr attı buraya?” Omuz silken Belçim kendi derdinin o kadar önemli olmadığını düşünüyordu. “Belki sahil kenarında beni babasının kıçını tekmelerken görmek isteyen bir adam vardır diyerek geldim…” Genç adam kaşlarını kaldırarak kızın yüzüne bakınca genç kız omuzlarını düşürüp yüzünü buruşturdu ve “Sınav haftam fakat bil bakalım kimin canı ders çalışmak istemiyor?” diye sordu. “Hımm… Düşüneyim… Senin olabilir mi?” Sırıtan Belçim başını sallayarak cevap verdi. “Okul dönüşü ya da akşamları böyle buraya gelip biraz rahatlamaya çalışıyorum.” Genç adam böylece kızın o banka ne zaman geldiğini öğrenmiş oldu. Öğlen aralarında ve akşamları uğramadan gidemeyeceği bir yerin olması güzel olmuştu. Erkenden eve gidince daha çok daralıyordu. Bu konuları annesiyle konuşamıyordu. Babası ona yeterince zarar vermişti şimdi kendisi üzerinden ona yeni saçmalıklarla ulaşmasına izin vermeyecekti. Bu yüzden kızla otururken saatin de nasıl geçtiğini hissetmiyordu. İş stresini eve gitmeden atabilmek harikaydı. Kızın çatık kaşlarına uzanıp ortasında oluşan çizgiyi düzeltti. Kızın şaşırıp gözlerine uzun uzun bakması üzerine bunun fazla temas içeren bir hareket olduğunu fark etti. Elini yavaşça geri çekip “Kendini kasma bu kadar…” diye mırıldandı. “İnşallah bundan sonra söyleyeceğin şey hayatın da bir sınav olduğu gerçeği değildir,” diyen kızın sözleri üzerine ikisi de aynı anda kahkaha atmışlardı. “Hayır, böyle bir şey söylemeyecektim elbette. Senin başarılı olacağına inancımın tam olduğunu söyleyecektim. Gözlerindeki zehir bakışlara bakılacak olursa sadece kıç değil sınav kağıdı tekmeleyen bir kız var karşımda.” Utansa da bunu kabul etmekten başka çaresi yoktu genç kızın. Gerçekten çok başarılıydı. Bazen arkadaşlarının onu aralarına almama sebebinin bu olduğunu düşünüyordu. Okul birinciliğine oynuyordu, hocalarla arası iyiydi. Bir yıl öncesine kadar üst sınıflarla da rahatça takılabiliyordu ama kendi sınıfı fazla vasattı. Bunları düşününce onu aralarına almayanın sınıf olmadığını aralarına girmek istemeyenin kendisi olduğunu fark etti. Bunu ise daha iki kere gördüğü bu adam fark ettirmişti. Bu farkındalıkla kocaman gülümseyerek “İnancını boşa çıkartmak istemem…” diye karşılık verdi. Genç adam “Sen de sınavım kötü geçti deyip tam not alanlardan mısın yoksa?” diye sorunca elleriyle yüzünü kapatan Belçim başını sallayarak güldü. “İtiraf ediyorum, o benim!” “Aha! Biliyordum!” diyen adamın tepkisi üzerine daha fazla gülmeye başladı. Bir süre daha bolca gülümseyerek sohbet ettikten sonra Belçim’in telefonu çaldı. “Annem arıyor, gitmem lazım…” diye mırıldanıp ayaklanan kızın peşinden genç adam da ayağa kalktı. “İstersen evine kadar götüreyim seni, saat biraz geç oldu.” “Sorun değil, yürüyerek beş dakika zaten.” “O zaman görüşürüz…” Belçim parlayan gözlerle adama bakıp “Görüşürüz…” dedi ve arkasını dönüp hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladı. * Yiğit arabasını sürerken aklı hala Belçim’deydi. Bir buçuk yılda daha da güzelleşmişti. Üstündeki çocuksuluğu atmış genç bir kadın olmuştu ama sanki biraz tuhaf davranıyordu. Belki de uzun süredir görüşmedikleri içindi. Hoş onlarınki zaten normal görüşmelere benzemezdi ki hiçbir zaman. Arabasını evinin garajına park edip kendini sessiz ve soğuk evine attı. Annesi ile birlikte kalmıyordu. Çünkü annesinin gözlerindeki hüzün onu mahvediyordu. Her gün o gözleri görmek ve acısını kalbinin en derinlerine kadar hissetmek istemiyordu artık. Bu yüzden bir süre önce evini ayırmıştı. Kendini bu sessiz ve soğuk eve mahkûm etmişti. Yalnızlığı sevmese bile katlanıyordu. Zaten pek eve uğramazdı. Yatmadan yatmaya kullanırdı bu evi. Geceleri arkadaşları ile takılmayı, kadınlarla gezip kafasını dağıtmayı severdi. Başka türlü evde düşüncelere dalıp kinini besleyemezdi. Bu onu öldürürdü. Eve girince anahtarı askılığın altındaki küçük kâseye atıp karanlık salonda bir koltuğa fırlattı bedenini. Televizyonu açıp evin sessizliğini yok etmek için sesini biraz yükselterek bir borsa yorum programında durdu. Hala Belçim’i düşünüyordu. Onu düşünmekten kendini alıkoyamıyordu. Bir anda kaybolmuş ve yine bir anda ortaya çıkmıştı. O gittikten sonra kaç hafta aynı yerde beklemişti onu. Tüm olanlar üzerine bir de onu kaybetmek ağır gelmişti Yiğit’e. Kendinden altı yaş küçük o minik kıza ihtiyacı vardı. Ufak tefek bedeninin yanında oluşu bile ona yetiyordu. Telefonu çalınca gözlerini daldığı noktadan ayırdı ve kimin aradığına bakmadan cevapladı.   “Efendim?” “Oğlum, nasılsın?” Annesinin sesini duyunca biraz suçluluk hissetti. Onu son zamanlarda biraz fazla boşlamıştı. İşleri çok yoğundu ve elinde sıkı sıkı tuttuğu bu işi kaybetmemek için elinden geleni yapıyordu. Kariyeri için önemli adımlar attığı şu sıralarda annesini boşlamış olmaktan nefret ediyordu ama bunu yapmaktan başka çaresi de yoktu. “İyiyim annem, sen nasılsın?” diye sorarken de içindeki bütün şefkati sesiyle yansıtmaya çalıştı. “Seni özledim.” “Yarın, akşam yemeğini seninle yersem beni affeder misin?” diye sorarken de kendini çocukluğuna dönmüş gibi hissediyordu. Annesinin mutlu sesi biraz olsun üzerindeki ruh haline iyi geldi. “Oğlum benim! Çok sevinirim. Ben sana küsemem ki, sana kızamam ki hiç. Affetmek ne demek bir tanem benim.” Annesinin sözleri üzerine gözleri kinle kısıldı. Babasından ömür boyu nefret edecekti. Annesi gibi bir kadına yaptıkları için onu asla ama asla affetmeyecekti. Ne cehennemde olduğu umurunda değildi. Tek istediği kaybolduğu o cehennemde geberip gitmesiydi. Bir daha karşılarına çıkmamasıydı. Yoksa onu kimse durduramazdı. “Seni seviyorum anne.” “Ben de seni seviyorum oğlum.” Telefonu kapatınca gidip sıcak bir duş aldı ve hemen uyumak için yatağına kuruldu. Yarın yine önemli bir toplantısı vardı. Ayrıca Çarşamba gününe iş bırakmak istemiyordu. O günde Belçim’le buluşacaktı. Birden aklına kızın neden telefonunu istemediği geldi. Şimdiye dek birbirlerinden hiçbir şey istememişlerdi ama bugün kızın talepkar tutumuna karşın telefonunu alsa herhalde sorun olmazdı.   Evet, Belçim biraz değişmişti. Artık utangaç değildi. Belki biraz. Eskisi gibi değildi bakışları. Bir şeyler değişmişti ama Yiğit bunun ne olduğunu anlayamamıştı. Ya da çözememişti henüz. Birbirlerini tanıdıkları günden beri o bank ve ufak tefek kısa yürüyüşler haricinde ilk kez Çarşamba günü buluşacaklardı. Bu Yiğit’i heyecanlandırıyordu. Bu yüzden Belçim’deki farklılığın üstünde çok durmadı. Bu yeni farklılık kabul etmek istemese de hoşuna gitmişti.  Etrafındaki süs bebeklerinden ziyade hayatında değer verdiği iki kadın vardı. Biri annesi öteki ise Belçim’di. Belki annesinin bundan haberi yoktu ama durum buydu. Belçim’e ihtiyacı vardı. Belki verdiği değer bundan kaynaklanıyordu. Belki kızı kullanıyordu ama elinden başka bir şey gelmiyordu. Ona ihtiyacı vardı. Onun sakinliğine, onun hissettirdiklerine ihtiyacı vardı. Sevgiden, aşktan, meşkten değil. İhtiyaçtandı. Gözlerini yummadan önce bunu düşünüyordu. ‘İhtiyaç.’   Aşk, sevgi zaten ona göre değildi. Bu dünyada gördükleri ona yeterdi. Aşk ve sevgi karın doyurmuyordu. Bağlılık da ona göre değildi. Kafasını daha da yastığa gömdü. Düşünmeyi bırakıp uyumalıydı. Yoksa sabaha kadar bir koyun bir Belçim sayacaktı. Ya da hep Belçim’i sayacaktı. Uyuması gerektiğini bilmesine rağmen yine de Belçim’i düşünmeye devam etti. Kendisinin yanına oturduğunu hissedip ona dönmesini, kokusunu çaktırmadan içine çekmesini. Kaçamak bakışlarla onu süzmesini. Hareketleri hiç değişmemişti aradaki diğer farklar bu yüzden belli olmuyordu gözünde. Uzun zamandır ilk defa görüyordu onu. O da doyasıya içine çekmek istemişti kızı. Ayrıntılara takılamayacak kadar mutlu olmuştu onu görünce… Düşündükçe derinleşen anılar yüzünden gözlerini sımsıkı yumup ‘Artık uyumalısın koçum!’ diye fısıldadı kendi kendine.  * “Ne yaptığını sanıyorsun Meriç?”   Belçim, Meriç’in kollarından kurtulduğu gibi odasının ışığı altında genç adamın gerilmiş yüzünü inceledi.  Aralarına güvenilir bir mesafe koyarken kaşları çatılan genç adama dikkatle baktı. Bugün Yiğit’in söyledikleri de hala aklıdayken bir şeyler hatırlamak için kendini zorlamaya çalıştı. Özellikle halası ve Meriç’e dair. Ama başaramadı. Eline geçen tek şey alnının arkasından başlayıp saç köklerine kadar yayılan ağrı oldu.   “Bunu asıl sana sormak lazım. Bütün gün nerelerdeydin? Annem seni kontrol ettirmek için beni yolladı fakat odaya bir giriyorum, Belçim Hanım yoklar. Banyosuna bakıyorum orada da değiller. Aynı şekilde evin hiçbir yerinde olmayan Belçim Hanım akşamın kör karanlığında evin yolunu buluyor. Hem de sapa sağlam. Aklın başında mı senin?”   Meriç’in sinirle söylediği sözler, yeşil gözlerindeki bakışlar Belçim’i korkutmuştu. Belli ki Meriç onu merak etmişti ama tepkisi de biraz aşırıydı ve bakışları… Korkunçtu. Yeşil gözlerinden az sonra ateş çıkacak diye geri geri kaçmamak için kendisini zor tutuyordu. Ayrıca arkasından gelip onu korkuttuğu için hala kalbi küt küt atıyordu.   Meriç sarı saçlarına ellerini daldırıp onları öfkeyle dağıttı. Elini kolunu nereye koyacağını bilemiyordu. Belçim’in bütün gün nerede olduğunu merak edip durmuştu. Ailesi yüzünden de aramaya çıkamamıştı. Belçim’in şimdi özür dilemesi gerekiyordu. Her zaman olduğu gibi ama kız konuşmaya başladığında put gibi kaldı.   Belçim çenesini kaldırarak buz gibi bir ses tonuyla “Ses tonuna dikkat et, ben senin çocuğun değilim. Ayrıca bir buçuk yıl önce de eminim dışarı çıkıp geziyordum. Neden bu kadar şaşırıyorsun? Hep dizinizin dibinde mi duracağım sanıyordunuz?” dedi ve ardından dişlerini birbirine bastırdı. Çok ileri gitmişti.   Meriç’in birden suratındaki tüm renk gitti ve gözü seyirdi. Soğuk bir sesle sorduğu soru Belçim’i iliklerine kadar titretti.   “Sen, yoksa hatırlıyor musun?”   Belçim merakla Meriç’i izlerken kendisinden saklanan geçmişini daha fazla merak etmeye başlamıştı. Meriç’i bu kadar sersemleten ve telaşa düşüren neydi? Resmen bembeyaz olmuştu.  Genç adam ise kalbi ağzında Belçim’den gelecek cevabı bekliyordu. Kesinlikle hatırlayamazdı ama ya hatırlarsa diye düşünmekten kendini alamıyordu işte. Belçim “Hayır, sadece geçmişte de gezip tozmuyor muydum? Onu söylemeye çalışıyorum. Sen neden bu kadar telaş yaptın? Kötü bir geçmişim mi var?” diyerek sırıttı. Hatırlayamamasına sinir oldu. Tavrı değişti. Kesinlikle bu işi çözecekti. Bir ömür böyle geçmezdi.   Meriç, kızın cevabı ile tuttuğunu nefesini bıraktı ve gözlerini kısarak Belçim’in birden değişen hal ve hareketlerini tartmaya başladı. “Anneme söylemedim ortadan kaybolduğunu. Geri dönmeni bekledim. Neredeydin? Meraktan öldüm!” diyerek kızın yatağına oturdu sakince. ‘Kesinlikle hesap soruyor!’ diye düşündü Belçim.   “Uyandığımda bahçede sizi gördüm. Açıkçası bu dediklerime rağmen bana bir şey anlatmayacağını biliyorum ama aile özlemi çekiyorum Meriç. Böyle anne baba hasreti yani. Belki bilmezsin sen, senin annen de baban da yanında. Ama benim varlar mı yoklar mı onu bile bilmiyorum. Sizi öyle görünce kötü oldum. Kıskandım ve biraz dolaşmak için dışarı çıktım. Kıskançlığım yüzünden sarf etmemem gereken şeyler söyleyip sizi üzmek istemedim,” diyerek dudaklarını sarkıttı ve kaşlarını düşürdü. Kirpiklerinin gölgesi elmacık kemiklerine düşecek kadar gözlerini kıstığında, ‘Sen kesin oyuncusun. Hatta ünlü falan olmalısın! Bu kadar yalanı bir arada söyleyebilmek yetenek meselesi,’ diyerek kendini tebrik etti.   Belçim, dikkatle Meriç’i izliyordu. Kesinlikle yutmuştu. ‘Saf!’ diye iç sesiyle haykırdığında Meriç yataktan kalkıp birden Belçim’e sarıldı. “Üzülme tatlım, sen bizi kesinlikle üzemezsin. Bir gün bunların hepsi geçip gidecek ve çok mutlu olacağız,” diyerek kollarını daha sıkı doladı kıza. Kokusunu içine çekip gözlerini kapadı. Onu o kadar merak etmişti ki şimdi kollarında olması bile genç adama yetmiyordu.   “Halama söyleyecek misin?” diyerek Meriç’in kollarından sıyrılmaya çalıştı ama başaramadı. Tam o esnada Meriç’in arkasında kalan komedinin altında sabah içmediği ilaçlardan birini gördü. Hepsini klozete attığını sanıyordu ama resmen göz göre göre bir tanesini düşürmüştü. Eğer Meriç bu detayı fark ederse başı kesinlikle derde girerdi. Bu yüzden bu yakınlıktan sıkılmış olsa da sesini çıkarmadı. Bir an önce onu odadan çıkarmalıydı.   Genç adam, Belçim’in sorusu ile bir müddet durumu tarttı. “Bir daha böyle habersiz çıkacak mısın?”   Belçim onu yine bu eve kapatacaklarından korkuyordu. O zaman Yiğit ile görüşemezdi. Geçmişi de gün yüzüne çıkmadan karanlığa gömülürdü. Hoş Yiğit ile gün yüzüne çıkıp çıkmayacağından da emin değildi ya. Yine de elinde bir ihtimal olması ona yetiyordu şimdilik. Hayal kuracak bir dayanak gibiydi onun için. Bu yüzden dik başlılık ederek istediğine ulaşabileceğini düşündü Belçim. İpleri eline alması gerekiyordu.   “Evet, yine yapacağım. Çünkü uzak bir yere gitmedim. Az ilerideki parka gittim,” diyerek yalan uydurdu. Eğer Meriç gerçekten doğruyu söylediyse, kendisini aramaya çıkmadıysa o halde nereye gittiğini bilmiyor demekti ve bu da genç kızın onu ikna etmesinin biraz daha kolay olacağı anlamına gelmekteydi.   Meriç Belçim’in cevabı ile şaşkınlıktan kulaklarına inanmamıştı. Hafıza kaybına uğradığı günden beri uysallıkta bir dünya markası haline gelen kız, karşısında durmuş ona meydan okuyordu. ‘Eskisi gibi…’ diye düşündü Meriç. Kesinlikle bugün bir şeyler değişmişti ve bu onu korkutuyordu. Eğer Belçim eskisi gibi ona meydan okuyup kafa tutuyorsa da kesinlikle dediğini yapardı. O yüzden suyuna gitme yoluna başvurdu.   “O zaman bir anlaşma yapalım, nasıl fikir?” Belçim tek kaşını kaldırdı ve çenesini gerdi. Başını öne eğip Meriç’e fikrini belirtmesi için fırsat tanıdı. Genç adam bu bakışı, bu duruşu ve bu hareketi de hatırlıyordu. Bu görüntü bir buçuk yıl önceki Belçim’e aitti! O kazadan önceki Belçim’e.   “Sen dışarı çıkarken en azından bana haber ver, bazen birlikte çıkarız. Yanında olmasam bile benim haberim olsun. Nereye gittiğinden falan…”     Belçim eğer bu teklifi kabul etmezse Meriç’in peşini bırakmayacağını sezdi. Bu yüzden kafasını olumlu bir surat ifadesi ile salladı. “Peki, olur. Anlaştık,” diyerek gülümsedikten sonra,  “Artık odamı boşaltabilir misin? Üstümü giyinip yatacağım. Yorgunum,” diye ekleyip genç adamın çıkmasını bekledi.   Meriç sessiz bir baş işareti ile mesajı aldığını belirtti ve odanın kapısını araladı. Son bir kez arkasına dönüp onun çıkmasını bekleyen Belçim’e bakıp “Bir şeyler hatırlamadığından emin misin?” diye sordu.  Genç kız gelen bu soru ile tedirgin oldu. Bir şeyler hissediyordu. Eski hissettiklerine benzetebileceği. Ya da öyle sandığı ama bunlar hatırlamak değildi. Yanından bile geçemezdi. Fakat Meriç’in bunu bir kez daha sorması merakını körükledi. “Dediğim gibi, hayır. Neden sordun?”    ‘Zaten hatırlasaydın neler olurdu tahmin edemiyorum,’ diye düşündü Meriç.   “Hiç, bir an eski Belçim’le karşı karşıya duruyorum sandım,” diyerek odadan çıktı genç adam. Giderayak dememesi gereken bir şeyi ağzından kaçırmıştı ve Belçim’i soru işaretleri ile bırakmıştı. Bunun farkındaydı ama söz ağızdan çıkmıştı bir kere. Arkasından açılan oda kapısı ve Belçim’in “Bu ne demek oluyor şimdi?” sorusunu cevaplamadan kendini odasına attı. ‘Ya hatırlarsa? Allah’ım!’ diyerek kafasını yaslandığı kapıya vurdu Meriç. “Ya hatırlarsa!” diye fısıldarken de bunun asla ama asla gerçekleşmemesi için dualar ediyordu.   Genç adam odasını boşalttıktan sonra yerdeki hapı da diğerleri gibi klozete atan Belçim odanın altını üstüne getirdi. Düşürdüğü başka bir ilaç olmadığından emin olunca üzerini değiştirip kendini yatağa attı. Karanlıkta parlayan gözlerle tavanı izlerken kalp atışları bir hızlanıyor bir yavaşlıyordu.   *   Belçim yeni bir güne gözlerini açtığında başucunda duran hapları gördü yine. ‘Önce sizin icabınıza bakmalıyım,’ diye düşünerek eline aldığı hapları odasının içindeki lavaboda klozete attı. Son günlerde hapların hakkından böyle geliyordu. Üstüne iki kere sifonu çekti ve hapların kanalizasyona karıştığından emin olunca suyu da camının önünde duran menekşelerin dibine döktü. Bu gün psikologu ile randevusu vardı. Hala tedavilere bir cevap verebilmiş değildi ama psikologunu seviyordu. Yaşlı adama artık alışmıştı. Onunla konuşmak onu rahatlatmasa bile psikologu İhsan Beyi uğraştıran bir hasta değildi. Yatağını toplayıp üstünü değiştirirken artık bir plan yapması gerektiğini düşündü. Plansız programsız ilerlerken arkasında delil bırakmaktan korkuyordu. Saçlarını toplayıp aşağıya indi. Bir planı olmasa da, hala geçmişine dair bir şey hatırlamasa da Yiğit’in olması ona yetiyordu. Şimdilik buna güvenerek mutlu olmayı yeğliyordu. Kocaman bir gülümseme ile kahvaltı masasına oturduğunda herkes şaşkınca ona bakıyordu. Eniştesi onun sonunda gülümseyen suratını yeniden görmekten memnun bir şekilde arkasına yaslanıp konuşmaya başladı.   “Hayırdır kızım, ne bu neşe?” Halası ve Meriç de cevabını merak edercesine kıza bakıyorlardı. Meriç kuşkuyla gözlerini kıstı. Belçim kısa bir an Meriç’le göz göze geldi ve hemen gözlerini kaçırdı.   “Hiç, çok güzel bir rüya gördüm.” Tüyleri diken diken olan Sevim Hanım araya, “Ne gördün yavrum?” diyerek girdi.     Belçim onları ikna etmek için kırk takla atıp yalan üstüne yalan söylerken bu sefer işin içinden nasıl çıkacağını düşünüyordu. “Babamı gördüm. Yanımda uyuyordu.” Bu yalanı Meriç’in bakışlarının normale dönmesini sağlamıştı. Halası da derin bir nefes alarak yerinde daha dik oturdu. Tekrardan gülümseyerek Belçim’in yanağını okşadı. “Çok mu özledin onu?”   “Evet, bu hafta sonu aramadı zaten. Çok meşgul galiba. Keşke gelse yine. En son geçtiğimiz Şubatta geldi. Özledim,” diyerek bakışlarını önündeki tabağa çevirdi. Tepeleme doluydu ve Belçim dün hiçbir şey yememişti. İştahla yemeğine gömülüp herkesi bir şoka daha soktu. Eniştesi ve halası memnun bir şekilde onu izliyorlardı. Meriç ise açlığının sebebini bilircesine ona bakarak ağzına bir salatalık dilimi attı. Kızın hiçbir şey hatırlamaması keyfini yerine getirdi. Arkasına yaslanıp meyve suyundan bir yudum aldı. Yeşil gözleri yemek boyunca Belçim’in üzerindeydi. Zaten onun olduğu bir ortamda gözlerini ondan hiç ayıramıyordu ki!   Yemek faslını bir şekilde atlatan Belçim odasından çantasını almak için merdivenlere yöneldi. Meriç de hızla masadan kalkıp ona yetişti. Genç kız arkasından gelen genç adam yüzünden tedirgince odasına yöneldi. Dün geceki davranışı, odasından çıkmadan önce söylediği sözler ve kahvaltı boyunca gözlerini ondan ayırmaması Belçim’i rahatsız etmişti. Odasının kapısında arkasını döndü ve hala onu izleyen genç adama masumca gülümseyerek kendisini odasına attı. ‘Beni takip mi ediyor?’ diye düşünmek fazlasıyla iyimserce olacaktı ki Belçim bir süreliğine iyimser yanını kullanıma kapatmıştı. Meriç, resmen kendisini takip ediyor yetmiyor gözünün önündeyken bile her bir hareketini inceliyordu.     Bir erkeğe göre fazlasıyla yakışıklıydı. Bal rengi saçları vardı ve dağınık bir model yapınca çok hoş duruyordu. Yeşil gözleri beyaz teniyle uyumlu bir şekilde parlaktı. Uzun boyluydu ve vücudu da gayet güzeldi. Ama en nihayetinde Meriç Meriç’ti. Yiğit’in Meriç’le olan imalarından sonra ona karşı biraz uzak davranması gerektiğini düşündü. Çünkü dün geceki davranışına bakılacak olursa Meriç’te ters olan bir şeyler vardı. Onun gerçek yüzünü belki ilk kez dün gece gördüğü için böyle düşünüyordu. Ama öyleydi işte. Dün geceki o korkunç bakışlar, ona normalden fazla sıkı sarılması, üstüne gelmesi ve bir şeyleri hatırladığından korkuyormuş gibi durması...   Hızlıca üzerine çeki düzen vererek çantasına yanına aldı ve aşağıya indi. Halasının hazırlanmasını beklerken bahçedeki koltuklardan birine oturup etrafını izledi. Yan villadaki camlardan birinde bir tül kıpırdayınca merakla oraya baktı fakat hiçbir şey göremedi. Biri onu mu izliyordu? Yok, artık diye düşünerek gözlerini dinlendirmek için kıstı. Onun da bir güneş gözlüğüne ihtiyacı vardı. Halası gelince “Bugün dönüşte bana güneş gözlüğü almak için alışveriş merkezine gidelim mi?” diye sordu.   Halası şaşkın şaşkın ona bakıp “İyi de sen dışarı çıkmazsın ki, ayrıca alışveriş merkezinde de çok korkmuştun kalabalık diye,” dedi ve Belçim’i ters köşe yaptı.   Toparlamaya çalışan Belçim “Bahçeye çıktığımda gözlerimi açamıyorum çok güneş var,” diye mırıldandı. Sanki istediği yapılmayacakmış da bunun için üzülmüş gibi yaparken halasının surat ifadesi hemen yumuşadı.   “Sen yeter ki güneş gözlüğü iste bebeğim, İhsan Bey’deki işimiz bitince en güzelini almak için mağazaları dolaşırız. Hem sen de açılmış olursun.”   Halasını da kafesleyince rahatlayarak onun koluna girdi ve şoförle psikoloğuna gitmek için yola koyuldu. Sevim Hanım yolda durup durup ona baksa da eskisi gibi tepkisiz kalmaya çalışarak üzerindeki ilgiyi bertaraf etti. Kadın yeğenindeki o günlük yaşanan değişimin iyi mi kötü mü olduğuna karar vermekte güçlük çekiyordu. Hem onu böyle canlı görmek hoşuna gidiyordu. Hem de…   O günü psikologla olan sıradan randevuları bitince alışveriş merkezinde harcayan hala yeğen keyifle eve döndüklerinde akşam yemeği hazırlanıyordu. Eniştesi onları görünce “Hanımlar! Gözümüz yolda kaldı,” diyerek ayağa kalkıp eşinin yanağına bir öpücük kondurdu.   Sevim Hanım gülümseyerek “Belçimle alışveriş yaptık, o kadar çok eksiğim varmış ki evden çıkmasam haberim yokmuş,” diyerek kocasının koluna girdi ve yemekten önce üzerini değişmek için eşiyle odasına çıktı.   Arkalarından kendi odasına çıkan Belçim elindeki poşetleri bir kenara fırlatıp bu alışveriş zımbırtısına neden kalkıştığını hatırlayıp güneş gözlüğünü çantadan çıkarıp odasındaki her şey gibi beyaz olan masaya bıraktı. Etrafındaki mobilyaların temizliği, yeniliği, kusursuz oluşu ona bu odanın kendi hafızası gibi yeni olduğunu fark ettirdi. Hiçbir yerde tek bir çizik bile yoktu. Hep halasıyla yaşayan bir kızın odası için fazla dokunulmamış eşyaları vardı. Tabi bu babasının ona attığı yalanlardan biriydi. Yiğit’in söylediklerine bakılırsa eskiden bir evi vardı. Yiğit aklına gelince kalbinde hissettiği o huzur yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmasına neden oldu. Çarşamba gününü iple çekiyordu.  
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD