güven bana

1089 Words
Ela’nın gözlerinde hâlâ korkunun tozu vardı; ama içinde yanmaya başlayan bir cesaret de… Baran ise görev disiplininin ardına sakladığı duygularla boğuşuyordu. O an birbirlerine yabancıydılar; ama kader, ikisini de aynı yolda yürümeye zorlamıştı. Ela, Baran’a yaklaşarak nefes nefese konuştu: “Diğer doktorlar ve hastalar hâlâ o sığınakta! Onları almamız lazım.” Baran’ın kaşları çatıldı; bakışları, emir vermeye alışkın bir adamın kararlılığını taşıyordu: “Senin önceliğin hayatta kalmak. Biz halledeceğiz.” Ela’nın yüzü bir an gerildi, dudakları titredi: “Onları bırakamam!” Baran, bu inadı tanıyordu; kendi inadı gibi. Kadının gözlerinde gördüğü şey, sadece korkusuzluk değildi: vicdan ve sorumluluk. Onun kadar güçlü birine, sadece “Dur” diyerek engel olamazdı. Derin bir nefes aldı, bakışlarını Ela’dan kaçırmadan fısıldadı: “Peki. Benimle kal. Ama emirlerime uyacaksın. Aksi hâlde seni oradan çıkarmam.” Ela başını eğdi; gözlerini kapatıp kendini toparladı. Dudaklarının kenarında beliren inatçı gülümseme, Baran’ın kalbinde sert bir düğüm attı. --- Tim, Ela’nın gösterdiği sığınağa doğru ilerlerken, gerilim her adımda artıyordu. Gece, ateş ve barut kokusuyla doluydu. Baran, omzunun üzerinden sık sık Ela’ya baktı; gözleri onun hayatta olduğunu görmek ister gibiydi. Bir patlama sesi, Ela’nın dengesini bozdu. Baran refleksle onu kollarının arasına çekti; o an, zaman donmuş gibiydi. Ela’nın kalbi göğsünde hızlı hızlı çarparken, Baran’ın avuç içindeki sıcaklığı, soğuğun ortasında bir ateş gibi dokundu tenine. Ela, korku ile minnettarlık arasında sıkışmış fısıldadı: “Teşekkür ederim…” Baran, kısa bir an nefesini tuttu; sonra kendini toparladı. Sesi sertti, ama gözleri başkaydı: “Dikkatini kaybetme. Buradan sağ çıkacağız.” --- Sığınağa vardıklarında içerideki tablo ağırdı: korkudan bayılmış doktorlar, yaralı insanlar, sessiz bir bekleyiş. Baran ve timi, hızla etrafı kontrol etti. Ela ise vakit kaybetmeden diz çöküp nabız kontrolü yaptı; mesleğinin soğukkanlılığı gözlerindeki korkuyu örttü. Bir yaralının elini tuttuğunda, başını kaldırıp Baran’a baktı: “Onları çıkarmak için bana zaman ver.” Baran bakışlarını Ela’dan çekemedi; öyle bir güven ve kararlılık vardı ki… Sessizce başını salladı: “Beş dakikan var. Sonra gidiyoruz.” O an, iki yabancı; bir görev için değil, birbirlerinin yükünü omuzlamak için yan yana durmuş gibiydi. Operasyon tamamlanmış, rehineler kurtarılmıştı. Tim, güvenli bölgeye doğru ilerlerken geceyi yaran sadece ay ışığı ve uzaklardan gelen köpek havlamalarıydı. Ela, yorgun ama dimdik yürüyordu; gözlerinde hâlâ o ilk tanıştıkları anki inat ve korkusuzluk vardı. Baran, arada bir dönüp ona bakıyor; ama bakışlarında söyleyemediği cümleler gizleniyordu. Görevin ciddiyeti ile kalbinin fısıltıları arasında sıkışmıştı. Baran, Ela’nın yanına yaklaştı: “Cesursun… Belki de fazla.” Ela hafifçe gülümsedi; dudaklarının kenarında beliren kırılgan ama güçlü bir ifade ile: “Kaybetmekten korktuğun zaman, cesaret kaçınılmaz oluyor.” Baran’ın gözleri kısacık dondu; bir an için göz kapaklarının arkasında bir anı canlandı: Sisli bir sabah, patlayan bir mayın ve haykıran bir ses… En yakın arkadaşı Ali’yi kaybettiği gün. Ela, Baran’ın yüzündeki gölgenin farkına vardı: “Sana da birini kaybettirdi, değil mi?” Baran, bir an sustu; dudaklarını sıkıca kapadı. Sesinde taş gibi bir soğukluk, ama bakışlarında itiraf gibi bir kırılganlık vardı: “Evet. Hem de gözümün önünde.” Ela, başını önüne eğdi; kendi içindeki yaraya dokunur gibi: “Ben de… Kardeşimi.” Göz göze geldiler. Sözsüz bir ortaklık, ikisinin de geçmişten taşıdığı bir acının sessiz bağı… Aynı yara, aynı yangın. --- Konvoy durduğunda, Ela çadırların olduğu güvenli alana götürüldü. Baran, kenardan izledi; ama gözlerini ondan alamıyordu. Tim komutanı olduğu hâlde, kendisini Ela’ya çekilirken buldu. Yanına geldi; sesini yumuşatmaya çalışarak: “Sen iyi misin?” Ela bakışlarını yere çevirdi, sonra cesaretle Baran’a baktı: “İyi değilim. Ama hayattayım.” Bir an sessizlik oldu; gecenin serinliği, ikisinin arasındaki sıcaklığa değemedi. Baran, derin bir nefes aldı: “Ben de iyi değilim… yıllardır.” O söz, Ela’nın kalbine bıçak gibi saplandı. Bir an ona dokunmak, yarasına merhem olmak istedi. Ama ikisini de geçmişleri ve duvarları tutuyordu. --- 🌑 Gecenin Sonu Ela, uyumak için küçük bir çadıra çekildi. Ama gözlerini kapadığında bile Baran’ın yüzü, sesi ve gözlerindeki yalnızlık aklına geliyordu. Baran ise dışarıda yürüyordu; karanlığa fısıldar gibi kendi kendine söylediği tek kelime vardı: “Keşke…” Bu kelime, ikisinin de ruhunda yankılandı. Geçmiş, kalplerine zincir; ama o zincirin halkaları arasında doğmaya başlayan bir his vardı: Tutku. Ve korkudan daha güçlü bir bağ. Sabah, sınır hattının tozlu yollarına doğan solgun güneşle başladı. Kampın içinde bir telaş vardı; kurtarma operasyonunun yankıları hâlâ sürüyordu. Doktorlar, yaralılar, askerler… Herkes bir şeyle meşguldü. Ama Ela’nın aklı, geceden beri susmayan bir sesi dinliyordu: Baran’ın “Ben de iyi değilim…” sözü. Ela, ince bir hırka alıp çadırdan çıktı; yavaşça kampın kenarındaki yüksek kum setine doğru yürüdü. Nefes almak, düşünmek istiyordu. Kafasında binlerce soru, yüreğinde daha yeni filizlenmeye başlayan bir duygu vardı. Kum setinin ardında, Baran duruyordu. O da sabahın sessizliğinde tek başına düşünmeye gelmişti. Ela’yı görünce kısa bir an bakışları buluştu. O anda, sessizlik kelimelerden daha güçlü konuştu. --- 🌙 Yakınlaşma Ela adımlarını yavaşlattı; Baran’ın gözlerinde ilk kez bir yabancıya değil, kendine ait bir şeyi görüyordu: Çatlamış bir kalkanın arkasındaki gerçek bir kalp. “Gece uyuyamadım,” dedi Ela, sesi alçak ama dolu dolu. Baran derin bir nefes aldı; boğazındaki düğümü çözmeye çalışarak: “Ben de.” Ela cesaret etti, birkaç adım daha yaklaştı: “Sen neden buradasın, Baran?” Baran’ın bakışları sertleşti; ama bu sertliğin ardında korku vardı: “Görevdeyim.” Ela başını iki yana salladı; sesi biraz titredi: “Ben görevini sormadım. Sen… neden buradasın? Gerçekten.” Bir anda aralarındaki mesafe yok oldu. Baran, dudaklarının arasından çıkmasına izin verdiği kelimelerle fısıldadı: “Çünkü bazen insan, kendini unutur. Ben de öyle yaptım… Unutmaya geldim.” --- 🌹 İsyan ve Tutku Ela’nın yüreği hızlandı. Onun da gözlerinden bir damla yaş düşmek üzereydi. “Unutmaya geldim” derken, aslında kalbine gömdüğü duyguları hissediyordu. Ela, kendini tutamadı; bir adım daha attı. Şimdi aralarında nefes kadar bir mesafe kalmıştı. “Ben de unutmaya geldim… ama senin yüzünden hatırlıyorum,” dedi Ela, gözleri dolarak. Baran, Ela’ya baktı. Dudaklarının kıyısında dolaşan kelimeler vardı; ama söyleyemedi. Bunun yerine, boğuk bir sesle: “Bu… yanlış.” Ela, inatla, titreyerek ama kararlılıkla: “Yanlışsa neden bu kadar doğru hissettiriyor?” Ve o an… Sessizlik kırıldı. Baran, Ela’yı kendine çekti; kalbinin attığı yeri elleriyle sardı. Dudakları Ela’nın alnına değdi; uzun, sarsıcı bir dokunuştu. Tutkulu bir öpüşme değildi; ama ondan daha derin bir itiraf gibiydi. Ela, gözlerini kapattı; Baran’ın dokunuşunda kalbini unuttuğu, korkusunu unuttuğu o kısa anı soludu. Baran’ın sesi kulağında fısıltı gibi yankılandı: “Bunu istememeliydim… ama istiyorum.” --- 🌑 Bitmeyen Çatışma O anda telsiz sesi patladı; operasyon alanına çağrı gelmişti. Baran geri çekildi; gözlerindeki ateş hâlâ Ela’da asılıydı. “Biz… sonra konuşacağız,” dedi, sesi çatallı. Ela ise bir an donakaldı; kalbi atıyordu, nefesi yanıyordu. Kendine geldi; “Sonra” dedi fısıltıyla, ama yüreğinin derinliklerinde çoktan “şimdi” diye haykırıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD