-2- Astasya'nın İkilemleri

1458 Words
Astasya halasına bir söz vermişti vermeye ama yüreğinde kopan fırtınalardan savrulup büyük bir ağacın dalına takılmış bir eşarp gibiydi vaadi. Çocukluğundan beri yaşadığı zorluklar, travmalar ve acıların yanı sıra diğer insanlarda olmayan yetenekleriyle de kendini gerçek dünyaya ait hissedemiyordu genç kız. Büyüdüğü orman evini ve orada geçirdiği eski huzurlu günleri düşlüyordu sık sık. Tanıdığı birkaç insan ve yüzlerce hayvandan oluşan yalıtılmış hayatı meğer ne huzur vericiymiş. Pazara gittiği o güne geri dönebilse acaba yine biner miydi o arabaya diye sıkça düşünürken buluyordu kendisini. Belki o kadar ısrarcı olmasa ve o kasabaya gitmese ne Prens onu görecek, ne ailesine kendisinden bahsedecek ve ne de gerçek annesiyle babası onu bulmaya geleceklerdi. O vakit belki Yuşhakov da ne babasını öldürecek ve ne de annesinin kör kalmasına neden olacaktı. Genç kız sürekli bu olasılıkları düşünüp duruyor ve büyük sarı evin sunduğu konfora, Prens Aleksimov’un vaat ettiği görkemli hayata rağmen içten içe kaçıp ormandaki o gizli eve sığınmaya büyük bir arzu duyuyordu. Vitoli ve Anuşka yalnız kalmışlardı ve kendisine daha çok ihtiyaç duyuyor olmalıydılar. Astasya’yı görmeye de gelmişlerdi ve genç kız ikisinin de gözlerinde yaşadıkları acıya, yoksunluğa dair izleri netçe görmüştü. Kan bağı olmasa da ikisi de onun gerçek ailesiydi. Onu güvende tutmuş ve her daim sevip korumuşlardı. Gerçek babasını sadece bir kez görmüş ve sonsuza dek kaybetmişti aynı gün. Gerçek annesiyse muhteşem bir kadındı ve Astasya her geçen gün Desa’ya daha çok hayran olsa da Anuşka’nın daha kaba saba ve hoyrat varlığından hissettiği anaçlığı da kaldırıp bir köşeye koyamıyordu. O iri ve çoğu zaman da sert mizaçlı görünen kadının kendisine bebekliğinden beri gösterdiği müsamaha ve sevgi yeri doldurulamaz bir şeydi. Sarı konağa ayak uyduramadığında veya diğer insanlarla paylaşacağı bir şeyler bulamadığında kendisini ya ormana atıyor, ya da büyük bir ağacın dallarına sığınıp özünde hep var olan o vahşi yönünün verdiği cesareti hissetmeye çalışıyordu. Hayvanlarla konuşuyor, enerjisini harcıyor, çimenlerde çiçekler açtırıyor ve kimsecikler görmediğinde dans edip kıkırdıyordu neşeli bir çocuk gibi. Bazense bir keder çöküyordu tüm benliğine ve bir ağacın görünmeyen dalında tünüyordu saatlerce. Prens Aleksimov’a aşık olmuştu olmaya da bir türlü kendisini onun yanında bir eş olarak düşünemiyordu. Her an kaba saba bir şey diyecek veya yapacak gibi hissediyordu. Oysa o sarayda kaba saba olarak nitelendirilecek birçok şey Astasya’nın yaşamı boyunca çok normal olan şeylerdi. O bir prenses değildi, bir prenses gibi yetiştirilmeyi bırak, birkaç ay öncesine dek bir ormanda herkesten uzakta büyütülmüştü. Çok zorlanıyordu halasının istediklerini yapmaya çalışırken. Bedeni zorlanmasa ruhu isyan ediyordu bu kurallar silsilesine. Ruhu kabul etse bedeni uymuyordu o kalıba. Oysa Liyatta ne de kolay yapıyordu istenen her şeyi. Ne bir saray hanımı gibi konuşmakta zorlanıyor, ne vücudu giydikleri kıyafetleri taşırken sırıtıyor ve ne de nezaket kurallarına uygun davranışlar gösterdiğinde zarafetten uzaklaşıp yapmacık duruyordu. Liyatta saraya küçük yaşlarda gittiği için olsa gerek zaten gayet güzel uyum sağlamıştı o ortama. Çenesi her daim biraz kalkık, bakışları kibirli ve gülüşleri gayet ölçülüydü. Astasya ise deniyor ama sanki kendisi için iki beden küçük bir elbiseyi giymesi isteniyor gibi zorlanıyordu tüm bunları özümsemeye çalışırken. Üstelik halası sık sık memnuniyetsizliğini belli ederken Liyatta çenesini kaldırıp gözlerini başka tarafa kaydırarak, sen tam bir zaman kaybısın, dercesine davranıyordu ve Astasya daha çok uzaklaşıyordu bu baloya katılıp Aleksimov’la evlenme fikrinden. Yine de artık ok yaydan çıkmıştı ve halasına bir söz vermişti. Aslında halası umurunda değildi, o sözü annesine vermişti Astasya. Annesini memnun etmek için elinden geleni yapacaktı. Onun kendisi için çektiği acıları biliyordu ve teşekkür etmek için yapabileceği en iyi şey bir saray hanımefendisi gibi davranmayı öğrenmekten geçiyordu. Hala geleceğin çariçesi olmak gibi bir hedefi olmayan genç kız sadece ailesini en iyi şekilde temsil edebileceğini göstermek istiyordu. Ormana terk edilmesi ve orada bir yabani gibi büyümesi kendi seçimi olmasa da bundan dolayı ailesini utandırmak en son isteyeceği şeydi. Oysa ruhu asla tam olarak evcilleşmeyecekti ve Astasya işte bu gerçek yüzünden ilerde bir çariçe olmanın iyi bir fikir olduğundan şüpheliydi. ‘’Hadi artık dersimize başlayalım o halde. Günün çoğu boşa geçti bile.’’ Halasının ikazıyla kendine gelen genç kız annesine yaklaşıp yanağına bir öpücük kondurdu ve kulağına, ‘’Seni seviyorum anne.’’ Diye fısıldadı. Desa’nın yüzünde huzur dolu bir gülücük peyda olurken, ‘’Ben de seni seviyorum ateş çiçeğim. Hem de her halinle.’’ Astasya annesinden duyduklarıyla tatmin olmuş şekilde halasının peşine takıldı. Liyatta tüm bu olanları büyük oturma odasının penceresinden izlemişti. Astasya annesini öperken Liyatta’nın yüzündeki kaslar asabi bir ifadeyle titremişti. Ona tahammül edemiyordu genç kız. Onun yabaniliğine, patavatsızlığına ve en çok da tüm bu kabalığına rağmen annesine benzerliğine. Başkentte yıllarca kalmış ve birçok genç ve güzel kadın görmüştü ama gördüğü kadınlar ne annesine ne de Astasya’ya hiç benzemiyorlardı. Kendi fiziksel görüntüsü diğer kadınların geneliyle örtüşürken Astasya’nın ki o saraya girdiği an sırıtacaktı. Annesi zarif bir kadındı ama Astasya ne zarafetten ne de asaletten hiç pay almamış gibiydi. Prens Aleksimov bu vahşi orman kızında ne bulmuştu anlamıyordu bir türlü Liyatta. Ne konuşmayı, ne oturup kalkmayı ne de sofra adabını biliyordu. Onunla, kız kardeşi olarak baloya katılmak büyük bir işkence olacaktı. Hele hele ablasının geleceğin çariçesi olacağını düşünmek tüylerini diken diken diyordu. Kendisi de hala Prens Dimitri ile nişanlıydı ve ikisinin evliliği vasıtasıyla ablasıyla sürekli muhatap olmak zorunda kalacaktı. Oturma odasının kapısı açılmadan pencerenin önünden çekildi ve köşedeki masaya geri dönüp kitabıyla ilgileniyor gibi yaptı Liyatta. Astasya konağa geldiğinde okuma bilmiyordu ama halası onun da okumayı öğrenmesi gerektiğini düşünüp şehirden gelirken bir mürebbiye getirmişti yanında. Kız kurusu sayılabilecek hiç evlenmemiş orta yaşlı kadın yaklaşık 1.5 aydır Astasya’ya okuma ve yazma dersleri veriyordu. Sabah kahvaltıdan sonra iki saat, akşam yemekten sonra iki saat olmak üzere verilen dersler sayesinde genç kız okumayı neredeyse sökmek üzereydi. Yazma konusunda hala biraz zorlanıyordu ama hem annesi hem de halası bu konuda kesinlikle ona taviz vermedikleri için derslerine odaklanmak zorunda kalıyordu. Öğleden sonraları ise halasının gözetiminde ve eğitiminde geçiyordu. Astasya kaçış olmadığını anladığı için bundan sonra baloya dek yapabileceğinin en iyisini yapmaya karar verdi. Bugün yine önce öğle yemeğinde sofra adabına ilişkin kuralların üzerinden geçmişler, şimdi de konuşma adabına dair bir pratik yapacaklardı. Astasya tüm bu yapmacık hareket ve konuşmalardan çok sıkılıyordu ama bunları öğrenmeye mecburdu. Konuşurken fazla heyecanlı ve geveze olmamalı, ağır ve anlaşılır şekilde kısa cümleler kurmalıydı. Kendisine soru sorulduğunda da yine kısa ve nazik cevaplar vermeliydi. Fazla detaya girmek, uzun uzadıya açıklamalar yapmak hoş karşılanmayan ve hatta dikkate alınmamaya sebep olan şeylerdi. İnsanlar birbirleriyle sohbet etmek için değil, mecburiyetten konuşurlar. ‘O yüzden sana nezaketen ayrılan süreyi en iyi şekilde kullanmalısın,’ demişti halası Yalina. Astasya’ya kalsa hiç biriyle konuşmak isteyeceğinden şüpheliydi ya. Oturma odasına girdiklerinde Liyatta’yı masada kitabını okurken buldular. Yalina Olgiyev küçük yeğenine memnuniyet ifadesi bir gülümseme bahşederken, ‘’Birazdan çaylarımız gelecek ve biz de bir çay sohbeti yapacağız hanımlar. Liyatta sen ev sahibesi ol lütfen, Astasya ve ben de seni ziyarete gelmiş olalım. Bizi nasıl ağırlarsın görelim.’’ ‘’Tabii halacığım.’’ Liyatta bir kurumla yerinden kalkıp koltukların önüne doğru yürüdü. Astasya onu dikkatle izledi. Liyatta acele etmeden ve yüzünde kendinden emin bir ifadeyle karşılarına geçip yerini aldı. Koltukların hemen önünde ayaktaydı. Yalina Olgiyev içeri yeni girmiş gibi muhatabına gülümsedi ve, ‘’Liyatta, sizi yeniden görmek ne güzel.’’ Dedi usturuplu bir coşkuyla. Liyatta da ellerini hafifçe kaldırıp yanlara ölçülü şekilde açarken, ‘’Hoş geldiniz sevgili Yalina Olgiyev, sizi evimde görmek de çok güzel.’’ Yüzünde nasıl da mağrur bir ifade vardı. Astasya henüz hiç sesini çıkarmadan ikisini takip ediyordu. ‘’Size yeğenim Sanisha’yı takdim edeyim. Kendisi bir süre benimle yaşamak için yanıma taşındı.’’ ‘’Öyle mi? Ne güzel, hoş geldiniz Sanisha, nasılsınız?’’ İki genç kız göz göze geldiler. Mecburi diyalog ikisini de geriyordu ama Liyatta daha profesyonel bir oyuncuydu kuşkusuz. Astasya muhatabına kendisine öğretildiği gibi hafif bir selam verdikten sonra, ‘’Teşekkür ederim Bayan Liyatta. Evinizde olmak çok güzel.’’ Konuşmalar yer göstermelerle ve getirilen çayların servisiyle devam etti. Yalina hem sohbeti yönlendiriyor hem de iki genç kızı gözlemliyordu. Liyatta zorlanmadan akışa uyum sağlarken Astasya çay ve bisküvi servisinden sonra nahoş bir şey yapmamak için azami özen gösteriyor gibiydi. Sonra nasıl olduysa tüm dikkatine rağmen bisküvi boğazına kaçınca öksürmeye başladı genç kız. Durumu kurtarmaya çabalarken de kızarıp bozardı ama öksürüğü geçmiyordu bir türlü. ‘’O bisküviler tıkınmak için değil, bir ısırık alıp bırakmalıydın.’’ Yalina yeğeninin sırtına hafifçe vururken Liyatta kendini zor tutuyormuş gibi bir kıkırdamayı bastırdı. ‘’Bir bardak su isteyeceğim.’’ Yalina oturma odasının kapısına yönelirken Astasya, Liyatta’nın kendini aşağılayan ifadesini yakaladı. Gözleri avına odaklanmış bir tilki gibi kısıldı ve, ‘’Çok hoşuna gidiyor değil mi?’ dedi dişlerinin arasından. Liyatta da hiç geri adım atmadan aynı soğuklukla, ‘’Yerinde olsam o baloyu unutup ormandaki kulübeye dönerdim. Çünkü ancak orada ait olduğun yerde olacaksın.’’ Dedi. Astasya o an sadece öksürmekten kızarmamıştı. Liyatta’nın tavrındaki rahatsız edici düşmanlık da genç kızı öfkelendirmişti. Birden ikisi arasındaki yetiştirilme farkını daha net gördü. Ayağa kalktı ve, ‘’Sen sadece bir konakta büyüdüğün ve bir sarayda eğitildiğin için şanslısın. Bunlar seni benden üstün yapmıyor Liyatta, sadece şanslı yapıyor ama ben de başaracağım ve senin bana dair hiçbir üstünlüğün kalmadığında bakalım neyinle övüneceksin?’’
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD