Umutsuzluğun doğurduğu bir nefret.
Yeşilırmak'ın bereketli topraklarını karartan acı bir felaketin akabinde harlanan yine o nefret...
Ve o nefretle savaşan bir aşk.
DİLDAR
TANITIM BÖLÜMÜ
Elinde silahla, bahçe kapısının önünde öylece duruyordu. Bir anda çığlıklar, yalvarış yakarışlar, yeri göğü sarmıştı ama o sağır olmuş gibi hareketsizdi. Gözleri arkamda bir yere saplanmış, cayır cayır yanıyordu. Buradan kan dökmeden gitmeyecekti, belliydi.
Bir anda pimi çekilmiş bomba gibi hışımla yürümeye başladığında yer sarsıldı gök sallandı tüm rüzgarlar boran oldu.
Ne ara bahçeyi geçti ne ara kapının önüne geldi hiç anlayamamıştım.
Annesi yalvar yakar yakasına yapışsa da onu duymuyordu, babasının gürlemelerini duymuyordu. Vicdanının sesini hele...
Hele ki onu hiç duymuyordu.
Aklım yerimden çıktı ama daha evvel aklı kendini korumaya dahi yetmeyecek Cihangir'i düşünmek zorundaydım.
Annem feryat figan ağlıyor;
"Yapmaa! Yapmaaa!... O da sabidir YAPMA!" diye yeri göğü inletiyordu.
"Nasıl salarlar lan bunu?! NASIL?"
Annesi, boyunun yetmediği oğlunun belinden gömleğine tutunmuş;
"Salmışlar işte, aklunun raporu yok diye saluklamuşlar. Etme oğlum vallah seni alırlar, ömür billah da içerlerde kalırsın! Aman oğlum!" diye hızla konuşup kelimeleri yetirmeye çalışıyordu.
"Asım'ın kanı yerde mi kalacak ana.?! O günahsıza kıymak bir akılsıza oyun mudur?! Asım'a ne oldu ne çabuk unuttun ANA! Kaypak babasının yapamadığını ben yapacağım! Vuracam lan bu marazı!"
Der demez hışımla tekrar yürümeye başladı ama bu sefer silahı da doğrultmayı unutmadı. Etraftan çığlıkla;
"Jandarmaya haber edin, Yetişsinler hoo..!" diye bağırışlar yükselmeye başlamış arkamdaki zavallım Cihangir ise korkuyla garip sesler çıkarmaya başlamış ve babama yapışmıştı.
"Dur hele Deli Mustafa!" dedim bir anda silahın önüne atılıp.
"Onun suçu günahı yok. Benimdir. Suçlu da kabahatli de benimdir!" dedim en az onun kadar alevler içinde yanarken.
"Kaçıl önümden kadın!" dedi gözlerini Cihangir'den ayırmadan.
"Suçlu arıyorsun ya... Benim ben! Benim suçlu Deli Mustafa!Vuracaksan beni vur! Vur beni de ben de rahatlayayım artık. Hem Asım'ın hem Cihangir'in kanına giren BENİİMM!"
Sondaki cırlamamla Cihangir'deki bakışları nihayet beni buldu.
Derin bir solukla sakinleştim.
"Ben ittim onu..." dedim cılız bir sesle. "Cihangir bu haldeyse sebebi benim. Müsebbibi benim. Ben onu itmeseydim..." derken acıyla yutkundum lakin onun acısı benimkinden öyle büyüktü ki fark etmedi bunu. "...bugün Asım da yaşıyor olurdu."
Lakin nefreti beni kabul etmiyordu, Cihangir'i istiyordu.
Israrla Cihangir'e saldırmak isteyen bir deli vahşiden farkı olmayan nefretiyle savaştığını gördüm.
Silah elinde titredi. Yüreğim ağzımda izledim o silahın kardeşime doğrulup doğrulmamak arasındaki çırpınışlarını.
Mustafa kendini ne şekilde ikna etti bilmem ama silahı bir anda sağa fırlattı ve hiç beklenmedik anda tekrar Cihangir'e yürümeye başladı.
"Döve döve öldüreceğim lan seni!"
Reyhan Teyze tekrar çığlıkla oğluna tutundu; "Aaayy! Dur oğlum yapma! Jandarmayı çağıriyiler yapmaa!"
Babam, Hüseyin Amca'ya baktı müdahale etmesi için çünkü vereceğini vermiş anlaşma yapılmıştı. Daha fazla hır güre gerek yoktu.
"MUSTAFA DUR!" diye kükredi Hüseyin Amca.
Mustafa deli ateşleri salan gözlerini babasına dikmişti.
"Ne dersin baba? O kaypak damadına da laf ettirtmedin? Ablama tek bir tesellide bulunmadın! Buna da mı karışırsın babaa.?!"
"Kan davasına dönmeyecek bu iş Mustafaaa! Sözümü çiğneyisen geçip gidersin ha bu köyden!"
Hüseyin Amca daha sakin bir tonda devam etti.
"Biz oturduk konuştuk Kirişçilerle... Bizim bir oğumuz getti..." dedi ve acı bir soluk verdi. "Onlar da gızlarını vereceğler bize."
Ben her şeyi bildiğim ve kabul ettiğim için donuk ve soğuk bakışlarla izledim Mustafa'yı ama o ne olduğunu anlamadı ve kaşlarını çattı.
"Ne kızı? Ne diyorsun?" Yüzünü buruşturmuş iğrenerek bakıyordu.
"Kirişçilerin gızıynan..." derken başıyla beni gösterdi. "Dildâr'ınan evleneceğsin."
"Ne.?! Ne evliliği lan?!" Sessiz bir sorgulamaydı bu, hala ne olduğunu anlayamamıştı.
Gözlerimi etrafta gezdirip bu andan kaçınmaya çalışıyordum.
"Senilen Dildâr'ı evereceğiz. Bu hösümet de burada kapanaciğik." dedi Hüseyin Amca ellerini arkasında kavuştururken.
"NEE.?!" dedi dehşetle.
"Bir de utanmadan cenazemizin çıktığı evde katilin kardeşiyle düğün mü yapacaksınız? Göbek de atacak mıyız bari..? Aaa üç ayak oynamadan olmaz değil mi gelin hanım.?" derken sinirle gülmüş ve bakışlarını sualine cevap ararcasına gözlerime döndürmüştü.
"Senin haberin var mıydı bu evlilik mevzundan?!" derken imalı bir gülüşünün arasından tıslamış ve alevler saçan bakışlarını hepten gözlerime saplamıştı.
"Var." dedikten sonra duygusuzca ekledim. "Ben teklif ettim zaten."
Saniyelik şok olsa da tekrar çenesi sinirle seğirdi.
Başını aşağı yukarı sallarken tısladı; "Lütfetmişsin... Lütfetmişsin."
Tekrar kükremesini babasına çevirdi; "Kana kan, dişe diştir babaa..! Bu ettiğiniz rezilliktir!"
Sinirle soluyarak, belimdeki peştemale iliştirdiğim çakıma uzandım hızla. Kan dökülmeden, kinini kusmadan gitmeyecekti buradan. Çakıma uzandığımı gören annem çığlıkla; "Aaay.! Dildââârr!" diye yaygarayı basmış bütün dikkatleri de bana çekmişti.
Fakat kimselere mahâl vermeden şimşek hızında bir hamleyle edeceğimi etmiştim. Sağ elimdeki çakıyla sol kolumu boylu boyunca kesmiştim ki bileğime varmadan Deli Mustafa, çakıyı kavramış elimi tuttu.
Hep sinirle ateş almış olan gözlerinde ilk defa korkuyu gördüm.
Ilık kanım bileğime akarken çakan gözlerimi gözlerine diktim.
"Kan istiyordun ya Deli Mustafa... Ne oldu? Niye durdurdun?"
Damarlı eli terlemiş elimdeki çakıyı parmaklarımı zorla aralayarak çekip aldığında ne o gözlerini gözlerimden çekti ne de kimsenin ağzını bıçak açtı.
Derin bir sessizlik çöktü tüm yüreği ağzındaki ahaliye.
Gömleğini bir hamlede sıyırdığı gibi geniş damarlı bileğine bir anda sapladı çakımı.
Gözleri gözlerimde ahit verir gibiydi. Kendi bileğinden akan sızım sızım kanı gösterdi.
"Senin kanının karşılığı budur." dedi kolumdan döktüğüm kanımı kastederek.
"Diğerine gelirsek..." dediğinde gözleri tekrar alev aldı. Yüreklere tekrar kor düştü.
"Asım'ın hayatının karşılığı hayatındır." dedi bağırarak. Yetmedi, tekrar bağırdı.
"ASIM'IN HAYATININ KARŞILIĞI HAYATINDIR!"
Konu komşu duysun diyordu. Kurt kuş, dağlar taşlar, sağır sultan dahi duysun istiyordu.
Jandarma gelmiş, ahaliyi kışkışlıyordu. Komutan bahçeden girdiğinde Mustafa'ya seslendi. Mustafa ise gözlerini gözlerimden çekmiyordu.
Sanki sesi hâla dağlarda yankılanıyor göklerde akis yapıyor tekrar tekrar kulaklarıma doluşuyordu.
"Mustafa hadi, takmayayım şimdi kelepçeyi.! Gel hadi ifadeni alacağız..."
Komutan o kadar rahattı ki...
Mustafa'yı ifadeye götürmeye o kadar alışıktı ki...
Mustafa'nın gitmeye niyeti yoktu hele ki elini bileğimden çekmeye hiç mi hiç niyeti yoktu.
"Verdim işte hayatımı." dedim hayatımı kararttım der gibi tükürürcesine.
Bileğimdeki elini sıktı ve çenesi seğirircesine kasıldı. Komutan ardı ardına defalarca seslendi ama Mustafa bana mıhlanmıştı.
Komutan gelmek bilmeyen Mustafa'ya en son destursuzca kelepçeyi geçirirken Mustafa son bir kez gözlerime bakıp dudaklarını araladığında sesi sinirden çok acıma içeriyordu.
"Sevdanın olmadığı evde hayat da olmaz."
Neler feda ettiğimi o an anladım ama bir ehemmiyeti yoktu. Bu benim kefaretimdi, öyle inanıyordum ki eğer bu sefer de cezamı çekmezsem hayatım hep birilerinin hayatını karartmakla geçecekti.