4.BÖLÜM : KARA GÜN

1064 Words
Dişlerimin arasından konuşuyordum. Konuşuyor muydum dövüyor muydum belli olmayan bir tonla çenemi kaldırdım Mustafa'ya. "Senin bana hakaretlerinle eğleşecek değilim!" dedi Mustafa tükürür gibi. Aynı anda başıyla da aradan çekilmem için yan tarafı gösteriyordu. "O yapmamıştır !" dedim kendimden emin ama dolu dolu gözlerimle. Hiçbir şey Asım'ın öldüğü gerçeğini değiştirmezdi. "Bırak ağlayanlar rahatça ağlasın Mustafa." dedim sağ gözümden bir damla yaş süzülürken. "Bırak acıyı yaşayan yaşasın. Sen de yaşa... Elbet kim yaptıysa bedelini ödeyecektir. Kimse, sen de ödetirsin eyvallah." dediğimde bu sefer iki gözüm de iki çeşmeydi. Ağlayamayan Mustafa, kıpkırmızı olmuş ve titreyen çenesini zapt etmeye çalışıyordu. Dudaklarını ısırırken ateş saçan gözlerini etrafta gezdirdi sakinleşmek istercesine. Burun kanatları genişlemiş derin derin soluyordu. Tüm bedenimle görüş açısını kapatıyordum ki kızgın bir boğa gibi Cihangir'i görüp de hepten kızışmasın diye.. Bülent ise yeniden bir kenara çökmüş, üstüne hepten bembeyaz olmuştu. Ne ağlıyor ne kızıyordu. Arafta kalmış gibiydi. Sanırsın, ölümü oğluna konduramıyordu. Babamın Cihangir'in adını anarak meydana yetişmesiyle aynı anda Jandarma da gelmişti. Jandarmanın gelmesiyle Mustafa bir kana susamış ama avını alamamış hayvan gibi gözleri gözlerimde usul usul uzaklaştı bizden. Sinirle harlanmış gözleri benden zerre sekmedi ve ayakları zoraki başarır bir halde geri geri oynadı. Komutan sinirle; "Ne oluyor burada?" dedikten hemen sonra muhtemelen Asım'ın cesedini ancak gördü ki anında sesi soluğu kesildi. Göz ucuyla onun da bir iki saniye şokla kaldığını gördüm. Acılı gözlerini Asım'ın ufacık bedeninden alamıyordu ama yine de dudakları zoraki kıpraştı. "Nazım!" diye yamacına bir askeri çağırdığında devamında hızla konuştu; "Tez haber et şehre savcı neyin göndersinler!" Ardından "Ambulans aradınız mı?" diye sordu köy ahalisinin bir kaç ileri gelenine. Mustafa, gözleri gözlerimde komutana seslendi. "Komutaaan!" "Eşek başı mı var ulen burada, komutan deyi çağıriyin beni?!" Aslen buralı olan Komutan sinirlenince köylüyle şiveli konuşuyordu. Mustafa, onu duymamış gibi elini kaldırıp işaret parmağıyla Cihangir'i göstererek devam etti. "Al bu marazı götür yoksa buradan onun cesedi çıkacak, sen de beni götürmek zorunda kalacan!" "Ne diyor bu?!" diye tekrar köyün azalarına dönen komutana, bir kaç köy azası, aynı ağızdan; "Asım boğulukene Kirişçileğin Cihangir varımış yanında." diye cevap verdi. Bu cevaba müteakip kulağıma Cihangir'in korku dolu çığlıkları gelirken, bir hıçkırık sardı boğazımı. Böyle olmuş olamazdı... O yapmış olamazdı. Ben bir hıçkırık atınca, Mustafa saçlarını çekiştirerek sabır dilenir gibi yüzünü göğe kaldırdı ve hışımla bir tekme savurdu toprağa. Toprağın tozları havada uçuşurken, dişlerinin arasından sinirle; "Allah kahretsin! Allah kahretsin!" diye tısladığını duydum. Mustafa'daki bakışlarımı çekip gözlerimle Cihangir'i aradım. Onunla göz göze geldiğimizde benden iki yaş büyük abimin yardım aranan ruhuyla bana ; "Abaaa.!" diye seslenmesini duydum. Korkmuştu, gelip onu almam için bana bakıyordu. Gidemedim... Biliyordum ki onun kalp gözü vardı diliyle değil kalbiyle hisseder ve kalbiyle konuşurdu. Dilim sustu, gözlerim konuştu. Kız bana Cihangir! Beni ittin aklımı öldürdün, yetmedi beni ırmağa gönderdin hayatımı söndürdün de..! Asım'ın kanına ben girmedim sen girdin de bana Cihangir... Aba sen doymaz mısın sabilerin kanına girmeye de. De bana Cihangir! Konuş! İçimdeki acıyla baktım Cihangir'e. O ise telaşla bağırdı; "Düştü düştü! Çok kötü düştü ! Asım banyoya düştü. Yıkandı yıkandı! Tertemiz oldu! Ama acıdı çok acıdı!" "AAAHHH!" Arkamdan Mustafa'nın dayanamayan kükremesini duydum. "AL GÖTÜR ŞUNU KAZIM ! BEN BUNU VURMADAN GÖTÜR ŞURAADAN !" Diye Komutana bağırıyordu. "SALMAYIN LAN BUNU SALARSANIZ ALLAH'IMA KİTABIMA BİRİLERİNİ YAKMADAN GÖÇMEM BU DÜNYADAN!" Yakacaktı. Belli. Çok can yakacaktı. Komutan usulca Cihangir'i kelepçe takmaksızın götürürken babam ağlıyor ve komutana izahatle bir şeyler diyordu. İlk kez babamın ağladığını görmüştüm, ben Cihangir'in hayatını kararttığımda bile ağlamamıştı ya da ben o zaman ağladığını görmemiştim. Cihangir jandarma aracına binerken hızla Cihangir geri salınsa bile dışarıda ona dirlik vermeyecek Mustafa'ya doğru yürüdüm. "Ben gönderdim onu ırmağa!" dedim ben tarafa ardı dönük olan ve eli başında sakinleşmeye çalışan Mustafa'ya. Bana bakmıyor ve hatta benden kaçıyordu. "Ben gönderdim onu." dedim Munise'nin hıçkırıklarına doğru daha da yaklaşırken. Munise'nin; "GETTİ YİĞİDİM GETTİİİ! CAN YAVRUM GETTİİİ..!" diyen yakarışları tüm sesleri kesiyordu. Lakin yine de ısrarla yürüdüm Mustafa'ya doğru. "Suuuus!" dedi Mustafa bana dönmeden. "Bak bana Mustafa. Bir katil varsa o da benim." dedim dikine dikine. İçindeki siniri çıksın da yeter ki bana çıksındı. Hak eden bendim. Eli lanetli, dili lanetli olan bendim. Mustafa toprağı döven adımlarıyla kaçıyor, ardına bile bakmıyordu. "Ben göndermesem şimdi Asım yaşıyor olurdu!" dedim gözyaşları içinde bir yandan da elimle Asım'ın cansız bedenini işaret ederken. Mustafa dayanamadı döndü ve kükremeye başladı. "SUS DİYORUM SANA! SUUUS!" "İşte bak... Böyle... Bana bağır," dedim bir hıçkırık firar ederken boğazımdan. "Dildâr acım var, git başımdan." Dişlerinin arasından bir tıslamayla beni kovarken. "Acın geçmez, ama içini dağlar da bir sebep ararsan beni bul. Beni! Cihangir'i ırmağa kim gönderdi? Ben! Cihangir'i kim akılsız etti? Ben! Hiç unutma..." "SUS DİLDÂR! GİT BAŞIMDAAN!" diye gürledi Mustafa. Derin bir nefesle gözyaşlarımı dökmeye devam eder halde tam geri dönüyordum ki Munise'nin çığlığına döndüm. "Uğursuz!" diye ağzından tükürük saçarak konuşmasına baktım bir an. Bahsettiğinin ben olduğumu bir iki saniye sonra anladım lakin o çoktan elleriyle saçlarıma dolanmıştı. Refleksle ufak bir çığlık atsam da Munise'den kaçmamıştım. Saç diplerimde hissettiğim acı aklasın beni istiyordum. Mustafa hemen yanımıza koşmuş saçıma kenetlenmiş ablasını iteliyordu. "Bırak aba! Napıyorsun sal onu!" "Gebersin! Oğlumu öldürmeye yollamış o kıt akıllı gadaşını!" Elim, Munise'nin bana uzanan eline gitse de hiç çığlık atmıyordum. "ABLAA BIRAAK!" diye kükredi Mustafa ablasının saçlarımdaki elini bir şekilde bıraktırırken. "Acımiyecen bu kiza Mustafa! Utanman yok mu heç senin, ben bu haldeyken yitişmiş kızı aliyen elimden!" Munise ufak bir kız çocuğu gibi ağlıyordu. Eli Mustafa'nın elinde hapis saçlarıma uzanmaya çalışıyor bir yandan da ağlıyordu. Hayretle ona bakıyordum ki Mustafa bana döndü tekrar sinirle. "Git buradan." dedi tüm yalınlığıyla. Elimin tersiyle yanağımdaki ıslaklığı silip gerisin geri gittim. Ardımdan tekrar Munise'nin yeri göğü inleten "AAAĞĞHHH!" diye bir çığlığı duyuldu. Tüm ahali bana ne kadar kötü bakıyorsa Munise'ye de bir o kadar acıyarak bakıyordu. "GETTİİ..! ASLANIM GETTİİİ..! AAAĞĞHHH! YANİYEEEM!" diyen haykırışları her yükseldiğinde ben sessiz bir hıçkırığa bürünüyordum. Omzumun üzerinden tekrar geri baktığımda Munise yere yığılmış, Mustafa dizlerinin üzerinde onun hemen yanına çökmüş ve kollarında haykıran ablasını teskin etmeye çalışıyordu. Ablasının yaşmağından açılan kara saçlarına öpücükler konduruyordu. Gözleri sımsıkı yumuluydu Mustafa'nın, belliydi ki bir gevşetse sırılsıklam olacaktı yumulu gözleri. Önüme döndüğümde meydanın öteki ucunda yapayalnız kaldırım taşına oturmuş annemi gördüm. Başını ellerinin arasına almış sessiz sessiz ağlıyor ve sallanıyordu. Babam muhtemelen jandarmanın peşinden karakola yetişmeye arabayı almaya koşmuştu. Ancak yetişen Hüseyin Amca'yla, Reyhan Teyze'nin canhıraş bağırışları da doldurduğunda meydanı kıyamet gününü andırdı her bir yer. Kara bir gündü. Bir sabinin kanı kirletmişti alnımızı. Hele ki benim alnımı... Öyle bir kirletmişti ki hayatlarımızı, berrak akan Yeşilırmak'ı öyle bir kirletmişti ki.... Kefareti can çıkmadan ödenmezdi. Ödenmeyecekti de. Cana can, kana kandı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD